Neler yeni
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

"Elif" huzuruna...

MekSeLina

New member
Katılım
3 Haz 2006
Mesajlar
621
Tepkime puanı
300
Puanları
0
Konum
Yedi Tepeli Þehirden
elif.jpg


İlk defa rahle başına geçip diz kıracağım, heyecanlıyım.

Önümde beyaz sakallı, celallice bakan bir zat.

Kapıya bakıyorum hafiften, koşup gitsem ne kadar sürer?

Peki ya sonra?

Her gidişin bir dönüşü olduğu gerçeğini, o an acı bir şekilde hatırlıyorum.

Oflayıp pufluyorum ama içimden, güler yüz ve terbiyeden ödün vermeden.

Arkadaşlarımı düşünüyorum, şimdi ne güzel koşturuyorlardır bahçede.

Onlar da tatile girmişti, niye bir tek ben ders alıyordum, o kadar arkadaşım vardı neden onlar da ders almıyorlardı?

Mutsuzdum.

“Niye ben” diye bilmem kaçıncı defa aklımdan geçirirken, hocam besmele çekerek ilk derse başlatıyor beni.

Çektiği besmele bu gün bile kulaklarımdan gitmemiştir.

“Elif”

“Elif” diyorum ilk adımda.

Zorlanıyorum.

Odun olma yolunda başarı ile ilerleyen körpe bir dal iken, annemin yoğun baskısı sonucunda “Elif”le tanışıyorum, yaş on iki.

Bu yaştan sonra pat diye terbiye edilmek isteniyorum.

Doğruyu yanlışı, iyiyi kötüyü, şeytani-rahmani hemen hemen tüm olguları idrak edeli bilmem kaç yıl olmuş ve yolumda akmaya başlamışken, geç kalınmış bir kararla apar topar diz çöküyorum hocamın önüne.

_Hangi duaları biliyorsun?

_…

_Sübhaneke, salli barik, ettahiyyat…

_…

“Suskunluğum terbiyesizlik olur mu” diye tereddüt ederken, ansızın aralanan dudaklarımdan bir yanıt dökülüyor sessiz mekânın ortasına.

_Birazını…

Hocam hiç bozmuyor.

Ve ben, adım gibi biliyorum yaşı benim yaşımın yarısı kadar olan torunlarının ezbere bir sürü dualar bildiğini, kimi kenarı yaldızlı, kimi durmaktan sararmış, kalın, koca koca kitapları gayet güzel okuyabileceklerini.

Kızarıyorum.

Kızıyorum

Ama kime?

Beni tek başınaymışçasına, yanlışlardan korumak için çırpınan ve bu yaşımda zor bela da olsa buraya getiren anneme mi, tüm hayatı boyunca kendisine öğretilen şey “ticaret” olduğu için kendisini ve dolayısıyla beni de dini terbiyeden (kısmen de olsa) mahrum bırakan, ama dünyalık her şeyi bize sunabilmek azmi ile çalışan babama mı, yoksa oğullarını küçük yaştan itibaren ezerek, tek öğrettikleri şey başarmak kazanmak ve para olduğu için babaannemlere mi?

Hocamın tekrarı ile harfleri geçiyorum bir bir.

Şefkatle karışık bir ses tonuyla, çıkış noktalarını gösteriyor bana.

Evde burnumun ucundan aldığım abdest geliyor aklıma, harflere parmağımla dokundukça, aldığım abdestin neden gerekli olduğunu hissetmeye başlıyorum.

İçimi baştanbaşa bir hafiflik kaplıyor, abdestimin huşusu tüm benliğime siniyor.

Odanın mis/misk kokusu koku algımın belleğine öyle bir kazınıyor ki, o yaşımdan bu zamana kadar itibaren cennetin böyle koktuğuna inanıyorum.

Ortama alışıyorum, içim; kalbim sanki burada yaratılmış, ruhum burada üflenmiş kalıbıma.

Karşımdaki sanki hocam değil, yapılacak sınava kadar beni korumakla yükümlü ve soruları el altından bana verecek olan sınav görevlisi var.

Birazdan kalkıp gideceğim ama öyle bir aşinalık kaplamış ki içimi, neredeyse zorla geldiğim bu yerden kalkıp gitmek bile istemiyorum.

Öyle bir emniyet, huzur.

Harflerin çıkışında zorlandığımı anlayan hocam gülümseyerek cesaretlendiriyor beni.

_Boğazından akıtarak çıkaracaksın, acele etme.

“Hayır, acele etmeliyim hocam, ne kadar beklemişim, ruhumu Rahmandan ayrı o kadar yaşatmışım ki, azabı dindirmeliyim biran evvel!”, dile dökmek için çok fırın ekmek yemiş olmam gereken bu cümleyi o vakitler kuramıyor olsam da, hareketlerimle ifade etmeye çalışıyor ve bir nevi pandomim yaşıyordum kendi içimde.

Oturuşumu değiştiriyorum, ellerimi kıtlatıyorum hocama hissettirmeden, huzursuzluğum aşikâr.

Harfi tekrarlıyorum, olmuyor.

Her başarısız denemem, biraz daha kızarmama sebep oluyor.

Zorlandığımı anlayan hocam, cüz’ü kapatıyor.

Başarısızlığımın yüzüme vurulacağını zanneden ben, hocamla göz göze geliyorum.

Saç diplerimden sular süzülüyor.

Sohbet maksadı ile sorulan sorulara iğne üzerinde oturuyormuşçasına yanıt veriyorum.

Ortama hâkim olan ders havası bir an için belirsizleşmeye başlıyor ve okuldaki ilk günümü soruyor:

_Okulda ilk okuma yazma öğrenmeye başladığın gün ne kadar zorlanmıştın?

Gayri ihtiyari yanıt veriyorum, “ama zorlanmamıştım ki...”

Hocam bir an duraklıyor ve manevra değişikliği ile başka soruya geçiyor.

_İlk gittiğinde okuma yazma bilmiyor olsaydın, yine de zorlanmaz mıydın? Buraya gelmek bu yolda attığın ilk adımdı, zamanla bunları da öğreneceksin, zorlanman gayet normal, bir iki zorlanacaksın ondan sonra devamı kendiliğinden gelecek. Sıkıldığın zaman “yapamıyorum” diye düşünme, okulda zorlandığın dersler olduğu zaman çalışmaktan nasıl vazgeçmiyorsan, Kur’an ilminde de ısrara devam edeceksin, öyle olsaydı kimse öğrenemezdi bu ilmi değil mi?

O tok, kalın sesinden, billur nağmeler yayılıyor ruhuma:

Rabbi yessir velatüassir / ey rabbim (işlerimi) kolaylaştır zorlaştırma
Rabbi temmim bilhayr / (işlerimi) hayır ile tamamla

Ve ben o anda, geriye doğru akmaya başlıyorum kendi içimde.

Yürüyorum.

Emekliyorum.

Ezanla kamet sonrası kulağıma fısıldanan adımı duyuyorum

Doğuyorum.

Öylece huzuruna çıktım “Elif”in.
Bu zamana kadar kendisinden gafil olmuşum; varlığı ile “kendimden” habersiz yaşamışım, hiç umursamadı ve öylece alıp bağrına bastı.

Bana ilk dersi veren hocamın hayatta olup olmadığını ne yazık ki bilmiyorum.

Ama o celaline ve heybetine karşın, gösterdiği şefkat, o yumuşaklık ruhumda örülmeye başlanan iman kozasının sağlam ilmeklerini oluşturmaya başlamıştır.

İmâni yönden muhasebe yaptığımda düşündüğüm, içimin en çok yandığı konulardan biri, “daha önce başlasaydım daha çok yol almış olurdum” düşüncesidir.

Çünkü ruhun yaşı yoktur ve İslami terbiyenin başlangıç noktası ruhtur.

Ruh şekillendikten sonra o yapının üzerine kalıcı bir eser inşa etmeye başlayabilirsiniz.

Ruhu şekillendirilmekte geç kalınmış bir insan, herhangi bir işleme tabi tutulmadan donan beton harcına benzer, beklettiğiniz süre içerisinde donarak özelliğini kaybeder ve katılaşır. Kişi, İslami terbiyeyi daha sonra almaya başlasa bile, ruhunda meydana gelen açıklardan dolayı hep bir eksik hissedecektir.

Çocuğunuzu oyuncağa boğabilir ve ona geçici bir mutluluk satın alabilirsiniz.

Fakat zamanında müdahale etmez, ruhundaki açlığı telafi edip, ihtiyacına cevap veremezseniz, hayatındaki maneviyat eksikliğinden dolayı ortaya çıkacak huzursuz olma gerekçelerine bir bir çanak tutmuş olursunuz. Ergenlik dönemi bunalımları, gençlik hezeyanları, kavak yelleri...
 
Üst Alt