Neler yeni
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

20. yüzyıl insanlık tarihinin en kanlı dönemidir

pendik2

New member
Katılım
16 Mar 2010
Mesajlar
37
Tepkime puanı
25
Puanları
0
Yaş
44
Komünist ideolojinin karanlık yüzü

20. yüzyıl insanlık tarihinin en kanlı dönemidir. Bu yüzyılda dünya savaşı, soykırım, toplama kampları, kimyasal silahlar, nükleer silahlar, bombardıman, gerilla savaşı, terör eylemleri gibi, daha önceki yüzyıllarda duyulmamış ve görülmemiş vahşet yöntemleri yaşanmıştır. Bu yüzyılda saydığımız yöntemlerle öldürülen insanların sayısı, yüz milyonlarla ifade edilmektedir.

20. yüzyılın bu kadar kanlı olmasının iki önemli nedeni vardır. Birincisi, gelişen teknolojinin eski devirlerdeki silahlara göre çok daha öldürücü silahların yapımına izin vermesidir. İkinci neden ise -ki asıl önemli olan budur- bu silahların kullanılmasına neden olan ideolojilerdir. Temelleri 19. yüzyılda atılan çeşitli "izm"lerin en kanlı hasadı 20. yüzyılda olmuştur.

Komünizm, bu "izm"lerin en kanlısı, en acımasızı ve en geniş çaplısıdır. 20. yüzyılda komünist rejimler veya örgütler tarafından öldürülen insan sayısı yaklaşık 120 milyondur. 120 milyon insan, sırf bu ideoloji uğruna idam edilmiş, toplama kamplarında ölesiye çalıştırılarak katledilmiş, "sürgün" adı altında evlerinden toplanıp Sibirya steplerinde yok edilmiş, kasten oluşturulan kıtlıklarla açlıktan öldürülmüş, en korkunç hapishanelerde en korkunç işkencelere uğratılmış, beyni yıkanmış komünist militanlar tarafından kurşuna dizilmiş, boğulmuş, boğazlanmış, parçalanmıştır. 1917'de Rusya'da gerçekleşen kanlı Bolşevik Devrimi ile başlayan vahşet, önce yeni kurulan Sovyetler Birliği'nin geneline, ardından Doğu Avrupa'ya, Çin'e, Kore'ye, Vietnam'a, Kamboçya'ya, Latin Amerika ülkelerine, Küba'ya ve Afrika'ya yayılmıştır.
 

pendik2

New member
Katılım
16 Mar 2010
Mesajlar
37
Tepkime puanı
25
Puanları
0
Yaş
44
Lenin'in Kasıtlı Kıtlık Politikası

20. yüzyıldaki komünist rejimlerin neredeyse ortak bir özelliği, halklarını büyük açlıklara mahkum etmeleridir. Lenin zamanında tüm Rusya'da 5 milyon insanın ölümüne neden olan bir kıtlık yaşanmıştır. Stalin zamanında, 1932-33 yılları arasında bu felaket daha geniş çapta tekrarlanmış ve sadece Ukrayna'da tam 6 milyon insan kıtlık sonucunda açlıktan can çekişerek ölmüştür. Mao'nun Kızıl Çini'nde ve Pol Pot'un Kamboçyası'nda da milyonlarca insan kıtlık sonucunda ölmüştür.

Kıtlığın ne olduğunu iyi düşünmek gerekir. Süpermarketlerin, fırınların, pastanelerin, restoranların dört bir yanımızda yer aldığı günümüzde, kıtlık bizler için yabancı bir kavramdır. Ve dolayısıyla kıtlık kavramını duyduğumuzda, bunu çoğunlukla "bir süre aç kalmak" olarak anlarız. Oysa Rusya, Çin, Kamboçya gibi örneklerde yaşanan kıtlık, aylar ve yıllar boyunca devam eden daimi bir aç kalma halidir. Sadece kendi yetiştirdikleri ürünlerle (tahıl veya pirinçle) beslenen köylülerin elinden tüm mahsulleri zorla toplanmıştır. Bunlar alındıktan sonra geriye yiyecek hiçbir şey kalmaz. İnsanlar önce etraftan topladıkları sebzeyi, meyveyi ve kesebilecekleri hayvanları bulup yerler. Bunlar hemen tükenir. Sonra yapraklar, otlar, ağaç kabukları kaynatılmaya başlanır. Haftalar geçtikçe bedenler zayıflar, incelir. İnsanlar sürekli açtır. Bazı insanlar kedi, köpek yakalayıp yemeye başlarlar. Bu, başka canlılara, böceklere kadar devam eder. Sonuçta acı içinde kıvranan insanlar birbiri ardına ölmeye başlar. Ölüleri gömecek takati olan kimse yoktur. Ve en sonunda kıtlığın en korkunç boyutu ortaya çıkar: Yamyamlık. İnsanlar önce ölüleri yemeye başlarlar. Sonra birbirlerine saldırmaya, birbirlerinin çocuklarını kaçırıp, kesip yemeye başlarlar. İnsanlıktan çıkar ve hayvanlaşırlar.

Zaten komünist rejimin amacı da budur.

Bu anlatılanlar, -inanılmaz görünse de- 20. yüzyıl içinde ilk olarak Lenin'in önderliğindeki Bolşevik Rusya'da yaşanmıştır.
 

pendik2

New member
Katılım
16 Mar 2010
Mesajlar
37
Tepkime puanı
25
Puanları
0
Yaş
44
Komünist rejim altında yamyamlaşan halk

Bolşevikler iktidara geldikten bir süre sonra, 1918 yılı içinde, Lenin tarafından alınan bir kararla, özel mülkiyetin ortadan kaldırılmasına yönelik bir politika başladı. Bunun en önemli sonucu ise, köylülerin tarlalarının devletleştirilmesi ve mahsullerinin ellerinden alınmasıydı. Bolşevik militanlar, Çeka polisleri, Kızılordu birlikleri, Rusya'nın dört bir yanındaki köyleri basarak, zaten çok zor koşullarda yaşayan köylülerin yegane besin kaynağı olan mahsulleri silah zoruyla toplamaya başladılar. Her çiftçi için Bolşeviklere vermesi gereken bir kota belirlenmişti, ancak bu kotayı tamamlayabilmek için çoğunun elindeki tüm mahsulü vermesi gerekiyordu. Direnmek isteyen köylüler en vahşice yöntemlerle susturuldu. Bazıları ellerindeki buğdayın hepsini kaptırmamak için mahsulün bir kısmını gizli ambarlara saklıyordu. Ancak bu gibi davranışlar, Bolşevikler tarafından "devrime ihanet" sayılıyor ve akıl almaz vahşetlerle cezalandırılıyordu. 14 Şubat 1922'de inceleme yapmak üzere bölgeye giden bir müfettiş, Omsk bölgesindeki uygulamaları şöyle anlatıyordu:

Zoralım birliklerinin haksız uygulamaları akıl almaz boyutlara ulaştı. Tutuklanan köylüler sistematik biçimde soğuk hangarlara kapatılıyor, kırbaçla dövülüyor ve ölümle tehdit ediliyor. Teslim etmeleri gereken kotanın tamamını doldurmayanlar, elleri kolları bağlanıp, çıplak bir şekilde köyün ana caddesi boyunca koşmaya zorlanıyor ve sonra da soğuk bir hangara tıkılıyor. Çok sayıda kadın bayılana kadar dövüldükten sonra çıplak olarak karda açılan çukurlara konuluyor.1


Lenin, köylüler için belirlediği kotanın doldurulamadığını gördükçe çılgına dönüyordu. Sonunda, zoralımlara direnen bazı bölgelerdeki köylülere 1920 yılında korkunç bir ceza verdi: Bu köylülerin sadece mahsulleri değil, aynı zamanda ellerindeki tohumlar da toplanacaktı. Tohumların toplanması, köylülerin yeni mahsul üretememeleri ve mutlak kıtlıkla ölmeleri anlamına geliyordu. Nitekim öyle oldu. 1921 ve 22 yıllarında, Rusya sınırları içinde tam 29 milyon insan açlıkla pençeleşti. Bunların 5 milyon tanesi de açlık sonucunda yaşamını yitirdi.

Kıtlık dünya kamuoyu tarafından duyulduğunda, Batılı ülkeler bu felaketi hafifletebilmek için yardım kampanyaları düzenlediler ve biraz olsun felaketi hafiflettiler. Ama çok geç kalmışlardı; çünkü Bolşevikler, uyguladıkları tarım politikasının felaketini gizlemek için kıtlıkla ilgili haberlerin yayılmasını yasaklamış, böyle bir olayın varlığını da ısrarla inkar etmişlerdi. Richard Pipes, A Coincise History Of The Russian Revolution (Rus Devriminin Kısa Tarihi) adlı kitabında şöyle yazar:
1921 ilkbaharında köylüler açlık nedeniyle ot, ağaç kabuğu ve kemirgenleri yiyorlardı. Yamyamlık olayları vardı. Kısa sürede milyonlarca sefil insan yemek bulabilecekleri bir yere gitmek umuduyla en yakın tren istasyonuna koşuyordu. Bu kişilerin nakli kabul edilmedi, çünkü Moskova 1921 Temmuzu'na kadar bir felaketin varlığını inkar ediyordu. Hiçbir zaman gelmeyecek olan treni ya da onlar için kaçınılmaz olan ölümü beklediler. Şehri ziyaret edenler hiçbir hayat belirtisi görmeden gidiyorlardı, halk ya oradan gitmişti ya da evlerinde hareket edemeyecek kadar güçsüz bir şekilde yatıyorlardı. Şehir sokaklarını cesetler kirletiyordu.2
 

pendik2

New member
Katılım
16 Mar 2010
Mesajlar
37
Tepkime puanı
25
Puanları
0
Yaş
44
Lenin'in açlık politikasının gerçek nedeni

Peki bu açlık politikasının hedefi neydi? Elbette Lenin, köylülerin mahsullerini toplayarak Bolşevik rejimini ekonomik yönden güçlendirmek ve özel mülkiyeti kaldırarak komünist rüyayı gerçekleştirmek peşindeydi. Ama insanları bile bile kıtlığa sürüklemenin başka bir amacı daha vardı. Lenin, kıtlığın insan psikolojisi üzerinde tahribat oluşturacağını biliyor, bu yolla insanların Allah'a olan inançlarını yok etmeyi ve kiliseye karşı bir hareket başlatmayı hedefliyordu. Komünizmin Kara Kitabı'nda Lenin'in bu zalim düşüncesi şöyle anlatılır:
1890 yılında, genç avukat Vladimir Ulyanov-Lenin, 1891'de açlıktan en çok etkilenen eyaletlerden birinin merkezi olan Samara'da ikamet ediyordu. Yöre aydınının, yalnızca açlara toplumsal yardım çabalarına katılmamakla kalmayıp, kesin biçimde böyle bir yardıma karşı olduğunu da açıklayan tek temsilciydi. Arkadaşlarından birinin hatırladığına göre, "Vladimir İlyiç Ulyanov, açlığın birçok olumlu yanları olduğunu açıkça ifade etmekten çekinmiyordu. Düşüncesine göre ortaya çıkacak sanayi proletaryası burjuva düzeninin kökünü kazıyacaktı. . Geri kalmış köylü ekonomisi yıkılırken, açlık bizi amacımıza yaklaştıracak ve kapitalizm sonrası aşama olan sosyalizme ulaşılacaktı. Açlık, yalnızca çara değil, Tanrı'ya olan inancı da yok edecekti..."3

30 yıl sonra, Bolşevik hükümetin başı olan genç avukat, yine aynı düşüncedeydi: Açlık, 'düşmanın başına ölümcül bir darbe indirmeye' yarayabilir ve yaramalıydı. Bu düşman, Ortodoks kilisesiydi.4
Lenin, açlık yoluyla kitlelerin dine olan bağlılığını kıracağını, onları tepkisizleştireceğini, böylece dini kurumlara karşı planladığı saldırıyı çok daha kolay gerçekleştireceğini, 19 Mart 1922'de Politbüro üyelerine gönderdiği bir mektupta şöyle anlatıyordu:
Gerçekten de, şu anki durum onların değil, istisnai derecede bizim lehimize. Düşmanımızın başına ölümcül bir darbe indirmek ve gelecek on yıllar bakımından bizim için asli nitelikte olan mevzileri garanti altına almak için yüzde 99 şansımız var. Tüm bu aç insanın insan etiyle beslendiği, yolların yüzlerce, binlerce cesetle dolu olduğu tam da şu an, ancak kilisenin mallarına yaman, acımasız bir enerjiyle el koyabiliriz ve dolayısıyla da koymalıyız. Şimdi, yalnızca şimdi, büyük köylü kitleleri bizi destekleyebilir ya da bir avuç Kara Yüzlü ruhban ve gerici küçük burjuvaları destekleyemeyecek durumda olur... Herşey göstermektedir ki başka bir zaman amacımıza ulaşamayız, çünkü sadece açlıktan kaynaklanan ümitsizlik, kitlelerde bize karşı hoşgörülü davranışlara yol açabilir veya en azından bize karşı yansız olabilirler.5
Lenin uyguladığı tüm bu zulümle birlikte, komünist vahşetin ilk büyük örneğini sergiledi. Onu izleyen Stalin veya Mao gibi komünist diktatörler, başlattığı vahşeti daha da büyüteceklerdi. Lenin'in sonu ise oldukça anlamlıydı. 1922 yılından itibaren giderek yoğunlaşan bir hastalık Lenin'i yavaş yavaş felç etmeye başladı. 1923 yılının çoğunu tekerlekli sandalyede ve büyük acılar veren baş ağrılarıyla boğuşarak geçirdi. Mart 1923'de bir tür kriz geçirdi ve bu tarihten sonra düzgün konuşma yeteneğini yitirdi. Hayatının son aylarında, Lenin'i görenler dehşete kapılıyorlardı; çünkü yüzü korkunç bir ifadeye bürünmüştü ve yarı deli durumdaydı. 21 Ocak 1924'te bir beyin kanaması sonucunda öldü.

Bolşevikler Lenin'i mumyaladılar ve çok değerli saydıkları beynini özel bir koruma altına aldılar. Moskova'daki Kızıl Meydan'da eski Yunan tapınaklarını andıran bir anıt mezara konan cesedi, uzun kuyruklar oluşturan kalabalıklar tarafından ziyaret edildi. Ziyaretçiler, cesede korkuyla bakıyorlardı.

Korkuları ilerleyen yıllarda daha da artacaktı. Çünkü Lenin'in ardından Sovyetler Birliği iktidarını ele geçiren Josef Stalin, Lenin'den bile daha zalim ve daha sadistti. Kısa sürede modern tarihin en büyük "korku imparatorluğu"nu kurdu. (makale harun yahya)


DİPNOTLAR

1- Komünizmin Kara Kitabı, s.159-1602
2-Richard Pipes, A Coincise History Of The Russian Revolution, Vintage Books, Newyork, 1995, s. 357
3-A.Belyakov, Yunost vozdya (Önderin Gençliği), Moskova, 1960, s.80-82, aktaran M.Heller, "Premier avertissement: un coup de fouet. L'histoire de l'expulsion des personnalites culturelles hors de l'Union sovietique en 1922", Cahiers du monde Russe et Sovietique, cilt XX, no.2, Nisan-Haziran 1979, s.1346 7
4-Komünizmin Kara Kitabı, s.165
5-Komünizmin Kara Kitabı, s.167
 

sýyah_

New member
Katılım
13 Ağu 2010
Mesajlar
454
Tepkime puanı
222
Puanları
0
Yaş
50
[FONT=&quot]kominizm artık eskisi gibi o kadar tehdit oluşturan bir rejim değil. Tabiî ki zamanında bir rejimi kabul ettirmek için her yerde olduğu gibi idamlar, katliamlar, faili meçhul cinayetler olur. Onun için kominist liderlerin yaptığını Rusya, çhin gibi kominist olmayan ülkelerde de görebiliriz. Krallık rejiminde hatta hat safhadadır. Ama bakınız Vietnamlılar kapboçyalılar böyle bir rejim sayesinde ülkelerini Amerikan sömürgesinden kurtarmışlardır. Koministler ise Karl marksın ekonomi sistemini bile kendileri anlayamadılar. Köylü sınıfın sömürülmesine karşı politika uygulanan bir rejimdir. Biz kendimize bakalım: Müslüman bir ülkede yaşayıp, Atatürk ilke ve inkilapları ile kurulan Cumhuriyetcilik rejimi ile yönetilen ülkemizde müslüman olsakta şeriatla yönetilmiyoruz, Cumhuriyetçilik rejimi ve altındaki ilkelerde uygulanamamaktadır. Bizim şu anda yönetim rejimimize bakarsanız kapitalizmdir. Bu ister kabul edin ister etmeyin gerçektir. Faiz, alkol vb. bunların ülkemizde normal karşılanması şeriatın olmamasına delildir. Müslüman olmayan ülkelerin özellikle ülkemizde rahatça misyonerlik faaliyetleri yapmaları, İngiliz sosyologların, Brezilya'lı, Belçikalı, Hollandalı uyruklu kişilerin ülkemize gelerek Hristiyanlık faaliyetleri yapması laiklik ilkesine aykırıdır. Yani cumhuriyetçilik rejimide uygulanamamaktadır. Gel sen görki ülkemizde laiklik dendimi sadece müslüman karşıtı anlaşılır nedense? Atatürk'ü savunan ve bizi din sömürücü diye bakan kişilere bakınca şunu görürüz; kendileri Atatürk'ün arkasına saklanan, bir tek inkilabını bile uygulayamayan acizlerdir, kapitalizmin uşaklarıdır. Sosyalizmde kapitalizmi benimsemiştir. Bu nedenle artık dünyada sosyalist bir rejim düşüncesi yok olmuştur. Sosyalizmin içeriğinde sınıf kavramı vardır. Kapitalizm ise zaten hem düşüncede kominist uygulamada ise asalak bir hayvan gibi yaşamaktır. Atatürk; dış ülekelere ülkemde misyonerlik faaliyetleri yaparsanız savaş sebebi sayarım demiştir. Onun için İstanbul, İzmir ve Akdeniz Bölgesinde dokunulmazlığı olan milletvekilleri gibi para ve servet sayesinde kapitalizmin getirdiği olanaklar sayesinde rahatça hristiyanlığı yaymak kapsamındaki faaliyetlerini gerçekleştirmektedirler. Her yıl Hacıya ve ya ümreye giden özellikle yaşlı Türkiye Cumhuriyyeti vatandaşlarına mektup göndererek hristiyanlığa davet etmektedirler. Nerde laiklik ? Demekki cumhuriyet rejimini biz bırakın kendi içimizde dış ülkelerin tecavüzüne karşı bile uygulayamıyoruz. Demekki bu ülkede yaşayan bir vatandaş ne şeriatla yönetiliyor ne kominizmle nede cumhuriyetle, şu andaki yönetim şekline bakarsanız kapitalizmdir. Bütün deliller sokağa çıktığınızda size aslında bunu herkez söylüyor. Bir genç ağzındaki marboro sigarasıyla, ayağırdaki adidas ayakkabısıyla milliyetçilikten uzak, bu ramazan ayında oruç tutmayanlar saygıdan uzak, eyalet yönetimi olmasada, doğuya yardım batıya vergi, batıda eğitim kaliteli doğuda ne derece bilinmez devletçilik ilkesinden uzak, Ama halkçılık var ülkemizde, Cumhuriyetçilik rejiminde seçim sistemide iyi. Ama Atatürk ilke ve inkilapları öyle biri var biri yok, işine geldimi var, yap işine gelmedimi yok yapma bu böyle olmaz. Kominizm benim fikrimce chin ve rusyayı örnek gösteriyorum. Artık bitmiştir. Kominizm kapitalizmin içinde sadece bir şıktır. Zamanın Devrimci diktatörleride uygulamak istedikleri rejimleri uygulama safhasında katliam yapmıştır. Bunuda rejimlerinin kalıcı olarak devam ettirmek için korku tohumları ekmek çerçevesinde gerekli olduğunu düşünmüşlerdir[/FONT]
 
Üst Alt