Neler yeni
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Ey iman edenler!

bekir

sadece bir kul
Katılım
10 Eyl 2007
Mesajlar
8,198
Tepkime puanı
5,997
Puanları
113
Konum
Daðlardan, yaylalardan
Ey İman edenler! Benim de düşmanım, sizin de düşmanınız olanları dost edinmeyin. Siz onlara sevgi gösteriyorsunuz. Hâlbuki onlar size gelen hakkı inkâr ettiler. Rabbiniz olan Allah’a inandınız diye Resûlü ve sizi yurdunuzdan çıkarıyorlar. Eğer rızamı kazanmak üzere benim yolumda cihad etmek için çıktıysanız (böyle yapmayın). Onlara gizlice sevgi besliyorsunuz. Oysa ben sizin gizlediğinizi de, açığa vurduğunuzu da bilirim. Sizden kim bunu yaparsa, mutlaka doğru yoldan sapmıştır. Mümtehine 1


[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]"Ey iman edenler! Benim de düşmanım sizin de düşmanınız olan kimseleri dost edinmeyin." Bu âyetin iniş sebebi Hatib b. Ebi Belte'a'nın bir mektubu olmuştur. Bu konuda tefsir ve hadis kitablarında zikredilen rivayetlerin özeti şöyledir: Resulullah (s.a.v) Mekke fethine hazırlık yaptığı sırada halk arasında bunun Hayber (yahut Huneyn) için bir hazırlık olduğu haberi yayılmış, fakat Hz. Peygamber sahabilerden bazılarına maksadının Mekke olduğunu gizlice söylemişti. Hatib b. Ebi Belte'a da bunlardandı. Abdulmuttalib oğullarından birinin azadlısı olan Sare adındaki bir kadın Mekke'den Medine'ye Hz. Peygamber'in yanına gelmişti. Resulullah ona, "Müslüman olarak mı geldin?" dedi. Kadın, "Hayır." diye cevap verdi. Sonra ona, "Muhacir olarak mı geldin?" dedi. Kadın buna da "Hayır." diye mukabelede bulundu. Bunun üzerine Hz. Peygamber, "O halde niçin geldin?" dedi. Kadın, "Sahib, efendi ve aşiret sizsiniz. Benim efendilerim gittiler ben de şiddetli yoksulluğa düştüm." dedi. Kadını dinledikten sonra Resulullah (s.a.v) ona yardımda bulunmak üzere Abdulmuttalib oğullarını teşvik etti. Böylece onu giydirdiler, kuşattılar, erzak tedarik ettiler ve yolcu etmek üzere hazırladılar. Hatib b. Ebi Belte'a da kadının yanına varıp ona on dinar vermiş, bir aba giydirmiş ve Mekke halkına hitaben yazmış olduğu gizli bir mektubu da onunla göndermişti. Kadın yola çıktıktan sonra Cibril gelip durumu Peygamber'e haber verdi." Bunu Buhârî, Müslim Tirmizî ve diğer kaynaklar çeşitli yollarla Hz. Ali (r.a.)'den şöyle rivayet etmişlerdir: "Hz. Ali demiştir ki, "Resulullah (s.a.v) benimle Zübeyr ve Mikdad'ı gönderdi bize "Hemen gidin, ta Ravza-i Hah'a kadar varın, orada bir zaine (yani hevdec içinde yolcu bir kadın) vardır, onda bir mektub bulunmaktadır. Çabuk o mektubu alıp bana getirin." dedi. Hemen çıktık, atlarımızı koşturarak tam Ravza'ya vardık. Bir de baktık ki, zaine'nin yanındayız. Ona, "Mektubu çıkar." dedik, "Bende mektub yok." dedi. "Ya mektubu çıkarırsın, yahut elbiselerini soyunursun." dedik. Bunun üzerine kadın ıkasından, yani saç bağından (İbnü Cerir ve İbnü Asakir'deki rivayetlerin bazısında hüczesinden, yani uçkurluğundan diğer bazısında da ön tarafından) çıkardı. Biz de mektubu alıp Hz. Peygamber (s.a.v)'e getirdik. Bu mektubunda o, "Hatib b. Ebî Belte'a'dan Mekke Müşrik halkına" diyor ve onlara Hz. Peygamber (s.a.v)'in bazı işlerini haber veriyordu. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v), "Bu ne ey Hatib?" dedi. O da, "Acele buyurma ey Allah'ın Resulü! ben Kureyş'e nisbet edilmiş bir kişiyim, kendilerinden değilim. Beraberinizde olan Muhâcirler'in onlara akrabalıkları vardır. Mekke'deki ailelerini ve mallarını o sebeple korurlar. Benim ise içlerinden birine neseb cihetiyle münasebetim olmadığı için yakınlarımı korumalarına bir vesile olmak üzere, onlara bir iyilik yapmak istedim. Yoksa bunu ne bir küfür, ne dinimden irtidat, ne de müslüman olduktan sonra küfre rıza maksadıyla yapmadım." dedi. Resulullah da, "O, dosdoğru söyledi." buyurdu. Hz. Ömer (r.a) "Ya Resulullah! bana müsaade buyur boynunu vurayım." dedi. Resulullah da buyurdu ki: "O, Bedir'de bulundu, ne bilirsin; Allah Teâlâ'nın Bedir ehli hakkında bildiği var ki, "Onlara dilediğinizi yapın, ben sizi mağfiret ettim." buyurdu. Bunun üzerine âyeti nazil oldu." Buharî, bu rivayette tabirini zikretmemiş, ancak bazı rivayetlerde tabirinin hadisten mi, yoksa ravilerden Amr b. Dinar'ın sözü mü olduğunu "bilmiyorum" diyerek rivayet etmiş, bu yüzden âyeti nazil oldu." sözünden bir veya bir kaç âyetin mi, yoksa bütün sûrenin mi kasdedildiğini kestirememiştir. Aynı şekilde Müslim de bu hadiste yok demiş, fakat bazı rivayetlerde bulunduğuna da işaret etmiştir. İbnü Cerir, yukarıda anlatılan hadise üzerine sûrenin baş tarafındaki âyetlerin nazil olduğunu ifade ederek bir kaç rivayeti nakletmiştir. Bu rivayetler şunlardır: [/FONT] [FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]1- Habib b. Sabit'ten , [/FONT]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]2- Muhammed b. Sa'd'den [/FONT]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]3- Mücâhid'den [/FONT]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]4- Süfyân'dan [/FONT]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]5- Muhammed b. İshak'tan [/FONT]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]6- Zühri'den [/FONT]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]
Daha önce de geçtiği üzere bu gibi yerlerde tabiri, bir kıssaya kadar birkaç âyeti içini alabileceğinden, buradaki rivayetlerin tamamı, tabirinin, sûrenin başındaki bir bölümü, bir kıssayı teşkil eden âyetler mânâsına olduğunu ifade ettiği için Taberi, "Sûrenin baş tarafındaki âyetler" demiştir. Mânâ itibariyle bu kıssa, veya veya fâsılalarından herhangi biri olabilirse de, tamamının e kadar olması daha uygundur. Böylece bundan sonraki âyetlerin inişine sebeb, başka bir hadisenin olması gerekir. Nitekim o konudaki rivayetler de nakledilecektir. Fakat Tirmizî mektub hakkındaki Hz. Ali hadisini rivayet ettikten sonra yerine "bu sûre nazil oldu" diye açıkça ifade ederek, söz konusu hadiseyi, bütün sûrenin nüzul sebebi olarak göstermiş ve bu hadis için "hasenun sahihun" tabirini kullanmıştır. Ebu Hayyân da el-Bahru'l-Muhit'de, "Bu sûre Medenî'dir ve Hatib b. Ebi Belte'a sebebiyle indirilmiştir." demekle bunu tercih etmiştir. Müfessirlerin çoğu, mutlak mânâda söz etmişlerdir. Yani "Söz konusu âyet, Hatib b. Ebi Belte'a hakkında nazil oldu." deyip hadiseyi nakletmekle yetinmişlerdir ki, nakledilen bu rivayet, hem bu âyetin hem sûrenin tamamının nüzul sebebi olabilir. Muhacirlerden ve Bedir ehlinden olan Hâtib'in vâlidesi, oğulları ve kardeşleri Mekke'de kalmış, mektub sebebiyle korumak istediği de onlar olmuştu. Mektubun muhtevasını, Alûsî bazı rivayetlere göre şöyle nakletmiştir: "Yani haberiniz olsun Resulullah (s.a.v) size doğru gece gibi bir ordu ile yöneldi ki sel gibi akıyor.
[/FONT]


[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]
Allah'a yemin ederim ki, yalnız başına da gelse Allah mutlaka onu size karşı galib kılacaktır. Çünkü ona olan sözünü yerine getirecektir." Görülüyor ki bu mektubun içeriğinde esas itibariyle yanlış ve imana ters düşen bir şey yoktur, bilakis kuvvetli ve dosdoğru bir iman delili vardır. Ancak bunun en büyük sakıncası, gizli tutulması gereken bir sırrı, bir harb hedefini düşman tarafına gizlice ulaştırmış olmasaydı. Mektubu gizlice götüren kadın da, Peygamber'den gördüğü lütuf ve yardıma rağmen bir casusluk yapıyordu. Ancak bu sebeple Resulullah (s.a.v)'ın açık bir mucizesi göründü ve böylece yolda deve üzerinde hevdec denilen mahfel içinde giden o kadının yakalanacağı, Ravzai Hah mevkii ile aynen haber verilerek sahabilerin büyüklerinden koşturulan süvarilerle mektup çıkartılıp getirtildi ve okundu. Sonra da mektubu yollayan Hatib b. Ebi Belte'a muhakeme edildi. Maksadını dosdoğru söylediği ve mağfiretle müjdelenen Bedir ashabından olduğu için affedildi. Ayrıca kendisine mektub verilen kadının getirilmesi konusunda da ısrar edilmedi. Ancak Mekke'nin fethinde eman verilmeyip öldürülen üç erkek ile iki kadından birisi, bazılarına göre bu kadındı.
[/FONT]


[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]
İşte mümtehane budur. Bu hadise sebebiyle dir ki, Mümtehane Sûresi nazil olmuş, bu gibi hallerde müminlerin vazifelerine dair önemli nasihatlar ile dar-ı harbden hicret ederek gelen kadınlar hakkında bile bir imtihan talimatı vermiştir.
[/FONT]


[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]
Binaenaleyh, her zaman dikkatten uzak tutulmaması gereken bir husus da şudur. Bu sûrenin, bilhassa kıyamet gününü andıran ve büyük bir imtihan sayılan harblerde, daha ziyade itina gösterilerek takip ve tatbik olunması, bütün müminlerin üzerine düşen bir vazifedir. Önce buyurulmuştur ki: Ey iman edenler! Düşmanımı ve düşmanlarınızı dostlar yerine koymayın. Dostun zıddı, düşmanlık edici, yani düşman demek olan "adüvv," esasen feûl vezninde mübalağa sigası olup çoğulu, "a'da" ve "eadi" gelirse de mastar olarak tekil için de çoğul için de kullanılabilir. Burada maksad, çoğul mânâsı olmakla beraber, çoğunluğun ferd suretinde göründüğüne işaret için, kelime tekil olarak getirilmiş ve evliyanın çoğuluyla da çoğul mânâya tenbih edilmiştir. Adüvv kelimesi esasen mefulüne muzaf olmuştur. Binaenaleyh bana ve size adavet edici düşmanları dostlar yerine koymayın demektir. Yoksa nehiy, bilineni bilme cihetinden olurdu. Allah düşmanı, Allah'a düşmanlık eden, O'nun dinini, hukukunu tanımayan, Resulü ile yarışa kalkışan ve Mücadele Sûresi'nde yer alan "Allah'a ve Resulüne düşman olanlar..." (Mücâdele, 58/20) âyetinde ve benzerlerinde halleri beyan edilen kâfirler, müşrikler ve zalimlerdir. Burada âyetin nüzul sebebi hususi, yani Mekke müşrikleri olmakla beraber, mânâ umumidir. Mamafih, bu mânâ ve bu sakındırma gerek söz konusu âyette, gerekse daha sonra gelen âyetleriyle takyid suretiyle tefsir edilecektir. Müminlerin buğzu, kendi özel kin ve hislerine göre değil, herşeyden önce Allah ve umumun menfaati için Allah'ın düşmanlarına karşı olması, düşmanlığın ancak o ölçü ile ölçülüp, gerek nefret ve gerek sevgi hareketlerinde hak noktasından ayrılmamak gereğine işaret için, sakınılması lazım olan düşmanların başında Allah düşmanları, sonra da müminlerin düşmanları zikredilerek buyuruluyor ki: "Benim düşmanımı da sizin düşmanınızı da dostlar edinmeyin." "siz onlara sevgi gösteriyorsunuz." Meveddet, muhabbet ve sevgi demek olduğu gibi bizim muhabbetname ve meveddetname diye de ifade ettiğimiz mektuba da denilir ki bu da, meveddetin gereğidir. Âyete bu anlam da verilmiştir. Meveddetin başındaki da sıla veya sebebiyye olabilir . Bu cümlenin nun fâilinden hal yahut nehyedici olan ittihaz'ın tefsiri, veya evliya mevsufunun açıklayıcı sıfatı olma ihtimali varsa da, başlangıç, ya da itiraziyye cümlesi de olabilir ki, nüzul sebebine bu daha uygun düşmektedir. Önceki vecihlere göre âyetin mânâsı şöyle olur: Onlara sevgi bağlayarak, yahut mektubla haber ulaştırarak, yahut sevgi bağlamanız, veya sevgi sebebiyle haber ulaştırmanız suretiyle, yahut kendilerine sevgi bağlayacağınız veya sevgi sebebiyle haber ulaştıracağınız dostlar edinmeyin, kısacası, sevgiyle durumunuzdan haber kaçırmayın, demektir. Başlangıç veya itiraz cümlesi olduğu takdirde ise, siz onlara sevgi ulaştırırsınız, yahut içlerinde sizinle ilgili olanlara sevginiz dolayısıyla o düşman topluluğuna mektup göndererek haber veriyorsunuz ki bu, onların hepsini dost yerine koymaktır. "Onlar, Hak'tan size geleni inkâr ettiler." vav, haliyyedir. Cümle, zamirinden haldir. Yani durum bu ise onlar, o sizin sevgiyle haber ulaştırdığınız düşman topluluğu o halde derler ki, size gelen hakka, Hak Teâlâ'dan risalet ve kitab ile gelen ve imanı gerektiren hak dininize ve hukukunuza küfrettiler ve etmektedirler. Onlar küfürleriyle ne Allah'ın ne de kulların haklarını tanımıyor, Allah'a ve müminlere düşmanlık ediyorlar. Peygamber'i ve sizleri, Rabbiniz Allah'a iman ediyorsunuz diye çıkarıyorlar. Hicret etmenize sebeb oluyorlar. Bu cümle, küfür ve düşmanlıklarının derecesini beyan için başlangıç cümlesidir. nun failinden hal olmasını da mümkün görmüşlerdir. Eğer siz benim yolumda cihad etmek ve rızamı aramak için bütün gücünüzle çalışıp uğraşacak mücahidler olarak çıktınızsa. Bu şart cümlesi önceki cümlenin işaretiyle cezası hazfedilmiş olmakla, manen yukarıya bağlıdır. Tehir edilmesinin nüktesi ise, bu şart altında o mânâyı, yani nehyi tekrar ile kuvvetlendirmek ve şart cümlesinin mânâsı gereğince, imanda samimiyete ve cihadda dayanıklılığa teşvik etmektir. Bu suretle ve onunla ilgili cümleler mesabesinde olan bu şart, bilhassa çıkarmaya sebeb kılınan "Rabbiniz Allah'a iman ediyorsunuz." ifadesine bitişmekle Allah'a imanda şüpheyi ortadan kaldırmak ve ihlası tesbit etmek, ayrıca çıkmanın çıkarmaya simetrik olduğunu göstermek için buraya tehir edilmiş ve sonrası ile öncesi arasında bir mutarıza cümlesi konumuna sokulmuştur. Yani siz müminlerin vatanlarından çıkışı, Allah yolunda cihad etmek, Allah'ın rızasına kavuşma yollarını aramak ve Allah'ın düşmanlarına karşı Allah dostu mücahidler olmak ise, O Allah'ın ve sizin düşmanlarınızı dostlar yerine koymayın, özellikle cihad esnasında onlara sevgi yollu haber kaçırmayın da, samimi bir iman ile sizi Allah'ın rızasına ulaştıracak bir cihad yapın. Bu âyetin kısmında, muhatabları gaiplere üstün kılma ve üçüncü çoğul şahıstan ikinci çoğul şahısa geçiş vardır. Mânâsına, çıkarmanın sebebini belirtmektir. Mefûl-i leh veya mücahidler mânâsına haldir.
[/FONT]


[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]Bu talimattan sonra nüzul sebebi olan hadiseyi haber vermekle kınama makamında başlangıç cümlesi veya den bedel yoluyla buyuruluyor ki: Meveddetle onlara sır veriyorsunuz, o düşmanlara iyilik yaparak gizlice mektub gönderiyor, haber kaçırıyorsunuz. Halbuki ben Allah sizin gizlediğiniz şeyi de, açıkladığınız şeyi de ben bilirim. Hepsini de pek iyi bilirim. Buradaki ism-i tafdil de, fiil-i müzari nefsi-i mütekellim de olabilir ism-i tafdil olmasına daha uygundur. Sonra ye nazaran demek daha münasib görünürken şeklinde buyurulması da dikkat çekicidir. Çünkü "ihfâ", "isrâr"dan daha gizlidir. Nitekim "O, gizliyi de, ondan daha gizlisini de bilir." (Tâhâ, 19/7) buyurulmuştur. "İsrâr", başkasına sır vermek, gizli konuşmaktır. Bunda ise, bir çeşit duyurma vardır. Halbuki "ihfâ", gönülde gizleneni de içine almaktadır. olan Allah, gizliyi de, açığı da, kısacası hepsini bilir. Binaenaleyh O, bildiğini Resulü'ne de bildirir. O halde açıklamaktan çekindiğiniz bir günahı gizlice niçin yaparsınız? Gizlemekle onun zararından, cezasından kurtulacağınızı mı zannediyorsunuz? İçinizden her kim onu yaparsa, yasaklanan o fiili, özellikle cihad halinde iken mektub göndermek suretiyle sırverme ve hatta gönülde gizleme işini siz müminler içinden her kim yaparsa artık düz yolun ortasında sapıtmış, şaşkınlıkla kendisini kaybetmiş olur, yani iman ile Allah yolunda giderken şeytan yoluna sapmış, düşmanın casusu durumuna düşmüş, böylece cezayı hak etmiş ve kendisini felakete sürüklemiş olur.

Elmalılı
[/FONT]
 
Üst Alt