Neler yeni
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Dini Hikayeler txt

Muhamed Dolaku

New member
Katılım
2 Tem 2011
Mesajlar
5,395
Tepkime puanı
158
Puanları
0
Yaş
78
[FONT=&quot]Adale[/FONT][FONT=&quot]t[/FONT]


[FONT=&quot]İstanbul'un fethinden sonra Hazreti Fatih bütün mahkumları serbest bırakmıştı. Fakat bu mahkumların içinden iki papaz zindandan çıkmak istemediklerini söyleyerek dışarı çıkmadılar. Papazlar Bizans imparatorunun halka yaptığı zülüm ve işkence karşısında ona adalet tavsiye ettikleri için hapse atılmışlardı. Onlar da bir daha hapisten çıkmamaya yemin etmişlerdi.[/FONT]

[FONT=&quot]Durum Hazreti Fatih'e bildirildi. O, asker göndererek, papazları huzuruna davet etti. Papazlar hapisten niçin çıkmak istemediklerini Hazreti Fatih'e de anlattılar. Fatih o dünyaya kahreden iki papaza şöyle hitap etti: [/FONT]

[FONT=&quot]- Sizlere şöyle bir teklifim var: Sizler İslam adaletinin tatbik edildiği memleketimi geziniz, müslüman hakimlerin ve müslüman halkımın davalarını dinleyiniz. Bizde de sizdeki gibi adaletsizlik ve zulüm görürseniz, hemen gelip bana bildiriniz ve sizler de evvelki kararınız gereğince uzlete çekilerek hâlâ küsmekte haklı olduğunu isbat ediniz. [/FONT]

[FONT=&quot]Hazreti Fatih'in bu teklifi papazlar için çok cazip gelmişti. Hemen Padişahtan aldıkları tezkere ile İslam beldelerine seyahate çıktılar. İlk vardıkları yerlerden biri Bursa idi... Bursa'da şöyle bir hadiseyle karşılaştılar: [/FONT]

[FONT=&quot]Bir Müslüman bir yahudiden bir at satın almış, fakat hiçbir kusuru yok diye satılan at hasta imiş. Müslümanın ahırına gelen atın hasta olduğu daha ilk akşamdan anlaşılmış. Müslüman sabırsızlıkla sabahın olmasını beklemiş, sabah olunca da erkenden atını alıp kadının yolunu tutmuş. Fakat olacak ya, o saatte de kadı henüz dairesine gelmemiş olduğundan bir müddet bekledikten sonra adam kadının gelmeyeceğine hükmederek atını alıp ahırına götürmüş. Atını alıp götürmüş ama at da o gece ölmüş. [/FONT]

[FONT=&quot]Hadiseyi daha sonra öğrenen kadı, atı alan müslümanı çağırtıp meseleyi şu şekilde halletmiş: [/FONT]

[FONT=&quot]- Siz ilk geldiğinizde ben makamımda bulunsa idim, sağlam diye satılan atı sahibine iade eder, paranızı alırdım. Fakat ben zamanında makamımda bulunamadığımdan hadisenin bu şekilde gelişmesine madem ki ben sebep oldum, atın ölümünden doğan zararı benim ödemem lazım, deyip atın parasını müslümana vermiş. [/FONT]

[FONT=&quot]Papazlar islam adaletinin bu derece ince olduğunu görünce parmaklarını ısırmışlar ve hiç zorlanmadan bir kimsenin kendi cebinden mal tazmin etmesi karşısında hayret etmişler.[/FONT]

[FONT=&quot]Mahkemeden çıkan papazların yolu İznik'e uğramış. Papazlar orada şöyle bir mahkeme ile karşılaşmışlar: [/FONT]

[FONT=&quot]Bir müslüman diğer bir müslümandan bir tarla satın alarak ekin zamanı tarlayı sürmeye başlar. Kara sabanla tarlayı sürmeye çalışan çiftçinin sabanına biraz sonra ağzına kadar dolu bir küp altın takılmaz mı? Hiç heyecan bile duymayan Müslüman bu altınları küpüyle tarlayı satın aldığı öbür müslümana götürüp teslim etmek ister; [/FONT]

[FONT=&quot]- Kardeşim ben senden tarlanın üstünü satın aldım, altını değil. Eğer sen tarlanın içinde bu kadar altın olduğunu bilseydin herhalde bu fiata bana satmazdın. Al şu altınlarını, der. [/FONT]

[FONT=&quot]Tarlanın ilk sahibi ise daha başka düşünmektedir. O da şöyle söyler:[/FONT]

[FONT=&quot]- Kardeşim yanlış düşünüyorsun. Ben sana tarlayı olduğu gibi, taşı ile toprağı ile beraber sattım. İçini de dışını da bu satışla beraber sana verdiğimden, içinden çıkan altınları almaya hiçbir hakkım yoktur. Bu altınlar senindir dilediğini yap, der. Tarlayı alanla satan anlaşamayınca mesele kadıya, yani mahkemeye intikal eder. Her iki taraf iddialarını kadının huzurunda da tekrarlarlar. [/FONT]

[FONT=&quot]Kadı, her iki şahsada çocukları olup olmadığını sorar. Onlardan birinin kızı birinin de oğlunun olduğunu öğrenir ve oğlanla kızı nikahlayarak altını cehiz olarak verir. [/FONT]

[FONT=&quot]Papazlar daha fazla gezmelerinin lüzumsuz olduğunu anlayıp doğru İstanbul'a Hazreti Fatih'in huzuruna gelirler ve şahit oldukları iki hadiseyi de aynen nakledip şöyle derler: [/FONT]

[FONT=&quot]- Bizler artık inandık ki, bu kadar adalet ve biribirinin hakkına saygı ancak İslam dininde vardır. Böyle bir dinin salikleri başka dinden olanlara bile bir kötülük yapamazlar. Dolayısıyla biz zindana dönme fikrimizden vazgeçtik, sizin idarenizde hiç kimsenin zulme uğramayacağına inanmış bulunuyoruz, derler. [/FONT]
 

Muhamed Dolaku

New member
Katılım
2 Tem 2011
Mesajlar
5,395
Tepkime puanı
158
Puanları
0
Yaş
78
[FONT=&quot]Adalet ve Tevazu[/FONT]


[FONT=&quot]Emevi halifelerinin büyüğü Ömer b. Abdülaziz Hazretleri, devlet başkanlığı sırasında kul hakkı ve sosyal adalet hususunda çok titiz davranırdı. Gece çalışmalarında ayrı işlere tahsis ettiği iki kandili vardı. Bunlardan birini kendi özel işleriyle ilgili notları yazarken kullanır, öbürünü ise devlet ve millet işleriyle ilgili yazışmalarda kullanırdı. Halife, birden fazla gömleği olmayan, varlıksız biriydi. [/FONT]

[FONT=&quot]Yakınlarından birisi Ömer b. Abdülaziz'e bir elma hediye göndermişti. O da elmayı biraz kokladıktan sonra sahibine geri gönderdi. Elmayı geri götüren görevliye şöyle dedi: [/FONT]

[FONT=&quot]- Ona de ki, elma yerini bulmuştur. [/FONT]

[FONT=&quot]Fakat görevli itiraz edecek oldu: [/FONT]

[FONT=&quot]- Ey müminlerin başkanı! Rasulullah Aleyhisselâm hediye kabul ederdi. Bu elmayı gönderen de senin yakınlarındandır. [/FONT]

[FONT=&quot]Halife cevap verdi: [/FONT]

[FONT=&quot]- Evet ama, Rasulullah s.a.v.'e verilen hediye idi. Bize gelince, bize verilen hediyeler rüşvet olur. [/FONT]

[FONT=&quot]Valilerin maaşlarını çok bol verirdi. Sebebini şöyle açıklardı: [/FONT]

[FONT=&quot]- Valiler para sıkıntısı çekmezler, bütün ihtiyaçları karşılanırsa, kendilerini halkın işlerine vakfederler. [/FONT]

[FONT=&quot]Bir gece halifenin yanında bir misafiri vardı. Kandilin yakıtı tükenmişti. Misafir dedi ki: [/FONT]

[FONT=&quot]- Hizmetçiyi uyandıralım da kandilin yağını koyuversin. [/FONT]

[FONT=&quot]- Hayır, bırak onu uyusun. Ben ona iki ayrı işi yaptırmak istemem. [/FONT]

[FONT=&quot]- Öyleyse ben kalkıp kandile yağ koyayım. [/FONT]

[FONT=&quot]- Olmaz, misafire iş gördürmek yiğitlikten sayılmaz. [/FONT]

[FONT=&quot]Kendisi kalktı, kandilin yağını koyup yerine döndü ve şöyle dedi: [/FONT]

[FONT=&quot]- Ben kalkıp iş yaparken de Ömer'dim; gelip oturdum, yine aynı Ömer'im. [/FONT]

[FONT=&quot]İki buçuk yıllık halifelik döneminde İslâm aleminde adaleti hakim kılmıştı. Büyük dedesi Hz. Ömer r.a. gibi adalet ve basiret sahibiydi. Henüz kırk yaşlarında iken onu çekemeyenler tarafından bin dinar altın para karşılığında hizmetçisi eliyle zehirlenmişti. Hizmetçisi suçunu itiraf ettiğinde, Ömer b. Abdülaziz, paraları adamdan alarak devlet hazinesine koymuş, kendisini serbest bırakmış, öldürülmekten kurtulması için de kaçmasını söylemişti.[/FONT]
 

Muhamed Dolaku

New member
Katılım
2 Tem 2011
Mesajlar
5,395
Tepkime puanı
158
Puanları
0
Yaş
78
[FONT=&quot]Ağızdaki Taşın Hikmeti[/FONT]


[FONT=&quot]Birgün Hazret-i Ebû Bekr (r.a), hazret-i Fahr-i âlem seyyid-i veled-i âdem Nebiyyi muhterem ve habîb-i mükerremin (s.a.v.) huzûr-ı şerîflerinde, se'âdetle otururlarken; Bir bedbaht kötü huylu kimse; bir edebsizlik edip, Ebû Bekre dil uzatıp, yakışıksız sözler söyledi. Hazret-i Server-i kâinât; o edebsiz, Ebû Bekre edebsizlik etdikce; birşey söylemez, ba'zan da tebessüm eder idi. Hazret-i Ebû Bekr; o bedbaht ve edebsizin edebsizliği haddi aşınca; zarûrî olarak gadaba gelip, birkaç söz söyleyince; hazret-i Fahr-i kâinât, se'âdetle ve devletle yerinden kalkıp, gitdi. Hazret-i Ebû Bekr 'radıyallahü teâlâ anh' Sultân-ı Enbiyânın ardına düşüp, yetişdi ve dedi ki: [/FONT]

[FONT=&quot]- Yâ Resûlallah! Niçin, bir hayâsız, edebsizlik edip, gönül incitirken, susu, birşey söylemediniz. Şimdi, ben ona söyleyince, kalkıp, gitdiniz; sebebi nedir. [/FONT]

[FONT=&quot]Hazret-i Fahr-i kevneyn ve Resûl-i sakaleyn 's.a.v.' buyurdu ki: [/FONT]

[FONT=&quot]- Yâ Sıddîk! O hayâsız ve bedbaht sana dil uzatmağa başladığı zemân, Allahü teâlâ bir melek gönderdi ki, o kimseyi karşılayıp, kovacak idi. Sen, hemen gadaba geldin; söylemeğe başladın. O melek gidip, yerine iblîs geldi. İblîs-i la'înin olduğu yerde, ben durmam. [/FONT]

[FONT=&quot]Hazret-i Ebû Bekr-i Sıddîk (r.a) ondan sonra, vaktli vaktsiz söz söylememek için, mubârek ağzına bir taş koyar idi. Ne zemân söz söylemek lâzım gelse, evvelâ fikr ederdi. Bir söz söyliyeceği zemân, o sözü kendi kendine nice zemân düşünür, tefekkürden sonra, mubârek ağzından o taş parçasını çıkarıp, ne söz söyliyecek ise söyler idi. Sonra o taş parçasını mubârek ağzına alıp, tesbîh ve tehlîl ile meşgûl olurdu. Kimseye, hayrdan ve şerden dünyâ kelâmı söylemez, eğer kat'î lâzım ise ve çok efdal ise, söylerdi. Yoksa, gecede ve gündüzde tesbîh ve tehlîl ile meşgûl idi. [/FONT]

[FONT=&quot]Menakıb-i Çihar Yar-i Güzin[/FONT]
 

Muhamed Dolaku

New member
Katılım
2 Tem 2011
Mesajlar
5,395
Tepkime puanı
158
Puanları
0
Yaş
78
[FONT=&quot]Ahde Vefa[/FONT]


[FONT=&quot]Hz.Ömer arkadaşlarıyla sohbet ederken, huzura üç genç girerler, derlerki[/FONT]

[FONT=&quot]-Ey halife bu aramızdaki arkadaş bizim babamızı öldürdü ne gerekiyorsa lütfen yerine getirin. [/FONT]

[FONT=&quot]Bu söz üzerine Hz.Ömer suçlanan gence dönerek:[/FONT]

[FONT=&quot]-Söyledikleri doğrumu diye sorar.[/FONT]

[FONT=&quot]Suçlanan genç derki evet doğru bu söz üzerine Hz Ömer:[/FONT]

[FONT=&quot]-Anlat bakalım nasıl oldu diye sorar.[/FONT]

[FONT=&quot]Bunun üzerine genç anlatmaya başlar,derki :[/FONT]

[FONT=&quot]-Ben bulunduğum kasaba hali vakti yerinde olan bir insanım ailemle beraber gezmeye çıktık kader bizi arkadaşların bulunduğu yere getirdi. Hayvanlarımın arasında bir güzel atım varki dönen bir defa daha bakıyor hayvana ne yaptıysam bu arkadaşların bahçesinden meyva koparmasına engel olamadım, arkadaşların babası içerden hışımla çıktı atıma bir taş atım oracıkta öldü, nefsime bu durum ağır geldi, ben de bir taş attım babası öldü, kaçmak istedim, fakat arkadaşlar beni yakaladı,durum bundan ibaret,dedi.[/FONT]

[FONT=&quot]Bu söz üzerine Hz Ömer söyleyecek bir şey yok bu suçun cezası idam, madem suçunu da kabul ettin...[/FONT]

[FONT=&quot]Bu sözden sonra delikanlı söz alarak:[/FONT]

[FONT=&quot]-Efendim bir özrüm var, ben memleketinde zengin bir insanım babam rahmetli olmadan bana epey bir altın bıraktı, gelirken kardeşim küçük olduğu için saklamak zorunda kaldım şimdi siz bu cezayı ifnaz ederseniz yetimin hakkını zayi ettğiniz için Allah indin'de sorumlu olursunuz, bana üç gün izin veriseniz ben emaneti kardeşime teslim eder gelirim, bu üç gün için de yerime birini bulurum der.[/FONT]

[FONT=&quot]Hz Ömer dayanamaz derki:[/FONT]

[FONT=&quot]-Bu topluluğa yabancı birisin, senin yerine kim kalırki? der, [/FONT]

[FONT=&quot]Sözün burasında genç adam ortama bir göz atar derki, [/FONT]

[FONT=&quot]-Bu zat benim yerime kalır, o zat Amr ibni As' dan başkası değildir. Hz Ömer Amr 'a dönerek [/FONT]

[FONT=&quot]-Ey Amr delikanlıyı duydun, der.[/FONT]

[FONT=&quot]O yüce sahabi:[/FONT]

[FONT=&quot]-Evet, ben kefili, der ve genç adam serbest bırakılır. [/FONT]

[FONT=&quot]Üçüncü günün sonunda vakit dolmak üzere ama gençten bir haber yoktur, Medinenin ileri gelenleri Hz Ömere çıkarak gencin gelmeyeceğini, dolayısıyla Amr'ın idamın yerine, maktülün diyetinin verilmesini teklif ederler, fakat gençler razı olmaz ve babamızın kanı yerde kalsın istemiyoruz, derler.[/FONT]

[FONT=&quot]Hz Ömer kendinden beklenen cevabı verir, derki, [/FONT]

[FONT=&quot]-Bu kefil babam olsa farketmez, cezayı infaz ederim. [/FONT]

[FONT=&quot]Amr tam bir teslimiyet içerisinde derki,[/FONT]

[FONT=&quot]-Biz de sözümüzün arkasındayız. [/FONT]

[FONT=&quot]Bu arada kalabalıkta bir dalgalanma olur ve insanların arasından genç görünür. [/FONT]

[FONT=&quot]Hz Ömer gence dönerek derki, [/FONT]

[FONT=&quot]-Evladım gelmeme gibi önemli bir fırsatın vardı neden geldin. [/FONT]

[FONT=&quot]Genç vakurla başını kaldırır ve:[/FONT]

[FONT=&quot]-Ahde vefasızlık etti demeyesiniz diye geldim, der. [/FONT]

[FONT=&quot]Hz Ömer başını bu defa çevirir ve Amr'a derki, [/FONT]

[FONT=&quot]-Ey amr sen bu delikanlıyı tanımıyorsun nasıl oldu da onun yerine kefil oldun?[/FONT]

[FONT=&quot]Amr :[/FONT]

[FONT=&quot]-Bu kadar insanın içerisinden beni seçti, insanlık öldü dedirtmemek için kabul ettim der. [/FONT]

[FONT=&quot]Sıra gençlere gelir derlerki, [/FONT]

[FONT=&quot]-Biz bu davadan vazgeçiyoruz, bu sözün üzerine Hz Ömer :[/FONT]

[FONT=&quot]-Ne oldu biraz evvel babamızın kanı yerde kalmasın diyordunuz ne oldu da[/FONT][FONT=&quot] vazgeçiyorsunuz? [/FONT]

[FONT=&quot]Gençlerin cevabı dehşetlidir : [/FONT]

[FONT=&quot]- Merhametsiz insan kalmadı demeyesiniz diye.[/FONT]
 

Muhamed Dolaku

New member
Katılım
2 Tem 2011
Mesajlar
5,395
Tepkime puanı
158
Puanları
0
Yaş
78
[FONT=&quot]Ahsen-ül Kasas[/FONT]


[FONT=&quot]Başlıkta okuduğumuz terkip, 'Kıssaların en güzeli' demektir. Bu tâbir, Kur'ân-ı Kerim'de, Hz. Yûsuf aleyhisselâmın kıssası için kullanılmıştır. Bu kıssayı, ya bir tefsirden, veya onunla alâkalı bir kitaptan okumanızı tavsiye ederiz. [/FONT]

[FONT=&quot]Bildiğimiz sebeplerle Kenan diyarından Mısır'a getirilen Hz. Yûsuf, Yâkup aleyhisselâmın oğludur. Dedesi Hz. İshak, büyük dedesi de Hz. İbrâhim'dir. Hepsi de şirke karşı tevhîdi, küfre karşı îmânı tebliğ etmiş, Allâh'ın nûrunu kalplere nakşetmek için mücâdele etmişlerdir. [/FONT]

[FONT=&quot]Böylesine muazzez, mukaddes ve müberrâ bir nesilden gelen Hz. Yûsuf, aristokrat bir hayat içinde yüzen Mısır saraylarında; hayâ, edep ve terbiye âbidesi olarak insanlara örnek olmuş, aslâ gayr-i meşrû tekliflere iltifat etmemişti. Hatta ahlâksızca yapılan îmâ ve baskılara karşı Cenâb-ı Hakka, bunlardan kurtarması için yalvarıp, 'Zindan, bunların beni dâvet ettiği şeyden iyidir Rabbim, dedi.' (S. Yûsuf, 33) [/FONT]

[FONT=&quot]Sonra, Aziz ve arkadaşları, Hz. Yûsuf (a.s.)'un mâsûmiyetini isbat eden bütün o kat'î delilleri görmelerine rağmen, halkın dedi-kodusunu kesmek için onu zindana attılar. Hatta onunla beraber, biri hükümdârın sâkîsi, diğeri de ekmekçisi olmak üzere iki delikanlı daha hapse atıldı. Onlar, hükümdarı zehirlemeye teşebbüs etmek suçuyla itham olunuyorlardı. [/FONT]

[FONT=&quot]Bunlardan biri,[/FONT]

[FONT=&quot]- Ben rüyamda kendimi şarap için üzüm sıkıyor gördüm, dedi.[/FONT]

[FONT=&quot]Öbürü ise; [/FONT]

[FONT=&quot]- Ben de rüyamda kendimi başımda ekmek götürüyor, kuşlar da gagalayıp yiyor gördüm, dedi. Bize bunların tâbirini haber ver; çünkü biz seni, iyilik edenlerden görüyoruz, dediler. [/FONT]

[FONT=&quot]Dahhak rahımehullah hazretlerine; [/FONT]

[FONT=&quot]- Yûsuf aleyhisselâmın iyiliği ne idi? diye sorulduğunda, şöyle cevap verdi: [/FONT]

[FONT=&quot]- O, dâima iyiliği tercih eder, bütün hâl ve hareketlerinde güzel ahlâkını gösterirdi: Zindandaki hastaları ziyaret eder, mahzunlara dost ve arkadaş olup onları tesellî eder, yeri dar olanlara genişlik sağlar, muhtaç olanlara yardım toplayıp verirdi. [/FONT]

[FONT=&quot]Yûsuf aleyhisselâm delikanlılara dedi ki: [/FONT]

[FONT=&quot]- Size rüyanızda rızık olarak yiyecek bir şey gelecek oldu mu, ben muhakkak onun ne olduğunu, daha size gelmezden evvel rüyanızı tâbir eder, haber veririm. [/FONT]

[FONT=&quot]Dikkat edilirse, Yûsuf aleyhisselâm onları, kendisine sorulanlara cevap vermezden evvel, tevhîde dâvet ve doğru yola irşad etmek istiyor. Bu dâvet ve tâbirinde doğruluğuna delâlet etmek üzere de, gaybden haber verme mûcizesini anlatıyor. Zira bütün peygamberlerin, peygamber olduklarını isbat için mûcize göstermeleri gerekir. [/FONT]

[FONT=&quot]Yûsuf aleyhisselâm konuşmasına devam ederek şöyle diyor:[/FONT]

[FONT=&quot]- Bu, Rabbimin bana öğrettiği ilimlerdendir. Çünkü ben, Allâh'a inanmayan, âhireti de inkâr eden bir kavmin dînini terk ettim. Atalarım İbrâhim, İshak ve Yâkub'un dînine uydum. Allâh'a herhangi bir şeyi ortak koşmamız bizim için doğru olmaz. Bu tevhid, bize ve bütün insanlara Allâh'ın bir lûtfudur; fakat, insanların çoğu buna mukabil şükretmezler. [/FONT]

[FONT=&quot]Ey Benim zindan arkadaşlarım, düşünün bir kere; darma dağınık birçok rabler mi iyi, yoksa her şeyi hükmü altında tutan ve kahredici olan bir tek Allah mı?[/FONT]

[FONT=&quot]Sizin onu bırakıp taptıklarınız, kendinizin ve atalarınızın takmış oldukları kuru, mânâsız ve boş isimlerden başkası değildir. Allah, onların gerçekliği hakkında hiçbir delil indirmemiş, onlara hiçbir güç vermemiştir. Hüküm, yalnız Allâh'ındır. O, yalnız kendisine ibâdet etmenizi emretmiştir. İşte dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler. [/FONT]

[FONT=&quot]Ey zindan arkadaşlarım, rüyalarınıza gelince; biriniz efendisine şarap içirecek, diğeri ise asılıp tepesinden kuşlar yiyecektir. İşte hakkında fetvâ istemekte olduğunuz mes'ele, böylece olup bitmiştir. [/FONT]

[FONT=&quot]Bundan sonra Yûsuf aleyhisselâm, bu iki delikanlıdan, kurtulacağını bildiği kimseye yani sâkîye dedi ki: [/FONT]

[FONT=&quot]- Beni efendinin yanında an, benden bahset. [/FONT]

[FONT=&quot]Fakat şeytan, efendisine onu anlatmayı unutturdu. Bu yüzden Yûsuf aleyhisselâm, daha nice yıllar zindanda kaldı. (S. Yûsuf, 35-42) [/FONT]

[FONT=&quot]Yani Hz. Yûsuf, Allah'tan başkasından yardım istediği için, beş yıllık mahpusluktan sonra, yedi yıl daha hapiste kaldı. Zira böyle bir istek ümmetten herhangi bir fert için gayet normal olmakla birlikte, bir peygamber için münasip değildi. [/FONT]

[FONT=&quot]Onun zindanda kaldığı 12 sene âyet-i kerimedeki 'üzkürnî ınde rabbik' kavl-i keriminin harflerinin miktarına müsâvidir. Bu 12 adedinde daha başka acâib sırlar da vardır: [/FONT]

[FONT=&quot]Burçlar, aylar on ikidir. 'Lâ ilâhe illallah' ve 'Muhammedün Resûlüllah'ın asılları da on ikişer harftir. [/FONT]

[FONT=&quot]Kezâ Yâkup aleyhisselâmın oğulları da 12 idi. (Rûhu'l-Beyan) [/FONT]

[FONT=&quot]Yûsuf aleyhisselâm, Mısır'ın iktisadî bakımdan en kritik bir devresinde yani yedi sene süren kıtlık yıllarında hazînenin başına geçmiş ve önceden aldığı tedbirlerle ülkeyi bir bâdireden kurtarmıştır. [/FONT]

[FONT=&quot]Hz. Yûsuf, bu güzel hizmeti yapmayı, bizzat kendisi tercih etmiştir. İlk bakışta, peygamberlik makamında bulunan bir zâtın Mısır Hükümdârı'nın emrinde (bugünkü tâbirle) Mâliye Bakanlığı yapması garip karşılanabilir; fakat, insanlığa iktisadî yönden bir hizmet verirken, kazandığı sevgi-saygı ve hüsn-i zanla en müessir bir şekilde İslâm'ı tebliğ, telkin ve tâlim etmesi, kısacası o milleti maddî-mânevî tehlikelerden beraberce kurtarması, ibret ve ders alınacak bir husustur. [/FONT]

[FONT=&quot]Onun içindir ki, Kur'ân-ı Hakîm'de Yûsuf aleyhisselâmın kıssasına, kıssaların en güzeli mânâsında, 'Ahsenü'l-Kasas' tâbir edilmiştir.[/FONT]
 

Muhamed Dolaku

New member
Katılım
2 Tem 2011
Mesajlar
5,395
Tepkime puanı
158
Puanları
0
Yaş
78
[FONT=&quot]Alabilirsen al[/FONT]


[FONT=&quot]Hacı Bayram-ı Velî'nin doğduğu Zülfadl (Sol-Fasol) köyünden bir genç askere çağrılmıştı. Yetim olan bu temiz genç, babasından kalma birkaç altınını, annesinden kalan hâtıra bilezik ve küpleri emânet edecek bir kimse bulamadı. Hepsini küçük bir çekmeceye koyup, Hacı Bayram-ı Velî'nin türbesine getirdi. Türbeyi ziyâret edip; [/FONT]

[FONT=&quot]"Yâ hazret-i Hacı Bayram-ı Velî! Beni vatanî vazifemi yapmak için çağırdılar. Annemden ve babamdan kalma şu hâtıraları emânet edecek bir kimse bulamadım. Bu küçük çekmeceyi zâtı âlinize emânet bırakıyorum. Eğer askerden dönersem, gelir alırım. Şâyet dönemezsem, istediğiniz bir kimseye verebilirsiniz!" diye münâcaat etti. [/FONT]

[FONT=&quot]Sonra çekmeceyi sandukanın kenarına koyarak ayrıldı.[/FONT]

[FONT=&quot]Aradan yıllar geçti. Gencin askerliği bitti ve emânetini almak üzere Hacı Bayram-ı Velî'ye geldi. Ziyâretini yapıktan sonra, çekmeceyi koyduğu yerde buldu. Hiç dokunulmamıştı. [/FONT]

[FONT=&quot]Orada türbeyi bekleyen türbedâra; [/FONT]

[FONT=&quot]"Bu çekmece benimdir. Askere gitmeden önce emânet bırakmıştım. Şimdi alıyorum." dedi. [/FONT]

[FONT=&quot]Türbedâr; [/FONT]

[FONT=&quot]"Tabi, alabilirsen al. Çünkü ben, bir defâsında bu çekmecenin yerini değiştirmek istedim. Fakat bütün uğraşmalarıma rağmen yerinden bile oynatamadım. Bunda bir hikmet olduğunu düşünerek, bir daha elimi bile sürmedim." [/FONT]

[FONT=&quot]Genç, çekmecenin yanına gelip, Hacı Bayram-ı Velî'ye teşekkür etti ve emânetini alarak köyüne döndü.[/FONT]
 

Muhamed Dolaku

New member
Katılım
2 Tem 2011
Mesajlar
5,395
Tepkime puanı
158
Puanları
0
Yaş
78
[FONT=&quot]Alay etmenin cezası[/FONT]


[FONT=&quot]Gavs-ül-Memdûh hazretleri, bir gün dergâhın önünde otururken Abdürrahîm Efendiyi huzûr-ı şerîflerine çağırdı. Şam'a gidip gitmediğini sordu. [/FONT]

[FONT=&quot]O da; [/FONT]
[FONT=&quot]"Gitmedim efendim" deyince; [/FONT]

[FONT=&quot]"Şu tarafa bak bakalım ne göreceksin?" buyurdu. [/FONT]

[FONT=&quot]İşâret ettiği yöne baktığında, yemyeşil bahçeleriyle, Şam'ın karşısında durduğunu hayretle gördü. Şam'ı merakla seyrettiğini gören Gavs-ül-Memdûh;[/FONT]

[FONT=&quot]"Abdürrahîm! Boşi köyü buradan uzakta mıdır görülebilir mi?" buyurunca, rüyâdan uyanır gibi Şam gözlerinden silindi ve hocasına;[/FONT]

[FONT=&quot]"O köy buraya uzaktır, görünmez efendim." diye cevap verdi. [/FONT]

[FONT=&quot]Bunun üzerine; [/FONT]

[FONT=&quot]"Doğu tarafına bak!" buyurdu. [/FONT]

[FONT=&quot]O anda küçük bir tepenin yamacında kurulmuş olan Boşi köyü gözünün önüne geldi. O anda köyün bir kenarında, Gavs-ül-Memdûh'un talebelerinden birkaç tânesi oturmuş sohbet ediyorlardı. Köy bekçisi de yanlarında sırt üstü uzanmış yatıyor, talebelerle alay ediyordu. [/FONT]
[FONT=&quot]Gavs-ül-Memdûh; [/FONT]

[FONT=&quot]"Abdürrahîm! Bekçinin arkadaşlarınla alay ettiğini görüyor musun?" diye sordu. [/FONT]

[FONT=&quot]O da; [/FONT]

[FONT=&quot]"Görüyorum efendim. Eğer müsâade buyurursanız hemen hakkından geleyim." diye sordu.[/FONT]

[FONT=&quot]Hocasının hiç cevap vermemesinden cesâretlenerek ayağını hızla bekçiye doğru salladı. Allahü teâlânın izniyle, ayağı bekçinin tam karnına isâbet etmiş ki, birden karnını tutmaya ve feryâd etmeye başladı. Bir daha vuracaktı, fakat Gavs-ül-Memdûh;[/FONT]

[FONT=&quot]"Yeter yâ Abdürrahîm!" buyurunca, durdu. [/FONT]

[FONT=&quot]Boşi köyü de gözünden kayboldu. Hocasının bu kerâmetlerine hayran kalmıştı.[/FONT]

[FONT=&quot]Aradan on gün geçmişti. Boşi köyünün bekçisi, yüzü sarılı bir hâlde Gavs-ül-Memdûh'un huzûruna çıkarıldı. Ağzı sol kulağına kadar eğilmişti. Eğilen taraf kırış kırış olmuş, diğer tarafı da davul zarı kadar gerginleşmişti. Bu sebeple ne ağladığı ne güldüğü, ne de konuştuğu anlaşılıyordu. Zor konuşabilen bekçi; [/FONT]

[FONT=&quot]"Aman yâ Hocam! Allahü teâlâyı zikreden talebelerinle alay ederken, birisi şiddetle karnıma vurdu. O anda bütün vücûdum hareketsiz kaldı. Ağzım da bu hâle geldi. Bundan böyle hatâmı anladım ve tövbe ettim. Ne olur beni affediniz ve ağzımın eski hâle gelmesi için duâ ediniz." diyerek ağladı.[/FONT]

[FONT=&quot]Gavs-ül-Memdûh onun bu durumuna çok üzüldü. Merhamet edip ellerini kaldırarak duâ etmeye başladı. Sonra mübârek elini bekçinin yüzüne sürdü. O anda bekçinin ağzı, Allahü teâlânın izniyle eski hâline geldi.[/FONT]
 

Muhamed Dolaku

New member
Katılım
2 Tem 2011
Mesajlar
5,395
Tepkime puanı
158
Puanları
0
Yaş
78
[FONT=&quot]Allah Kulunu Nasıl Zikreder?[/FONT]


[FONT=&quot]Adamın biri, geceleri devamlı Allah'ı zikrederdi. Bütün gecesi zikir fikir içinde geçerdi. Zikir kalbine yerleşmiş, gönlüne tat vermişti. Bir gün şeytan bu adama yaklaştı ve o*na,
“Böyle devamlı Allah'ı zikretmen ne zamana kadar sürecek. Sen gece gündüz Allah diyorsun, peki bir kere olsun Allah da sana buyur kulum dedi mi? Zikrinin karşılığını aldın mı? Madem sana bir karşılık verilmiyor, sen bu kötü halinle ve kara yüzünle ne zamana kadar Allah diyeceksin?” diye vesvese verdi.[/FONT]


[FONT=&quot]Bu vesvese adama tesir etti. Kalbi karıştı. o*nu gerçek zannetti. Demek ben Allah'ı zikretmeye layık bir kul değilim bana karşılık verilmiyor diyerek zikri bıraktı ve uyudu. [/FONT]

[FONT=&quot]Gece rüyasında Hızır aleyhisselamı gördü. Hz. Hızır o*na,[/FONT]

[FONT=&quot]-Allah'ı zikretmeyi niçin terk ettin; zikirden niçin pişmanlık duydun? diye sordu. [/FONT]

[FONT=&quot]Adam,[/FONT]

[FONT=&quot]-Ben sürekli Allah Allah diye zikrettim; fakat bir gün olsun Allah'tan “buyur kulum'' diye bir karşılık duymadım. Ben bu işe layık olmadığımdan ve Allah'ın kapısından kovulmaktan korkuyorum, dedi.[/FONT]

[FONT=&quot]O zaman Hz. Hızır (a.s) adamı şöyle uyardı:[/FONT]

[FONT=&quot]-Senin Allah Allah demen, O'nun buyur kulum demesi dır. O seni zikretmese sen O'nu hiç zikredemezdin. Senin O'na kavuşma arzusu ile amel edip çırpınman O'nun tarafından sana verilmiş bir cezbedir. O seni sevmese kendi yolunda koşturmazdı. Senin Allah'tan korkun ve O'na duyduğun aşk, O'nun sana lütfüdür. Senin her yâ Rabbi diye inleyişinde O da sana yönelir, seni dinler ve karşılık verir. Allah bir kulun kalbini bağlarsa, o kul Allah'ı zikredemez. Allah yolunu açmazsa, kul dua edemez. Sen başına gelen bir dert içinde Allah diyorsan, O sana kendisini zikrettirmek için bu derdi vermiştir. Gaye seni kendisi ile meşgul etmektir. Korkma, Allah de. Zikre ve duaya devam et. Hiçbir zikir ve dua karşılıksız kalmaz. Zerre kadar bir amel dahi zayi olmaz. Allah Firavun'a mal verdi, dert vermedi. O da hiç inleyip zikretmedi. Allah'ı zikrettiren dert, O'nu unutturan maldan ve sıhhatten daha hayırlıdır. [/FONT]

[FONT=&quot]Mesnevi Tercümesinden konuyu aktaran D.Selvi: [/FONT]

[FONT=&quot]"Kalp ya dertle ya da muhabbetle Allah der Allah'a yönelir. Kul bilmese de böyledir.O'nu severek zikredenler şükretmiş olur,mükafat alır. Yüce Allah'ı zikretmenin mükafatı, Allah katında zikredilmek ve sevilmektir." der.[/FONT]
 

AsiMelek

New member
Katılım
16 Tem 2011
Mesajlar
3
Tepkime puanı
0
Puanları
0
[FONT=&quot]Ağızdaki Taşın Hikmeti[/FONT]


[FONT=&quot]Birgün Hazret-i Ebû Bekr (r.a), hazret-i Fahr-i âlem seyyid-i veled-i âdem Nebiyyi muhterem ve habîb-i mükerremin (s.a.v.) huzûr-ı şerîflerinde, se'âdetle otururlarken; Bir bedbaht kötü huylu kimse; bir edebsizlik edip, Ebû Bekre dil uzatıp, yakışıksız sözler söyledi. Hazret-i Server-i kâinât; o edebsiz, Ebû Bekre edebsizlik etdikce; birşey söylemez, ba'zan da tebessüm eder idi. Hazret-i Ebû Bekr; o bedbaht ve edebsizin edebsizliği haddi aşınca; zarûrî olarak gadaba gelip, birkaç söz söyleyince; hazret-i Fahr-i kâinât, se'âdetle ve devletle yerinden kalkıp, gitdi. Hazret-i Ebû Bekr 'radıyallahü teâlâ anh' Sultân-ı Enbiyânın ardına düşüp, yetişdi ve dedi ki: [/FONT]

[FONT=&quot]- Yâ Resûlallah! Niçin, bir hayâsız, edebsizlik edip, gönül incitirken, susu, birşey söylemediniz. Şimdi, ben ona söyleyince, kalkıp, gitdiniz; sebebi nedir. [/FONT]

[FONT=&quot]Hazret-i Fahr-i kevneyn ve Resûl-i sakaleyn 's.a.v.' buyurdu ki: [/FONT]

[FONT=&quot]- Yâ Sıddîk! O hayâsız ve bedbaht sana dil uzatmağa başladığı zemân, Allahü teâlâ bir melek gönderdi ki, o kimseyi karşılayıp, kovacak idi. Sen, hemen gadaba geldin; söylemeğe başladın. O melek gidip, yerine iblîs geldi. İblîs-i la'înin olduğu yerde, ben durmam. [/FONT]

[FONT=&quot]Hazret-i Ebû Bekr-i Sıddîk (r.a) ondan sonra, vaktli vaktsiz söz söylememek için, mubârek ağzına bir taş koyar idi. Ne zemân söz söylemek lâzım gelse, evvelâ fikr ederdi. Bir söz söyliyeceği zemân, o sözü kendi kendine nice zemân düşünür, tefekkürden sonra, mubârek ağzından o taş parçasını çıkarıp, ne söz söyliyecek ise söyler idi. Sonra o taş parçasını mubârek ağzına alıp, tesbîh ve tehlîl ile meşgûl olurdu. Kimseye, hayrdan ve şerden dünyâ kelâmı söylemez, eğer kat'î lâzım ise ve çok efdal ise, söylerdi. Yoksa, gecede ve gündüzde tesbîh ve tehlîl ile meşgûl idi. [/FONT]

[FONT=&quot]Menakıb-i Çihar Yar-i Güzin[/FONT]

çok saçma.siz müslümanlar işte kendinize sevap olsun ya da ahirette alıyım hakkımı diyim hiç bir şey yapmıyorsunuz.sonra da ah gitti vah haram olsun prğğpöpp!
 

Muhamed Dolaku

New member
Katılım
2 Tem 2011
Mesajlar
5,395
Tepkime puanı
158
Puanları
0
Yaş
78
[FONT=&quot]Allah Mazlumları Zorbalardan Korur[/FONT]


[FONT=&quot]İbrahim Aleyhisselam'ın bir kıssası vardı. Bir zaman İbrahim Aleyhisselam, eşi Sare validemizle birlikte Mısır'a gider. O devirde Mısır'da Firavunlar hüküm sürmektedir. Firavun zulümde en zirveye çıkmıştır. Şehrin giriş ve çıkışları kontrol altındadır. Gelen gidenlerin haberleri anında Firavuna bildirilmektedir. Özellikle kadınlara karşı zaafı olan Firavun, gözüne kestirdiği kadını yanında alıkoyuyordu.[/FONT]

[FONT=&quot]Görevliler Sare validemizi alıp, Firavun'a götürmek isterler. İbrahim Aleyhisselam'a sorarlar:[/FONT]

[FONT=&quot]- Bu kadın senin neyindir?[/FONT]

[FONT=&quot]İbrahim Aleyhisselam:[/FONT]

[FONT=&quot]-Benim kardeşimdir, der.[/FONT]

[FONT=&quot]Sonra da Sare validemizin yanına gidince ona bir açıklama getirir:[/FONT]

[FONT=&quot]-Bugün bana senden sordular, ben de seni kardeşim olarak tanıttım. Sana da sorarlarsa beni yalancı çıkartma. Bu memlekette Allah'a inanan ikimizden başka kimse yok. Seninle eş olmanın yanında aynı zamanda iki din kardeşiyiz. Benim onlara kardeşimdir demem, din kardeşliği açısındadır[/FONT][FONT=&quot]. [/FONT]

[FONT=&quot]Bekledikleri an geldi, Firavun Sare validemizi istedi. Görevli adamların eşliğinde Sare validemiz zorla Firavunun huzuruna çıkarıldı.[/FONT]

[FONT=&quot]Anlama ve idrak kapasitesi zayıf ya da fitne çıkarmaya niyetli bir takım insanlar bu hadiseyi değişik yerlere çekmektedirler. Bir peygamber hanımını yabancı bir insana nasıl gönderirmiş? Hadiseyi baştan sonra akıl gözü ile takip edenler, bu olayda en küçük bir olumsuzluğun olmadığını görecekler. Hatta günümüze birçok dersler de çıkarmak mümkündür. Bu olay hadisi şeriflerde şöyle haber verilmektedir. Sare, Firavunun karşısına çıkar[/FONT][FONT=&quot].[/FONT]

[FONT=&quot]Hadisi Şerifte Firavun zorba olarak anlatılmaktadır. Zorba Sare'ye yaklaşmak için oturduğu yerden ayağa kalktı. Sare o sırada zorbadan izin istedi, abdest alıp iki rekât namaz kıldı ve şu niyazda bulundu:[/FONT]

[FONT=&quot]"Ya Rabbim!Sana ve gönderdiklerine iman etmişim. Bu ana kadar kocamdan başkasına karşı ırzımı, namusumu korumuş isem, şu kâfiri üzerime saldırtma, beni ondan koru!"[/FONT]

[FONT=&quot]Firavun da Sare'yı bekliyordu. Namazını kılıp duasını eden Sare validemiz, Firavunun yanına döndü. Firavun kaldığı yerden tekrar yaklaşmaya başladı. Tam o esnada Firavunun ayakları kendini tutmaz oldu, olduğu yere yıkılıp kaldı. Aciz duruma düşen kuş gibi çırpınmaya başladı. Bu durumu gören Sare validemiz endişeye kapıldı, Firavun bu halde ölecek olsa, sorumlu onu tutacaklardı. Sare validemiz yine Rabbine yöneldi:[/FONT]

[FONT=&quot]"Ya Rabbim! [/FONT]

[FONT=&quot]Bu ölürse, benim üzerime atarlar, onu eski haline getir."[/FONT]

[FONT=&quot]Zorba eski durumuna geldi. Ancak Sare'den de vazgeçmemişti. Tekrar Sare validemizin üzerine yürüdü. Sare validemiz bu sefer de izin istedi. Namazını kıldı, duasını yaptı ve aynı hadise cereyan etti. Bu olay üç defa tekrarlandı.[/FONT]

[FONT=&quot]Firavun yaşadıkları karşısında dehşete düştü. Adamlarına emirler verdi:[/FONT]

[FONT=&quot]-Bu kadını aldığınız yere götürün. Bana kadın diye getirdiğiniz şeytanın ta kendisidir. Benden uzak olsun, yanına cariyelerimden birini de verin.[/FONT]

[FONT=&quot]Böylece Sare validemiz, Firavunun zulmünden, tecavüzünden korundu. Bir de yardıma mahzar oldu. Sare eşinin yanına gelince:[/FONT]

[FONT=&quot]-Ey İbrahim! Rabbim beni zorbanın şerrinden korudu, bir de şu cariyeyi bize ihsan eyledi, dedi.[/FONT]

[FONT=&quot]Bunlar Mevla'mızın ayetlerindendir, her bir ayette insana bir mesaj vardır.[/FONT]
 

Muhamed Dolaku

New member
Katılım
2 Tem 2011
Mesajlar
5,395
Tepkime puanı
158
Puanları
0
Yaş
78
[FONT=&quot]Allah Nasıl Misafir Edilir?[/FONT]


[FONT=&quot]Musa Aleyhisselâmın ümmeti: [/FONT]

[FONT=&quot]- Ya Musa! Rabbimizi yemeğe davet ediyoruz. Buyursun bir gün misafirimiz olsun. Nemiz varsa ikram etmeye hazırız, dediklerinde Musa Aleyhisselâm, onları azarladı. «Nasıl olur, Allah (haşa) yemekten, içmekten ve mekândan münezzehtir» diyerek bir daha böyle bir şeyi akıllarından bile geçirmemelerini tenbihledi. Fakat Musa Kelîmullah Turu Sina'ya çıkıp, bazı münasaatta bulunmak istediğinde, Allah tarafından şöyle nida olundu: [/FONT]

[FONT=&quot]- «Ya Musa neden kullarımın davetini bana getirip söylemiyorsun?» [/FONT]

[FONT=&quot]Musa Aleyhisselâm: [/FONT]

[FONT=&quot]«Ya Rabbi, böyle daveti size gelip söylemekten haya ederim. Nasıl olur, Zatı Ulûhiyetiniz onların söylediklerinden beridir» dedi. [/FONT]

[FONT=&quot]Allah (c.c.): [/FONT]

[FONT=&quot]«Söyle kullarıma, onların davetine Cuma akşamı geleceğim» buyurdu. [/FONT]

[FONT=&quot]Musa Aleyhisselâm gelip kavmini durumdan haberdar etti, hazırlığa başlandı, koyunlar, sığırlar kesildi. Mümkün olduğu kadar mükellef bir yemek sofrası hazırlandı. Çünkü misafir gelecek olan ne bir vali, ne bir padişah, ne bir başka yaratıktı. Kâinatın yaratıcısı misafir olarak gelecekti. Hazırlıklar tamamlandıktan sonra, akşam üstü uzak yollardan geldiği belli; yorgun argın, üstü-başı birbirine karışmış bir ihtiyar gelip: [/FONT]

[FONT=&quot]«Ya Musa! Uzak yollardan geldim, acım, bana bir miktar yemek verin de karnımı doyurayım» dedi. [/FONT]

[FONT=&quot]Hz. Musa:[/FONT]

[FONT=&quot]- Acele etme, hele şu testiyi al da biraz su getir bakalım. Senin de bir katkın bulunsun. Biraz sonra Allah (c.c.) gelecek, dedi. [/FONT]

[FONT=&quot]Tabii adam daha fazla diretmeden çekip gitti. Yatsı vakti oldu, beklenen misafir halâ gelmedi. Sabah oluncaya kadar beklediler, halâ gelen giden yoktu. Neyse ümidi kestiler. Hz. Musa taaccüp içinde idi. [/FONT]

[FONT=&quot]İkinci gün Hz. Musa Tur'a gidip: [/FONT]

[FONT=&quot]- Ya Rabbi, mahcup oldum, ümmetim: «Ya Sen bizi kandırdın, ya Allah sözünde durmadı» diyorlar dediğinde, şöyle hitap olundu: [/FONT]

[FONT=&quot]- Geldim ya Musa, geldim. Açım dedim, beni suya gönderdin, bir lokma ekmek bile vermedin. Beni ne sen, ne kavmin ağırladı.» Bunun üzerine Hazreti Musa Kelîmullah: [/FONT]

[FONT=&quot]- Ya Rabbi bir ihtiyar geldi sadece, o da bir kuldu, Allah değildi. Bu nasıl olur? dediğinde Cenabı Allah: [/FONT]

[FONT=&quot]- «İşte ben o kulum ile beraberdim. Onu doyursa idiniz, beni doyurmuş olacaktınız. Çünkü ben ne semalara, ne yerlere sığarım, ben ancak aciz bir kulumun kalbine sığarım. Ben o kulumla beraber gelmiştim. Onu aç olarak geri göndermekle, beni geri göndermiş oldunuz» buyurdu. [/FONT]

[FONT=&quot]Demek ki, Allah için yapılan her şey, bizzat Allah'ın kendisine yapılmış gibi olmakta, Allah o kimseden razı olmaktadır. [/FONT]
 

Muhamed Dolaku

New member
Katılım
2 Tem 2011
Mesajlar
5,395
Tepkime puanı
158
Puanları
0
Yaş
78
[FONT=&quot]Allah rızası[/FONT]


[FONT=&quot]Cüneyd-i Bağdadi, birisi ona gelir sorar:[/FONT]

[FONT=&quot]-İhlâsı kimden öğrendiniz? [/FONT]

[FONT=&quot]-Mekke-i Mükerreme'de harçlıksız kalmıştım. Basra'dan para bekliyordum ama gelmemişti. Saçım sakalım çok uzamıştı. Bir berbere girdim. [/FONT]

[FONT=&quot]- Peşin peşin söyliyeyim param yok, dedim,[/FONT]

[FONT=&quot]- Allah rızası için saçlarımı düzeltebilir misin?[/FONT]

[FONT=&quot]Berber o anda mevki sahibi birini traş etmekteydi. Onu bırakıp bana başladı. Adam itiraz etti. [/FONT]

[FONT=&quot]Berber: [/FONT]

[FONT=&quot]- Kusura bakmayınız efendim. Sizi ücreti mukabilinde traş ediyorum. Ama bu genç Allah rızası için istedi, dedi. [/FONT]

[FONT=&quot]Berber dahasını da yaptı, bana harçlık verdi. Aradan birkaç gün geçti, beklediğim para geldi. Ona bir kese altın götürdüm. [/FONT]

[FONT=&quot]- Asla alamam. İnan Allah'ın rızası daha değerli, dedi.[/FONT]
 

Muhamed Dolaku

New member
Katılım
2 Tem 2011
Mesajlar
5,395
Tepkime puanı
158
Puanları
0
Yaş
78
[FONT=&quot]Allah’tan Utanmaya Senden Daha Layığım![/FONT]


[FONT=&quot]Çok eski devirlerde Kifl adında bir adam vardı. Kifl, ahlâkî ve insanî değerlere önem vermeyen, para kazanmak için her yolu meşru gören çok zengin bir adamdı. Zenginliğini de faizden elde etmişti. Dara düşen, ihtiyacı olan kimse kendisine geliyor, oda yüksek bir faizle geri ödenmesi şartıyla onlara para veriyordu. Vadesi geldiği zaman kişi parasını ödeyemezse bu sefer faiz miktarını daha da artırıyordu. Şayet yine ödeyemezse adamları vasıtasıyla o kimsenin bütün varına yoğuna el koyuyordu. [/FONT]

[FONT=&quot]Bir gün, kapısına borç için bir kadın geldi. Bu kadın yakın zamanda kocasını kaybetmiş, namuslu, kendisini çocuklarına adamış bir anneydi. Bir süre, kocasından kalan şeylerle evini idare etmeye çalışmıştı. Ancak artık evde para kalmamıştı. Bunun için çalışması gerekiyordu. Bir yerde iş bulmak istedi; ama dışarısı dul bir kadın için çalışmaya müsait değildi. [/FONT]

[FONT=&quot]Neden sonra aklına evde dokuma yapıp onları yakın bir arkadaşı vasıtasıyla satmaya karar verdi. Bunun için bir dokuma tezgahına ihtiyacı olacaktı. Tezgahı alabilmek için de borç arayışına girdi. Yakın dost ve akrabalarına gitti; ama kimsede para yoktu. Çok üzülmüştü. Çaresiz bir şekilde evine doğru giderken yolda istemeden iki kişi arasında geçen bir diyaloga şahit oldu. Şehirde Kifl adında bir kişinin insanlara borç para verdiğini duydu. Hemen onun yanına gitmeye karar verdi. [/FONT]

[FONT=&quot]Kifl kapıda kadını görünce çok beğendi. Onu elde etmek istedi. Kadın, Kifl’den karşılığını ödemek şartıyla borç para istedi. Kifl, kadının dul olduğunu da anlayınca ona ahlaksız bir teklifte bulundu. Kendisiyle beraber olması şartıyla vereceği parayı istemeyeceğini söyledi. Bu teklifi kadın şiddetle reddetti. Çok üzülmüştü. En çok da kendisine böylesi tekliflerin gelmesinden korkuyordu. “Allah’ım bana yardım et.” diye dua etti. [/FONT]

[FONT=&quot]Aradan birkaç gün daha geçmişti. Evde hiçbir şey kalmamıştı. Çocuklar açlıktan ağlıyordu. Onların ağlamasına kendisi de katılıyordu. Kendisini Kifl’e teslim etmeye mecbur hissetti. Bu sırada da “Allah’ım! N’olursun beni affet. Bir daha böyle bir günah işlemeyeceğim.” diye dua ediyordu. [/FONT]

[FONT=&quot]Kadın, Kifl’in yanına gitti. Kifl’in yüzü gülüyordu. Ancak kadın bir yandan ağlıyor, bir yandan da titriyordu. Kifl, kadına bu halinin sebebini sordu. Kadın, [/FONT]

[FONT=&quot]- Buraya kendi isteğimle gelmedim. Daha önce böyle bir günah işlemedim. Onun için Allah’tan çok utanıyorum ve korkuyorum. Beni bu günaha sürükleyen fakirliğimdir, dedi. Kifl, duyduklarına çok şaşırmıştı. O kaskatı kalbi bir anda yumuşayıverdi. İçini pişmanlık duyguları sarmıştı. O sırada ağzından şu ifadeler döküldü: [/FONT]

[FONT=&quot]- Sen fakirliğin sebebiyle mecbur kaldığın bir günah işliyor ve bundan dolayı ağlıyorsun. Halbuki Allah bana bu kadar servet vermişken, ben günah işlemekten çekinmiyorum. Ben, Allah’tan utanmaya ve korkmaya senden daha layığım. [/FONT]

[FONT=&quot]Kifl, pişmanlık hisleri içinde, yapacağı kötü işten vazgeçti. Kalbine apayrı bir huzur ve mutluluk geldi. Kadına bir miktar para verip onu gönderdi. Kadıncağız, sevinç ve kendisini harama girmekten koruyan Rabb’ine şükür içinde evine döndü. [/FONT]

[FONT=&quot]Kifl, artık eski Kifl değildi. O güne kadar yapmış olduğu bütün günahlar için tevbe ediyordu. O gün sabaha kadar Rabb’ine dua dua yalvardı ve affını diledi. O gece Kifl’in ecel vaktiydi. O hal üzere ruhunu Rahman’a teslim eyledi. [/FONT]

[FONT=&quot]Sabah olmuştu. Kifl’in evinden çıkmadığını gören yakınları kapıyı açtıklarında Kifl’i ölü olarak buldular. Bu sırada kapısında herkesin okuyabileceği şekilde şöyle bir yazı vardı: “Allah, Kifl’in günahlarını affetti.” [/FONT]

[FONT=&quot]Halk, bu duruma şaşırdı kaldı. Allah, Kifl’in affedilmesine sebep olan bu olayı, o dönemin peygamberine vahiy yoluyla bildirdi. Böylece herkesin şaşkınlığı gitti ve insanlar bundan büyük bir ders aldılar. [/FONT]

[FONT=&quot]Hikâye bize ne anlatıyor?[/FONT]

[FONT=&quot]Tevbe kapısı her zaman ve her kişi için açıktır. Bir kimse ne kadar günahkâr bir kul olursa olsun büyük bir pişmanlık ve samimiyetle tevbe ederse Allah onun tevbesini kabul eder ve onu bağışlar. [/FONT]

[FONT=&quot]Allah, kendi rızası istikametinde bir hayat yaşamaya gayret eden kullarını sever. Rahmetinin gereği olarak bazen kulları günaha gireceği an onları değişik vesilelerle korur. O yüzden kula düşen Rabb’iyle arasındaki bağı devamlı surette güçlü tutmasıdır.[/FONT]
 

Muhamed Dolaku

New member
Katılım
2 Tem 2011
Mesajlar
5,395
Tepkime puanı
158
Puanları
0
Yaş
78
[FONT=&quot]Allah'ı bilmeye yüz delil[/FONT]


[FONT=&quot]Fahreddîn-i Râzî Herat ve civarında bozuk inançları yaymakla meşgul olanlarla mücâdele ediyor, Müslümanlar'ı bunların tehlikelerine karşı korumaya çalışıyordu. Üç yüz kadar atlı talebe ve âlim ile Herat'a geldiğinde; hem devlet, hem din büyükleri akın akın ziyaretine gelmiş, alâka göstermişlerdi. Ama birileri vardı ki; ne geliyor, ne de gelme arzusu ızhâr ediyordu. Acaba Fahreddîn-i Râzî hazretlerinin muhâliflerinden miydi? [/FONT]

[FONT=&quot]Halktan bir zengin, bir gün Fahreddîn-i Râzî hazretlerini bahçesinde yemeğe dâvet etti. Maksadı; ziyaretine gelmeyen zâtı da orada bulundurup, görüşmelerini ve bir yanlış anlamanın meydana gelmemesini temin etmekti. [/FONT]

[FONT=&quot]Fahreddîn-i Râzî hazretleri, yemekte karşılaştığı ziyaretine gelmeyen zâta, [/FONT]

[FONT=&quot]- Niçin bizi ziyârete gelmediniz? diye sordu. Şöyle cevap verdi o zât: [/FONT]

[FONT=&quot]- Ben fakirin biriyim. Ne ziyâretinize gelişim size bir şeref kazandırır, ne de gelmeyişim size bir şey kaybettirir. Siz mühim kimselerle meşgul olun. [/FONT]

[FONT=&quot]Bu cevap Fahreddîn-i Râzî hazretlerini düşündürdü. Bu defa büsbütün meraklanarak ısrarla suallerini peşi peşine sıraladı: [/FONT]

[FONT=&quot]- Bu, sıradan birinin sözüne benzemiyor. Kalbi-gönlü uyanık birinin cevabıdır bu. Şimdi daha çok meraklandım. Söyleyin lütfen niçin gelmiyorsunuz? Bize vermek istediğiniz bir mesajınız olmalı. [/FONT]

[FONT=&quot]- Sen, 'Müslümanlar'ın benim ziyâretime gelmeleri vâciptir' diyormuşsun. Neden senin ziyâretine gelmek vâcip olsun? [/FONT]

[FONT=&quot]- Ben ilim ehli biriyim. Benim ziyâretime gelenler aslında benim değil, ilmin ziyâretine gelmiş olurlar. Mücâdelemde bana yardımcı olmuş, beni desteklemiş sayılırlar. [/FONT]

[FONT=&quot]- Öyle ise anlat bakalım... İlmin hedefi Allâh'ı bilmek olduğuna göre, nasıl biliyorsun Hazret-i Mevlâ'yı? [/FONT]

[FONT=&quot]- Yüz delil ve burhan ile biliyorum Allah Teâlâ'yı... [/FONT]

[FONT=&quot]- Peki öyleyse, söyler misin; burhan ve delil, şüpheleri gidermek için değil midir? Demek sende bu kadar şüphe varmış ki her birine delil aramış; ancak bu delillerle şüpheni gidermişsin. Halbuki Allahü zû'l-Celâl bana, öyle bir îman verdi ki; şüphenin zerresi bile kalbimde yoktur. Olmayan şeyi gidermek için ne diye delil ve burhan arayayım? [/FONT]

[FONT=&quot]Bu cevaptan sonra bir suskunluk başlar. Neden sonra yerinden kalkan büyük müfessir Fahreddîn-i Râzî hazretleri, [/FONT]

[FONT=&quot]- Uzat elini de öpeyim. Sen sıradan biri değil, bir îman ve ihlâs numûnesi mâneviyât sultânısın. Kim isen söyle de beni daha fazla merakta bırakma. [/FONT]

[FONT=&quot]Fahreddîn-i Râzî hazretlerinin kulağına eğilen birinin, fısıltı hâlinde söyledikleri şundan ibârettir: [/FONT]

[FONT=&quot]- Konuştuğun zât, Necmüddîn-i Kübrâ hazretleridir. [/FONT]

[FONT=&quot]Fahreddîn-i Râzî hazretleri hemen diz çöküp rica eder: [/FONT]

[FONT=&quot]- Lütfen beni de kabul buyurun tâlipleriniz arasına da, ben de iştirak edeyim sohbetlerinize... [/FONT]

[FONT=&quot].... [/FONT]

[FONT=&quot]İşte zâhirî ilimle bâtınî ilmin farkı... İşte zâhirî ilim ehli ile, zû'l-cenâhayn olan mâneviyat erbâbının seviye ve dereceleri... Keza, aralarındaki diyaloğun güzelliği ve hakkı teslim ile neticelenişi... Ve, biribirlerine karşı olan nezâket ve saygıları... [/FONT]

[FONT=&quot]Zamanımız 'tartışmacıları'na örnek olması dileğiyle...[/FONT]
 

Muhamed Dolaku

New member
Katılım
2 Tem 2011
Mesajlar
5,395
Tepkime puanı
158
Puanları
0
Yaş
78
[FONT=&quot]Allah'ın Beratı [/FONT]


[FONT=&quot]Rufaî tarikatına mensup müridlerden biri bir gün kendisine çok güvenerek cezbe halindeyken şöyle dua etti: [/FONT]

[FONT=&quot]- Ya Rabbi Cehennemden azat olduğuma dair bu aciz kuluna bir belge gönder. [/FONT]

[FONT=&quot]Aradan çok geçmedi, gök yüzünden beyaz bir kâğıt geldi. Alıp baktılar ki, kâğıtta hiçbir yazı yok. Kâğıdın geldiğini görerek sevinen o mürid, içinde bir yazı olmadığını görünce çok üzüldü, mükedder bir vaziyette durumu şeyhine anlatmak üzere kâğıdı Ahmed Rufai Hazretlerine götürdü. [/FONT]

[FONT=&quot]Ahmet Rufaî Hazretleri kâğıdı eline alıp bakınca kendinden geçti ve şükür secdesine vararak: [/FONT]

[FONT=&quot]- Ey bari Hûda, sana hamd ü senalar olsun. Bu zayıf kulunun müridlerinden bir kimseye böyle bir berat göndermek şerefine eriştirdin, dedi. [/FONT]

[FONT=&quot]Müridler: [/FONT]

[FONT=&quot]- Efendim dediler. Biz orada bir yazı görmüyoruz, siz ise bu şahsın cehennemden azat olduğunu nasıl anlıyorsunuz? dediler. [/FONT]

[FONT=&quot]O: [/FONT]

[FONT=&quot]- Ey benim müridlerim ve sadık dostlarım, kudret eli siyah yazmaz, siz buradaki yazıyı göremiyorsunuz, bu kâğıdın üzerindeki yazı nurdan kalemle yazılmıştır, buyurdu.[/FONT]

[FONT=&quot]Büyük Dini Hkayeler, İbrahim Sıddık İmamoğlu, Osmanlı Yayınevi[/FONT]
 

Muhamed Dolaku

New member
Katılım
2 Tem 2011
Mesajlar
5,395
Tepkime puanı
158
Puanları
0
Yaş
78
[FONT=&quot]Allah'ın Emaneti[/FONT]


[FONT=&quot]Hz.Ümm-i Süleym, gayet temiz ahlak sahibi bir hatun idi. Çocuğu vefat ettiği zaman, sabır ve metanetle bizzat kendisi yıkadı ve kendisi kefenledi ve bir tarafa bırakıp, komşularına dönerek: [/FONT]

[FONT=&quot]- Babasına haber vermeyin. [/FONT]

[FONT=&quot]Hz. Ebu Talha orada bulunmamaktaydı. Akşam eve döndüğünde, çocuğu sordu, hanımı: [/FONT]

[FONT=&quot]- Gördüğünden şimdi çok iyidir, der. [/FONT]

[FONT=&quot]Sonra yemek yediler, oturdular, birlikte oldular. Bir müddet sonra Hz.Ümm-i Süleym, beyine gayet metanetle şöyle der: [/FONT]

[FONT=&quot]- Ebu Talha, ödünç alınmış bir şeyi geri vermek icap eder mi etmez mi? [/FONT]

[FONT=&quot]- Söylediğin bu söz nasıl bir söz, elbette ki ödünç alınan şey geri verilmeli. [/FONT]

[FONT=&quot]- O halde, Hak Teala da sana emanetten vermiş bulunduğu çocuğu aldı. [/FONT]

[FONT=&quot]Ebu Talha bu sözü duyunca : [/FONT]

[FONT=&quot]- Biz Allah için halk edilmiş bulunuyoruz ve hep onun tarafına döneceğiz, der ve şükreder. [/FONT]

[FONT=&quot]Sabah olunca gidip Resulullah'a (s.a.v.) anlatır. Resulullah (s.a.v.): [/FONT]

[FONT=&quot]- Ya Rabbi bunun daha iyi bir karşılığını Ebu Talha'ya ver, diye dua eder. [/FONT]

[FONT=&quot]Nitekim, dokuz ay dokuz gün sonra Abdullah diye bir çocukları olur. Çocuk, Peygamberimizin himayelerinde büyürler, İslam Tarihinde önmeli bir şahsiyet olur.[/FONT]
 

Muhamed Dolaku

New member
Katılım
2 Tem 2011
Mesajlar
5,395
Tepkime puanı
158
Puanları
0
Yaş
78
[FONT=&quot]Allah'tan Kork, Mührümü Bozma![/FONT]


[FONT=&quot]Geçmiş ümmetlerde gurbete çalışmaya giden üç arkadaş, bir ara yoğun bir yağmura mâruz kalınca yol kenarındaki bir mağaraya sığınırlar. Ne var ki, karşı dağdan, düşen yıldırım sebebiyle kopup yuvarlanan bir taş gelir, içinde bulundukları mağaranın kapısına sıkışıp kalır. [/FONT]

[FONT=&quot]İçeride bulunan üç arkadaş korkup düşünmeye başlarlar. Nasıl çıkacaklar kapanmış olan mağaradan? Biri der ki: Bu belâdan kurtulmamızın bir çâresi olabilir. O da, Rabbimizin rızâsı için yapmış olduğumuz iyilikler. Gelin bunları şefaatçı yapıp buradan kurtulmayı Rabbimizden dileyelim. [/FONT]

[FONT=&quot]Bu sebeple biri der ki: [/FONT]

[FONT=&quot]– Ey Rabbim! Ben yanında işçi çalıştıran biriydim. Bir gün, çalışan işçim akşam yevmiyesini almaya gelmedi. Ben de onun parasını onun adına ayırıp çalıştırdım. Seneler sonra gelince parasını kazancıyla birlikte verdim. Şaşırdı, almak istemedi. Sonra ciddi olduğumu anlayınca yevmiyesini kazancıyla alıp sevinerek gitti. Bunu sadece senin rızân için yaptım. Eğer senin yanında makbul oldu ise, bunun hürmetine şu kayayı, çıkacağımız yerden uzaklaştır! [/FONT]

[FONT=&quot]Bu dua üzerine kaya yerinden kımıldar, ama çıkılacak kadar yer açılmaz. [/FONT]

[FONT=&quot]İkincisi de şöyle der [/FONT]

[FONT=&quot]– Ey Rabbim! Ben annesine çok hizmet eden biriyim. Bir gece annem su istemiş, ben de koşup dışarıdan su getirmiştim, baktım annem uyumaktadır. Karşısında uyanıncaya kadar bekledim. Gece yarısı uyandığında beni karşısında bekler halde görünce çok memnun olup duâ etmişti. Bunun hürmetine bu belâdan bizi kurtar. [/FONT]

[FONT=&quot]Kaya biraz daha kımıldar, ama yine kurtulmaya yeterli değildir. [/FONT]

[FONT=&quot]Üçüncü olarak da son arkadaşları şöyle duâ eder: [/FONT]

[FONT=&quot]– Ey Rabbim! Memleketimizde kıtlık olmuş, bir çok âile açlık belâsına mâruz kalmıştı. Benim durumum ise iyi idi. Bir gün komşum kızı yanıma gelip açlıktan ölüm tehlikesi geçirmekte olan âilesi için benden yiyecek birşeyler istemiş, ben de ona kendisini bana teslim etmesi halinde istediğini verebileceğimi söylemiştim. Başka çâresinin kalmadığını anlayan kızcağız, nihayet isteğime râzı olmuş, birlikte tenha yere gittiğimizde birden şu ikazda bulunmuştu: [/FONT]

[FONT=&quot]– Ey elinde imkân olan adam! Allah’dan kork, benim iffet mührümü nikâhsız bozmaktan hicap duy! Bu mühür, ancak nikâhla bozulur, başka değil! [/FONT]

[FONT=&quot]Bu beklenmedik ikazdan korkup titremeye başladım. Kendimi mâsum bir kızın namus mührünü bozan iffetsiz durumuna düşürmekten utandım ve dedim ki: [/FONT]

[FONT=&quot]– Haydi gel, istediğin kadar yiyecek al, mührünü muhafaza ederek iffetinle yaşa. [/FONT]

[FONT=&quot]Böylece ona istediğini verdim ve mührünü bozmadım. Bunu senin rızân için yaptım. Eğer kabul edildi ise, şu kayayı kapımızdan uzaklaştır da çıkıp kurtulalım. [/FONT]

[FONT=&quot]Bir de baktılar ki, sıkışmış kaya paldır küldür yuvarlanıp gitti, kurtulup dışarı çıktılar. [/FONT]

[FONT=&quot]Evet, işte iffetsizlerin yersizliğini söylemek istedikleri kızlık işaretinin hadisteki adı mühürdür.[/FONT]
 

Muhamed Dolaku

New member
Katılım
2 Tem 2011
Mesajlar
5,395
Tepkime puanı
158
Puanları
0
Yaş
78
[FONT=&quot]Allah'tan Utanandan Her Şey Utanır[/FONT]


[FONT=&quot]Ma'rûf-ı Kerhi Hazretlerinin[/FONT][FONT=&quot] bir dayısı şehrin vâlisi idi. Vâli, bir gün şehrin kenar mahallelerini dolaşıyordu. Ma'rûf'u bir kenarda oturmuş ekmek yerken gördü. Önünde de bir köpek vardı. Bir lokma kendi yiyor, bir lokma da köpeğin ağzına veriyordu.[/FONT]

[FONT=&quot]Dayısı, [/FONT]

[FONT=&quot]- Köpekle birlikte yemeğe utanmıyor musun dedi. [/FONT]

[FONT=&quot]Maruf;[/FONT]

[FONT=&quot]Utandığım için bu zavallıyı yediriyorum dedi ve başını kaldırıp havadaki bir kuşa seslendi. Kuş uçup geldi, eline kondu ve kanadıyla başını ve gözünü örttü. [/FONT]

[FONT=&quot]Ma'rûf; [/FONT]

[FONT=&quot]-Allah'tan utanandan her şey utanır, buyurdu. [/FONT]
[FONT=&quot]Dayısı bu hâli görüp, bu sözü işitmekle hem hayret etti, hem de oradan uzaklaştı.[/FONT]
 

Muhamed Dolaku

New member
Katılım
2 Tem 2011
Mesajlar
5,395
Tepkime puanı
158
Puanları
0
Yaş
78
[FONT=&quot]Allahü Teâlâyı Bilirmisin?[/FONT]


[FONT=&quot]Abdullah bin Mübarek, bir gün yolda gidiyordu. Önünde birkaç koyunla bir çoban çocuk gördü. Ona acıdı ve; "Zavallı, çocuklukta çobanlık yaparsa, büyüdükte Allahü teâlânın ibâdet ve mârifetine nasıl erişir?" dedi. Sonra kendi kendine; "Gideyim, ona Allahü teâlâyı tanımakta bir mesele öğreteyim." deyip, çocuğun yanına geldi ve: [/FONT]

[FONT=&quot]-Evlâdım, Allahü teâlâyı bilir misin? buyurdu. [/FONT]

[FONT=&quot]Çocuk: [/FONT]

[FONT=&quot]-Kul nasıl sâhibini bilmez?" dedi. [/FONT]

[FONT=&quot]-Allahü teâlâ'yı ne ile biliyorsun? [/FONT]

[FONT=&quot]-Bu koyunlarımla.[/FONT]

[FONT=&quot]-Bu koyunlarla, O'nu nasıl bilirsin?[/FONT]

[FONT=&quot]-Bu birkaç koyun çobansız işe yaramaz. Bunlara su ve ot verecek, kurttan ve diğer tehlikelerden koruyucu birisi lâzımdır. Bundan anladım ki, kâinat, insanlar, cinler, hayvanlar ve canavarlar ve bu kanatlı kuşlar bir koruyucuya muhtaçtır. Bu binlerce çeşit mahlûkatı korumaya kâdir olan, Allahü teâlâdan başkası değildir. İşte bu koyunlarla Allahü teâlâyı, böylece bildim[/FONT]

[FONT=&quot]-Allahü teâlâyı nasıl bilirsin?[/FONT]

[FONT=&quot]-Hiç bir şeye benzetmeden bilirim.[/FONT]

[FONT=&quot]-Böyle olduğunu nasıl bildin?[/FONT]

[FONT=&quot]-Yine bu koyunlardan. [/FONT]

[FONT=&quot]-Nasıl?[/FONT]

[FONT=&quot]-Ben çobanım. Onların koruyucusuyum. Onlar benim korumam ve tasarrufumdadırlar. Onlara dikkatle bakıyorum. Ne onlar bana benzerler, ne de ben onlara benzerim. Buradan, bir çoban koyunlarına benzemezse, Allahü teâlânın elbette kullarına benzemiyeceğini anladım. Abdullah bin Mübârek: [/FONT]

[FONT=&quot]-İyi söyledin. İlimden bir şey öğrendin mi? buyurdu. [/FONT]

[FONT=&quot]Çocuk: [/FONT]

[FONT=&quot]-Ben bu sahrâlarda, nasıl ilim tahsîl edebilirim, dedi. [/FONT]

[FONT=&quot]-Peki başka ne öğrenmişsin? [/FONT]

[FONT=&quot]-Üç ilim öğrendim. Gönül ilmi, dil ilmi ve beden ilmi. [/FONT]

[FONT=&quot]-Bunlar nelerdir, ben bunları bilmiyorum. [/FONT]

[FONT=&quot]-Gönül ilmi şudur ki, bana kalb verdi ve kendi mârifet ve muhabbeti yeri eyledi ki, bu kalb ile O'nu bileyim. O'nun sevdiklerine gönülde yer vereyim, sevmediklerine yer vermiyeyim ve böylelerinden uzak olayım. Dil ilmi şudur ki, bana dil verdi ve dili zikretmek, O'nun ismini söylemek yeri eyledi. Bununla O'nu hatırlatanları dile getirmeği, O'ndan bahsetmiyen sözden onu korumayı, böyle sözden uzak olmayı îmâ etti. Beden ilmi şudur ki, bana beden vermiştir ve onu kendine hizmet yeri eylemiştir. Böylece O'na hizmet olan her şeyi yaparım, hizmet olmayan şeyi ise bedenimden uzaklaştırırım. [/FONT]

[FONT=&quot]Abdullah bin Mübârek, bunun üzerine: [/FONT]

[FONT=&quot]-Ey çocuğum! Evvelki ve sonraki ilimler, senin bana bu öğrettiklerindir! dedikten sonra: Ey oğul, bana nasîhat ver, buyurdu. [/FONT]

[FONT=&quot]-Ey efendi! Âlim olduğun yüzünden belli oluyor. Eğer ilmi Allah rızâsı için öğrendiysen, insanlardan istemeyi, beklemeyi kes. Yok, dünyâ için öğrenmişsen, Cennet'e kavuşamazsın, dedi.[/FONT]
 

Muhamed Dolaku

New member
Katılım
2 Tem 2011
Mesajlar
5,395
Tepkime puanı
158
Puanları
0
Yaş
78
Altıyüz Dirhemlik İp

Altıyüz Dirhemlik İp

[FONT=&quot]Altıyüz Dirhemlik İp[/FONT]


[FONT=&quot]Bağdat. Dul bir kadın. Altı öksüz çocuğu ve bir de ihtiyar ana. Kadın geçimi sağlamak üzere, hafta boyu el emeği verir, göz nuru döker iplik eğirir, pazara çıkar ve anası ile çocuklarının rızkını temin etmeye çalışırdı. [/FONT]

[FONT=&quot]Vakti tamam olunca bu dul kadın vefat eder, çocukların bakımı ise ihtiyar kadına kalır. Kadın pazara her hafata çıkamıyor, ip eğiriyordu. Bir zaman baktıki altıyüz dirhem kadar ip eğirmişti, pazara götürmeye karar verdi. [/FONT]

[FONT=&quot]- Ya Rabbi! Bu öksüzlerin, yetimlerin rızkını ver, diyerek sabah erkenden pazarın yolunu tuttu. Yolda giderken Şeyh Abdülkadir Geylani Hazretlerinin evinin önünden geçiyordu. Onu görünce durakladı. Şeyh mürüdleriyle sabah namazından çıkmıştı, yaşlı kadını görünce duraklayarak: [/FONT]

[FONT=&quot]- Hoş geldin bacı, nereye gidiyorsun? [/FONT]

[FONT=&quot]- Bir miktar ipliğim var, pazara götürüp satacağım. [/FONT]

[FONT=&quot]- Ver bakalım. Benden altıyüz dirhem ip isteniyor, bunu ver de ben satayım. [/FONT]

[FONT=&quot]- Memnuniyetle, lütuf buyurmuş olursunuz, efendim dedi ve ipi verdi. [/FONT]

[FONT=&quot]Abdülkadir Geylani Hazretleri eline aldığı ipi şaka yollu mescidin damına atınca hemen nereden geldiği belli olmayan büyük bir kuş gelip, ipi kapıp gider. Kadın bu nebiçim şaka diye kendi kendine söylenmeye başlayınca, müritler kadına itiraz etmemsi için işaret ettiler, kadında daha fazla bir şey demedi. [/FONT]

[FONT=&quot]Hazreti Şeyh kadına dönerek.

- Hatun canını sıkma, ipliği satmaya gönderdim, parası gelsin ne kadar ettiyse alırsın. [/FONT]

[FONT=&quot]- Pekala, diyerek gider, ertesi gün gelir. [/FONT]

[FONT=&quot]- İpilik satıldı mı? [/FONT]

[FONT=&quot]Abdülkadir Geylani Hazretleri: [/FONT]

[FONT=&quot]- İplik satıldı, fakat parası henüz gelmedi. Bir hafta hadar bir zaman içinde gelir. [/FONT]

[FONT=&quot]Kadın bir hafta sonra gelir, para henüz gelmemiştir, kadına: [/FONT]

[FONT=&quot]- Yarın gel, paranı al. [/FONT]

[FONT=&quot]Kadın, pazara niye gitmedim, şimdi param elimde olurdu hayıflana hayıflana evine gitmek üzere iken, Mürütler: [/FONT]

[FONT=&quot]- Bir gün daha sabret bakalım mevla ne gösterecek, derken bu işin sade bir şaka olmadığının farkında idiler. [/FONT]

[FONT=&quot]Ertesi gün oldu. Abdülkadir Geylani Hazretlerinin huzuruna o ana kadar görülmeyen bir heyet geldi. Bin altın takdim ettiler. Müritler heyete bu kadar paranın ne olduğunu, niçin Şeyhe takdim ettiklerini sordular. Gelenler tüccar olduklarını belirterek: [/FONT]

[FONT=&quot]- Altınlar Hazreti Şeyhindir. Denizde yolculuk yaparken fırtına sebebiyle geminin yelkeni delindi, yol alamaz olduk, denizin ortasında kalacaktık. Kaptana bir çaresi yok mu diye sorduğumuzda: [/FONT]

[FONT=&quot]- Altıyüz dirhem ip olsa geminin yelkenini onarır, yolumuza devam ederdik ama, şu anda nerede bulacağız, dedi. [/FONT]

[FONT=&quot]Biz ellerimizi kaldırarak Allaha dua ettik ve duamızda: [/FONT]

[FONT=&quot]- Ya Sultanul Arifin bize altıyüz dirhem kadar ip gönder, sana bin altın vereceğiz diye yalvardık. Bir de baktık ki, bir kuş gelip altıyüz dirhem ipliği geminin güvertesine bırakıp uçtu gitti. Şimdi o adağımızı yerine getirdik, dediler. [/FONT]

[FONT=&quot]Tüccarlar ayrıldıktan bir müddet sonra, ihtiyar kadın gelip sordu. [/FONT]

[FONT=&quot]- Para geldi mi efendim? [/FONT]

[FONT=&quot]Şeyh bin altını kadına verirken: [/FONT]

[FONT=&quot]- Benim satışım seninki kadar kârlı olmuş mu? [/FONT]

[FONT=&quot]Kadın bir anda zengin olmuştu. Abdülkadir Geylani Hazretleri'ne teşekkür ederek huzurdan ayrıldı.[/FONT]
 
Üst Alt