Neler yeni
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Evlilik İnsanı Allah'a (c.c) Yaklaştırmalı

  • Konbuyu başlatan abdirabbih
  • Başlangıç tarihi
A

abdirabbih

Guest
Aile kurumu, kadın ve erkeğin meşru kurallar çerçevesinde, yani nikâh akdiyle bir araya gelmeleriyle oluşur. Resulullah (a.s.) Efendimiz de; “Evlenin çoğalın, kıyamet günü ümmetimin çokluğuyla iftihar edeceğim.” (Nesai, Nikah 11; İbn Mâce, Nikah 8) buyurarak ümmetini evlenmeye, aile kurmaya teşvik ediyor.

İslâm, evlilik ve aile kurumuna öncelikle, kadın ve erkeğin haram yollara sapmasını önlemek, toplumu şekillendiren sosyal üniteyi oluşturmak ve birçok peygamberin “Soyumdan inanan ve hayırlı işler yapan bir nesil ver.” duasında olduğu gibi hayırlı nesiller yetiştirme hedeflerini yükler. Allah Tealâ, mü’minlerin mü’minlerle evlenmesini emir buyurarak (Bakara, 2/221), bizlere ailenin oluşmasındaki temel kuralı bildirir. Yani Müslüman aile, Müslüman anne ve babadan meydana gelmektedir. Ayrıca Peygamber Efendimiz de bu konuda bizlere şöyle bir tavsiyede bulunur: “Kadınlar ile dört özellik için evlenilir: Malı, hasebi (şerefi), güzelliği, dindarlığı için. Sen dindar olanını seç, bereket görürsün” (Ebû Davud, Nikah 2; İbn Mâce, Nikah 6)

Hem dünya hem de ahiret mutluluğunu talep edenlerin, Efendimiz’in koyduğu bu ölçüye riayet etmelerinde hayati bir önem vardır. Çünkü evlilik olayının sadece bu dünya ile ilgili bir boyutu yoktur, bilakis ahiretle de alakalı bir özelliğe sahiptir. Hadis-i şerifte işaret edilen dindar bir hanımla evlenen erkeğin bereketlenmesindeki muradın, aile saadeti, huzuru ve mutluluğunun bu dünyayla alakalı olmasının ötesinde, ebedi hayatla da alakalı bir husus olması da kuvvetle muhtemeldir. Ahiretin tarlası olarak kabul edilen bu dünyada sınırları çizilmiş olan ideal evliliği gerçekleştirenlerin, birlikte yaşamaları muhtemel ebedi hayatları için çok önemli bir adım attıklarını söylemek mümkündür.

Binaların sağlıklı olarak ayakta durabilmesi için temelinin sağlam olması gerektiği gibi, toplumların da sapasağlam dimdik ayakta durabilmeleri için aile kurumunun çok sağlam olması gerekir. Yarınlara güvenle bakabilmenin en temel şartı budur.

“Sağlam aile” kavramından ne anlamaktayız? Yaygın anlayışta çocuklar, torunlar, gelinler ve yakın akrabalar aile kavramının içinde yer almaktadır. Ancak bu geniş yelpazenin temelini karı ve koca oluşturur. Bu ikili ailenin çekirdeğidir. İşte sağlam aile, çekirdeği sağlam olan ailedir. Yani faziletli kişilik sahibi; kendini, dünya hayatını ve bu hayatın sonrasını gereğince kavrayabilmiş ve bu kavrayışa göre hayatını şekillendirebilmiş kadın ve erkeğin oluşturduğu ailedir.

Böylesine faziletli özelliklere sahip erkek ve kadın arasındaki ilişki ve iletişim de sağlam olacak ve bu durum ailenin geneline de doğrudan yansıyacaktır. Böylece “huzurlu” ve “mutlu” olarak vasıflandırılan aile ortaya çıkacaktır. Tabii, genel manada ahlaklı, sağlam karakterli olumlu özelliklere sahip çocukların da ancak böyle bir aile ortamında yetişeceğinde hiç şüphe yoktur.

Aile kurumunun temeli, evlenmek üzere olan iki insanın birbirini seçmesiyle, tercih etmesiyle atılmaktadır.. Eş seçiminde en isabetli yol Efendimiz’in yoludur. Zaten Allah Resulü bizim için her hususta en ideal modeldir. Bunun yanı sıra, bizim yapımızı, bize uygun olanı, tecrübeleriyle ve feraset nazarıyla görebilen büyüklerimizin de katkılarını unutmamak gerek. Sağlam bir aile kurabilmek için onların tavsiye ve yönlendirmeleri de büyük önem taşımaktadır.

Ailenin temeli olan eşlerin birlikteliği, esas olarak kalpte, gönülde başlar. Evlenecek olan iki insan, her şeyden önce birbirlerini gönüllerinde kabul ederler. Ne var ki, evliliğin en kritik noktası budur. Kendisine ve hayata dair tecrübesi çok sınırlı olan iki insanın, zamanla değişme ihtimali bulunan beğeniler ve arzular üzerine attıkları bu temel gerçekten sağlam olabilir mi?

Gerçekten de hayatın bir döneminde fazlaca öne çıkan bir istek, zamanla önemini yitirebiliyor. Karşımızdaki insanla ilgili bugünkü beklenti ve talebimiz, yaşadığımız sosyal, kültürel, maddî vb. değişiklerle birlikte tamamen değişebiliyor. Özellikle kadına da erkeğe de zengin kıyaslama imkânı ve ortamı sunan modern hayat, bu değişmeyi adeta kaçınılmaz kılıyor. Bugünkü Batı’da yaşanan ve artık ülkemizde özellikle büyük şehirlerde kendini göstermeye başlayan ailevî çözülmenin temelinde, ilerde zikredeceğimiz çeşitli sosyal ve kültürel etkinin yanı sıra bu ve buna benzer sebepler yatmaktadır.

Peki, bunca değişikliğe rağmen kalıcı bir evlilik nasıl olabilir? Sağlam bir aile nasıl kurulabilir?

Mü’minin aile ve evliliğe bakışı, her şeyden önce ibadet nazarıyladır. O, rabbinin haklarında; “Onlar ki, ey Rabbimiz derler. Bize zevcelerimizden ve nesillerimizden gözbebeğimiz olacak (salih insanlar) ihsan et. Bizi takva sahiplerine rehber kıl” (Furkan, 25/74) buyurduğu övülmüş kullardan olmak için evlenir. O, Peygamberin, ‘Evlenin, çoğalın.” tavsiyesinin bir gereği olarak ve “Allah, kendisine Saliha bir eş lutfettiği bir erkeğe dininin yarısında yardım etmiştir. Diğer yarısı için de Allah’tan korksun ve takva dairesinde yaşasın” (Keşfu’l-Hafâ, 2/313) hadis-i şerifi mucibince evlenir. Yani evlenip yuva kurmayı Rabbinin rızasına bir yol, bir ibadet olarak algılar; “Âdet yerini bulsun.” kabilinden değil.

Bu niyetle yola çıkan mü’min şunu bilir ki, eş seçimi kişinin kendi iradesindedir, ama bizim irademizi kuşatan bir de mutlak irade olduğunu unutmamak gerekir. Doğduğumuz ülke, içinde yaşadığımız kültürel doku, ebeveynimizden devraldığımız özellikler vs. bu külli iradenin birer tezahürüdür. Yani bizim dışımızda seçimimizi etkileyen büyük etkenler de var. Dolayısıyla mü’min, yaşadığı aile hayatında kendi nefsî isteklerine göre karar vermeden önce ilahi programın cilvelerini arar. İçinde bulunduğu durumdan kendi hayatı için ibretler çıkarır. Çünkü “kader” ve “kısmet”e inanır.Bir yuva kurduktan sonra onu korumak, öncelikle Allah’ın: “Mü’min erkek ve kadınlara söyle: Gözlerini haramdan sakınsınlar ve ırzlarını korusunlar.” (Nur, 24/30-31) emrine uymakla mümkündür. Bu ayetten anlaşılan odur ki, günümüz toplumundaki “Kadında mazi, erkekte istikbal aranır.” anlayışının isabetli ve doğru değildir. Mazisi ve istikbali temiz olması gereken sadece kadınlar değil, bilakis erkeklerdir de. Kendimizi iffet ve namusu koruma emrinin dışında tutamayız. Ayrıca “Erkeğin çapkını makbuldür” gibi gayri örfi ve dini anlayışlar batılıların bize empoze ettiği bir durumdur ve aileyi bozmak için sinsice kültürümüze sokulmuş bir anlayıştır. Unutmamak gerekir ki erkeğin çapkınlık yaptığı kadın, bir başkasının kızı, karısı, anası veya gelinidir. Yani kendisine dinen haram kılınmış olan kimsedir. İslâm’da kişinin kendi helalinin dışındakiler haramdır. Bu temel ilkeyi unutmamak gerekir. Bu, hem aile hem de toplum hayatının huzuru, güveni ve geleceği için temel şarttır. Sonra eşler, birbirlerine karşı güvenlerini yerine getirmeye çalışmalı, sorumlulukları Allah ve Resulünün bildirdiği şekilde paylaşmalıdır.

Mü’min eşine sadıktır. Eşinde hoşuna gitmeyen bazı haller olsa da sadıktır. Peygamber efendimizin, “Zevcenizden her hangi bir fenalık görürseniz ondan nefret etmeyiniz. O zaman ona daha başka, daha güzel, daha iyi sözler söyleyiniz” (Müslim) tavsiyesine uyarız. Bazı durumlarda kalbi eşinden soğuyan kişi de “Onlara hoşça, güzelce muamele edin. Şayet onlardan nefret edecek olursanız (tahammül edin). Belki Allah sizin nefret ettiğiniz şeyi büyük hayırlarla donatmıştır.” (Nisa. 4/18) ilahi emri doğrultusunda hareket etmelidir.

Mü’min bilir ki, rabbinin onun elinin altına verdiği her şey bir emanet ve imtihan vesilesidir. O sebeple kendi haklarını da, emanetlerin haklarını da öğrenmek ve gözetmek mecburiyetindeyiz. Allah elçisinin şu sözünü rehber edinmeliyiz: “Her biriniz eli altındakilerden sorumludur. Erkek karısından ve çocuklarından sorumludur. Onların sorumluluğu erkeğin boynundadır. Kadın da kocasından ve çocuklarından sorumludur.” (Buhari, ahkam 1). Bu anlayış neticesinde taraflar, İslâm’ın öngördüğü vazifeleri ibadet anlayışı ve şevkiyle yerine getirirler. Bunlara riayet eden Müslüman ailelerde ihmal ve boş vermişlikten kaynaklanan çözülmeler yaşanmaz.

Mü’min erkek ve hanımlar, huzur ve mutluluğun yerinin kalp olduğunu; birtakım manevî rahatsızlıklarla malûl insanların hiçbir şeyle, hiçbir kimseyle tatmin olamayacağını da bilmektedirler. Kalb, Rasulullah (s.a.s.) Efendimiz’in bildirdiğine göre Allah’ın elindedir. Allah, kalbi dilediği yöne çevirendir. Bundan dolayı Efendimiz (s.a.s.) Allah’a yakınlaşmak için çaba göstermemizi ve şöyle dua etmemizi tavsiye ediyor: “Ey kalbleri evirip çeviren Allah’ım! Kalbimi dinin üzerine sabit kıl!” (Tirmizi, kader 7).

Ailenin temelini, yani karı ile kocayı bir arada tutan hamur sevgidir. Sevgi ise kalptedir. Sevgi de, kalp de manevidir ve insan gücü kullanılarak müdahale edilemez. İşte mü’minler, sevginin de kalbin de sahibi olan Yüce Allah’a samimi yönelirse, Allah onların kalplerini birbirine sevdirir. Kalpler ne ölçüde Allah’a teveccüh ediyorsa o ölçüde istikamet kazanır. Ne kadar istikametli oluyorsa aile hayatı da o kadar huzur ve dengeli olur.

Bir ailenin mutluluk içinde hayatını sürdürmesi eşler arasındaki karşılıklı emniyet, güven, samimi hürmet ve sevgiye bağlıdır.

Kalpleri, gönülleri kudreti altında tutan Allah, bu yönelişin ve neticede huzura kavuşmanın yolunu da tarif ediyor: “Dikkat ediniz! Kalbler sadece Allah’ı anmakla huzur bulur” (Ra’d, 13/28). Allah’ı anmaktan murad ondan gafil olmamaktır. Aile hayatında da, hayatın diğer bütün alanlarında da huzura kavuşmanın başka yolu yoktur.

Aile saadeti için sevgiyi pekiştirici davranışlar çok önemlidir. Nitekim Hz. Peygamber Efendimiz’in aile hayatında bunun çok canlı örnekleri bulunmaktadır:

Hz. Peygamber, hanımlarıyla aralarındaki sevgi bağlarını pekiştirecek, yakınlığı artıracak tarzda senli-benli olurdu. Bunun en güzel örneklerinden biri, Hz. Âişe ile evliklerinin ilk yıllarında yaptıkları koşudur. Validemizin anlattığına göre, Resûl-i Ekrem (s.a.s), bir sefere giderken, yanına Hz. Âişe’yi almıştı. Yolda yürüyorlardı. Hz. Peygamber yanındaki sahabilere, siz yürüye durun, buyurdu. Sahabiler, bir hayli gittikten sonra Hz. Aişe’ye ‘Yarışalım mı?’ diye sordu. Hz. Âişe de bu teklifi severek kabul etti. Yarıştılar; genç ve enerjik Hz. Âişe yarışı kazandı.

Aradan yıllar, geçtikten sonra, yine bir seferde beraberdiler. Hz. Peygamber yine; ‘Yarışalım mı?’ diye sordu. Hz. Âişe, bir zamanlar yaptıkları yarışı hatırlayarak teklifi memnuniyetle kabul etti. Yarıştılar, bu defa da Hz. Âişe kaybetti. Çünkü kendi ifadesiyle söyleyecek olursak, kilo almış ve biraz şişmanlamıştı. Hz. Peygamber gülerek, ‘Bu, vaktiyle kazandığın müsabakanın rövanşıdır.’ buyurdu” (Müsned 6/39, 264; Ebû Dâvud, cihad 61)

Sonuç olarak söylemek gerekirse, günümüzde aile kavramına verilen değerin ve duyulan saygının yerini, batılılarda olduğu gibi ailesiz, bir hayat anlayışı almaya başlamıştır. Kadın-erkek birlikteliğinin yalnızca cismani tatmin aracı olduğu düşüncesi topluma empoze edilmeye çalışılıyor. Her gün TV’lerin magazin programlarında sahte birliktelikler ve suni aşklara dair haberler sunuluyor. Adeta bu sahte sevgiye ve gayri meşru ilişkilere toplum özendirilmeye çalışılmaktadır. Aile ocağı gibi, sevgi de kutsal ve ciddiyet ister. Bakınız “Kerem ile Aslının sevgisine”, “Ferhat ile Şirininkine” ilk günkü gibi saf ve temizler. Aradan asırlar geçmiş olmasına rağmen, sevgilerindeki o samimiyet sebebiyle Allah, isimlerini hâlâ yaşatmaktadır onların ve yaşatacaktır da.

Yaygınlaştırılmaya çalışılan yeni anlayışta evlenip aile kurmak, sorumluluk almak, gelecek temiz nesillerin devamına katkıda bulunmak gereksiz bir yük olarak kabul ediliyor. Nikâhsız beraberliklerden çocuk sahibi olmak adeta özendiriliyor. Aile külfetine girmeksizin çocuk edinmenin sonuçları ile o çok özendiğimiz veya özendirilmeye yönlendirildiğimiz Batı’nın başı ciddi anlamda dertteyken, bizim magazin dünyamız bunu çözüm olarak sunuyor.

Neticede kültürel bozulma ve çözülme o düzeye vardı ki, tamamen Batı hayat tarzının bir ürünü olan flört, kendilerini çok dindar diye vasıflandıran gençlerimizi bile etkisi altına almış durumda. Oysa bizim inancımız, hayat tarzımız, kültürümüz, geleneğimiz, ne nikâhsız beraberliği kabul ediyor, ne de geçici nikâha izin veriyor.

Uzunca bir zamandır Müslümanların çok dikkatli olması gereken bir dönemi yaşıyoruz. Savaş meydanlarında mağlup olanlar, huzur ve mutluluk vaatleriyle bugün aramızda kuzu postunda dolaşıyorlar. Teknolojinin bütün imkânlarını kullanarak kültürümüzün can damarlarını, bizi biz yapan her şeyi tahrip etmeye çalışıyorlar.

Bilmeliyiz ki, Müslüman aile Müslüman toplumun temel direğidir. Bu direk yıkılırsa toplumumuzun ayakta kalması mümkün değildir. Televizyonuyla, sinemasıyla, müziğiyle, edebiyatıyla, içimize sızıp bizi yok etmeye çalışanlara karşı bütün gayretimizle bu nezih aile kurumumuzu korumak ve yaşatmak zorundayız. Bu yolda asla yıkılmadan dimdik ayakta kalarak, insanlığın huzur ve mutluluk ümitlerini kendi huzur ve mutluluğumuzla yeşertmek zorundayız.

* Atatürk Üniv. İlahiyat Fak. Öğrt. Üyesi
[email protected]

 
B

beyaz_ýþýk

Guest
Evlilik İnsanı Allah'a (c.c) Yaklaştırmalı



Evlilik, insanı günahtan koruyan bir kalkandır. Evlilik, el ele verip doğruya koşmaktır. Evliliğe bu açıdan baktığınızda, izdivacın insanı Allah'a yaklaştırması gerektiği görülebilir.

Delikanlı okulunu bitirdi ve işini kurdu. Artık evlenip çoluk çocuğa karışmak istiyor. Bunun için de düşünüyor ve soruyor: "Acaba kiminle ve nasıl biriyle evlensem?"
Akıl verense çok oluyor: "Evleneceğin kişi şöyle şöyle olsun". Ama anne ille de güzel gelin istiyor.

Genç kızın da evlenme yaşı geliyor. O da düşünüyor. "Acaba evleneceğim kişide nasıl bir özellik arasam? Dini diyaneti önemli olmalı mı?" Bu anne de kızının bir zenginle evlenip rahat etmesini düşlüyor..

Genç kız da delikanlı da şaşkın. Çünkü eş, insanı saadetin beşiğine götürdüğü gibi; felaketin eşiğine de sürükleyebiliyor.



Kur'an, eşleri tarif ederken, "Onlar sizin için günahtan koruyan bir elbise, siz de onlar için bir elbise hükmündesiniz." buyuruyor. (Bakara 187) Özellikle de günümüzde bu ayetin daha dikkatli okunması gerekiyor. Çünkü her sokak başında bir ateş yanıyor. Her yerden binler günah insana saldırıyor. Her şey ağız birliği yapmış gibi insanı Allah'tan uzaklaştırıyor.

Allah'a giden yollara barikatlar kurulmuş. Ahiret yurdunu gösteren işaretler ters çevrilmiş. Sefih medeniyetin getirdiği cazibe ister istemez insanları o yoldan alıkoyar hale gelmiş.

Herkes, akın akın "insanın ve bilhasa Müslüman'ın bir nevi cenneti olan aile sığınağından" çıkıp o yöne doğru koşuyor. Sığınaktan çıkan askerin üzerine yağan mermiler gibi günahlar aile fertlerinin üzerine yağıyor.


Kişi evinde oturup TV'sini seyrederken, gazetesini okurken, hatta penceresinden sokağa bakarken bile müstehcenlik ateşi onu yakabiliyor. İşte bu arada eş denilen "elbise" o ateşe perde olmalı. Kişiyle ateş arasında set oluşturmalı. Eşinin üzerine gelen günahlara paratoner olup, onu Allah'a yaklaştırmalı.. Sadece dünya hayatı için giyilen bir elbise değil, kişiyi cennet bahçelerine uçurabilen paraşüt görevi yapmalı..

Çünkü, insan bu dünyaya sadece rahat yaşayıp, zevk ve lezzet peşinde koşmak için gönderilmemiştir. Onun esas gayesi kendisini buraya gönderen Cenab-ı Hakk'ı tanımak, bilmek ve ibadet etmektir. Dünya yolunda yürüyüp ahiret yurduna varmaktır.

Evlilik de o yol arkadaşını seçmektir. Şayet yol arkadaşı Allah'a yakınsa kişi dünyada da ahirette de huzurlu olacaktır. Çünkü Cenab-ı Hak buyuruyor:

"Erkek olsun, kadın olsun mü'min olarak güzel işler yapanlara dünyada temiz ve huzurlu bir hayat yaşatırız. Ahirette ise, onları, yaptıklarının daha güzeliyle mükâfatlandıracağız."(Nahl 97)


Asr-ı saadette yaşanan şu olay evliliğin insanı Allah'a yaklaştırması hususunda örnek olsa gerek.

Peygamberimiz (sas), sahabeleriyle birlikte otururken fakir ve muhtaç olanlara vermenin öneminden bahsediyordu. Al-i İmran Suresi'nin 92. ayetini okudu:

"Muhtaçlara ve fakirlere yardım ederken, malınızın kötüsünü değil de iyisini vermedikçe olgun bir imana kavuşamazsınız.

İmanda en yüksek mertebeye çıkmak istiyorsanız, yoksullara malınızın en hoşunuza gidenini bağışlayınız."

Bu sözler orada bulunanlardan Ebu Talha'yı (r.a) can evinden vurdu. En değerli malını Medine'deki hurmalığını ve evini hemen oracıkta bağışladı.

Evine gitti. Bahçenin dışında durdu. Eşi Rumeysa (ra) Ebu Talha'yı (r.a) görünce neden eve girmediğini sordu. Ebu Talha (r.a) evini ve bahçesini tasadduk ettiğini söyledi. Eşi:

"Kendin için mi yoksa ikimiz için mi?" diye sorduğunda Ebu Talha (r.a) "ikimiz için" cevabını verince eşi Rumeysa:

"Allah senden razı olsun Talha. Ben de aynı şeyleri düşünürdüm. Bekle geliyorum." diyerek dönüp arkasına bile bakmadan evinden çıkıp gitti. (Buhari)


Bizler de onları örnek almalıyız. Bunun için de evlilikleri nefsani duygulardan ziyade, uhrevi duygularla yapmalıyız. Eş seçerken bizleri dünyaya çağıranı değil Allah'a yaklaştıranı seçmeliyiz.

Bizim evliliğimiz yani Müslüman'ın evliliği farklı olmalı. Müslüman aile, karanlık dünyalara ışık saçmalı... Sıkıntıda boğulanlara şefkat elini uzatmalı. Sevgiye hasret, mutluluğa hasret olanları sevginin ve mutluluğun yurduna iletmeli.




Eşler el ele vermeli


Derdimiz önce insanlığa hizmet olmalı. Bunun için eşler el ele vermeli. "Allah için ver" deyince vermeli. "Allah için yola çıkıyorum." deyince uğurlamalı. Allah'a giden yolda hayat arkadaşına omuz vermeli. Tıpkı Peygamber kocasına Hira Dağı'na yemek taşıyan Hz. Hatice, İslâm için şehit olan Ammar ve Sümeyye, yalın ayak kızgın çöller üstünde yan yana hicret eden sahabe gibi...

Böyle eşler için söz sultanı ne güzel söylüyor: "Bahtiyardır o adam ki, refika-i ebediyesini (ebedi arkadaşını) kaybetmemek için saliha (dindar) zevcesini taklit eder, o da salih olur. Hem bahtiyardır o kadın ki, kocasını mütedeyyin görür, ebedi dostunu ve arkadaşını kaybetmemek için o da tam mütedeyyin olur, saadet-i dünyeviyesi (dünya saadeti) içinde saadet-i uhreviyesini (ebedi saadetini) kazanır."

alıntı
 

tarik1987

New member
Katılım
21 Haz 2007
Mesajlar
120
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
37
Konum
BURSA
Evlilik Ve Aile Hayati

Evlilik Ve Aile Hayati

İslâm kitapları kadının erkeğe ve erkeğin kadına ve çocuklarına ve anasına, babasına ve hattâ komşusuna ve hattâ gayrı müslim vatandaşlara karşı olan güzel vazîfelerini, haklarını uzun bildirmektedir. Hadis-i şerifte, (Îmanı en olgun olanınız, ahlâkı en güzel olanınızdır) buyuruldu. Başka bir hadis-i şerifte, (En iyiniz, evinizde, kadınlarınıza karşı en iyi olanınızdır) buyuruldu. Bir hadis-i şerifte, (Size iyi huyların hepsini bildirmek için gönderildim) buyuruldu. Aile hayatını düzenliyen ve erkekle kadının vazîfelerini ayıran nice hadis-i şerifler, din kitaplarında sayılamıyacak kadar çoktur.


İslâm âlimleri "rahimehümullah" buyuruyorlar ki: Aklı olan zevc ve zevce, birbirlerini üzmezler. Hayât arkadaşını üzmek, incitmek, ahmaklık alâmetidir. Zâlim, huysuz kimsenin hayât arkadaşı devâmlı üzülerek a’sâbı bozulur. Sinir hastası olur. Sinirler bozulunca, çeşidli hastalıklar hâsıl olur. Hayât arkadaşı hasta olan bir eş, mahv olmuşdur. Se’âdeti sona ermişdir. Eşinin hizmetinden, yardımlarından mahrûm kalmışdır. Ömrü, onun dertlerini dinlemekle, ona doktor aramakla, ona, alışmamış olduğu hizmetleri yapmakla geçer. Bütün bu felâketlere, bitmiyen sıkıntılara kendi huysuzluğu sebeb olmuşdur. Dizlerini döğmekde ise de, ne yazık ki, bu pişmânlığının fâidesi yokdur. O hâlde, ey müslimân! Hayât arkadaşına yapacağın huysuzlukların, işkencelerin zararlarının kendine de olacağını düşün! Ona karşı, hep güler yüzlü, tatlı dilli olmağa çalış! Bunu yapabilirsen, rahât ve huzûr içinde yaşar, Rabbinin rızâsını da kazanırsın!
 

fetih

New member
Katılım
16 Şub 2007
Mesajlar
1,994
Tepkime puanı
355
Puanları
0
Yaş
45
Konum
Uzay Ýstasyonundan Alooooo Kimse Yokmuuuuu :)
Evlilik Insanı Allah'a Yaklaştırmalı.. !

Evlilik Insanı Allah'a Yaklaştırmalı.. !

Evlilik, insanı günahtan koruyan bir kalkandır. Evlilik, el ele verip doğruya koşmaktır. Evliliğe bu açıdan baktığınızda, izdivacın insanı Allah’a yaklaştırması gerektiği görülebilir.

Delikanlı okulunu bitirdi ve işini kurdu. Artık evlenip çoluk çocuğa karışmak istiyor. Bunun için de düşünüyor ve soruyor:
“Acaba kiminle ve nasıl biriyle evlensem?”

Akıl verense çok oluyor: “Evleneceğin kişi şöyle şöyle olsun”.
Ama anne ille de güzel gelin istiyor.

Genç kızın da evlenme yaşı geliyor. O da düşünüyor.
“Acaba evleneceğim kişide nasıl bir özellik arasam? Dini diyaneti önemli olmalı mı?”
Bu anne de kızının bir zenginle evlenip rahat etmesini düşlüyor..

Genç kız da delikanlı da şaşkın.Çünkü eş, insanı saadetin beşiğine götürdüğü gibi; felaketin eşiğine de sürükleyebiliyor.

Kur’an, eşleri tarif ederken,
“Onlar sizin için günahtan koruyan bir elbise, siz de onlar için bir elbise hükmündesiniz.” buyuruyor. (Bakara
187) Özellikle de günümüzde bu ayetin daha dikkatli okunması gerekiyor. Çünkü her sokak başında bir ateş yanıyor. Her yerden binler günah insana saldırıyor. Her şey ağız birliği yapmış gibi insanı Allah’tan uzaklaştırıyor.

Allah’a giden yollara barikatlar kurulmuş. Ahiret yurdunu gösteren işaretler ters çevrilmiş. Sefih medeniyetin getirdiği cazibe ister istemez insanları o yoldan alıkoyar hale gelmiş.

Herkes, akın akın “insanın ve bilhasa Müslüman’ın bir nevi cenneti olan aile sığınağından” çıkıp o yöne doğru koşuyor. Sığınaktan çıkan askerin üzerine yağan mermiler gibi günahlar aile fertlerinin üzerine yağıyor.

Kişi evinde oturup TV’sini seyrederken, gazetesini okurken, hatta penceresinden sokağa bakarken bile müstehcenlik ateşi onu yakabiliyor. İşte bu arada eş denilen “elbise” o ateşe perde olmalı. Kişiyle ateş arasında set oluşturmalı. Eşinin üzerine gelen günahlara paratoner olup, onu Allah’a yaklaştırmalı.. Sadece dünya hayatı için giyilen bir elbise değil, kişiyi cennet bahçelerine uçurabilen paraşüt görevi yapmalı..

Çünkü, insan bu dünyaya sadece rahat yaşayıp, zevk ve lezzet peşinde koşmak için gönderilmemiştir. Onun esas gayesi kendisini buraya gönderen Cenab-ı Hakk’ı tanımak, bilmek ve ibadet etmektir. Dünya yolunda yürüyüp ahiret yurduna varmaktır.

Evlilik de o yol arkadaşını seçmektir. Şayet yol arkadaşı Allah’a yakınsa kişi dünyada da ahirette de huzurlu olacaktır. Çünkü Cenab-ı Hak buyuruyor:

“Erkek olsun, kadın olsun mü’min olarak güzel işler yapanlara dünyada temiz ve huzurlu bir hayat yaşatırız. Ahirette ise, onları, yaptıklarının daha güzeliyle mükâfatlandıracağız.” (Nahl 97)
Asr-ı saadette yaşanan şu olay evliliğin insanı Allah’a yaklaştırması hususunda örnek olsa gerek.

Peygamberimiz (sas), sahabeleriyle birlikte otururken fakir ve muhtaç olanlara vermenin öneminden bahsediyordu.

Al-i İmran Suresi’nin 92. ayetini okudu:
“Muhtaçlara ve fakirlere yardım ederken, malınızın kötüsünü değil de iyisini vermedikçe olgun bir imana kavuşamazsınız.
İmanda en yüksek mertebeye çıkmak istiyorsanız, yoksullara malınızın en hoşunuza gidenini bağışlayınız.”


Bu sözler orada bulunanlardan Ebu Talha’yı (ra) can evinden vurdu. En değerli malını Medine’deki hurmalığını ve evini hemen oracıkta bağışladı.

Evine gitti. Bahçenin dışında durdu. Eşi Rumeysa (ra) Ebu Talha’yı (ra) görünce neden eve girmediğini sordu. Ebu Talha (ra) evini ve bahçesini tasadduk ettiğini söyledi. Eşi:

“Kendin için mi yoksa ikimiz için mi?” diye sorduğunda Ebu Talha (ra) “ikimiz için”
cevabını verince eşi Rumeysa:

“Allah senden razı olsun Talha. Ben de aynı şeyleri düşünürdüm. Bekle geliyorum.”
diyerek dönüp arkasına bile bakmadan evinden çıkıp gitti. (Buhari)

Bizler de onları örnek almalıyız. Bunun için de evlilikleri nefsani duygulardan ziyade uhrevi duygularla yapmalıyız. Eş seçerken bizleri dünyaya çağıranı değil Allah’a yaklaştıranı seçmeliyiz.

Bizim evliliğimiz yani Müslüman’ın evliliği farklı olmalı. Müslüman aile, karanlık dünyalara ışık saçmalı… Sıkıntıda boğulanlara şefkat elini uzatmalı. Sevgiye hasret, mutluluğa hasret olanları sevginin ve mutluluğun yurduna iletmeli.

Eşler el ele vermeli

Derdimiz önce insanlığa hizmet olmalı. Bunun için eşler el ele vermeli.
“Allah için ver” deyince vermeli. “Allah için yola çıkıyorum.”
deyince uğurlamalı. Allah’a giden yolda hayat arkadaşına omuz vermeli. Tıpkı Peygamber kocasına Hira Dağı’na yemek taşıyan Hz. Hatice, İslâm için şehit olan Ammar ve Sümeyye, yalın ayak kızgın çöller üstünde yan yana hicret eden sahabe gibi…

Böyle eşler için söz sultanı ne güzel söylüyor:
“Bahtiyardır o adam ki, refika-i ebediyesini (ebedi arkadaşını) kaybetmemek için saliha (dindar) zevcesini taklit eder, o da salih olur. Hem bahtiyardır o kadın ki, kocasını mütedeyyin görür, ebedi dostunu ve arkadaşını kaybetmemek için o da tam mütedeyyin olur, saadet-i dünyeviyesi (dünya saadeti) içinde saadet-i uhreviyesini (ebedi saadetini) kazanır.”
 

#21

New member
Katılım
7 Kas 2006
Mesajlar
408
Tepkime puanı
5
Puanları
0
Yaş
38
Konum
The Netherlands
Allah razi olsun.. Guzel bir paylasim! Ailenin onemini cok guzel acikliyor bu yazi. Malesef yazdiginiz gibi evlilik artik arka plana itilmeye baslaniyor! Bu da buyuk felaketlere yol aciyor. Allah hepimize hayirlisini nasib etsin...
 

istanbluerdem

New member
Katılım
28 Ara 2007
Mesajlar
887
Tepkime puanı
168
Puanları
0
Konum
hayatýn ýcýnden
Evlilik İnsanı Allah'a (c.c) Yaklaştırmalı ..

Evlilik İnsanı Allah'a (c.c) Yaklaştırmalı ..


Evlilik, insanı günahtan koruyan bir kalkandır. Evlilik, el ele verip doğruya koşmaktır. Evliliğe bu açıdan baktığınızda, izdivacın insanı Allah'a yaklaştırması gerektiği görülebilir.

Delikanlı okulunu bitirdi ve işini kurdu. Artık evlenip çoluk çocuğa karışmak istiyor. Bunun için de düşünüyor ve soruyor: "Acaba kiminle ve nasıl biriyle evlensem?"
Akıl verense çok oluyor: "Evleneceğin kişi şöyle şöyle olsun". Ama anne ille de güzel gelin istiyor.

Genç kızın da evlenme yaşı geliyor. O da düşünüyor. "Acaba evleneceğim kişide nasıl bir özellik arasam? Dini diyaneti önemli olmalı mı?" Bu anne de kızının bir zenginle evlenip rahat etmesini düşlüyor..

Genç kız da delikanlı da şaşkın. Çünkü eş, insanı saadetin beşiğine götürdüğü gibi; felaketin eşiğine de sürükleyebiliyor.


Kur'an, eşleri tarif ederken, "Onlar sizin için günahtan koruyan bir elbise, siz de onlar için bir elbise hükmündesiniz." buyuruyor. (Bakara 187) Özellikle de günümüzde bu ayetin daha dikkatli okunması gerekiyor. Çünkü her sokak başında bir ateş yanıyor. Her yerden binler günah insana saldırıyor. Her şey ağız birliği yapmış gibi insanı Allah'tan uzaklaştırıyor.

Allah'a giden yollara barikatlar kurulmuş. Ahiret yurdunu gösteren işaretler ters çevrilmiş. Sefih medeniyetin getirdiği cazibe ister istemez insanları o yoldan alıkoyar hale gelmiş.

Herkes, akın akın "insanın ve bilhasa Müslüman'ın bir nevi cenneti olan aile sığınağından" çıkıp o yöne doğru koşuyor. Sığınaktan çıkan askerin üzerine yağan mermiler gibi günahlar aile fertlerinin üzerine yağıyor.

Kişi evinde oturup TV'sini seyrederken, gazetesini okurken, hatta penceresinden sokağa bakarken bile müstehcenlik ateşi onu yakabiliyor. İşte bu arada eş denilen "elbise" o ateşe perde olmalı. Kişiyle ateş arasında set oluşturmalı. Eşinin üzerine gelen günahlara paratoner olup, onu Allah'a yaklaştırmalı.. Sadece dünya hayatı için giyilen bir elbise değil, kişiyi cennet bahçelerine uçurabilen paraşüt görevi yapmalı..

Çünkü, insan bu dünyaya sadece rahat yaşayıp, zevk ve lezzet peşinde koşmak için gönderilmemiştir. Onun esas gayesi kendisini buraya gönderen Cenab-ı Hakk'ı tanımak, bilmek ve ibadet etmektir. Dünya yolunda yürüyüp ahiret yurduna varmaktır.

Evlilik de o yol arkadaşını seçmektir. Şayet yol arkadaşı Allah'a yakınsa kişi dünyada da ahirette de huzurlu olacaktır. Çünkü Cenab-ı Hak buyuruyor:

"Erkek olsun, kadın olsun mü'min olarak güzel işler yapanlara dünyada temiz ve huzurlu bir hayat yaşatırız. Ahirette ise, onları, yaptıklarının daha güzeliyle mükâfatlandıracağız."(Nahl 97)

Asr-ı saadette yaşanan şu olay evliliğin insanı Allah'a yaklaştırması hususunda örnek olsa gerek.

Peygamberimiz (sas), sahabeleriyle birlikte otururken fakir ve muhtaç olanlara vermenin öneminden bahsediyordu. Al-i İmran Suresi'nin 92. ayetini okudu:

"Muhtaçlara ve fakirlere yardım ederken, malınızın kötüsünü değil de iyisini vermedikçe olgun bir imana kavuşamazsınız.

İmanda en yüksek mertebeye çıkmak istiyorsanız, yoksullara malınızın en hoşunuza gidenini bağışlayınız."

Bu sözler orada bulunanlardan Ebu Talha'yı (r.a) can evinden vurdu. En değerli malını Medine'deki hurmalığını ve evini hemen oracıkta bağışladı.

Evine gitti. Bahçenin dışında durdu. Eşi Rumeysa (ra) Ebu Talha'yı (r.a) görünce neden eve girmediğini sordu. Ebu Talha (r.a) evini ve bahçesini tasadduk ettiğini söyledi. Eşi:

"Kendin için mi yoksa ikimiz için mi?" diye sorduğunda Ebu Talha (r.a) "ikimiz için" cevabını verince eşi Rumeysa:

"Allah senden razı olsun Talha. Ben de aynı şeyleri düşünürdüm. Bekle geliyorum." diyerek dönüp arkasına bile bakmadan evinden çıkıp gitti. (Buhari)

Bizler de onları örnek almalıyız. Bunun için de evlilikleri nefsani duygulardan ziyade, uhrevi duygularla yapmalıyız. Eş seçerken bizleri dünyaya çağıranı değil Allah'a yaklaştıranı seçmeliyiz.

Bizim evliliğimiz yani Müslüman'ın evliliği farklı olmalı. Müslüman aile, karanlık dünyalara ışık saçmalı... Sıkıntıda boğulanlara şefkat elini uzatmalı. Sevgiye hasret, mutluluğa hasret olanları sevginin ve mutluluğun yurduna iletmeli.


Eşler el ele vermeli


Derdimiz önce insanlığa hizmet olmalı. Bunun için eşler el ele vermeli. "Allah için ver" deyince vermeli. "Allah için yola çıkıyorum." deyince uğurlamalı. Allah'a giden yolda hayat arkadaşına omuz vermeli. Tıpkı Peygamber kocasına Hira Dağı'na yemek taşıyan Hz. Hatice, İslâm için şehit olan Ammar ve Sümeyye, yalın ayak kızgın çöller üstünde yan yana hicret eden sahabe gibi...

Böyle eşler için söz sultanı ne güzel söylüyor: "Bahtiyardır o adam ki, refika-i ebediyesini (ebedi arkadaşını) kaybetmemek için saliha (dindar) zevcesini taklit eder, o da salih olur. Hem bahtiyardır o kadın ki, kocasını mütedeyyin görür, ebedi dostunu ve arkadaşını kaybetmemek için o da tam mütedeyyin olur, saadet-i dünyeviyesi (dünya saadeti) içinde saadet-i uhreviyesini (ebedi saadetini) kazanır."
 
Üst Alt