Neler yeni
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

4 mezhebe göre fikih bilgileri

kafkaskartali

New member
Katılım
10 Haz 2007
Mesajlar
106
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Yaş
53
Konum
Almanya
TAHARET

KİTABÜ'T-TAHÂRE (TEMİZLİK BÖLÜMÜ)

Taharetin Tanımı

“Taharet” lügatte, maddî olsun manevî olsun bütün kirlerden ve pisliklerden temiz ve uzak olmaktır. Bu cümleden olmak üzere İbn Abbâs (r.a.) dan şöyle bir hadîs rivayet edilmektedir: Peygamber Efendimiz, hasta ziyaretine gittiğinde şöyle derdi:
“Zararı yok, inşallah (bu hastalık günâhları) temizleyicidir.” 10
Bu hadîsteki “tahûr” kelimesi “fatûr” vezninde olup günâhlardan temizleyen anlamına gelmektedir. Resûlullah (s.a.s.), hastalığın günâhları temizlediğini haber vermiştir. Günâhlar ise manevî kirlerdir. “Tahâret'in karşıtı “Necâset'tir. Necaset ise lügatte, maddî-mânevî pislikler anlamına gelmektedir. Günâhlara “manevî necaset” denmektedir. Necaset masdarının mazî fiili olan deki cim harfi hem esreli, hem üstünlü, hem de ötreli olarak okunabilir. Muzârî fiili olan de ise cim harfi hem üstünlü, hem de ötreli olarak okunabilir. Mastarı “necâsetün”, ism-i faili olan kelimesinde ise cim harfi hem üstünlü, hem de esreli olarak okunabilir. Üstünlü olarak okunmasına şu âyet-i kerîmeyi örnek olarak gösterebiliriz:
“Ey imân edenler, müşrikler ancak bir necistir.”11
Fıkıh kitaplarındaki terminolojiye göre taharet ve necasetin tanımına gelince, bunda mezheblerin detaylı görüşleri vardır.

Hanefiler dediler ki: Taharet, şer'an hadesten ve pislikten temizlenmek demektir. Temizlenmek kelimesi, kişinin bizzat kendi eylemiyle temizlenmesini olduğu kadar sözgelimi, üzerindeki pisliğe su dökülmesiyle kendiliğinden temizlenmesi anlamını da kapsamaktadır. Hades kelimesi de küçük hades dediğimiz yellenmek ve diğer abdest bozucu hususların yanı sıra, büyük hades dediğimiz guslü gerektiren cünüblük anlamını da kapsamaktadır. Böylece Hanefîler “hades”i tanımlarken onun, bazı organlara veya tüm bedene vâki olup tahareti gideren Şer'î bir nitelik olduğunu söylerler. Şeriat koyucu tarafından maddî necaset gibi hadesin de insanı namazdan alıkoyan bir necaset olarak vasıflandırılması dolayısıyla bazılarınca hades'e, “hükmî necaset” de denilmiştir. Böylece necasetin, taharetin karşıtı olarak, hades ve pislikten ibaret olduğu ortaya çıkmış oluyor.
Ama lügatte necaset; kan, sidik, insan tersi ve benzeri maddî günâhlar gibi manevî pislikler anlamına da gelmektedir. Fıkıhçılara gelince onlar hadesi, manevî şeylere mahsûs bir durum olarak telâkki etmişlerdir. Ki o da şerîat koyucu tarafından cünüplük sırasında bütün bedene, yellenmek ve benzeri abdest bozucu şeylerden birinin vukua gelmesi halinde abdest organlarına vâki olan şer'î bir nitelik olarak tavsîf edilmiştir. Pisliği de kan ve benzeri, şer'an kirli sayılan cisimlere mahsus saymışlardır. Adamın biri çıkıp da şöyle bir görüş ortaya atabilir; “Allah'a yaklaşmak ve daha fazla sevâb kazanmak gayesiyle abdest üzerine abdest almak bu tanımın dışında kalmaktadır. Çünkü ikinci abdest bir temizlenme olmasına rağmen ne bir hadesi, ne de bir pisliği ortadan kaldırmamaktadır.” Buna şu karşılığı verebiliriz: Sevâb kazanmak amacıyla abdest üzerine abdest almak her ne kadar bir hadesi ortadan kaldırmıyorsa da, manevî kirler mâhiyyetinde olan küçük günahları silip götürmektedir. Bilindiği üzere lügat anlamı itibariyle pislik, manevî, kirleri ifade etmektedir. Fıkıhçılar, pisliği her ne kadar maddî kirler olarak ele alıyorlarsa da şunu da söylemektedirler: Manevî kirlerin giderilmesine taharet denir. Bu itibarla abdest üzerine abdest almak bir taharettir, bir temizlenmedir. Bunun aksini düşünecek olursak: Yellenmenin ve meni gelmeksizin erkeğin kadına çıplak olarak sarılmasının abdest bozucu şeylerden olmaması gerekir. Aynı zamanda menî akmasının da guslü gerektirmemesi îcâb eder.
Bunlardan birincisine gelelim: Yellenmek maddî bir necaset değildir. İkincisine gelince menî temizdir. Necis olduğunu varsayacak olursak onun necisliği, insanın sidik ve tersinin necisliğinden daha fazla değildir. Akla bakacak olursak meninin sadece çıktığı yeri yıkamak gerekecektir. Evet, bu iddiaları şöyle cevaplandırabiliriz: Önce bu sözü söyleyen, ibâdetin mânâsından habersizdir. İbâdetin emarelerinden bihaberdir. Zîrâ ibâdetten maksat, kalb ve diğer organların tam teslimiyetiyle belirtilen ölçülere uygun olarak Allah'a yönelmektir. Hiçbir şahsın, Allah tarafından belirtilen ibâdet ölçülerinin dışına çıkmaya yetkisi yoktur. İbâdetin şekil ve emareleri üzerinde kişinin tartışmasında bir fayda da yoktur. Ancak karşılaştığı bazı zorluklar ve imkânsızlıklar dolayısıyla bir kısım toleranslara sâhib olabilir. Gücü yettiği kadarıyla mükellefiyetlerini taleb etme hakkı vardır. Bunlardan başka şekil ve ölçülere gelince bunları sadece bir tek ma'büd olan Allah'a bırakmak gerekir. Bu, hiçbir gizliliği olmayan apaçık bir meseledir. Hatta âdet gereği olarak bazı insanların birbirlerini ağırlamaları bile bu toleranslardandır. Hükümdarların insanlara uyguladıkları kabul resimleri de çok meşakkatli olmadıkça manevî bir sorumluluğu gerektirmez. Şerîat koyucu, büyük veya küçük hades halinde olduğunuzda namaz kılmayın demişse, bizim: “Ama neden?” demeksizin bu emre uymamız gerekir. Eğer böyle dememiz caiz olsa idi aynı zamanda: “Niçin namaz kılacağız?” diye sormamız da normal olacaktı. Zira bu iki söz arasında hiçbir fark yoktur. Her ikisi yani normal durumda namaz kılma emriyle hades hâlinde namaz kılmama emri bizim için ibâdet sayılmaktadır. Bu emirlere uymak, Allah'a teslimiyetin bir nişânesidir. Abdest almaya, gusül yapmaya, namaz kılmaya muktedir olamadığımızda ne yapacağız? Teyemmüm niçin meşru kılındı? Oturarak veya yan gelerek namaz kılmaya niçin ruhsat verilmiştir? Gibi soruları ortaya atıp münakaşasını yapmaya hakkımız vardır. İbâdeti tartışmaksızın sadece Allah için yapmamız, üzerimizdeki ilâhî haklardan biridir. Ama günlük hayatımızdaki muameleler ve şahsî haller buna benzemez. Bunlar, bizim yaşantımızla ilgili olduklarından, her birinin sebeb-i hikmetini öğrenmek ve detayları üzerinde tartışmak hakkımızdır. Mâkul olan bu görüş doğrultusunda İslâm âlim ve düşünürleri demişlerdir ki: Şerîatin her meselesinin kendine özgü, akla yatkın bir hikmeti ve anlayana açık bir sırrı vardır. Bu, anlayana açık, anlamayana ise gizlidir. İbâdetlerle muameleler arasında bu hususta bir ayırım yoktur. Şimdi de yukarıda geçeri iki safsatayı cevaplandırmaya çalışalım:
a- Yellenmek maddî olarak da bir pisliktir. Bu, tartışma götürmez bir gerçektir. Evet, her ne kadar görme duyusuyla hissedilmiyorsa da koklama duyusuyla hissediliyor. Dışarıya çıkmadan önce maddî pisliklerden geçip gelmektedir.
“Yellenmek abdesti bozmaz. İnsanın sidiği ve tersinin sadece çıktıkları yerleri yıkamak gerekir” diyene şunu söylemek gerekir:
“Haklısın. Kişinin tüm yaşamı boyunca sadece bir kez yıkanması gerekir. Zîrâ uyku necaset değildir. Yellenmek necaset değildir. İdrar ve ters, sadece mahallî bir necaset olup çıktıkları yeri yıkamak gerekir.” Aslında bu söz, hiçbir değeri olmayan fâsid bir sözdür. İşin hakikatine bakacak olursak Yüce Allah'ın, abdesti farz kılmasında birçok menfâatler olduğunu anlarız. Bu menfâatlerin bir kısmını duyularla hissedip müşahede edebiliriz. Kirlenmeye maruz kalan dış organlarımızı özellikle ağız ve burnumuzu temizlemek gibi... Bu menfâatlerin bir kısmı da manevîdir: Allah'ın emrine itaat edip tam bir teslimiyetle O'na yönelmekle kişinin kendisim yaratanın ululuğunu hissetmesi. Kötülüklerden ve yasaklardan alıkonması gibi... Bütün bu saydıklarımız hem dünya hem de âhirette insanın yararına olan hususlardır. Şayet yukarıda sayılan sebeplerden ötürü abdest bozulmuyorsa abdestin meşruiyeti ve faydası heder edilmiş olur.
b- Gelelim ikinci safsataya: İnsanın sidik ve tersim meniyle kıyaslamak fâsid olduğu açıkça bilinen bir kıyastır. Çünkü menî, bütün bilginlerce kabul edilen görüşe göre bedenin tüm organlarından çıkmaktadır. Ve çoğunlukla da özel bir çabadan sonra çıkmaktadır. Ayrıca çıktıktan sonra da bedende açıkça hissedilen bir gevşeme vukua gelmektedir. Gusül yapmanın da bedene eski zindeliğini iade ettiği, kaybettiği bazı şeyleri tekrar kazandırdığı ve bedene yapışan bazı artıkları temizlediği bedahet derecesinde bilinmektedir. Bütün bunlarla beraber cünüplüğün peşi sıra gusül yapmanın zorunlu kılınması İslâmiyet'in güzelliklerinden biridir. İnsan, kadınsız yapamayacağına göre, hanımıyla ilişki kurduktan sonra da bedenini temizlemesi gerekecektir. Ama bunun tersine cünüblükten sonra gusül mecburî olmasaydı insanın bedeni tembelleşecek, pislikler altında kalacak ve pis kokusuyla başkalarını da rahatsız edecekti. Bütün bunları anlattıktan sonra meniyi, özel bir çaba harcamaksızın tüm bedenden değil de sadece belirli bir yerden ve mütâd vaziyette her zaman tekerrür eder şekilde çıkan sidikle kıyaslamak nasıl mümkün olacaktır? Buradaki kıyas, bütün bakımlardan fâsid bir kıyastır. Her halükârda insanın, ibadetlerini, hepsi de menfâat olsa dünyevî bir menfâat beklemeksizin sırf Allah rızâsı için hâlis bir kalble edâ etmesi gerekmektedir.
Mâlikiler dediler ki: Taharet, hükmî bir nitelik olup, o niteliği kazanana üzerindeki elbisesiyle kılacağı yerde namaz kılma ruhsatını temin eder. Hükmî nitelik derken itibarî nitelik kasd edilmektedir. Veyahutta şeriat sahibi tarafından namaz ve diğer ibâdetlerin sıhhati için şart olarak takdir edilen mânevi bir nitelik kasd edilmektedir. Bu niteliği küçük ve büyük hadesten temiz olmakla elde eden şahıs, namaz kılma ruhsatını temin etmiş olur. Kılacağı yer, pisliklerden temiz olmakla bu mânevi niteliğe sâhip olur. Ki orada da namaz kılmak caiz olur. Üzerine giymiş olduğu elbise de pisliklerden temiz olmakla bu mânevi niteliğe sahip olur. Ki o elbiseyle de namaz kılması caiz olur.
Her halükârda taharet manevî bir durum olup duyularla algılanamaz. Bu perspektiften bakıldığında taharete karşıt iki husus meydana çıkmaktadır.
a- Necaset: Hükmî bir nitelik olup bu niteliği, üzerindeki elbisenin veya namaz kılacağı yerin temiz olmaması nedeniyle üzerinde taşıyan kimsenin namaz kılma ruhsatı (geçici olarak) iptal edilmiş olur.
b- Hades: Bu da hükmî bir nitelik olup bu niteliğe sahip kişinin namaz kılmasına cevaz yoktur. Şu anlamda ki necaset, takdirî bir sıfat olup bazen elbisede olur ki onunla namaz kılınamaz. Bazen namaz kılınacak yerde olur ki, orada namaz kılınamaz. Ve bazen da kişinin şahsında olur ki buna “hades” denir. Ve bu kişinin namaz kılmasına da müsâade yoktur. Her halükârda hades, şerîat koyucu tarafından takdir edilen hükmî bir niteliktir ve ileride de açıklanacağı üzere bu terim, abdesti bozan unsurlar için de kullanılır. “Necaset” terimi de kan, sidik ve benzeri cisimler için kullanılır.
Şafiiler dediler ki: Şerîat lisanında taharet iki anlama gelir:
a- Farz olan abdest, gusül, teyemmüm, necasetin giderilmesi veya bu mânâ ve şekilde nafile kasdıyla yapılan teyemmüm, gusül ve abdest üzerine abdest alma gibi yapılan bir işlemdir. Ki bu vesileyle insan namaz kılma ruhsatını elde etmiş olur. Sözgelimi abdest niyetiyle yüze (ve diğer abdest organlarına) su vurmaya taharet diyebiliriz. Taharet kelimesi, temizlik işini yapan kimsenin eylemini ifade eden bir isimdir. (Mastardır). Yukarıda sözünü ettiğimiz bu mânâ ve şekilde nafile kasdıyla yapılan gusül ve abdest üzerine abdest alma hususuna gelince bu, şeriatçe kabul edilen itibarî bir taharettir. Gerçek bir taharet değildir. Bununla beraber namaz (veya diğer ibâdetleri edâ etme) ruhsatı bunlarla elde edilmiş değildir. Çünkü söz konusu ruhsat, daha önceki abdest ile elde edilmiştir. Bu ruhsatı insan, nafile niyetiyle yapılan gusülle de elde edemez. Zira kişi, cünüp olduğunda gusletmesi vâcib olur. Nafile niyetiyle yapılan gusül, vâcib olan guslün yerine geçmez. Dolayısıyla bu ifadeleri taharetin tanımına almak, zorunlu hale geldi. Ki taharetin tanımındaki unsurlardan hiçbiri dışarıda kalmasın.
b- Taharet: Hades halini ortadan kaldırmak ve necaseti gidermektir. Veya bu mânâ ve şekilde nafile niyetiyle yapılan gusül ve teyemmümler de taharetin tanımına girer. Taharet yani temiz olma hali, kişinin temizlik eylemini yapmasından sonra kazandığı manevî bir niteliktir. Hades hali abdest ile eğer (hades) büyük ise gusülle ortadan kalkar.
Ortadan kalkması da kişinin temizlenme eylemine bağlıdır. Abdest alan veya gusleden kişi, temizlenme işini yapıyor demektir. Vücudunun organlarını yıkarken de necasetler giderilmiş olur. Ki taharetten kasd edilen mânâ da budur. Taharet kelimesini yani temiz olma hâlini bu durumda normal olarak, temizlenme işini yapan şahsa ait kılmamız gerekir. Ama taharet mastarını fiile ait kılacak olursak bu, mecazî bir anlam ifade eder.
Hanbeliler dediler ki: Taharet, şerîat dilinde hades hâlinin veya bu mânâdaki bir durumun ve necasetin giderilmesi, hükmünün ortadan kaldırılması demektir. Hades hâlinin giderilmesinden maksat, namaz ve diğer ibâdetleri engelleyen niteliğin ortadan kaldırılması demektir. “...Bu mânâdaki bir durumun..., giderilmesi” kaydından gaye, hadesin değil de hadese benzer bir durumun ortadan kaldırılması demektir. Meselâ cenazeyi yıkamakla ortadan hades diye bir şey giderilmiyor. Ne var ki cenazenin yıkanması bir kulluk vecibesidir. Bunun gibi abdest üzerine abdest almak, zaruret yokken nafile niyetiyle gusletmek de hades hâlini ortadan kaldıran abdest ve gusül mânâsında ele alınmaktadırlar. Ancak bunun her ikisi de yapıldıklarında herhangi bir hades hâlini ortadan kaldırmış olmuyorlar.
“... Necasetin giderilmesi...” sözünden amaç da, ister kişinin kendi eylemiyle yaptığı, meselâ necaset değen yeri yıkaması gibi veya hiç kimsenin müdahalesi olmaksızın şarabın kendiliğinden sirkeye dönüşmesi gibi temizlenme veya temizleme durumudur. “...Hükmünün ortadan kalkması...” kaydından maksat, hades hâlinin veya pisliğin hükmünün ortadan kalkmasıdır. Ki bu da toprakla mümkün olur. Meselâ hadesten veya pislikten ötürü teyemmüm etmek gibi. Hades ve pisliğin hükmü, kişinin namaz kılamamasıdır. Bu da teyemmüm ile ortadan kalkmış olur.12

10 (Buharı, Merdâ, Bab: 10-14; Menâkıb, Bab: 25).
11 Tevbe: 9/28.
12 Abdurrahman Cezırî, Dört Mezhebe Göre İslâm Fıkhı- I, Çağrı Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 1993: 7-12.
 

kafkaskartali

New member
Katılım
10 Haz 2007
Mesajlar
106
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Yaş
53
Konum
Almanya
Taharetin Kısımları



Taharetin tanımında mezheblerin ayrıntılı görüşlerini birer birer anlattık. Bu görüşler bazı bakımlardan her ne kadar birbirlerinden ayrılıyorlarsa da bunlar arasında taharetin anlamı ve tanımına dâir üzerinde ittifaka vardıkları bir noktayı herhalde bulabiliriz. Ki o da taharetin, şeriat sahibi tarafından takdir edilen itibarî bir nitelik olduğudur. Bu nitelik, namazın sahih olması için bir şarttır. Bu nitelik, kapların kullanılması ve yemeklerin yenebilmesi için bir cevaz şartıdır. Şerîat koyucu, kişinin namazının sahîh olabilmesi için bedeninin taharet niteliğiyle nitelenmesini, bir yerde namaz kılabilmesi için o yerin taharet niteliği ile nitelenmesini (temiz olmasını), yiyeceği yemeğin dahî helal olması için taharet niteliğiyle nitelenmesini şart koşmuştur.

Taharetin aslı hakikatte tek şeydir. Ancak hades ve pislik gibi kendisine izafe edilen veya kendisinin sıfat olarak takıldığı şeyler dolayısıyla iki kısma ayrılmaktadır. “Necasetten taharet” ve “Hadesten taharet”. Necasetten taharet, şerîat koyucu tarafından namaz kılana (ve diğer ibâdetleri yapana) şart koşulmuştur. Buna göre namaz kılacak kişinin vücûdu ve elbisesi pisliklerden (necasetten) arındırılmış olacaktır. Buna ek olarak vücûdu hadesten de taharet içinde, temiz olmalıdır. (İbâdet, yapabilmesi için) bu iki durumda da temiz bulunmak gerekli olmaktadır. Bu itibarla taharetin bu birinci kısmı kendi arasında iki şıkka ayrılmaktadır. Necasete gelince bu, ileride de açıklanacağı üzere kan, sidik ve benzeri şeyler gibi şer'an pis sayılan cisimlerdir. Daha önce de ifade ettiğimiz gibi necaset; elbiseye, bedene veya herhangi bir yere isabet etmiş olabilir. Ayrıca taharet, kendisinin sıfat olduğu şeyler grubunda da iki şıkka ayrılmaktadır:

1- Aslî taharet,

2- Arızî taharet.

Aslî taharet:

Temiz olan eşyaların yaratılışlarında bulunan taharettir. Toprak, su, demir ve diğer madenler gibi. Bunlar ileride de açıklanacağı gibi aslî yaratılışlarında temiz olan cisimlerdir. İlk yaratıldıklarında temizlik niteliğini kazanmışlardır.

Arızî taharet:

Temiz olan eşyalara necaset bulaştıktan sonra o necasetin temizlenmesine arızî taharet denir. Arızî denmesinin sebebi, ileride necasetin giderilmesi bahsinde de görüleceği gibi bu, temizliğin su toprak ve diğer temizleyici unsurlar sayesinde elde edilmesinden ileri gelmektedir.

Hadese gelince, bu da îtibârî bir nitelik olup şerîat sahibi, cünüblük esnasında insan bedeninin tümünü bu sıfatla nitelendirmiştir. Su akıtmak, yellenmek ve abdest bozucu diğer durumlardan birinin vukû bulması esnasında bedenin (abdestle ilgili) bazı organları da bu sıfatla nitelendirilmiş olur. Bunlardan birincisine “büyük hades hali”, ikincisine de “küçük hades hali” denir. Birincisinden temizlenmek gusül ile mümkün olur. Aybaşı ve nifastan sonra lohusalık hali de bu statüye tâbidir. Sâri bu iki hâli, bedenin tüm organlarıyla ilgili hükmî bir sıfat olarak takdir etmiştir. Bu iki halde cünüplükte olduğu gibi namaz kılınamaz; diğer ibâdetler de yapılamaz. İkincisinden (küçük hades halinden) temizlenmek de abdest almakla mümkün olur. Su bulunmadığı veya bulunup da kullanılamadığı zaman bunların yerine teyemmüm yapmak yeterlidir. Bu konuyla ilgili anlatacaklarımızı şu tertibe göre sıralayabiliriz:13



Temiz Şeyler Bahsi



Tahâret'in, “hadesten taharet” ve “necasetten taharet” olmak üzere iki kısma ayrıldığını, necasetin fakîhlere göre pis şeyler olduğunu öğrendikten sonra bazı necis maddeleri ve bunların karşıtı olan temiz maddeleri misallendirmeye çalışalım. Ayrıca affedilen (ibâdetlere engel olmayan) necasetleri ve bunların temizlenmesi keyfiyetini anlattıktan sonra da temiz olan şeyleri anlatmaya çalışacağız. Çünkü eşyada asl olan, -necis olduğu herhangi bir delille ispatlanmadıkça- temiz olmaktır. Temiz şeyler, sayılamayacak kadar çoktur. Meselâ insan, canlı olsun ölü olsun temizdir. Nitekim yüce Allah Kur'an-ı Kerîm'de:

“Andolsun ki biz âdemoğullarını üstün bir izzet ve şerefe mazhar kılmışızdır” 14 buyurmaktadır.

“Ey îmân edenler, müşrikler ancak bir necistir” 15 âyet-i kerîmesine gelince buradaki necaset, şerîat sahibinin takdir buyurmuş olduğu manevî bir necisliktir. Yoksa müşrikin şahsının, domuzun necaseti anlamında bir necisliği yoktur.

Temiz şeylerden biri de cansız olan, içinde hayattan eser bulunmayan ve canlı bir cisimden kopmamış olan maddelerdir. Bunlar da iki kısma ayrılır:

1- Katı maddeler,

2- Sıvı maddeler.

Katılara örnek olarak yeryüzünün tüm parçalarını, altın, gümüş, bakır, demir, kurşun ve benzeri yerden çıkan madenleri gösterebiliriz. Uyuşturucu da olsalar bütün bitkiler bu kategoride mütalaa edilmektedirler.

Uyuşturuculara müfsid bitkiler adı verilmektedir. Müfsid olanlar, insana neşe ve keyif vermeksizin aklını kaybettirirler. Ama duygularını kaybettirmezler. Afyon ve esrar gibi... Bir kısmı da insanı uyutarak hem aklını hem de duygularını kaybettirirler. Zehirli bitkiler gibi... Bu bitkileri kullanmak her ne kadar akla, duygulara ve diğer şeylere zararlı iseler de haddi zâtında birer madde olarak temizdirler.

Sıvılara örnek olarak da su, zeytinyağı, şekerkamışından elde edilen sıvı, çiçeklerden elde edilen sular, esans ve sirke gösterilebilir. Bütün bu saydıklarımız necis bir şeye bulaşmadıkça temiz maddelerdir. Her canlının gözyaşı, teri, salyası ve sümüğü de yukarıda saydığımız temiz sıvı maddelerden sayılır. Ki mezheplerin bu konudaki detaylı görüşleri aşağıya alınmıştır.



Şafiiler dediler ki: Bu sayılan sıvılar, eti yensin yenmesin, eğer temiz bir hayvandan meydana gelmişse temizdir. Bunlara göre yılan ve akrebin zehiri de temizdir.

Malikiler dediler ki: Salya, uyku veya uyanıklık halinde ağızdan akan şeydir. Ki tartışmasız olarak bu temizdir. Ama mideden çıkıp ağıza gelen suya gelince bu necistir. Renginden ve kokusundan tanınır. Sarımtırak ve pis kokuludur. Eğer bir kişide bu su devamlı olarak görülüyorsa o, bu necasetten ötürü ibâdetlerini yapma ruhsatını kaybetmez. Ama eğer devamlı görülmüyorsa, temizlenmesi zarurîdir.

Hanbeliler dediler ki: Eti yensin yenmesin bütün hayvanların gözyaşı, teri, salyası ve sümüğü temizdir. Ancak eti yenmeyen hayvanlar derken bunların da kedi kadar veya ondan daha küçük olması ve bir de necis hayvanların yavrusu olmamasını şart koşmuşlardır.

Hanefiler dediler ki: Canlıların teri ve salyası, temizlik ve pislik bakımından o canlının içtiği suyun artığı hükmündedir. Bu husus ileride de anlatılacaktır.



Bozulmamış yumurtalar temizdir. İnsanın veya eti yenen hayvanın bozulmamış sütü de temizdir. Ama canlılar, ister insan olsun ister hayvan hepsi de yaratılış bakımından temizdirler. Ancak mezheblere göre farklı olan bazı hususlar aşağıda açıklanmıştır.



Şâfiîler ve Hanbeliler dediler ki: Köpek, domuz, bunların ikisinden doğan veya başkalarıyla çiftleşerek bunlardan doğan hayvanlar haramdır. Hanbelîler ek olarak derler ki: Yaratılış itibariyle kediden daha iri olup da eti yenmeyen hayvanlar da böyledirler.

Hanefiler dediler ki: Domuzdan başka necis bir hayvan yoktur.

Malikiler dediler ki: Vücûd itibariyle necis olan hiç bir hayvan yoktur. Köpek, domuz ve bunlardan doğanların hepsi temizdir.



Balgam, safra ve sümük, eti yenen hayvanın -şer'î usule göre kesilmesinden sonra olmak kaydıyla- öd suyu temizdir. Öd suyu, hayvanın karaciğerinin yanında belli bir yerde küçük bir torbacık içinde bulunan sarı bir sudur. Bu su ve torbası temizdir.



Şâfiîler dediler ki: Öd suyu, dolayısıyla keseside necistir. Ancak işkembe de olduğu gibi yıkamakla temizlenebilir. Çünkü işkembenin içindeki su necis olduğundan dolayı işkembe de necis olmakla, ancak yıkanmakla temizlenmektedir.

Hanefiler dediler ki: Her hayvanın öd suyu onun sidiği hükmündedir. Eti yenen hayvanlarda öd suyu muhaffef necaset, eti yenmeyen hayvanlarda ise öd suyu muğallez necaset olarak kabul edilmektedir. Öd kesesi de hüküm bakımından öd suyuna bağlıdır.



Zîrâ bu su ve torba, kesilen hayvanın bir parçası olup temizlik açısından ona bağlıdır.

Deniz hayvanının ölüsü de temizdir. Bu hayvan timsah ve kurbağa gibi uzun müddet karada yaşamış olsa bile temizdir.



Şâfiîler ve Hanbeliler dediler ki: Deniz hayvanlarının bir kısmı meselâ timsah, su kurbağası ve su yılanı temiz olma hükmünden ayrı tutulmalıdırlar. Bunlar necis hayvanlardır. Bunların dışındaki deniz hayvanlarının tümünün ölüleri temizdir.



Deniz kaplumbağası da temizdir. Ölen deniz hayvanı köpek, domuz veya insana benzese de ister karada ister denizde ölmüş olsun, ister kendiliğinden ölmüş, ister başkaları tarafından öldürülmüş olsun, yine temizdir.

Peygamber (s.a.s.) Efendimizin şu hadîs-i şerîfi bu hususta bizim için dayanak teşkil etmektedir:

“Bize iki ölü ve iki kan helâl kılındı: Balık ve çekirge, ciğer ve dalak”.16

Akacak kanı olmayan kara hayvanlarının ölüsü de temizdir. Karasinek, çekirge, karınca, pire ve güve örnek olarak gösterilebilir.



Şafiiler dediler ki: Yukarıda sayılan çekirge dışındaki hayvanların ölüleri necistir.

Hanbeliler dediler ki: Yukarıda sayılan hayvanların ölüleri temiz sayılır. Yaralarda oluşan kurtçuklar da necasetten ürememiş olmak kaydıyla temiz sayılırlar.



Şarap da sirkeye dönüşürse helâl olur. Mezheblerin bu husustaki detaylı görüşleri aşağıya alınmıştır.



Malikiler dediler ki: Şarap daha önce içine başka bir necaset düşmemişse, isterse başka birinin etkisiyle olsun sirkeye dönüşürse veya taşlaşırsa temiz olur. Buna bağlı olarak içinde bulunduğu kap da temizlenmiş olur.

Hanefiler dediler ki: Şarap başka bir şeye dönüştüğünde, meselâ sirkeleştiğinde, sarhoş ediciliği ve acılığından ibaret olan şaraplık vasfı kaybolduğu gerekçesiyle helâl olur. Buna bağlı olarak içinde bulunduğu kap da temizlenmiş olur. İçine balık, su ve tuz gibi bir madde atmakla veya yanında ateş yakmakla da olsa sirkeleştirilmesi caiz olur. Şarapla sirke karışıp ekşiyince bu karışıma giren şarap, sirkeden daha çok olsa bile temiz olmuş olur. Üzüm şırasına fare düşüp de şişmeden çıkarılmış ve bu şıra daha sonra şarap hâline gelmiş olur da yeniden sirkeye dönüşür veya dönüştürülürse temiz olur.

Şafiiler dediler ki: Daha önce içine ayrı bir necaset düşmemişse ve bir de kendiliğinden sirkeye dönüşürse temiz olur. Necaset içine düşer düşmez hemen çıkarılmış olsa bile yine temiz olmaz. Ayrıca şarabın sirkeye dönüşmesi esnasında içinde temiz bir şey bulundurmamak da şarttır. Çünkü bu temiz şey, şaraptan ötürü pis olur. Şarap sirkeye dönüştükten sonra temizlenince bu defa pislenmiş olan bu şey sirkeleşen sıvıyı pisler. Ama ayıklaması çok zor olan; meselâ üzüm çekirdeği gibi şeyler bu temizlenme işlemi esnasında şaraba bağlı olarak temizlenirler. Bu arada şarabın kabı da temizlenmiş olur.

Hanbeliler dediler ki: Şarap, kendiliğinden sirkeye dönüşürse temiz olur. Sirkeleştirme kastı olmaksızın şarabı güneşten gölgeye veya gölgeden güneşe, ya da bir kaptan başka bir kaba nakletmekle de sirkeleşirse yine temiz olur. İçinde bulunduğu kap da temizlenmiş olur. Kabı başka bir necâsetle kirlenmişse temiz olmaz.

Özetleyecek olursak Mâliki ve Hanefîler, şarabın ister kendiliğinden, isterse başkalarının etkisiyle olsun, sirkeye dönüşmesi hâlinde temiz sayılması hususunda ittifaka varmışlardır. Ancak sirkeleşmeden önce içine başka bir necasetin düşmesi husûlünda ihtilâf etmişlerdir. Şöyle ki: Mâlikîler, bu durumda şarabın temizlenmeyeceğini ileri sürmüşlerdir. Hanefîlerse, tefessüh etmeden necasetin çıkarılmasından sonra sirkeleşirse temiz olur demişlerdir. Şafiî ve Hanbelîler, kendiliğinden sirkeleşmesi hâlinde temiz olacağında görüş birliği etmişlerdir. Ama başkasının etkisiyle sirkeleşirse temiz olmaz demişlerdir. Ayrıca sirkeleşmeden önce içine bir necaset düşmüşse de temiz olamayacağı hususunda ittifak etmişlerdir.



Şer'î usûlle kesilmiş eti yenen hayvanların kılı, yünü ve tüyü temizdir. Eti yensin yenmesin canlı, ölü bütün hayvanların tüyü; ister üzerlerinde olsun ister olmasın -ama yolunmuş olmamak kaydıyla- temizdir. Mezheblerin buna ilişkin detaylı görüşleri aşağıya alınmıştır.



Malikiler dediler ki: Eti yensin yenmesin, canlı olsun olmasın bütün hayvanların (köpek veya domuz olsa bile) yukarıda anılan parçaları temizdir. Bu parçalar ister hayvanın vücûdu üzerinde bulunsun, ister kırkmak, tıraş etmek, kesip kısaltmak, hamam otuyla hayvanın üzerinden giderilmiş olsunlar temizdirler. Yalnız yolunmamış olması şarttır. Çünkü bu saydığımız şeylere hayat ve canlılık nüfuz etmemiştir. Bunlar yolunurlarsa kökleri necis, geri kalan kısımları ise temizdir. Kesilmemiş hayvanın kamış şeklindeki kanat kemikleri de necistir. Ama bu kemikler üzerinde biten saça benzer ince tüyler kesinlikle temizdir.

Hanefiler dediler ki: Domuz dışında yukarıda geçen hususlarda Mâlikîlerle görüş birliği içindedirler. Çünkü domuzun kılı ister sağ, ister ölü, ister kendisine-bitişik, ister kendisinden koparılmış olsun necistir. Zira bu, asıl itibariyle necistir.

Şafiiler dediler ki: Yukarıda anılan şeyler, eğer eti yenmeyen bir hayvana ait iseler necistir. Eti yenen ve fakat ölü bir hayvana ait iseler yine necistirler. Ancak bu şeyler, sağ olsun ölü olsun insana ait iseler temizdirler. Bu şeyler, yolunarak koparılmış veya köklerinde bir hastalık ya da kan görülmüşse veya yolunurken örfen bir kıymeti olmayan çok az miktarda bir et parçası da beraber kopmuşsa, kökleri necis, geri kalan kısımları temizdir. ma yolunurken beraberinde örfen değeri olan bir et parçası kopmuş ise bu, ona bağlı olarak necis olur.

Hanbeliler dediler ki: Yukarıda sayılan şeyler, canlı olsun, ölü olsun eti yenen bir hayvana ait iseler temizdirler. Eti yenilmeyip de canlıyken temiz olduğuna karar verilen kediden küçük cüsseli ve necasetten türememiş olan hayvanlara ait iseler yine temizdirler. Ölü hayvanın tüylerinin derideki dipleri de necistir. Bu tüyler ondan ayrılmamış olsalar bile... Temiz olan canlı hayvanın tüyleri, yolunmamış olmak kaydıyla derideki tüy dipleri temizdir. Yolunursa kökleri necis, geri kalan kısımları temizdir.17



13 Abdurrahman Cezırî, Dört Mezhebe Göre İslâm Fıkhı- I, Çağrı Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 1993: 12-13.

14 (İsrâ: 17/71)

15 (Tevbe: 9/28)

16 (İbn Mâce, Et'ame, 31)

17 Abdurrahman Cezırî, Dört Mezhebe Göre İslâm Fıkhı- I, Çağrı Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 1993: 12-17.
 
Üst Alt