Neler yeni
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Hz muaviye

hksozer

New member
Katılım
18 Ara 2007
Mesajlar
97
Tepkime puanı
41
Puanları
0
Yaş
53
Halid İbnu Ma'dan dan rivayeten...
Muaviye İbnu Ebi Süfyan 'a (hilafeti esnasında) Mikdam İbnu Ma'dikerb, Amr İbnu'l-Esved ve Kınnesrin ahalisinden Beni Esedli bir adam bir heyet halinde geldiler.
Muaviye, Mikdam'a:
"Hasan İbnu Ali (ra)'nin vefat ettiğini biliyor musun?"dedi.

Haberi işiten Mikdam "İnna lillah ve inna ileyhi raciun!" diyerek (üzüntüsünü ifade etti.)
Ona falan (Muaviye): "Bunu bir musibet mi addediyorsun?" dedi.

Mikdam: "Niye musibet addetmiyeyim? Resulullah (sa) onu kucağına almış "Bu bendendir. Hüseyin ise Ali (ra)'dendir!" buyurmuştu dedi.

Beni Esed'den olan adam da ( Muaviye'ye yaranmak için,Hz. Hasan'ın ölümünü bir fitnenin sönmesine teşbihen): "Allah bir ateşi söndürdü!" .diye söze karıştı.
[BURAYA DİKKAT: Hz.Hasan'ı(a.s) FİTNEYE BENZETEN ADAM(MÜNAFIK)MUAVİYE TARAFINDAN ÖDÜLLENDİRİLİYOR..]


Mikdam: "Bugün ben, seni kızdırmaya ve hoşlanmadığın şeyleri sana duyurmaya devam edeceğim!" dedi. Sonra şöyle seslendi:

"Ey Muaviye! Eğer doğru söylersem beni tasdik et, yalan söylersem beni tekzib et!"
Muaviye :"Pekala öyle yapacağım" dedi.

Mikdam: "Allah aşkına söyle! Resulullah (sa)'ın altın takınmayı yasakladığını işittin mi?" dedi.

Muaviye: "Evet!" dedi.

Mikdam: "Allah aşkına söyle! Resulullah'ın ipek giymeyi yasakladığını biliyor musun?" diye sordu.

Muaviye: "Evet biliyorum!" dedi.

Mikdam tekrar sordu: "Allah aşkına söyle! Resulullah (sa)'ın vahşi hayvan derisini giymeyi, üzerlerine binmeyi yasakladığını biliyor musun?"


Muaviye yine: "Evet biliyorum!" diye cevapladı.


Muaviye'nin bu sözü üzerine Mikdam dedi ki:

"Allah'a kasem olsun ey Muaviye, bütün bunları ben senin evinde gördüm."

Muaviye şu cevabı verdi: "Ey Mikdam, anladım ki senin elinden bana kurtuluş yok !" (söylediklerinin hepsi doğru)

Halid (İbnu Velid) der ki: " Muaviye, Mikdam (ra)'a diğer iki arkadaşına (Amr İbnu'l-Esved ve Esedli adam(HZ.HASANA FİTNE DİYEN) nazaran daha çok ihsan ve atada bulunulmasını emretti. Ayrıca (Mikdam'ın) oğluna (beytü'l-malden) iki yüz (dirhem) tahsisatta bulundu. Mikdam ise ( Muaviye'nin verdiği) ihsanları arkadaşlarına dağıttı. Esedli ise aldıklarından kimseye birşey vermedi. Bu durum. Muaviye'ye ulaşınca: "Mikdam kerem sahibi cömert birisidir. Elini açmıştır. Esedli adam ise malik olduğu şeyi iyi tutan birisidir" dedi.

Kaynak: Ebu Davud, Libas 43, (4131); Nesai, Fere' ve'l-Atire 12, (7,176)
 

hksozer

New member
Katılım
18 Ara 2007
Mesajlar
97
Tepkime puanı
41
Puanları
0
Yaş
53
Ata ibnu Yesardan rivayeten..
Muaviye altın veya gümüşten mamul bir su kabını, ağırlığından daha fazla bir fiyatla satmıştı. Kendisine Ebu'd-Derda (ra):

"Ben Hz. Peygamber (sav)'in bu çeşit alış-verişi yasakladığını işittim. Resulullah (sav) bunların satışı misline misil olmalıdiye emretti"
diye itiraz etti.
Muaviye : "Ben bunda bir beis görmüyorum" diye cevap verdi.

Ebu'd-Derda (ra) öfkelendi ve:
"Muaviye'yi kınamada bana yardım edecek biri yok mu? Ben ona Hz. Peygamber (sav)'den haber veriyorum, o bana şahsi reyinden söz ediyor. Senin bulunduğun diyarda yaşamak bana haram olsun!"

diye söylendi. Ebu'd-Derda bunun üzerine orayı terkederek Ömer bin hattab'ın yanına geldi. Durumu olduğu gibi ona anlattı. Ömer Muaviye 'ye bir mektup yazarak bu çeşit satışı (altının altınla satılması), misli misline ve ağırlığına denk olarak yapmasını emretti
 

hksozer

New member
Katılım
18 Ara 2007
Mesajlar
97
Tepkime puanı
41
Puanları
0
Yaş
53
Yusuf İbnu Mahik den rivayeten..

Muaviye Mervan'ı Hicaz'a vali tayin etmişti. Bu valiliği sırasında hutbe okudu ve hutbede Yezid İbnu Muaviye'nin(L.A) ismini zikretmeye başladı. Maksadı, babası ( Muaviye)den sonra ona biat etmekti.

Abdurrahman İbnu Ebi Bekr, ona birşeyler söyledi. (Bu söze kızan)

Mervan:
"Yakalayın şunu!" emretti,

(Abdurrahman hemen kaçıp) Hz. Aişe 'nin odasına girdi. Böylece onu yakalayamadılar. Bunun üzerine

Mervan şunu söyledi:

"Bu var ya, hakkında şu ayet inen kimsedir: (Mealen): "Ana ve babasına: "Öf size, benden evvel nice nice nesiller gelip geçtiği halde beni (tekrar diriltilip kabrimden) çıkarılacağımla mı tehdid ediyorsunuz? diyen (adam yok mu) anası, babası Allah'a yalvarırlar. (Ona): "Yazık sana. İman et. Allah'ın va'di hiç şüphesiz haktır" (derler). O ise: "Bu (dediğiniz) evvelkilerin masallarından başkası değildir" der." (Ahkaf, 17).

Aişe perde gerisinden Mervan'a şu cevabı verdi:
"Cenab-ı Hakk, Kur'an-ı Kerim'de bizimle ilgili olarak, (münafıkların iftirasından) beraetimi haber veren Nur süresindeki ayetlerden başka hiçbir şey inzal buyurmamıştır."
Kaynak: Buhari, Tefsir, Ahkaf 1
 

hksozer

New member
Katılım
18 Ara 2007
Mesajlar
97
Tepkime puanı
41
Puanları
0
Yaş
53
Zeyd İbnu Vehb el-Cüheni - ki bu zat Hz. Ali, Haricilerle savaşmak üzere yürüdüğü zaman beraberindeki orduda bulunuyordu- anlatıyor: "Hz. Ali dedi ki: "Ey insanlar, ben Resulullah (sav)'ın şöyle söylediğini işittim: "Ümmetimden bir grup çıkar. Kur'an'ı öyle okurlar ki, sizin okuyuşunuz onlarınkinin yanında bir hiç kalır. Namazınız da namazlarına göre bir hiç kalır. Orucunuz da oruçları yanında bir hiç kalır. Kur'an'ı okurlar, onu lehlerine zannederler. Halbuki o aleyhlerinedir. Namazları köprücük kemiklerinden öteye geçmez. Okun avı delip geçmesi gibi dinden hemen çıkarlar. Onlarla harb eden ordu(nun askerlerini) peygamberlerinin diliyle ne (kadar çok ücret)ler takdir edilmiş oldugunu bilselerdi (başkaca) amel yapmaktan vazgeçerlerdi. Onların alameti şudur: Aralarında pazusu olduğu halde kolu olmayan bir adam olacak. Pazusu üzerinde meme ucu bir çıkıntı bulacak. Bunun üzerinde de beyaz kıllar bulunacak. Sizler Muaviye ve Şamlıların üzerine gidecek, buradakileri terkedeceksiniz. Onlar da sizin (yokluğunuzdan istifade ile) çoluk-çocuğunuza ve mallarınıza sizin namınıza halef olacaklar!" (Hz. Ali ilave etti): "O vallahi! Ben, onların bu kavim olacağını kuvvetle ümit ediyorum. Çünkü onlar haram kan döktüler. Halkın meradaki hayvanlarını gasbettiler. Öyleyse Allah adına bunlar üzerine yürüyün!" Ravi der ki: "Haricilerin başında o gün, Abdullah İbnu Vehb er-Rasibi olduğu halde, onlarla karşılaşınca Hz. Ali (ra) askerlerine: "Mızraklarınızı bırakın, kılıçlarınızı kınlarından çıkarın. Çünkü ben, onların Harura günü size yaptıkları gibi yine size sulh teklif edeceklerinden korkuyorum!" dedi. Bu emir üzerine döndüler, mızraklarını bertaraf ettiler ve kılıçlarını sıyırdılar. Askerler onlara mızraklarını sapladı. Öldürüp üst üste yığdı. O gün cengaverlerden sadece iki kişi isabet alıp şehit düştü. Ali (ra): "Aralarında o sakat herifi arayın!" emretti. Aradılar, fakat bulamadılar. Bizzat Ali kalkıp üst üste öldürülmüş insanların yanına geldi: "Bunları geri çekin!" dedi. Sonra yere gelen cesetler arasında onu buldular. Onun bulunması üzerine Hz. Ali (ra) tekbir getirdi ve: "Allah doğru söyledi, Resulü de doğru tebliğ etti" dedi. Ubeyde es-Selmani, Hz. Ali'ye doğrulup: "Ey mü'minlerin emiri! Kendisinden başka ilah olmayan Allah aşkına söyle. Sen bu hadisi Resulullah (sav)'dan bizzat işittin mi?" diye sordu. Ali (ra): "Kendisiden başka bir ilah olmayan Allah'a yemin ederim, evet!" dedi. Ubeyde Hz. Ali'ye üç sefer yemin verdi. O da ona üç sefer yemin etti.
 

hksozer

New member
Katılım
18 Ara 2007
Mesajlar
97
Tepkime puanı
41
Puanları
0
Yaş
53
Üveys’ül-Karanî’nin Hz.Ali’ye Bey’atı ve Şehit Oluşu

İbn-i Abbâs diyor ki:
Hz.Ali, Sıffıyn savaşında;“Bana bugün, ölüm üzerine bey’at etmek üzere Kûfe tarafından şu kadar kişi gelecek” buyurdular. Onlar gelmeye, ben de saymaya başladım. Buyurdukları sayıdan bir kişi eksik çıktı. Ben düşünceye dalmıştım ki; aba giymiş, uzun boylu, güler yüzlü, elinde bir kılıç, başında keçeden bir külâh bulunan heybetli biri geldi.

Hz.Ali’ye selâm verip, “Elini uzat, bey’at edeyim” dedi. Hz.Ali; “Ne üzerine bey’at edeceksin” diye sordular. “Emrini dinlemek, sana itâat etmek, şehit oluncaya, yahut Allah seni üst edinceye kadar savaşmak üzere” dedi.

“Adın ne?” dediler; “Üveys” dedi. “Üveys’ül-Karanî sen misin?” diye sordular.

“Evet”dedi.

Hz.Ali; “Allahu Ekber” buyurdular:

“Habibim Resûlullah’tan işittim; Ümmetinden Üveys’ül-Karanî adlı birine ulaşacağımı, onun Allah’ın ve Resûl’ünün bölüğünden olduğunu, benim önümde şehit olacağını, Rabîa Mudar boylarına mensûb olanlar kadar çok kişinin, onun şefâatıyla cennete gireceğini bana bildirdiler.”

Bu sıradaydı ki, Muâviye ordusundan deveye binmiş biri, Hz.Ali’nin ordusuna yaklaşıp; “Üveys sizin aranızda mı?” diye bağırdı. “Evet” dediler. “Resûlullah’tan duydum; «Üveys’ül-Karanî, tâbilerin en hayırlısıdır» buyurmuştu” deyip geldi ve Hz.Ali’ye tâbi oldu.

Sonra Üveys’ül-Karanî bir ip istedi, verdiler; o iple sıkıca belini bağladı; meydana çıktı, savaştı, şehit olup Rabbine ulaştı…

Ondan sonra meydana çıkan Ammâr, doksan yaşını aşmış bir ihtiyardı. Ammâr, Hz.Peygamber’in vefâtından sonra, Hz.Ali’ye uyan dört kişiden biriydi. Ammâr, Bedir savaşında da bulunmuş ve sahâbedendi.

Ammâr; “Bugün, bu savaştan üstün bir ibâdet bulsaydım onunla meşgul olurdum” diyordu.

Ammâr bu arada hem düşmana hücum etmekte, hem de;

“Rabbim uludur, gerçektir, gerçeği söylemiştir. Rabbim sen benim şehit olmamı yakınlaştır; şehit olarak ölmeyi çok isterim ben, çok severim ben” demekte ve “Nerde Rabbinin râzılığını dileyen? Nerde malından oğlundan geçip, Allah râzılığını isteyen? Cennete, cennete” diye halkı savaşa teşvik ediyordu.

Savaşırken Utbe oğlu Hâşim’e rastladı; “Hadi Hâşim, anam babam fedâ olsun sana; hadi, hücum et düşmana” dedi.

Sonunda Ammâr savaş meydanında savaşırken bir fırsatını bulup onu yaraladılar, yere düştü. İbn-i Cevn, mübarek başını kesip Muâviye’ye götürdü. Amr oradaydı, o bile dayanamadı, çünkü Hz.Peygamber’den; “Ammâr’ı öldüreni cehennemle müjdelerim” hadîsini duymuştu ve “Öldürenlere cehennemle müjde olsun” dedi.

Muâviye:

“Onu biz öldürmedik ki” dedi; “Onu buraya getiren Ali öldürdü.”

Bu sözü duyan Hz.Ali;

“O halde” buyurmuştu; “Hz.Hamza’yı da Uhud savaşına götüren Hz.Muhammed, hâşâ öldürdü.”

Ammâr’ın şehâdeti gerçeği meydana çıkarmıştı; Muâviye ve kendisine uyanlar isyâncılardı. Bu yaşanılan olaylar üzerine Hz.Ali taraftarlarının mânevî kuvveti arttı, karşısındakiler de şaşkına döndüler.
 

hksozer

New member
Katılım
18 Ara 2007
Mesajlar
97
Tepkime puanı
41
Puanları
0
Yaş
53
Kur’ân-ı Kerîm’in Yaprakları Mızraklara Takılıyor

Savaş tam kazanılmak üzere idi. Bu sırada Muâviye şaşkın bir halde Amr’a:

“Ne yapacağız?” dedi.

Amr:

“Senin adamların, onun adamlarına dayanamaz; sen de ona denk değilsin. O Allah için savaşıyor sen ise bambaşka bir maksatla dövüşüyorsun. Onları Allah kitabına çağır; bu kitap aramızda hükmetsin de; Kur’ân’ları mızraklara bağlat. Ali ordusuna uzatsınlar; ey Iraklılar, Allah için dullara, yetimlere acıyın; bu aramızdaki Allah kitabı diye bağırsınlar; umarım ki ordusunda fikir ayrılığı çıkar” dedi.

Muâviye hemen emretti, denileni yaptılar. Hz.Ali’nin ordusunda bir gürültüdür koptu. “Allah’ın kitabına kılıç çekemeyiz” diyenlerin sesleri yükselmişti. Hatta ilerde savaşan Mâlik’ül-Eşter’i çağırmasında Hz.Ali’ye ısrar edenler; “Çağırmazsan seni düşmanına teslim ederiz” diyenler oldu.

Hz.Ali, Mâlik’ül-Eşter’e haber gönderdi. Mâlik’ül-Eşter gelince; onlara acı sözler söyledi. Fakat iş işten geçmişti artık; kara taassup haksızlığa, zulme eş olmuştu; iki kara kuvvet el ele vermişti.

Bu sırada Muâviye’den, Hz.Ali’ye bir mektup geldi.

Muâviye diyordu ki:

“Bu iş sürdü gitti, bunca kan döküldü, bundan sonra olacaklar, olanlardan da korkunç görünmede. Sen de kendini haklı görüyorsun, ben de kendimi haklı görüyorum. Bu işi Allah’ın hükmüne bırakalım. Sen bir hakem tayin et, ben de bir hakem tayin edeyim; bunlar Allah kitabına göre aramızda hükmetsinler.”

Hz.Ali, bu mektuba verdiği cevapta:

“Ben, senin ne olduğunu bilirim, maksadın Allah kitabına uymak değildir; fakat sana değil, Allah'ın kitabına onun hükmüne uyuyorum” diyordu.

Bu sıralarda sonradan Hâricî olan Kays oğlu Eş’as, Muâviye’nin yanına gitti, onunla görüştü; maksadını anladı. Eş’as ve sonradan Hz.Ali aleyhine dönenler; “Ebû Mûsâ’l-Eş’ari’yi hakem yaptık” dediler. Hz.Ali ise, Abbâsoğlu Abdullah’ın hakemliğini istiyordu; bunu kabul etmediler. Bunun üzerine Hz.Ali; “Eşter’i gönderelim” buyurdu. Eş’as, “Zaten bizi o ateşe attı” dedi ve Hz.Ali ne dediyse kabul etmediler.

Bunun üzerine Hz.Ali;

“Benim, beni dinlemeyenlere hükmüm yok” buyurdu.
 

hksozer

New member
Katılım
18 Ara 2007
Mesajlar
97
Tepkime puanı
41
Puanları
0
Yaş
53
Hz.Peygamber efendimiz:

“Her kim Ali’ye küfrederse bana küfretmiş olur, bana küfreden Allah’a küfretmiş olur” buyurmuşlar, “Bu işi yapanın şirk ehli olacağını” bildirmişlerdi.
Muâviye’nin yaptıkları; küfür, zındıklık, dinsizlikten başka bir şey değildi. Ne yazık ki bazı kişiler Muâviye’ye; “Müctehid süsü vermişler ve cinayetlerine ictihâd etti” demişlerdir. Hiç şüphe yok ki bunları yazanlar tarafsız değillerdi. Bugün aklı başında, okumuş ve tarihi anlamış bir Türk, bir Müslüman hiç şüphesiz ki, onun “Ehl-i Beyt’e” yaptıkları zûlümlerinden dolayı lânet eder.

Çünkü Allah, zalime lânet hakkında Kur’ân-ı Kerîm’deki bazı âyetler de şöyle buyuruyor:

“Allah’a kendiliğinden yalan uydurandan daha zalim kim olabilir? Bunlar Rablerinin huzûruna getirilirler, şahitler «Rableri namına yalan söyleyenler işte bunlardır» derler. Haberiniz olsun ki Allah’ın lâneti zalimlerin üzerindedir.” (Hûd 18. âyet)

“İnandıktan, Peygamber’in gerçek olduğuna şehâdet ettikten, kendilerine de açık hüccet geldikten sonra kâfir olanları Allah nasıl hidâyete erdirir? Allah zalim ve kâfirleri hidâyete erdirmez.” (Âli İmrân 86.âyet)

“İşte onların cezaları, Allah’ın, meleklerin, bütün insanların lânetleri üzerlerine olmaktır.” (Âli İmrân 87.âyet)

Ne yazık ki, rakibini ezmek için; yazılı fikirlerini, yalan düşüncelerini öne sürerek milleti aldatanlar her zaman olmuştur.
 

hksozer

New member
Katılım
18 Ara 2007
Mesajlar
97
Tepkime puanı
41
Puanları
0
Yaş
53
"Şüphesiz biz sana Kevser'i verdik. O hâlde, Rabbin için namaz kıl, kurban kes. Doğrusu sana buğzeden, soyu kesik olanın ta kendisidir. [ Kevser Suresi ]
 

seyfullah putkýran

New member
Katılım
30 Eyl 2005
Mesajlar
5,807
Tepkime puanı
205
Puanları
0
Yaş
40
Konum
Ruhlar Aleminden
Web sitesi
www.tevhidyolu.net
İSLADA İLK FİTNE RAFIZİLİK

ŞİA İTİKADININ VE SAHABE DÜŞMANI SÖZDE EHLİ BİYET SEVDALILARININ İNANCININ KURUCUSU İBNİ SEBE KİMDİR? VE YAPTIĞI PİSLİKLER... ZEHİRLEDİĞİ İTİKATLAR....


Rafiziler ile biz de sünniyiz diyen bazı mezhepsizler, ibni Sebe diye bir kimse yok diyerek güneşi balçıkla sıvamaya kalkıyorlar. Buna yüzlerce kitaptan örnekler vermek mümkündür. El Şia ve El Sünne kitabının yazarı İhsan İlahi Zahir diyor ki:

İslam güneşi doğup her yere yayılınca, kâfirlerin ve müşriklerin kalbleri yanıp tutuştu. Kur’an-ı kerimde lanetlenen Yahudiler, İran Mecusileri, Hindular ile İslam’a hile ve tuzak hazırlamaya başladılar. Fitne çıkardılarsa da, kan dökülmesine sebep oldularsa da, Allah’ın nurunu söndüremediler ve hakiki İslam yani Ehl-i sünnet, çığ gibi her tarafa yayıldı. Bu dini söndüremezler de, çünkü Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Onlar, ağızları ile Allah’ın nurunu söndürmeye yelteniyorlar. Halbuki kâfirler istemeseler de, Allah nurunu tamamlayacaktır.) [Saf 8]

İslamiyet’e ilk fitneyi de Yahudiler soktu. Müslüman gözüken, kâfirliğini gizleyenlerin başında Yahudi Abdullah bin Sebe geliyordu.

Yahudiler, Hazret-i Osman’ın hilafeti zamanında Medine’ye gelip tuzak kurmaya çalıştılar. Hazret-i Ali’yi de kendilerine kalkan ettiler. Onun taraftarı, dostu gibi göründüler. Müslümanların, Resulullahın halifesi, damadı ve zengin olması hasebiyle malıyla İslam’a ve Müslümanlara yardımları olan Hazret-i Osman’a karşı çeşitli yalan ve iftiralar uydurarak ayaklanmalarını teşviklediler. İslam inancına ters fikirler yaymaya başladılar. Kendilerine (Ali şiası) yani Ali taraftarları adını verdiler. Hazret-i Ali ise onların hainliklerini biliyordu ve onlara çeşitli cezalar verdi. Ondan sonra da oğulları bu Sebeiyye fırkasını hep lanetlediler. Zamanla Yahudiler, Mecusileri ve Hinduları da yanlarına alarak, Yahudi, Mecusi ve Hindu inançlarını İslam inancı olarak yaydılar.

Bunun böyle olduğunu dördüncü asır Şia tarihçilerinden, Şia kaynaklarına göre muteber kişiliğiyle bilinen el-Keşi de itiraf etti:

El-Keşi
, Rical isimli kitabında bazı ilim ehlinin şöyle söylediklerini naklediyor: Abdullah bin Sebe Yahudi idi ve Müslüman oldu, Hazret-i Ali’ye tâbi oldu, (Yahudi iken de taşkınlıkta bulunurdu ve Yuşa bin Nun Musa aleyhisselamın vasisiydi diyordu.) Resulullahın vefatından sonra da Hazret-i Ali hakkında aynısını söyledi. İlk önce açıkça Hazret-i Ali’nin imamlığının farz olduğunu söyledi ve kendilerine karşı gelenleri kâfirlikle itham etti. Bunun için Şiaya muhalif olanlar diyor ki: (Rafizilik temel inançları Yahudilikten alınmıştır.) (Rical el-Keşi – s.101 Müessetül eâlimi bikerbelae el Irak)

Şiilerin cerh ve tadil imamı el-Memakani de tenkihil makal kitabında el-Keşi’den naklederek aynı sözleri kitabına almıştır. (Memakani, Tenkihil makal, s.184, cild 2, Tahran)

Nubahti kimdir?
El Nubahti, bütün şia kaynaklarınca dürüstlüğü ve sağlam olduğu bildirilen, kendi zamanı ve üçüncü asrın öncesi ve sonrası üstün saydıkları, şia tarihçilerince el-Necaşi lakaplı, şianın muteber kabul ettiği âlimlerinden biridir. (el- Fihrist lil Necaşi, s. 47 Hind baskısı Hicri 1317)

El-Tusi,
Nubahtinin, güvenilir olduğunu, kelamcı, filozof ve imamiyye itikadında olduğunu söylemektedir. (Fihrist El-Tusi, s.98 Hind baskısı Miladi 1835)

Nurullah El-Tusturi
de Nubahti hakkında şöyle demektedir: (O, el hasan bin musa el Nubahti’dir.
Cerh ve tadil âlimlerinin en büyüklerindendir.) Ayrıca, el-Tusi gibi, Nubahti’nin güvenilir olduğunu, kelamcı, filozof ve imamiyye itikadında olduğunu söylüyor. (Meclisil Müminin lil Tusturi, s.77 İran baskısı)

El- Nubahti
, Şii Fırkası kitabında şöyle diyor:
Abdullah bin Sebe, Ebu Bekir’e, Ömer’e, Osman’a ve diğer Eshaba kötülemeyi başlatandır. Ali aleyhisselamın emrettiğini söylerdi. Ali (a.s) onu çağırıp böyle söyleyip söylemediğini sordu, söylediğini itiraf etti. Bunun üzerine öldürülmesini emir verdi. İnsanlar araya girdi feryat ettiler, Müminlerin emiri! Seni ve ehl-i beytin sevilmesini ve dost edilmesini söyleyen birisini mi öldürüyorsun! Ali (a.s) onu o zamanın Fars devletinin başkenti olan Medayin’e sürdü.

Medayin’de Ali’nin (a.s) ölüm haberini duyuran kişiye Abdullah bin Sebe şöyle dedi: Onun öldürüldüğünü ispat eden adil yetmiş kişi getirsen ve yetmiş paket içinde onun beynini getirsen yine de onun ölmediğini ve öldürülmediğini biliriz. Tüm yer küresine hakim olmadan da ölmez. (Nubahti, Firak el şia s. 43-44 Haydariye matbaası baskısı Necef. Irak Hicri 1379-Miladi1959)

Aynısını şii tarihçisi Ravdatil safa kitabında zikretmiştir:
Abdullah bin Sebe, Osman bin Affan karşıtlarının Mısır’da çok olduğunu öğrenince oraya yöneldi. Orada ilim ve takvalıymış gibi göründü ve böylece insanları kendine güvendirdi ve bozuk, yanlış ve çirkin emellerini terviç etmeye başladı. Her Nebi kendinden sonra yerine geçecek birini vasiyet eder. İlim, fetva, cömert, yiğit olan ve emaneti yerine getiren takva sahibi Ali de Resulullahın vasisi ve halifesidir. Ümmet Ali’ye zulüm etti. Onun hakkı olan hilafeti ve vilayeti zorla aldı, şimdi onun yanında yer almak ve yardım etmek herkese lazımdır. Osman’ın hilafetine son vermek lazım dedi. Mısırlılar onun sözlerinden ve görüşlerinden çok etkilendiler ve Osman’ın hilafetine karşı çıktılar. (Ravdatil safa, s. 292 cild 2, Farsça İran baskısı)

İbni Sebe’nin aslı ve kimliği:
İbni Sebe, hile ve tuzak kuran casusluk eden bir kişi olduğu için herkese değişik şeyler söylemiş, izini belli ettirmek istememiştir. İşte bu yüzden tarihçiler Abdullah bin Sebe’nin kimliğinde, aşireti ve memleketi hakkında çeşitli haberler vermişlerdir.

Şimdi bu haberlerden bazılarına bakalım:
Yu’rab bin Kahtanın Yeşcab adında oğlu oldu, ondan da Sebe oldu, Sebe’nin adı Abduşems idi. Babasından sonra Yemen’e lider oldu, savaş neticesinde çok köleleri oldu bu nedenle (Sebe) diye adlandırıldı sonra da oğulları bu adla çağrıldı. Kur’anda adları geçmektedir. (el-Kalkaşendi, Kalaidil ceman s.39)

İbni Sebe’nin, kuzeyde bulunan göçmen bedevi kabilelerinden olduğu sonra milattan 800 sene önce Yemen’in güneyine inen veya Aşurilerin baskısı üzerine kuzeyden göç edip Yemen’e yerleşen arab kabilelerinden olması muhtemeldir. (Arap tarihi hakkında konferanslar, Ali Salih el Alyi, 1/21)

İbni Sebe (humeyr) kabilesindendir. Humeyr kabilesi, Humeyr bin el Gavse oğlu Sead oğlu Avf oğlu Malik oğlu Zeyd oğlu Sedid oğlu Humeyr oğlu küçük Sebe oğlu Lehia oğlu Humeyr oğlu Sebe oğlu büyük Yeşcab. Humeyr el Gavs o Humeyr el ednidir. Yurtları Yemen’dir. San’a şehrinin batısında Humeyr semtindedir. (Yakut el Hamevi, Meacimil bulden 2/306)

Taşkın fırkaların ikincisi de Allahü teâlâdan başkasını ilah edinenlerdir, bunların başında ise Humeyri Abdullah bin Sebe ve arkadaşları gelir. (İbni Hazm, El-Fasıl Milel vel Ehve 5/36)

İbni Sebe, Hemadan kabilesindendir. Hemadan, Kehlan ve el Kahtaniye kardeşlerdir, bunlara Hemadan oğulları denir. İkamet yerleri ise Yemen’in doğusudur. (El- Belaziri, Eşreflerin soyu 5/24), El- Eş’ari el-Ka’mı, Mekalet vel Fırak s. 20) (Furazdak divanı s. 242/243)

Rida Kehale’nin Mu’cem kabailil Arab kitabında da (3/1225), El-Belaziride olduğu gibi soyu şöyledir:(Abdullah bin Sebe oğlu Vehbil Hemadani ) El- Eş’ari El Kami de ise şöyledir: (Abdullah bin Sebe oğlu Vehbil Rasibi el Hemadani)

İbni Sebe (El-Hira) ahalisindendir. Abdullah bin el-Sevda, Sebeiyyenin fitnelerinin yayılması için ona destek oluyordu ve kökü el Hira Yahudilerinden idi, Müslüman olduğunu ilan etmişti. (Abdul Kahiril Bağdadi, el-fırak beynel fırak s.235)

İbni Sebe, zimmi idi. Rum asıllı idi Müslüman olduğunu ileri sürdü, sözlü ve fiili bid’atler meydana çıkardı, Allah ona lanet etsin. (İbni Kesir, Bidaye ve Nihaye 7/190)

Abdullah bin Sebe, Yahudi asıllı olup San’alıdır. (Taberi Tarihi 4/34)

Abdullah bin Sebe, Sebeiyye fırkasındandır, bunlar Rafizilerin taşkınlarıdır. Yemen Yahudilerindendir. (İbni Asakir, Dimaşik Tarihi 3/29)

İbni Sebe’nin müntesip olduğu kabilesi hakkında deniyor ki:
İbni Sebe’nin anası ise Habeşli (Siyahi-zenci) idi. (Taberi Tarihi 4/326-327)

Anasının siyahi olması sebebiyle İbni Sebe’ye çok defa (siyah kadının oğlu manasına gelen) ibni Sevda da denir. (İbni Habib, el Mahcer s. 308)

İbni Sevda, Basra’da bulunan Hakim bin Cebele misafir oldu. (Taberi Tarihi 4/327)

İbni Sevda Mısır’a gittiğinde.... (Zehebi, İslam Tarihi 2/122)

Abdullah bin vehb oğlu Sebe, İbni Sevda adıyla bilinir. (El Mukrizi, el Hutat 2/356)

İbni Asakir Tarihinde (29/7-8) diyor ki;

Ammar El Dihni dedi: Eba El Tufeyden işittim diyor ki: (Müseyyib bin Necbe ile ibni Sevda’yı, Ali minberde iken, camiye girdiklerini gördüm. Ali onlara hitaben buyurdu ki, sizin bu hâliniz nedir? Müseyyib dedi ki, bu Allah ve Resulüne yalan söyler, iftira eder. Ebu Bekir’e ve Ömer’e kötü söz söyler) Zeyd bin Vehb yoluyla Hazret-i Ali’nin şöyle dediği bildirilir:
(Ben bu siyahiden beriyim, uzağım, söyledikleriyle hiçbir ilişki ve alakam yoktur.)
(Allah ve Resulüne yalan söyleyen şu zenciyi cezalandırmamda beni kim mazur görmez ki!)
Müsteşrik Hodgeson, İbni Sebe’nin ihtimalle Yahudi olmadığını söylüyor. İtalyan Levi Della Vida onu destekliyor, bu sözünü teyiden de İbni Sebe’nin Arab kabilesi olan Hemadanlı olmasını gösteriyor.

Kişinin arab kabilesinden olması Yahudi olmamasını gerektirmez. (Dr. Abdurrahman Bedevi Mezahibil İslamiyyin 2/30)

Bazı kabileler Yahudi idi. Humeyr, Kenne oğulları, el Keab bin Haris oğulları ve Kende Yahudi idiler. (İbni Kuteybe, Mearif s.266)

İslam’dan önce Yemen asıllı Yahudilerin çoğu Arap asıllıdır. (Dr. Cevad Ali, Arap tarihi 6/26)

Bazı müsteşriklerin Abdullah bin Sebe’nin Yahudiliğinden şüphe etmeleri, İbni Sebe’nin Mehdi hakkında ki görüş ve düşüncelerinde Tevrattan fazla İncilden etkilenmesinden ileri gelmektedir. Bu itiraz ve şüphelerinin zayıf olduğu, araştırmacıların o zamanın Yemen Yahudileri hakkındaki incelemelerinde ortaya çıkıyor. O zaman Hıristiyanlığın etkisi altında kalan Yahudilik yüzeysel kalmıştır. Bu nedenle İbni Sebe’nin Yahudiliği Habeşli (Filaşe) Yahudilere çok yakındı. (Abdurrahman Bedevi, Mezahibil İslamiyyin 2/28)

İbni Sebe’nin kimliğinin belirlenmesindeki çelişkinin sebebi:
İbni Sebe’nin kimliği hakkında ihtilafa şaşırmamak lazım, çünkü İbni Sebe kendini tam kamufle etmiştir. İslam’a ve Müslümanlar arasında düşmanlık yapmak, fitne ve fesat çıkarmak için Müslüman gözükmüştü. İsmini ve soyunu sopunu farklı bildirdiği anlaşılmaktadır. Hatta bazen bildirmediği de görülmektedir. Osman bin Afvan’ın Basra valisi olan Abdullah bin Amir kendisine sen kimsin dediğinde İbni Sebe ismini ve babasının ismini söylememiş, bu soru karşısında, (Ben ehl-i kitaptan İslamiyet’i seçmiş ve size yakın olmak isteyen bir kişiyim) demiştir. (Tarih Taberi 4/326-327)

İbni Sebe İslam devletinin başlarında yapmış olduğu cinayetleri ve ortaya attığı bozuk düşüncelerini kamufle etmek için başka takma isimler kullanmıştır. Şöyle ki:
1- İbni Sebe Yemen’lidir, ister Humeyr veya Hemadan kabilesinden olsun, her iki kabileden de akrabaları olabilir.

2-
Yemen’de Yahudi varlığının mevcut olmasıdır. Roma İmparatoru (Teytus) Filistini işgal edip Heykeli yerle bir ettikten sonra Yahudileri oradan sürdü, bir kısmı Yemen’e yerleşti. Miladi 525 te Habeşler Yemen’i ele geçirdiler, o andan itibaren Yemen’de Hıristiyanlık yayılmaya başladı. (Ahmed Hüseyn, Yemen Tarihi s.158-159)

3-
Yemen’deki Yahudilik yüzeysel olduğundan Tevrat ile İncilin esasları ile birbirine kaynaştı. (Mezahibil İslamiyyin 2/28)

4-
Yemen’e Habeşilerin istilasıyla Yahudilik zayıflasa da varlığını sürdürdü. (Arap Tarihi 6/34)

İbni Sebe’nin Müslümanlar arasında ortaya çıkması
Tarih kitaplarında Hicri (35) senesinde meydana gelen olaylar hakkında şöyle denmektedir:
Abdullah bin Sebe San’a (Yemen) Yahudilerindendir. Osman bin Afvan radıyallahü anh zamanında Müslüman olduğunu söylemiştir. Ancak insanları saptırmak için Müslüman memleketlerini Hicazdan başlayarak dolaştı. Sonra Basra, Kufe ve Şam şehirlerine geldi ancak buralarda hiçbir etki gösteremedi ve Mısır’a geldi orada vasiyet ve geri dönme inancını ortaya attı, bu bozuk fikirleri ile insanları saptırdı ve Mısır’da kendine yardımcı olacak taraftar oluşturdu. (Taberi Tarihi 4/340), (Kamil İbni Esir, 3/77), (İbni Kesir, Bidaye ve Nihaye 7/167), (İbni Asakir Tarih Dimaşık 29/7-8)

İbni Kesir
Hicri (34-35) senesinde ki olayları (7/183-190) sayfalarda anlatırken diyor ki:
Hazret-i Osman’ın hilafetten zorla düşürülmesi için insanlara çağrı yapan, onları kışkırtan, Mısır’dan gelen toplulukların başını çeken Abdullah bin Sebe’dir.

Taberi
(4/331) ve İbni Esir (3/147) diyor ki:
İbni Sebe Hicri (34) senesinden önce Müslümanlar arasında Kufe’de görüldü. Hazret-i Osman’ın valisi olan Said bin el As’ı makamından düşürmek isteyen (Zeyd bin Kays) camiye girdiğinde ona katılanlar, siyahi kadının oğlunun yani ibni Sebe’nin mektuplaştığı kişilerdi.
Buradan İbni Sebe’nin bu tarihten önce ortaya çıktığı ve Zeyd bin Kays ile bir araya gelenlerle bir topluluk oluşturduğu anlaşılmaktadır. (Taberi 4/326)

İbni Esir
(3/144 )’da Hicri (33) senesinde Abdullah bin Amir’in Basra’ya vali olduktan üç sene sonra İbni Sebe’nin Hakim bin Cebele misafir olduğunu bildiriyor ve İbni Amirle Siyahinin oğlunun karşılaşmasını anlatıyor, bu husus konunun başında zikredilmişti.

Araştırmamıza devam ettiğimizde İbni Sebe’nin Müslümanlar arasında bu tarihten de önce ortaya çıktığını görüyoruz. Taberi (4/283) ve İbni Esir de (3/114 ), Hicri (30) yıllarında ki olaylar için, Siyahinin oğlunun Şam’a gelip Ebi Zer ile buluştuğunu ve onun Muaviye’ye muhalefet etmesi için çalıştığını bildiriyorlar.

Hicaz’da görünmesi:
İbni Sebe’nin Hicazda ortaya çıkması, Basra’dan ve Şam’dan önce olduğundan, hicri 30 senesinden öncedir. Çünkü Şam’da görünmesi bu tarihten öncedir. Hicazın tarihine baktığımızda daha detaylı bilgi bulunmamaktadır. Bundan anlaşılıyor ki İbne Sebe Hicazda ikamet etmeye imkan bulamamış, oradan Basra’ya geçmiştir. (Taberi 4/340-341)

Basra’da görünmesi:
İbni Amir Basra valisi olduktan 3 sene sonra İbne Sebe, Hakim bin Cebeletül Abdi’ye misafir oldu. Yeni Abdul Kays diye bir şahısın Hakim bin Cebelin evine geldiğini İbni Amir haber alır. Hakim, hırsızlıktan dolayı göz hapsinde bulunurken askerlerin bir an gafletinden yararlanarak Faris topraklarına kaçmıştır ve orada bulunan Zimmilerin mallarını çalar, ülkede anarşi çıkarır. Zimmiler ve Ehli kıble Hazret-i Osman’a gelerek şikayetçi olurlar. Hazret-i Osman Basra’nın valisi olan İbni Amire bir mektup yazar ve der ki; (Onu ve onun gibilerini halleri düzelinceye kadar Basra’da hapset.) Bu sebeple Hakim, Basra’dan ayrılamıyordu. İbni Sevda (Siyahinin oğlu) oraya geldiğinde onun evine gitti ve bir grup ona geldi ve görüşlerini benimsediler. İbne Sebe kendisini dinleyen kulaklar bulur.

Basra valisi İbni Sebe’nin geldiğini haber aldığında onu yanına çağırır ve sen kimsin der. Kendisinin ehli kitaptan biri olduğunu İslamiyet’e rağbet ve kendilerine yakın olmak istediğini söyler. İbni Amirde ona, nerden bileyim böyle olduğunu der ve Basra’dan çıkarır. Bunun üzerine ibni Sebe oradan Kufe’ye gider. (Taberi 4/326-327)

Kufe’de görünmesi:
İbni Sebe Basra’dan çıkarıldıktan sonra Kufe’ye geldi, orada fazla kalmadan Kufeliler oradan da kovdular. (Taberi 4/327)

Basra’dan çıkarıldıktan sonra Kufe’ye geldi oradan da çıkarılınca, Mısır’a yerleşti, oradan Basra’daki ve Kufe’deki adamları ile yazışmaları sürdü. (33) senesinde Kufe’ye girse de oradan da çıkarıldı, ancak Kufe’yle bağlantısı kesilmedi, geride kalan fitnenin kuyrukları olan adamları ile yazışmaya devam etti. (Taberi 4/327) (İbni Esir 3/144)

Şam’da görünmesi:
İbni Sebe’nin Şam’a iki defa gelmiş olduğu anlaşılıyor. İlki, Hicri (30) senesinde ve Eba Zer ile buluştuğu yıldır, ikincisi ise Kufe’den çıkarıldığı yani (Hicri 33) senesidir.
İbni Sebe Hicri (30) senesinde Eba Zer ile Şam’da buluşur ve onu Muaviye’ye karşı kışkırtır. Eba Zer hazretlerine şöyle der: (Muaviye’ye hiç şaşırmaz mısın bak ne der: Mal Allah’ın malıdır diyerek sanki tümünün kendisine kalmasını ister, Müslümanların o mallarda hakkı yok mu?) Bunun üzerine Eba Zer kalkar Muaviye’ye gelir ve yaptığının yanlış olduğunu söyler.) (Taberi 3/283)

[Eba Zer radıyallahü anh, Tevbe suresindeki 34. âyete dayanarak Muaviye’ye (radıyallahü anh) yapmış olduğu nasihati ihtiyacından fazla mal edinen herkese yapardı.]
İbni Sebe (h.33 senesinde tekrar geldiği) Şam’da rolünü hiç icra edemez, yapmak istediği hiç bir şeyi Şamlılara empoze edemez. Şamlılar yüz vermeyip kovmuşlardır. Oradan da Mısır’a geçmiştir. (Taberi 4/340)

Mısır’da görünmesi:
İbni Sebe’nin Mısır’da görünmesi Kufe’den çıkarıldıktan sonradır. İbni Sebe’nin Basra’dan çıkarılması h. 33 senesinde olduğuna göre oradan da Kufe’ye çıkarılması ve Kufe’den de Mısır’da istikrar etmesi, dolayısıyla İbni Sebe’nin Mısır’da görünmesi (h. 34) yılında olduğu anlaşılmaktadır. Çünkü Basra’ya girişi ve ortaya attığı fikirlerinden ötürü kovuluşu ve Kufe’ye sürülmesi sonra oradan da kovulması ondan sonrada Mısır’a yönelmesi, bunların hepsi için en az bir yıl gerekir. Bunu İbni Kesir (Bidaye ve Nihaye 7/284)’de teyit edip, İbni Sebe’nin Mısır’da görünmesini (h.34) yılı olayları içine alır. Suyuti de (Hüsnü Muhadara 2/174)’da İbni Sebe’nin Mısır’a bu tarihte girdiğini işaret eder.

İbni Sebe gerçek mi hayal mi?
Bazı yeni araştırmacıların (!) İbni Sebe’nin varlığı hakkındaki kuşkularının ve onun hayali bir şahıs olduğunu ileri sürmelerinin ve inkâr etmelerinin ilmi bir dayanağı yoktur. Yukarıda bir kısmını arzettiğimiz adı geçen kaynaklara dayanmamaktadır. Onların bu görüş ve iddiaları, sadece şahsi tahmin ve görüşlerinden veya mensup oldukları ve meyil ettikleri davalarından ileri gelmektedir. Şöyle diyebiliriz ki İbni Sebe’nin varlığından kuşkulananlar ve inkâr edenler ya bazı müsteşriklerdir ya da, araştırmacı kimliği altında ilk zamanda olduğu gibi, maksatlarını gizleyen İbni Sebecilerdir.

İbni Sebe’nin var olduğu tarih ve grup kitaplarının sayfalarını doldurmuştur. Onun karıştığı olayları raviler ağızdan ağıza, kulaktan kulağa taşımışlardır.

Tarihçiler, Hadisçiler, grup, minel nihal kitap ve tabakat sahipleri, Edebiyat ve soy kütükçüleri İbni Sebe’ye yer vermişlerdir, var olduğu Sünni ve Şia kitaplarında görülmektedir. İbni Sebe’nin rolünü, fitnelerini bildiren haberler, Taberi’nin Seyf bin Ömer el temiminin rivayeti ile sınırlı değildir. Bu haberler eski ravilerin rivayetlerinde çoktur ve o dönemin inanç, farklı grup ve görüşlerini ve İslam tarihinin olaylarını yazanların kitaplarında geçmektedir. Ancak İmam Taberi’nin diğerlerinden ayrılığı sadece bu husustaki haberlere çok ve geniş yer vermesidir. Bu nedenle o olaylara kaynak ve delil bildirmeden kuşku ileri sürmek, tüm bu haberleri yok etmek, âlimleri yalanlamak, iftira etmek ve tarihi gerçekleri tezyif etmektir. (Devamı var)
 

seyfullah putkýran

New member
Katılım
30 Eyl 2005
Mesajlar
5,807
Tepkime puanı
205
Puanları
0
Yaş
40
Konum
Ruhlar Aleminden
Web sitesi
www.tevhidyolu.net
İbni Sebe’nin varlığını bildiren âlimler ve eserleri:
1-
Eaşa Hemadan (Ölümü h. 84) Divanının (s.148)’de İbni Sebe’nin adı geçmektedir. Hatta, (Sebeci) küfür, hakaret kelimesi olarak kullanılmıştır. Mesela, Elmuhtar bin Ebi Abid elsekafi ve Kufeli ileri gelen destekçilerini, Basra’ya kaçtıktan sonra aşağıda ki beyt ile Eaşa Hemadan hiciv etmiştir:
Sizin Sebeci olduğunuzu gördüm
Küfrün bekçileri ben sizi bilirim

2- Dr. Sefer El Havali
’nin Zahiratül irca fil fikril islami kitabında (1/345-361) yazdığına göre, Sebeciler, Hasan bin Muhammed bin elhanefiye’nin (tevellüd h.95) İrca kitabında da geçmektedir. Nitekim Dr. El Havali, burada Hasana dayandırılan ircanın manasından bahsetmekte ve bu konuda ilim ehlinin sözlerini de zikretmektedir. Yine El Havali, İbni Ebi Ömer el Adni’nin, (Kitabül İmam s. 249’da) şöyle dediğini bildirmektedir:(Sebecilerin iddialarından biri de şudur: “İnsanlarda bulunmayan vahye, biz ulaştık” derler.)

3-
İbni Asakir Tarihinde (29/7) Şa’biden ( t.103 h.) rivayet ederek diyor ki:
(İslamiyet’te, bir insana tanrı diyerek ona ilahlık isnat eden, dolayısıyla bu şekilde Allahü teâlâya ilk şirk koşan Abdullah bin Sebe’dir.)

4- Furazdak
da (t.116 h.) Divanında (s.242-243) Dir el Cemacim savaşında Abdurrahman bin El Eş’asa karşı devrime kalkan Irak eşrafını ve destekçilerini (Sözlerinde vefa göstermez Sebeciler, tilkiden daha sinsidir onlar...) gibi beytler ile Sebeciler diyerek hiciv etmektedir.

5-
İmam Taberi, tefsirinde (3/119) Katade bin Deame el sudusi el Basri (t. 117 h.)’nin şöyle dediğini nakil etmektedir: Katade, âl-i İmran suresinin, (Kalblerinde eğrilik olan kimseler, fitne çıkarmak, kendilerine göre yorumlamak için onların çeşitli anlamlı olanlarına uyarlar) mealindeki yedinci âyet-i kerimesini okuduğu zaman (bunlar Hurufiler ve Sebeciler değil ise kimdir) yani onların tâ kendileridir demiştir.

6-
İbni Sa’d (t.23 h.), İbni Sebe’yi isim olarak zikretmedi ise de Sebecilik ve liderlerinin fikirlerini anlatmaktadır. (Tabakat Kübra 3/39)

7-
İbni Habib Bağdadi (t.245 h.), Abdullah bin Sebeyi Habeşliler arasında anmaktadır. (Muhber s. 308)

8-
Ebu Asım Huşeyş bin Esram (t. 253 h.), İbni Sebe’nin arkadaşlarından bir grubu ateşte Hazret-i Ali’nin yaktığını İstikame kitabında haber vermektedir.

9-
Mutezilenin ileri gelenlerinden Cahiz (t.255 h.) Beyan ve Tebyin (83-81) kitabında İbni Sebe’den bahsetmektedir. Hazret-i Ali’nin zındıkları yaktığı haberi sihah ve sünen ve Mesenid kitaplarında bildirilmektedir. Örneğin Sünen Ebu Davud (4/126) Nisai (7/104) Hakimin Müstedreki (3/538)

10-
İmam Buhari (t.256 h.) Sahihinde Mürtedlerin tevbe etmelerini istemek kısmında İkrime’nin rivayet ettiği haberde buyuruyor ki: Ali radıyallahü anh zındıkları topladı ve yaktı, bu olayı ibni Abbas duyunca buyurdu ki: Peygamberimiz, (Allahü teâlânın azabı ile azap etmeyin) buyurduğu için ben olsaydım yakmazdım. Onları Resulullahın (Dinini değiştireni öldürün) sözüne istinaden öldürürdüm. Şu tarihi bir gerçektir ki Hazret-i Ali’nin kendisine ilah diye iftira edenlerden yaktığı kişiler, Abdullah bin Sebe’ye uyanlardı.

11-
Cevzcani (t. 259 h. ) Ahval el Rical ( s.38 ) kitabında diyor ki: Sebeciler küfürde çok ileri gittiler ve Hazret-i Ali’ye ilah dediler, o da ceza olarak bunları yaktı ve buyurdu ki: Bu iddialarını çok çirkin gördüğüm için ateşi tutuşturdum ve Kamber’i de çağırdım.

12-
İbni Kuteybe de (h. 276) Mearif (s. 267) kitabında diyor ki: Sebeciler Rafizidirler, Abdullah bin Sebe’ye bağlıdırlar. Tevil Muhtelefil Hadis kitabında da (s. 73) diyor ki: Abdullah bin Sebe Hazret-i Ali’de rububiyet (ilahlık) var dedi, Hazret-i Ali de onun arkadaşlarını yaktı.

13-
El Belaziri (t. 279 h.) diyor ki İbni Sebe Hazret-i Ali’ye Ebu Bekir ve Ömer hakkındaki görüşünü sordu. Cevaben buyurdu ki sizin hiç işiniz yok mu? (Enseb el Eşraf 3/382)

14-
İmam Taberi (t. 310 h.) Seyf bin Ömer’den rivayetle İbni Sebe hakkında en çok haber verendir. (Tarih Taberi 4/283, 326, 331, 340, 349, 398, 494, 505)

15-
İbni Abdu Rabbeh (t. 328 h.) diyor ki: (Sebeciler, Hıristiyanların İsa aleyhisselam hakkında taşkınlık yaptıkları gibi, Hazret-i Ali hakkında çok taşkınlık ederek dediler ki o bizi yaratan Allah’ımızdır.) (el Akdul Ferid 2/405)

16-
Ebu Hasan Eş’ari (t. 330 h) diyor ki: Abdullah bin Sebe ve grubu taşkınlar sınıfındadır. Çünkü onlar Hazret-i Ali’nin ölmediğini iddia ederler ve dünyaya tekrar geri gelecek, yer yüzü adaletle dolacak zulümle dolduğu gibi derler. (Makaletil İslamiyyin 1/85)

17-
İbni Hibban (t. 354 h.) diyor ki: Kelbi Sebecidir ve Abdullah bin Sebe’nin arkadaşlarındandır ve Hazret-i Ali ölmedi, Kıyametten önce tekrar dünyaya gelecek derler. (Kitâbil Mecruhin 2/253)

18-
El Mukaddesi (t. 355 h.) diyor ki: (Hazret-i Ali’nin ölüm haberini söyleyene İbni Sebe şöyle dedi: Arapları sopasıyla sürmedikçe onun beynini sarıp getirsen yine de inanmam. (el Bedi vel Tarih 5/129)

19-
El Maltı (t. 377 h.) diyor ki: Sebeciler Ali’nin hilafeti zamanında yanına geldiler ve dediler ki: Sen sen! Hazret-i Ali buyurdu ki, ne var, ben kimim? Dediler ki: sen yaratansın! Hemen tevbe etmelerini istedi, sözlerinden dönmediler, onlar için büyük bir ateş hazırlattı ve ateşte yaktı. (Tenbih s.18)

20-
Ebu Hafs bin Şahin (t. 385 h.) diyor ki: Hazret-i Ali Şianın taşkınlarının bir kısmını yaktı bir kısmını da sürgün etti. Abdullah bin Sebe sürgün edilenlerdendi. (İbni Teymiye, Minhacil Sünne 1/7)

21-
el Havarzemi (t. 387 h.) diyor ki: Sebeciler Abdullah bin Sebe’nin arkadaşlarıdır. (Mefatihul Ulum s. 22)

22-
el Hemazani (t. 415 h.) Tesbit Dalail el Nübüvveh (3/548) kitabında Abdullah bin Sebe’den bahsetmektedir.

23-
Bağdadi (t. 429 h.) diyor ki: Sebeciler bid’atlerini Hazret-i Ali zamanında ortaya attılar, onlardan bazısını yaktı. İbni Abbas haber alınca ateşle yakmanın uygun olmadığını ayrıca Şamlılarla tekrar savaşacağından, bu işin uzaması halinde arkadaşları arasında kargaşa olacağından geri kalanları sürgün etmesini işaret buyurdu. O da geri kalanları Medayin’e sürdü. (el Firak Beynel Firak s.15)

24-
İbni Hazm (t. 456 h.) diyor ki: İslamiyet’te Allahü teâlâdan başkasına ilahlık isnat edenlerin başı melun el Humeyri Abdullah bin Sebe ve arkadaşlarıdır. Sebeciler Hazret-i Ali’ye gelerek dediler ki: O sensin! Hazret-i Ali onlara dedi ki O kim? O sensin, Sen Allahsın dediler. Hazret-i Ali ateş hazırlatarak onları yaktı. (Fasıl fil Milel ve Nihal 4/186)

25-
El Esfarayani (t. 471 h.) diyor ki: İbni Sebe, fitnesinin başında Hazret-i Ali’nin Peygamber olduğunu söyledi, sonrada onun ilah olduğunu iddia etti ve herkesi buna davet etti. (el Tabsira fiddin s.108)

26-
Şehristani (t. 548 h.) Milel ve Nihal (2/116, 155) kitabında, İbni Sebe hakkında şöyle der: (Diğer taşkın gruplar da, [yani eshab-ı kiramı kötüleyip dil uzatanlar, Hazret-i Ali’ye peygamberlik, ilahlık isnat edenler], İbni Sebe’nin kollarıdır, [yani hepsinin kaynağı İbni Sebe’dir].) Diğer bir yerde de şöyle der: (Hazret-i Ali’nin nassla imam olacağını ilk ortaya atan İbni Sebe’dir.)

27-
Sem’ani (t. 562 h.) diyor ki: Sebeciler, Abdullah bin Sebe’ye uyanlardır. (Enseb 7/24)

28-
İbni Asakir (t. 571 h.) Tarihinde (3/29) İbni Sebe’yi şöyle anlatır: Sebeciler Abdullah bin Sebe’ye tâbi olanlardır ve onlar Rafizilerin taşkınlarıdır, aslı da Yemenli Yahudi idi, Müslümanlığını ilan etti.

29-
Neşvan el Humeyri (t. 573 h.) diyor ki: Sebeciler Ali’nin ölmediğini söylediler, yeryüzü zulümle dolduğu gibi adaletle de dolmadan ölmeyecektir ve insanları kıyametten önce tek dine döndürecektir dediler. (Hivarul Ayn s.154)

30-
Fahrettin el Razi de (t. 606 h.) İtikâdet Firak el Müslimin vel Müşrikin kitabında (s.57) Hazret-i Ali’nin Sebecileri yaktığını vurguluyor.

31-
İbni Esir (t. 630 h.) Ellubab kitabında (s.2/98) diyor ki: Sebeciler Abdullah bin Sebe’nin yolundadırlar. Yine Kâmil kitabında (3/114,144, 147, 154 ve diğer sayfalarda da) Taberi’nin rivayetlerinin senetlerini pek meşhur olduğu için kaldırıp sadece haberleri bildirmektedir.

32-
Es ****eki (t. 683 h.) el-Burhan kitabında diyor ki: (Öldükten sonra tekrar dünyaya geri dönme bozuk fikrini ilk önce İbni Sebe ve adamları söylemiştir.)

33-
İbni Teymiye (t. 727 h.) diyor ki: (Rafiziliğin asıl kaynağı zındık münafıklardır. Bu bid’ati ilk olarak zındık İbni Sebe çıkarmıştır. Hazret-i Ali’nin nassla imam ve onun masum olduğunu söyleyerek çok taşkınlık göstermiştir.) Mecmu’ul Fetava (4/435) ve Minhec’ul Sünnetül Nübeviyye kitabının bir çok sayfalarında böyle taşkınlıklarını ve zındıklığını yazmaktadır.

34-
Abdullah bin Sebe’nin adı, el Ma’laki (t. 741 h.)’nin Temhid vel Beyan kitabında (s. 54) şöyle geçmektedir: (h. 33 senesinde Hazret-i Osman’a karşı bir grup yürüdü. Bu grupta Malik el Eşter, Esved bin Zeyd ve İbni Sevda lakabıyla bilinen Abdullah bin Sebe vardı.

35-
Zehebi (t. 748 h.) el Muğni fid Duafa kitabında (1/339) Ve Mizan (2/426)’da şöyle yazmaktadır: (Abdullah bin Sebe Şianın taşkınlarından ve sapıtmış ve sapıttırandır.) Bu sözün aynısı İslam Tarihi (2/122-123)’nde de geçmektedir.

36-
Essafidi (t. 764 h.) el Vafi bil Vefiyyet kitabında (17/20) İbni Sebe’yi anlatırken diyor ki: (Abdullah bin Sebe, Sebecilerin başıdır. Hazret-i Ali’ye sen ilahsın dedi, onu Medayin’e sürdü. Hazret-i Ali öldürüldüğü zaman onun ölmediğini, çünkü onun bir kısmı ilahtır, İbni Melcem’in öldürdüğü Hazret-i Ali değildir, onun suretine giren şeytanı öldürmüştür dedi. Ali’nin bulutlar arasında olduğunu, gök gürültüsünün onun sesi, şimşeğin onun kamçısı olduğunu, daha sonra da yere ineceğini iddia etti.

37-
İbni Kesir (t. 774 h.) diyor ki: İnsanların Hazret-i Osman’a karşı yürümesine sebep, İbni Sebe’nin ortaya çıkarak, gittiği yerlerde özellikle Mısır’daki insanları yalan sözler ile ayaklandırması olmuştur. (Bidaye ve Nihaye 7/183)

38-
Kermani’nin (t. 786 h.) Firak el İslamiyye (S.34 ) kitabında diyor ki: Ali radıyallahü anh şehid edildiğinde İbni Sebe onun ölmediğini iddia etti ve onda Allah’tan bir cüz vardır dedi.

39-
Şatibi (t. 790 h.) el İ’tisam kitabında (2/197) şuna işaret ediyor: Sebeiyye bid’ati, itikadi bid’at olup küfürdür. Çünkü Allahü teâlâ ile beraber bir ilahın varlığına inanan bozuk bir itikattır. Bu bid’at diğer bid’at sözlerden farklıdır.

40-
Ebil İz El Hanifi (t. 792 h.) Şerh el akidetü et-Tahaviyye kitabında (s.578) şöyle demektedir: Pavlusun hıristiyan dinini bozduğu gibi Abdullah bin Sebe de İslam dinini bozmak için Müslüman göründü.

41-
Cürcani (t. 816 h.) Tarifat kitabında Abdullah bin Sebe’yi şöyle tanıtıyor: O Sebecilerin başı idi. Arkadaşları gök gürültüsünü duyduklarında, (selam sana emiril müminin) derler.

42-
Mukrizi (t. 845 h.) el Hutat (2/356-357) kitabında diyor ki: (Hazret-i Ali zamanında tenasüh, geri dönme ve vasiyet sözünü Abdullah bin Sebe söylemiştir.

43-
Hafız bin Hacer (t. 852 h.) Lisanil Mizan (3/290) kitabında İbni Sebe’nin haberlerini Seyf bin Ömer dışındaki ravilerden bildirmiş olup şöyle der: (Abdullah bin Sebe’nin haberleri tarih kitaplarında meşhurdur, tek bir rivayet değildir.)

44-
El Ayni (t. 855 h.) Akdul Ceman kitabında (9/168) diyor ki: (İbni Sebe Mısır’a geldi ve emr-i maruf yapıyor gözükerek yani kendini dindar göstererek Mısırlıların kalblerine bozuk fikirlerini bunun yanında tekrar geri dönme inancını yerleştirdi.)

45-
Suyuti (t. 911 h.) Lubbul Elbab fi tahrirul Enseb kitabında (1/132) şöyle demektedir: Sebeciler, Abdullah bin Sebe’nin yolunda oldukları için (Sebeci)ler diye adlandırılmışlardır.

46-
Sefarani (t. 1188 h.) Levamiul Envar kitabında (1/80) diyor ki: Şia fırkasının içine Sebeciler de girer. Sebeciler Hazret-i Ali’ye sen gerçekten ilahsın diyen Abdullah bin Sebe’yi takip edenler, onun yolunda gidenlerdir. Hazret-i Ali bu sözü söyleyenlerden eline geçirdiğini yakarak cezalandırdı.

47-
Zübeydi (t. 1205 h.) şöyle haber vermektedir. Ferve bin Müsk el Muradi’nin rivayet ettiği hadiste geçen kişi taşkın Sebecilerin başı olan Abdullah bin Sebe’nin babasıdır. (Tacul Arus 1/75-76).

Zübeydinin bu sözü doğru değildir. Ferve bin Müsk’in hadisi de onun bu iddiasını red eder. Onun dediği gibi olmadığını görmek için, Sünen Ebu Davud (3373) nolu hadisine ve Tirmizi’nin (3220) nolu hadisine ve Sebe suresinin tefsirine bakınız. Hadiste bunun hakkında geniş bilgi vardır. Hadiste geçen Sebe araplardan biridir. On tane oğlu oldu, altısı Yemen’e dördü de Şam’a yerleşti. Onlar Arap kabilelerinin ecdatlarındandır. Buradan da anlaşılıyor ki Sebe çok eski Arap soylarından biridir. Sebecilerin başı olan Abdullah bin Sebe’nin babası ile ilişiği yoktur.

48-
Abdul Aziz bin Veliyullahil Dehlevi (t. 1239 h.) Muhtasaril Tuhfe el İsne Aşeriyye kitabında (317) İbni Sebe hakkında şöyle buyurmakta: İslam’da en büyük musibetlerden biri de o zamanda Yahudi iblislerinden bir iblisin Müslümanların dini bilgisi az olanlarına musallat olmasıdır. Kendisini Müslüman olarak gösterdi, dini ve Müslümanları kayırdığını, sevdiğini iddia etti. Bu şeytan San’alı Yahudi Abdullah bin Sebe idi, İbni Sevda diye adlandırılırdı, davasını sinsice, tedrici olarak ve akıllıca yayardı.

Ulemanın sözlerinden bu kadarını toplamak müyesser oldu, bunlardan başkaları da çoktur, hepsi de Yahudi Abdullah bin Sebe’nin hayal değil bir gerçek olduğunu göstermektedir. Öncekilerin eserleri ile yetinmemizin sebebi, olaylara zaman olarak bizden daha çok yakın olmaları dolayısıyla bizlerden daha iyi bilmeleri ikinci olarak da onların günümüzde bulunmayan yok olan kitaplara bakabilmiş olmalarıdır.

Yine muasır bilim adamlarından böyle bir şahsın varlığını kabul edenler de çoktur. Bu konuda daha geniş bilgi almak isteyenler. Dr. Ahmet bin Abdullah bin İbrahim el Zağibi’nin El unsuriyye tul yahudiyye ve âsaruhe fil müştemal islami vel mevkıf minha kitabına (2/530-531) bakabilirler. İbni Sebe’nin varlığını kabul eden bir çok muasır ilim adamlarına yer vermiştir.
Şia’dan ibni Sebe’nin varlığını kabul edenler:
1-
Taberi, Ebi Muhnif (Lut bin Yahya) (t.157 h.)’dan naklen diyor ki: Meakal bin Kays el Riyahi (Hazret-i Muaviye’nin Kufe valisi olan El Mugıre bin Şu’abe’nin) Harici El Mustevrid bin Alfa ve adamları ile savaşması için görevlendiği zat olup, iftiracı, yalancı ve Sebecidir. (Tarih Taberi 5/193)

2-
Dr. Ahmet bin Abdullah bin İbrahim el Zağibi’nin El unsuriyye tul yahudiyye kitabında (2/528) Esfahani (t. 283 h.) İbni Sebe’nin var olduğunu bildiriyor.

3-
El Naşi el Ekber de (t. 293 h.) Meseil el İmame (s. 22-23) kitabında şöyle bildiriyor: (Bir grup, Ali radıyallahü anhın ölmediğini, diri olduğunu, Arapları sopasıyla sürmedikçe (yola getirmeden de) ölmeyecektir dedi. İşte bunlar Abdullah bin Sebe’nin arkadaşları olan Sebecilerdir, Abdullah bin Sebe ise San’alı Yahudi idi ve Medayin’de ikamet etti.)

4-
El Kami (t. 301 h.) Mekalet ve Firak (s. 20, Tahran 1973 m. Dr. Muhammed Cevad Meşkür Feyruvi tahkik etmiştir) kitabında haber veriyor: Sahabeye ve Ebu Bekir’e, Ömer’e ve Osman’a ilk uygunsuz söz söyleyen, onları kötüleyen ve onlardan teberri eden Abdullah bin Sebe’dir. Ve bunları kendisine Hazret-i Ali’nin emrettiğini iddia etti. (Hazret-i Ali’nin ölüm haberini getirene şöyle dediler: Yalan söylüyorsun Allah’ın düşmanı, bize onun beynini getirsen, öldüğüne yetmiş şahit bulundursan sana yine inanmayız ve yine de onun ölmediğini ve öldürülmediğini ta ki Arapları çomağıyla idare ve hüküm etmeden ve yine yeryüzünü tamamen hükmü altına almadan ölmeyecektir.)

5-
Nubahti de (t. 310 h.) Firak el Şia kitabında (s. 23) İbni Sebe’nin haberlerini anlatıyor. (İbni Sebe Hazret-i Ali’nin ölüm haberini alınca, haberciye şöyle dedi: Yalan söylüyorsun Allah’ın düşmanı, bize onun beynini getirsen, öldüğüne yetmiş şahit bulundursan sana yine inanmayız. O ölmedi ve öldürülmedi, ta ki Arapları çomağıyla idare ve hüküm etmeden ve yine yeryüzünü tamamen hükmü altına almadan ölmeyecektir.)

(S. 44) de diyor ki: Hazret-i Ali aleyhisselamın arkadaşlarından ilim ehli bir grup şöyle dedi: Abdullah bin Sebe Yahudi asıllı idi sonra Müslüman oldu ve Hazret-i Ali’nin taraftarı oldu. Yahudi iken de o Yuşa bin Nunun Hazret-i Musa aleyhisselamın yerine geçecek vasidir derdi. Aynı taşkınlığına Peygamber sallallahü aleyhi vesellemin vefatından sonra Müslüman olunca da devam etti. Yine ilk önce Hazret-i Ali’nin imametinin farz olduğunu, düşmanlarından beri olduğunu o söylemiştir.

Nubahti diyor ki: İşte bunun içindir ki şiaya muhalif olanlar diyor ki: (Rafiziliğin aslı (esasları) Yahudilikten alınmıştır.)

6-
Ebu Hatim el Razi (t. 322 h.) El zine fil Kelimatil İslamiyye kitabında (s.305) diyor ki: Abdullah bin Sebe ve onun söylediğini söyleyen Sebeciler Hazret-i Ali’nin ilah olduğunu ve ölüleri dirilttiğini iddia ederlerdi.

7-
El Keşi de (t. 340 h.) Rical kitabında (s. 98-99, Kerbala matbuat el Ealemi baskısında) Ebu Cafer Muhammed Bakır senediyle rivayetinde diyor ki: Abdullah bin Sebe kendisinin Peygamber olduğunu ve Emiril müminin de (Hâşâ Allah olduğunu iddia ederdi.)

Aynı kitabta (s. 70, 100) bu sözlere benzer sözleri ile Cafer Sadık ve Ali bin Hüseyin’den rivayetler vardır. Bu rivayetlerde Abdullah bin Sebe’yi lanetliyorlar.

(Hazret-i Emire böyle söylediği ulaşınca, hemen çağırtır ve böyle söyleyip söylemediğini sorar ve itiraf eder der ki: Evet o sensin, benim kalbime senin Allah olduğun ve benim de Peygamber olduğum vahyoldu. Hazret-i Emir şöyle der: Kahrolasın, şeytan seninle alay etmiş, Anan seni kaybetsin (Allah canını alsın) hemen bunlara tevbe et dedi. Kabul etmedi bunun üzerine onu üç gün tevbe etmesi için hapsetti, ama o tevbe etmeyince de onu yaktı.) [Onu değil arkadaşlarını yaktı, ibni Sebe’yi Medayin’e sürdü.]

8-
Ebu Cafer Saduk bin Babuvi el Kami (t. 381 h.) Men la Yahdurhül Fıkıh (10/213) kitabında diyor ki: Abdullah bin Sebe, Hazret-i Ali’ye ellerini göğe kaldırarak dua etmesi hususunda itiraz etti. [Galiba, Sen tanrısın, böyle niye dua ediyorsun demek istedi.]

9-
Şeyh el Mufiyd (t. 413 h.) Şerh Akaidil Sudur (s. 257) kitabında diyor ki: Müslüman görünenlerden taşkınlar, Hazret-i Ali’ye ve zürriyetine Peygamberlik ve ilahlık isnat edenler için, Emiril müminin Hazret-i Ali yakılarak öldürülmeleri hükmünü verdi.

10-
Ebu Cafer el Tusi (t. 460 h.) Tehzibul Ahkam kitabında (2/322) diyor ki: İbni Sebe kâfir oldu ve taşkınlık gösterdi.

11-
İbni Şehri Aşub’un (t. 588 h.) Menakibi âli Ebi Talib kitabında (1-227-228) İbni Sebe’den bahsedilmektedir.

12-
İbni Ebil Hadid (t. 655 h.) Şerh nehcül Belaga (2/99) kitabında diyor ki: Emiril müminin öldürüldükten sonra İbni Sebe uygunsuz fikir ve sözlerini aşikâre ifade etti ve kendine taraftar edindi.

13- Hasan bin Ali el Hilli
(t. 726 h.) Rical kitabında (2/71) İbni Sebe’nin zayıflardan olduğunu, yani güvenilir olmadığını bildirmektedir.

14-
Şii Zeydi imamlarından İbnil Murteda (t. 840 h.) diyor ki: Şiiliğin kaynağı İbni Sebe’dir, çünkü nassla imamlığı meydana çıkaran odur. (Tacul Arus s. 5-6)

15-
Erdibili (t. 1100 h.) Cami ul Rivat kitabında (1/485) diyor ki: Melun taşkın İbni Sebe Hazret-i Ali’nin ilah ve peygamber olduğunu iddia ederdi.

16- El Meclisi
(t. 1110 h.) Bahrul Envar elcamiatü lidürari Ehbaril Eimmetül Ethar kitabında (25/286-287) ibni Sebe’den bahsetmektedir.

17- Nimetullah El Cezairi
(t. 1112 h.) Envarul Numaniyye kitabında (2/234) diyor ki: Abdullah bin Sebe Hazret-i Ali’ye radıyallahü anh sen gerçekten ilahsın dedi. Bunun üzerine onu Medayin’e sürgün etti. Denildi ki o Müslüman olmadan önce yani yahudi iken de, Yahudi dinindeki Yuşa bin Nuna, Musa’nın vasisi derdi, Hazret-i Ali’ye dediği gibi.

18- Tahir El Âlimi
(t. 1138 h.) Miratül Envar ve Mişketül Esrar fi Tefsirul Kur’an (s. 62) mukaddemesinde İbni Sebe’den bahsetmektedir.

19- Memakani
(t. 1323 h.) Tenkihul mekal fi ehvalir rical kitabında (2/183) kendinden önceki Şii kaynaklarından bildirdiği birkaç nakiller içinde de İbni Sebe’nin adı geçmektedir.

20- Muhammed Hüseyn el Muzferi
(t. 1369 h.) İbni Sebe’nin varlığını inkâr etmeyen muasır şialardandır. Ancak şiilerin onunla bir ilişkisi olmadığını söylüyor. (Tarih el Şia s.10)

21- El Havanseri
de Ravdatül Cinan (3/141) kitabında, İmam Cafer Sadık’ın İbni Sebe’yi yalan ve sahtekârlığından dolayı lanetlediğini bildiriyor. (Devamı var)
 

seyfullah putkýran

New member
Katılım
30 Eyl 2005
Mesajlar
5,807
Tepkime puanı
205
Puanları
0
Yaş
40
Konum
Ruhlar Aleminden
Web sitesi
www.tevhidyolu.net
İbni Sebe’nin varlığını inkâr edenler:
1- Abdullah bin Sebe’nin varlığını inkâr edenlerin başında Taha Hüseyin gelmektedir. (Fitnetil Kübra s.90-132) Taha Hüseyin’in hanımının ve sekreterinin Hıristiyan olduğunu ve Paris’te kendisinin de Hıristiyan olduğunu hatırlatmakta fayda var.

2- Dr. Ali Sami el Neşşar da, İbni Sebe adında bir kimse yoktur, hayali biridir dedi. (Neş’etül Fikril Felsefi fil İslam 2/38-39)

3- Dr. Hamid Hanefi Davud, İbni Sebe’nin şahsiyeti hakkında yazılan Şii kitaplarının etkisi altında kalarak onun varlığını inkâr edenlerden biridir. Şöyle ki (Abdullah bin Sebe ve başka efsaneler) kitabının mukaddemesinde diyor ki: (Son olarak da bu kitabın sahibi Seyyit Murteda el Askeri’nin kitabından hoşlandığımı bildirmekten mutluluk içindeyim.) Abdullah bin Sebe hakkındaki görüşünü ise şöyle açıklamaktadır: (Tarihi hataların ve iftiraların en büyüklerinden biri de Abdullah bin Sebe hikayeleridir. Araştırmacılar ipin ucunu kaçırmış ve işin iç yüzü karanlık olduğundan, anlayamadıkları için Şii âlimlerine yapılan iftiraların farkında olamadılar. (1/18-21) Yine kitabında diyor ki: (İslam davası çerçevesinde şiacılık tabii bir görünümdür.) (s.18)

4- Dr. Muhammed Kamil Hüseyin (Fatımı Mısırın Edebiyatı) kitabı (s. 7)

5- Abdul Aziz el Helabi Abdullah bin Sebe isimli kitabında (s. 73) şöyle demektedir. Şahsiyeti bilinmeyen varlığı şüpheli olan İbni Sebe’nin varlığını inkâr etmek gerekir.

6- Yukarıda İbni Sebe’nin varlığını inkâr edenlerin tilmizlerinden olan, Şii mezhepli Prof. Hasan bin Ferhan el maliki de İbni Sebe’yi ve çıkardığı fitneleri inkâr etmektedir. (Müslümün Gazetesi, Sayı 657, 658)

7- İbni Sebe’nin varlığını inkâr edenlerden biri de Dr. Cevad Ali’dir. el Mecmeul İlmi El Iraki Mecellesinin altıncı cilt (s. 84, 100) Abdullah bin Sebe başlıklı makalesine bak. Yine Mecelletül Risale (sayı 778 s. 609-610)’ye bakabilirsiniz.

8- Dr. Muhammed Amare de Mutezile ve mürcie fırkalarını desteklemektedir. El Hilafetü ve neş’etül ahzabül islamiyye kitabında (s. 154-155) diyor ki: Bir çok tarihi kaynaklar ve islami düşünce (!) bu kadar büyük çalışmaları ve uydurma uğraşları İbni Sevda’ya dayandırmaktadır. Yine diyor ki: (İbni Sebe’nin varlığını farz edelim...) ve buna benzer sözleri.

9- Dr. Abdullah El Semirai el guluv vel firakil gali’ye fil hadaratil islamiyye kitabında (s. 86) İbni Sebe’nin varlığını inkâr etmekle beraber İbni Sebe’nin fikirlerinin var olduğunu, bu fikirlere uyan insanların bulunduğunu söylemektedir.

Şia’dan ibni Sebe’nin varlığını inkâr edenler:
1- Muhammed El Hüseyin Keşif el Gata (Asluş Şia ve Usulihe) kitabında (s.61) diyor ki: Abdullah bin Sebe, Mecnun Beni Amir ve Ebu Hilal gibi romancıların insanların boş vakitlerini meşgul etmek için uydurdukları hurafelerdir.

2- Murteda El Askerinin bu konuda iki kitabı var, İbni Sebe’nin varlığının tamamen asılsız olduğunu söylüyor. Abdullah bin Sebe hakkında en çok konuşan kişi budur. Birinci kitabının başlığı (Abdullah bin Sebe)dir. Bu kitabında hicri ikinci asırdan itibaren bu konuda yazan tarihçilerin ve müsteşriklerin yazılarını araştırmaktadır. İkinci kitabı ise şu başlıktadır: (Abdullah bin Sebe ve Diğer Efsaneler)

3- Muhammed Cevad Mugniye, Murteda el Askerinin Abdullah bin Sebe ve Diğer Efsaneler kitabının önsözüne yazdığı yazıda İbni Sebe’nin varlığını inkâr etmektedir.

4- Dr. Ali el Verdi, Vaazüsl Selatin kitabında (s. 273-276) diyor ki: (Bana öyle geliyor ki İbni Sebe baştan sona kadar çok iyi işlenmiş ve tasvir edilmiş bir hikayedir.) Ali El Verdi, İbni Sevda’nın Hazret-i Ammar bin Yasir radıyallahü anh olduğunu diyen kişidir. (s. 378)

5- Abdullah el Fayad, Tarihül İmamiyye ve Eslafihim mineş Şia kitabında (s. 95) diyor ki: İbni Sebe gerçek olmaktan daha fazla hayale daha yakındır.

6- Dr. Kamil Mustafa El Şeybi (El Sıla beyne el Tasavvuf vetteşyi) kitabında (s. 41), Dr. Ali el Verdi’nin iftirasına uymuştur. Yani o da, Ammar bin Yasir’in İbni Sevda olduğu (s.88) fikrindedir.

7- Talip el Rifaı (etteşyi zahiratün tâbiiyye fi itarid davetil islamiyye) kitabında (s. 20) ibni Sebe’nin varlığını kabul etmemektedir.

İbni Sebe’nin şahsiyetini inkâr etmek, bu yeni şii araştırmacıların sanki ortak hedefidir. Bunun nedeni de, şii inancına Yahudiliğin tesirinin olmadığını göstermektir. Ama nerde, güneş balçıkla hiç sıvanır mı?

Dr. S’adi el Haşimi’nin İbni Sebe hakikattir hayal değildir kitabında (s. 76) yer alan şu makalesi hoşumuza gitti, orada diyor ki:
Tarihi Şii kitaplarından nakil edilen açık nasslarda da Yahudi İbni Sebe’nin gerçek biri olduğu kayıtlıdır. Bu konuda inkâra giden şiiler kendi kitaplarını kötülemiş olurlar. Çünkü bu kitaplarda masum imamlarının Yahudi ibni Sebe’ye lanet ettiğini nakil ediyorlar. Kendi inançlarına göre masum olan imamlarından, gerçek olmayan yani hayali bir insana lanet etmek, o şahıs hakkında bilgi vermek, masum imamların yalan söylemesi, iftira etmesi demek olur ki, bu da kendi inançlarına göre caiz değildir.

Müsteşriklerden ibni Sebe’nin varlığını bildirenler:
Müsteşrikler Abdullah bin Sebe’nin haberleri üzerinde çok araştırma yapmışlardı. Bu kindâr İslam düşmanlarının, ibni Sebe’nin varlığını ispat etmelerine ihtiyacımız yok, ancak burada yer vermemizin nedeni, bazıları gayrimüslimlerin sözlerine çok kıymet vermektedir, onlar için belki faydası olur diye yazıyoruz:
1- Alman Müsteşrik Yulyus Felhevzin (1844-1918 m.) diyor ki: Sebecilerin meydana çıkışı Ali ve Hüseyin dönemlerinde olmuştur. İsminden de anlaşılıyor ki Sebeciler Yemen’li Abdullah bin Sebe’ye bağlı olanlardır. (El havaric veş Şia s.170-171)

2- Müsteşrik Fan Filuvtin (1866-1903 m) de Sebecilerin başının Abdullah bin Sebe olduğunu ve ona bağlı olduklarını söylemektedir. Ve yine diyor ki: (Sebeciler, Abdullah bin Sebe taraftarı ve yardımcılarıdır. Bunlar Osman zamanından beri hilafetin Ali’nin hakkı olduğunu söyleyenlerdir. Yine bunlar Ali ve haleflerine ilahın tecessüm ettiğine inanırlar.) (Essiyadetül arabiyye veş şia vel israiliyet fi ahdi beni Umeyye s. 80)

3- İtalyan Müsteşrik Keyetani (1869-1926 m.) diyor ki:
(İbni Sebe gerçektir. h. 33-35 senesinde olan olayların içindedir. (Havali’yet İslam, sekizinci cüz)

4- Müsteşrik Lifi Dilafide (t. 1886 m.), Melazeri’nin Ensebul Eşraf kitabından alarak diyor ki: (.....Abdullah bin Sebe’ye uğrar ve Ali’nin hilafeti hakkında konuşurdu.)

5- Alman Müsteşrik İsrael Feridlander, Aşuriyye mecellesinin iki sayısında da (1909 yılı s. 322 ve 1910 yılı s. 23) Abdullah bin Sebe Şiiliği kurandır ve Aslı Yahudidir başlığı altında 80 sayfayı aşan araştırmasını şöyle özetler: İbni Sebe’nin varlığı hususunda kesinlikle şüphe yoktur.

6- Macar Müsteşrik Culd Tesihir (m. 1921) diyor ki: Ali’nin ilahlığını söyleyen, abartan, büyüten kişi Abdullah bin Sebe’dir. (El akidetü ve şeriatü fil islam s. 205)

7- Rinold Neklis (m. 1945) diyor ki: (Abdullah bin Sebe, Sebeci fırkasının kurucusudur. Yemen’in San’a sakinlerindendi. Hakkında Yahudi olduğu ve Osman zamanında Müslüman olduktan sonra gezgin vaiz olduğu söylendi.) (Tarihul edebul arabi, s.215)

8- Davit M. Runlidis diyor ki: (Taberinin dediği gibi Osman döneminde Abdullah bin Sebe adında biri vaiz olarak ortaya çıktı, Müslümanların arasına bozgunculuk sokmak için İslam ülkelerini enine ve boyuna dolaştı ) (Akidetüş Şia s. 85)

9- İngiliz müsteşrik Barnerd Luis de Şiiliğin temeli olarak Abdullah bin Sebe’yi görmektedir. (Usulul İsmailiyye s. 86)

Abdullah bin Sebe konusunda bazı önemli müsteşrik kitapları bunlardır, daha başkaları da çoktur. Daha geniş bilgi için Dr. Süleyman el Avde’nin Abdullah bin Sebe eseruhu fi ahdesil fitneti fi sadril İslam kitabına (s. 73) bakınız.

Müsteşriklerden çok azı İbni Sebe’nin varlığını inkâr etmektedir, nedeni de şu iddialarıdır:
1- Çıkan fitneler eshabın kendi aralarında işlemiş olduğu hatalardır, bu fitneleri ve hataları Yahudi ve Zındıklara atmaları Müslüman tarihçilerin sahabeyi savunma yöntemidir.

[Açıklama: Müslüman tarihçilerin eshab-ı kiramı savunmak için bu yola başvurmalarına hiç ihtiyaçları yoktur. Çünkü onları Allahü teâlâ savunmaktadır. Kur’an-ı kerimde (Hepsine Cenneti söz verdim, onlar benden razıdır ben de onlardan razıyım) diye defalarca buyurmaktadır. [Hadid 10, Nisa 95, Tevbe 100, Âl-i İmran110, Feth 18]
Tarihçiler savunsa ne olur, savunmasa ne olur!]

2- Sahabe arasında tahripçilerin gezmesine gerek yoktu. Çünkü, hırsları ve dünya sevgileri yüzünden her biri sulta’nın kendinde olmasını istiyordu. Bu sebeplerden ötürü planlı kasıtlı şekilde birbirleri ile savaştılar.

[Açıklama: Kâfirlerin bu iddialarına da Allahü teâlâ cevap vermektedir:
(Eshabın hepsi, kâfirlere karşı çetin ve birbirlerine karşı merhametlidir.) [Feth 29]

3- İslam dini sahabenin ahlakını bile düzeltememiş, Peygamber aralarından gider gitmez kısa bir zamanda birbirlerine girmişlerdir. İslam dini aralarını bulmaktan aciz kalmıştır. Demek ki İslam dini hak değildir, her zaman için geçerli olamaz.

[Açıklama: Kâfirlerin bu iddiasına da Allahü teâlâ cevap vermektedir:
(Ey ehl-i kitap, resulümüz [Muhammed aleyhisselam] kitaptan gizlediğiniz şeyleri açıklamak üzere geldi. Size Allah’tan bir nur ve apaçık bir kitap geldi.) [Maide 15]

(Allah, Peygamberini, hidayet ve hak din, İslamiyet ile gönderdi. İslam dinini, diğer dinler üzerine üstün kıldı.) [Muhammed aleyhisselamın hak] Peygamber olduğuna şahid olarak Allah yeter.) [Feth 28]

(Müşrikler istemese de, İslam dinini diğer bütün dinlerden üstün kılmak için resulü Muhammed aleyhisselamı, [sebeb-i hidayet olan] Kur'an ve İslam dini ile birlikte gönderen Allah’tır.) [Saf 9]

(Allah indinde hak din ancak İslam’dır.) [Al-i İmran 19] (Sizin için din olarak İslam’ı beğendim.) [Maide 3] (Kim İslam’dan başka din ararsa, bilsin ki, bulacağı o din, asla kabul edilmez.) [Al-i İmran 85]


Bazı inkârcıların ibni Sebe’yi inkâr etmelerinin nedeni
Birinci olarak diyorlar ki: (İnsanlar arasında ibni Sebe’nin haberlerinin yayılmasında tek kaynak Taberi’dir ve bu haberlerin tamamı Seyf bin Ömer’in rivayetlerine dayanmaktadır. Dolayısıyla İbni Sebe’nin haberleri tek bir kaynaktandır. Cerh ve Tadil âlimleri Seyf’in zayıf biri olduğunu söylemişlerdir.)

Buna cevap üç kısım olacaktır:
A) İbni Sebe hakkında ki haberlerin tek kaynak Taberi olması ve bu haberlerin tamamının Seyf bin Ömer’in rivayet etmesi
CEVAP: Bu şüphe geçersizdir. Çünkü Seyf’den tek rivayet eden Taberi değildir. Seyf’ten bazı rivayetler vardır Taberi’de bu rivayetler yoktur. Örnek:
1- İbni Asakir yoluyla (t. 871 h.) kendi Tarih kitabında (29//9) Seyf bin Ömer’den rivayet var Taberide yoktur.
2- Maliki (t. 741 h.) yoluyla Temhid ve Beyan kitabında (s. 54) Seyf bin Ömer’den rivayet var Taberi de yoktur.
3- Zehebi yoluyla (t. 748 h.) İslam Tarihi kitabında (2/122-123) Seyf bin Ömer’den rivayet var, yine bu rivayet de Taberide yoktur.
Bu üç yolla gelen rivayetler gösteriyor ki: İbni Sebe hakkındaki haberleri veren Seyf bin Ömer’in bildirdiği rivayetleri sadece bildiren Taberi değildir. Demek ki bu haberlerin tek kaynağı Taberi değildir.

B) İbni Sebe hakkındaki haberlerin kaynağı sadece Seyf bin Ömer olması
CEVAP: Bu şüphe de doğru değildir. Bazı rivayetler vardır ki Seyf, senetlerinde yoktur. Araştırmalarımızda gördüğümüz şudur ki İbni Sebe hakkında ki rivayetlerin kaynağı tek Seyf bin Ömer değildir. Burada birkaç nassı İbni Asakir’den bildireceğiz, hiçbirinin senedi Seyf bin Ömer’e dayanmıyor. İbni Asakir’in tarihini bizzat seçmemizin nedeni ise, Taberi’de olduğu gibi, bildirdiği haberleri rivayetlerine dayandırmasıdır.
Birincisi: İbni Asakir’in zikrettiği ve senedini el Şabi’ye dayandırdığı haberdir. Dedi ki: İlk Allah’a yalan söyleyen Abdullah bin Sebe’dir.

İkinci rivayet: İbni Asakir’in senediyle Ammar el Dehni’ye dayandırdığı haberde diyor ki: Eba el Tufeyl’den duydum diyor ki: Ali minberdeyken Müseyyib bin Necbe’nin İbni Sevda’yı getirdiğini gördüm, Ali buyurdu ki: Onun suçu ne? Dedim ki: Allah’a ve resulüne yalan söylüyor.

Üçüncü rivayet: İbni Asakir’in senedi ile Zeyd bin Vehb’e dayandırdığı haberde diyor ki: Hazret-i Ali buyurdu ki: Ben bu siyahiden beriyim.

Dördüncü rivayet: İbni Asakir’in Şu’be senediyle, o da Seleme’den naklen diyor ki: Seleme dedi ki:
Eba el Za’radan duydum o da Hazret-i Ali’nin şöyle dediğini bildirdi: Bu siyah yağ küpünden ben beriyim.

Beşinci rivayet: İbni Asakir’in Şu’be senediyle o da Seleme bin Kehil o da Zeyd’den naklen dedi ki: Ali bin Ebi Talip buyurdu ki: Abdullah bin Sebe’yi kast ederek - Ben bu siyah yağ küpünden beriyim - çünkü o Ebi Bekir ve Ömer hakkında ileri geri konuşuyordu-

Altıncı rivayet: İbni Asakir’in senediyle Seleme bin Kehil o da Haciyye bin Adıy el Kendi’den naklen dedi ki: Hazret-i Ali’yi minberde gördüm şöyle buyuruyordu: Şu Allah ve Resulüne yalan söyleyen siyah yağ küpünü -İbni Sevda’yı kast ediyor- cezalandırmamda beni kim mazur görmezki! Bunu öldürdüğüm için bazı kimseler beni kınamayacak olsa, Nehr ahalisinin kanlarına benim sebep olduğumu iddia ettikleri gibi bunlardan bir tepe oluştururdum. [Bunların hepsini öldürür, üstüste koyardım.]

Yedinci rivayet: İbni Asakir’in senediyle Ebu Ahvas o da Mugireden o da Semmak’dan naklen dedi ki: Ali, İbni Sevda’nın Hazret-i Ebu Bekir ve Hazret-i Ömer’in üstünlüğü hakkında ileri geri konuştuğunu duyunca hemen onu çağırdı bir de kılıç istedi. [Öldürmekten vazgeçti] Onunla konuştu ve benim bulunduğum şehirde bulunmayacaksın dedi. Medayin’e sürgün etti. İbni Asakir, Tarih Dimaşik (29/7-10)

C) Seyf bin Ömer’in Cerh ve Tadil âlimlerince zayıf bilinmesi
Seyf bin Ömer muhaddis olarak:
Nesai, fidduafe vel metrukin kitabında (s. 14) (Seyf bin Ömer el Dabi zayıftır), Ebi Hatim Cerh ve Tadil kitabında (2/278) Seyf bin Ömer hadisleri alınmaz, onun hadisleri Vakidi’nin hadisleri gibidir. İbni Muin de aynı kaynakta (2/278) Seyf’in hadisleri zayıftır. Zehebi de Kütübü sittede rivayetleri zayıf olanlar arasında zikredip, onun zayıf olduğunu İbni Muin ve başkaları bildirdi demekle yetinmiştir. İbni Hacer de Takrib kitabında (1/344) : (Seyf Hadisleri zayıftır.) İbni Hibban da Mecruhin kitabında (1/345): (Seyf bin Ömer el Dabi El Esedi Basra ahalisindendir. Zındıklıkla itham edilmiştir.

Yukarıda bildirilen Seyf bin Ömer’in Hadisci yönünden böyle olması, ama tarihçi olması yönünden nedir?

Şimdi burada ilim ehlinin sözlerini nakletmeden, Hadis rivayetçileri ile tarih rivayetçilerini birbirinden ayırmak lazım geldiğini arzetmek isteriz. Zira, birincisi üzerine hükümler ve ceza hukuku kurulur ve bu yönüyle dini hükümlerin oluşmasında direkt bağlantılıdır. Bu nedenle Ulema -rahimehümüllah- hadis ravilerinde bazı şartlar aramışlardır. Ama Tarih haberlerini veren habercilerde bu şartlar önemli ise de, biraz farklıdır. -Özellikle de bu haberler Sahabe ile ilgili ise- ancak tarih haberleri, Hadis gibi fazla incelenmez. Bu ölçüde de Seyf bin Ömer’in de Hadis ve Tarihçi yönlerini gözetmek gerekir. Bu konu hakkında geniş bilgi için Muhammed Emhazun’un Mevakiful sahabe fil fitne kitabına (1/82-143) bakınız.

Rical kitaplarına bizzat baktığımızda aşağıdakileri görürüz:
Zehebi fi Mizanil İ’tidal (2/255) de diyor ki: (Bilinçli bir tarihçi idi)
İbni Hacer de fi Takribil Tehzib 81/344) diyor ki: (Tarihte senettir, dayanaktır.)

İbni Hibban’ın Zındıklık itham etmesine ise İbni Hacer Takrib (1/344)’de diyor ki: (İbni Hibbanın Ona karşı bu sözü kötü olmuştur.) Seyf’i delilsiz zındıklıkla itham etmek doğru değildir. Yoksa fitne hakkında ve sahabe arasında geçen sözlerini bildirdiği rivayetleri nasıl açıklarız, hadiseleri bildiren rivayetlerindeki üslubu zındıkların üslubundan çok uzaktır. Nitekim İbni Sebe gibi zındıkların örtülerini yırtıp açığa çıkarmıştır! Zındık olsaydı, bunu yapmazdı.

Durum böyle olunca, Seyfin rivayetlerini diğer habercilerin rivayetlerine örneğin Ebi Muhnif, Vakidi, İbni El Kelbi gibi, tercih etmekte hiç kimse şüphe etmez. Çünkü Seyfin rivayetleri Sikalar tarafından doğru rivayetlerle insicamlı, uyumlu olması, daha ötesi o olayları görenlerden, kaynağından almış olmasıdır. Daha fazla bilgi için Dr. Halid bin Muhammed El Gays’in İstişhed Osman ve vakıatul Cemel rivayetü Seyf bin Ömer kitabına (s.19-40), Dr. Süleyman el Avde’nin Abdullah bin Sebe eseruhu fi ahdesil fitneti fi sadril İslam kitabına (s.104-110) bakınız.

İkinci olarak diyorlar ki: (İbni Sebe diye biri yoktu, gerçekte bu adla Ammar bin Yasir kast edilirdi.) Bu görüşlerini ispat için birkaç madde sundular bunlardan bazıları:
1- İbni Sebe, İbni Sevda olarak bilinirdi, yine Ammar’ın da künyesi İbni Sevda idi.

2- Her ikisi de Yemen’den, Yemen asıllı Sebe bin Yeşcab soyundandır.

3- Her ikisi de Hazret-i Ali’yi çok severlerdi, insanları Hazret-i Ali’ye biat etmeleri için teşvik ederlerdi.

4- Ammar Mısır’a Hazret-i Osman zamanında gitti ve insanları ona karşı kışkırtıyordu, aynısını İbni Sebe’nin de yaptığı söyleniyor.

5- Osman, hilafeti hakkı olmadığı halde aldı sözü İbni Sebe’ye aittir. Şer’i hak sahibi ise Hazret-i Ali’dir. Aynısını Ammar da diyordu.

6- Cemel savaşında barış uğraşlarını ikisi de engellemeye çalışıyorlardı.

7- Ebu Zeri Osman’a karşı kışkırtan İbni Sebe’dir dediler.
CEVAP
Bu iddiaları, iddia sahibinin cahil olduğunu gösterir. Bu iddialarını, Şianın kendilerince güvenilir Cerh ve Tadil rical kitapları red eder. Bu kitaplar Ammar bin Yaseri radıyallahü anh Hazret-i Ali’nin taraftarlarının arasında anıyor ve Ammar şianın yanında dört erkandan (esastan, temelden) biridir diyor. Sonra başka bir yerde de Abdullah bin Sebe lanetlenmekte ve sövülmektedir. (Rical El Tusi s. 46, 519) (Rical El Hali s. 255, 469)

İki şahsı bir şahıs kabul etmek hiç mümkün mü?
Hazret-i Osman zamanında ikisinin de Mısır’a gitmesi doğrudur. Ancak ne zaman gittiklerini tarih kitaplarında araştırdığımızda İbni Sebe’nin varlığını inkâr edenlerin aksine şöyle olduğu anlaşılır ki bu da her iki şahsın farklı şahıslar olduğunu gösterir. Çünkü Taberi de (4/241) bildirildiği gibi Ammar Mısır’a Hazret-i Osman tarafından (h. 35) senesinde gönderilmiştir. İbni Sebe’nin Mısır’da görünmesi (h. 30) senesindedir. Her iki haberi de Taberi vermiştir. Yine Taberi şöyle demektedir: Ammarı Hazret-i Osman’a karşı kışkırtanlardan biri de İbni Sebe’dir. (Taberi 4/341) (İbni Kesir, Bidaye ve Nihaye 7/167) (İbni Esir, el Kamil fil Tarih 3/77) (Tarih İbni Haldun 2/1034) İşte bu büyük tarihçiler iki şahsın varlığını bildiriyor. Bu kaynaklara rağmen hangi akıllı daha bu iki şahıs tek kişidir diyebilir?

Ammarın Yemenli olduğunu söylemelerine ise deriz ki: Her Yemenliye İbni Sebe demek doğru olur mu? Tâbi ki doğru olmaz. Yakut’un Mucemul Bulden kitabında (3/181) dediği gibi Sebe, geniş Yemen ülkesinin bir parçasıdır.

Hilafetin şer’i sahibi Ali’dir, Osman hakkı olmadığı halde aldı diyenin Ammar olduğunu demelerine ise deriz ki: Bu iddia edilen bir söylentidir, delil gerekmektedir. Tam tersine Hazret-i Osman Ammara güveniyordu, Hazret-i Ammarı Mısır’daki işleri zapt etmek için bizzat kendisi göndermişti. (Taberi 4/341)

Yine iki kişinin künyesinin benzer olması bunları bir kişi yapmaz ki! Tarihi koşullar ve her iki şahsın karakteri bu görüşü kabul etmemize müsaade etmiyor. Kişiler hakkında bilgi veren tarih (cerh ve tadil) kitaplarına bakmak bile okuyucuya geniş bilgi verir. Bu sebeptendir ki âlimler Cerh ve Tadil kitapları telif etmiştir. Bu kitaplarda nice benzer isim ve künyelerin yer aldığı görülür.

Bu iddialarını çürüten diğer en önemli delillerden biri ise Hazret-i Ammarın Sıffın savaşında şehid olmuş olması yani ölmesi, İbni Sebe’nin ise Hazret-i Ali’nin ölümünden sonra bile yaşamış olmasıdır.

Bu delillere rağmen daha kim, Ammar bin Yasir, Abdullah bin Sebe’dir diyebilir?

Üçüncü olarak diyorlar ki: (İbni Sebe gerçekte yoktur, Şii düşmanları şiiliği kötülemek için Abdullah bin Sebe’ye izafe etmişlerdir.)
CEVAP
Bu iddia delile dayanmamaktadır. Siz böyle söylerseniz başkaları da dilediğini, istediğini söyleyebilir. Ama önemli olan delil getirmektir. Gerçekleri gelişi güzel inkâr etmeden önce, şüphe ile yaklaşmadan önce – ama bu her zaman ki işiniz – en azından incelemeniz gerekmez miydi? Bu konuyu sadece Ehl-i sünnet bildirmiyor ki! Bu iddianız geçersizdir, çünkü Şii kaynaklar da yani kendi kaynaklarınız da İbni Sebe’nin var olduğunu ve masum imamlarınızca lanetlendiğini yazmakta, ispat etmektedir. Bu Ehl-i sünnetin iftirasıdır iddianız dolayısıyla geçersizdir.

Konuyla ilgili yeterli bilgi ve ileri sürülen şüpheleri yok ettikten sonra deriz ki:
1- Şiilerin İbni Sebe’nin varlığını inkâr sebebi, İslam’ın iman esaslarıyla uyuşmayan inançlarına dokunduğu içindir

2- Bir yahudinin iftiralarına inandıkları için, şiileri töhmet ve şüpheden kurtarmak içindir.

3- Şiilerin eshab-ı kirama karşı bitmek tükenmek bilmeyen tarihi düşmanlıklarıdır. Onları kötülemek için, meydana gelen fitneleri kendi aralarında kendilerinin çıkardığını gösterme gayretleridir.

İbni Sebe hakkında onlarca sünni kaynak ile şii kaynak yukarıda bildirildi. Bunların içinde Tarihçiler hadis âlimleri, tefsir kitapları, fıkıh kitapları da vardır. Faraza bu sünni ve şii kaynakların hepsi yanlış diyelim. Ama onun fikri mevcut ya! Mesela Ali tanrıdır diyor. Hangi Müslüman böyle bir şey söyleyebilir? Bunu bir hainin çıkardığı muhakkaktır. Bunu da ancak bir kâfir çıkarabilir. Adı ister ibni Sebe olsun ister ibni Sevda olsun ne fark eder?

Ortada bir gerçek var, Ali’ye ilah diyen, peygamber diyenler var. Bir Müslüman bunu söyleyebilir mi, yahut Müslüman olan birisi böyle bir şeyi ortaya atabilir mi?

Allahü teâlâ, (Kur’anı ben koruyacağım) diyor, (Kimse onu değiştiremez) diyor, hayır, eshab onu değiştirdi diyenler var.

Allahü teâlâ, eshab-ı kiram için, (Hepsine Cenneti söz verdim, Ben onlardan razıyım, onlar da benden razıdır) diyor, hayır, 5’i hariç hepsi mürted oldu, zaten münafıklardı diyenler var.

Peki, bunları ehl-i sünnet Müslümanlar mı çıkardı yoksa kâfirler mi? Bu sorunun cevapsız kalacağı muhakkaktır. Niye cevap veremezler? Çünkü kâfirler deseler, bu iddiaları yapanların kâfirlerden etkilendiğini itiraf etmiş olacaklar. Müslümanlar hiç diyemezler, çünkü Müslüman böyle şeyler diyemez, Müslümanlara iftira etmiş olurlar...
 

seyfullah putkýran

New member
Katılım
30 Eyl 2005
Mesajlar
5,807
Tepkime puanı
205
Puanları
0
Yaş
40
Konum
Ruhlar Aleminden
Web sitesi
www.tevhidyolu.net
İbni Sebecileri susturan kesin deliller


Eshab-ı kiramı kötüleyenler, yirmiden fazla fırkaya bölünmüştür.


Birinci kısım: En kötüsüdür. (Allah, Ali’nin içindedir. Ali’ye tapmak, Ona tapmaktır) diyor.

İkinci kısmı: Bunları kötülüyor ve (Ali, Allah olur mu? O, insandır. Ama insanların en üstünüdür. Allah, Kur'anı ona gönderdi. Cebrail de, iltimas edip, Muhammed’e getirdi. O da Ali’nin hakkını yedi) diyor.

Üçüncü kısım: Bunları kötüleyerek (Hiç böyle olur mu, Peygamber Muhammed “aleyhisselam”dır. Fakat, benden sonra, Ali halife olsun dedi. Sahabe, dinlemeyip, diğer üçünü halife yaptı. Ali’yi dördüncüye bıraktı) diyorlar. Diğer üç halifeye, Ali’nin hakkını aldılar diye düşman oluyorlar. Eshab-ı kiramın hepsine de, onun hakkını vermediler diye düşman oluyorlar. Kendi hakkını aramadı diye, Hazret-i Ali’ye de çok kızıyorlar. Bu üç kısmın hepsi de aşırı hareket ediyor.


Üçüncü halife Hazret-i Osman zamanında, Abdullah bin Sebe adındaki Yemenli bir Yahudi, İslam’da ilk olarak bölücülük fitnesini çıkardı. Buna aldananlar, Eshab-ı kiram arasına karıştılar. Tarih boyunca, din düşmanları tarafından desteklendiler. Zaman zaman azarak, İslamiyet’i içerden yıkmaya çalışmışlar ve çok müslüman kanı dökülmesine sebep olmuşlardır. Halbuki İslamiyet, birleşmeyi, kardeş gibi birbirini sevmeyi emretmektedir.

Müslüman görünerek, İslam’da ilk fitneyi çıkaran yahudi ibni Sebe’nin maksadı müslümanları birbirine düşürmek, Allah Resulüne ve arkadaşlarına akrabalarına itimadı sarsarak İslamiyet’i yıkmak idi. Bunu başarırsa din otomatikman yıkılıyordu. Dinin sahibine yani Allah ve Resulüne ve arkadaşlarına itimat kalmayınca daha kime inanılacaktı, bu iman nasıl iman olacaktı? Bu iman mı yoksa imansızlık mı olacaktı? Bu iddiaları yapan ibni Sebeciler, Hurufiler, Rafiziler, bu fitneyi ilk çıkaran yahudi ibni Sebe’nin yolundan gitmekte olup, o Yahudinin maksadına hizmet etmiş olmaktadırlar.

Ehl-i sünnet âlimleri, Kur'an-ı kerimde ve hadis-i şeriflerde Cennet ile müjdelenen eshab-ı kiramdan herhangi birine kâfir demenin küfre sebep olacağını, âyet-i kerime ve hadis-i şeriflerle ispat etmişlerdir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Fitne veya bid'at yayıldığı, Eshabım kötülendiği zamanda, hakkı bilen, bilgisini müslümanlara duyursun! Hakkı yani doğru yolu bildiği [ve gücü yettiği] halde, müslümanlara duyurmayanlara, Allahü teâlâ ve melekler ve bütün insanlar lanet eylesin! Allahü teâlâ, böyle bir kimsenin farzlarını ve nafile ibadetlerini kabul etmez.) [Hatib, Deylemi]

Diğer maddelerde, ibni Sebecilerin iftiralarını ve bunları susturan kesin delilleri okuyacaksınız. Önce kısa bir bilgi verelim:

Sofiyye-i aliyyenin büyüklerinden ve reislerinden aynı zamanda Peygamber efendimizin torunlarından olan, gavs-i azam, seyyid Abdülkadir-i Geylani hazretleri buyuruyor ki:
(Muhammed aleyhisselamın ümmeti, başka Peygamberlerin ümmetlerinden daha üstündür. Bu ümmetin de üstünü, Ona iman ederek mübarek yüzünü görmekle şereflenen Eshab-ı kiramdır ki, hepsi Ona tâbi olmuş, Onun için harp etmiş, Onun uğruna canlarını, mallarını feda etmiştir. Onun emrini yapmak, birinci vazifeleri olmuş, her şeyde Onun yardımcısı olmuşlardır. Bu Eshabın da en üstünü Hudeybiye’de, Resulullah ile biat edip, Onun için ölmeye hazır olduklarını söz veren kahramanlardır. Bunlar, 1400 kişi idi. Bunların da en üstünü, Bedir muharebesinde bulunanlardır ki, bunlar 313 kişi idi.

Bunların da üstünü, ilk müslüman olan kırk kişidir ki, kırkıncısı Hazret-i Ömer, bunların otuz dördü erkek, altısı kadındır. Bunların da üstünü Aşere-i mübeşşere, yani Cennete girecekleri ismen müjdelenen on kişidir. Bunlar, Ebu Bekir, Ömer, Osman, Ali, Talha, Zübeyr bin Avvam, Abdurrahman bin Avf, Sad ibni Ebi Vakkas, Said bin Zeyd, Ebu Ubeyde bin Cerrah’dır.

Bunların da üstünü Hulefa-i raşidin, yani dört halife olup, bunların da üstünü Hazret-i Ebu Bekir, sonra Hazret-i Ömer, ondan sonra Hazret-i Osman, ondan sonra Hazret-i Ali’dir. Bu dördünden Hazret-i Ebu Bekir, iki sene dört ay, Hazret-i Ömer on sene, Hazret-i Osman oniki sene, Hazret-i Ali altı sene Resulullahın Halifesi oldu “radıyallahü anhüm”.

Dördünün hilafeti, bütün Sahabenin arzusu ve oy birliği ile ve her birinin, zamanının en üstünü olması ile idi. Zor ile, kuvvet ile ve kendinden daha üstün olanın hakkını almak sureti ile değildi. Ebu Bekri Sıddık, Muhacirlerin ve Ensarın söz birliği ile halife oldu. Şöyle ki, Resulullah vefat edince, Ensar-ı kiram, sizden bir emir, bizden bir emir olsun demişti. Hazret-i Ömer ayağa kalkıp, ey Ensar! Resulullahın Ebu Bekir’e, (Eshabıma imam ol!) diye emir buyurduğunu unuttunuz mu? deyince, biliyoruz ya Ömer, dediler. Hazret-i Ömer, devam ederek, içinizde Ebu Bekir’den üstünü var mı? dedi. Ensarın hepsi, kendimizi Ebu Bekir’den üstün sanmaktan Allah’a sığınırız, dedi. Hazret-i Ömer, Resulullahın tayin ettiği makamdan Ebu Bekir’i azletmeyi hanginiz hoş görür, deyince, bütün Ensar, hiçbirimiz hoş görmeyiz. Onu azletmekten Allah’a sığınırız, dediler. Muhacirler ile elbirliği yaparak Ebu Bekri Sıddıkı halife yaptılar. Hazret-i Ali ve Zübeyr de, sonra oraya geldi. İkisi de Halifeyi kabul etti. Hazret-i Ebu Bekri Sıddık, üç defa ayağa kalkıp, (Beni halife kabul etmekten vazgeçeniniz var mı?) dedi. Önde duranlar arasında bulunan Hazret-i Ali, ayağa kalkıp, (Hiçbirimiz vazgeçmeyiz. Vazgeçmeyi hiçbir zaman hatırımızdan geçirmeyeceğiz. Resulullah seni, hepimizin önüne geçirdi. Kim, seni geriye çekebilir?) buyurdu.

Hazret-i Ebu Bekri Sıddıkın halife olmasını isteyerek, en tesirli söz söyleyenin Hazret-i Ali olduğu kuvvetli, sağlam haberlerle gelmiştir. Mesela, Deve vakasından sonra, Abdullah bin Keva, Hazret-i Ali’ye gelip, Resulullah hilafet için, sana bir şey söylemedi mi? dediğinde: (Biz, önce dindeki vazifemize bakarız. Dinin direği ise namazdır. Allahü teâlânın ve Resulünün, dinde, bizden beğendikleri şeyleri, dünyalık olarak beğenir, seçeriz. Bunun için Ebu Bekir’i halife yaptık) buyurdu.

Resulullah son günlerinde, hasta iken, namaz kıldırmak için, Ebu Bekri Sıddıkı kendi yerine imam yapmıştı. Bilal-i Habeşi her ezan okuduğunda, (Ebu Bekir’e söyleyin, nasa imam olsun!) buyururdu. Resulullah, kendinden sonra, Hazret-i Ebu Bekir’in halife olmaya, herkesten daha layık olduğunu gösteren ve Hazret-i Ömer, Hazret-i Osman ve Hazret-i Ali’den her birinin de, kendi zamanlarındaki insanlardan, hilafete en layık olduklarını bildiren çok şeyler söylemiştir.) [Gunyet-üt-Talibin]

İkinci binin müceddidi imam-ı Rabbani hazretleri de buyuruyor ki:
Hazret-i Ali, Ebu Bekri Sıddıkın halifeliğini seve seve kabul etmişti. Bunu herkes iyi bildiği için, (İstemeyerek kabul etti) demekten başka söz bulamadılar.

Hazret-i Ebu Bekir, halifeliğe layık olmasaydı, Hazret-i Ali onu istemez, benim hakkımdır derdi. Nitekim, Hazret-i Muaviye’nin halife olmasını kabul etmedi. Kendisi halife olmak için uğraştı. Halbuki, Hazret-i Muaviye’nin ordusu, kuvveti çok idi. Bu yüzden çok kimselerin ölmesine sebep oldu. Böylece güç durumda hakkını istediği halde, hakkı kendinde görseydi, Hazret-i Ebu Bekir’den istemesi daha kolay idi. Seçilmesini ister ve hemen seçilirdi. Hazret-i Ali, Hazret-i Ebu Bekir’i seçtiğini bildirip biat ettikten sonra, minberin önünde oturdu. Sonraki konuşmalarda, Halifenin suallerine tesirli cevaplar vererek Halifeyi destekledi. (Reddi Revafıd)

Seyyid Abdülkadir-i Geylani hazretleri aynı kitabında, Hazret-i Ebu Bekir, Hazret-i Ömer, Hazret-i Osman, Hazret-i Ali ve Hazret-i Hasan’ın üstünlüklerini gösteren hadis-i şerifleri ve hilafetlerini uzun uzadıya bildirdikten sonra, buyuruyor ki:
İmam-ı Ali şehid olunca, imam-ı Hasan müslüman kanı dökülmemesi ve rahat etmeleri için hilafeti bırakmak istedi. Hazret-i Muaviye’ye teslim etti. Onun emirlerine tâbi oldu. O günden itibaren Hazret-i Muaviye’nin hilafeti hak ve sahih oldu. Bu suretle, Server-i âlemin haber vermiş olduğu, (Bu benim oğlum seyyiddir. [Yani büyüktür] Allahü teâlâ, onun ile, müminlerden, iki büyük fırka arasını bulur. [Yani barıştırır]) hadis-i şerifinin manası meydana çıktı. Görülüyor ki, imam-ı Hasan’ın tâbi olması ile, Hazret-i Muaviye, İslamiyet’e uygun halife oldu. Böylece, müslümanlar arasındaki bütün anlaşmazlık sona erdi. Tabiin ve Tebe-i Tabiin ve dünyadaki bütün müslümanlar, Hazret-i Muaviye’yi halife olarak tanıdı. Server-i âlem, Hazret-i Muaviye’ye, (Halife olduğun zaman, yumuşak ol veya güzel idare et!) buyurdukları gibi, diğer bir hadis-i şerifte, (İslamiyet değirmeni, 35 sene veya 37 sene devam edecektir) buyurdu. Peygamber efendimizin çarh, yani dolab buyurmasının sebebi, dindeki kuvveti ve sağlamlığı bildirmek içindir. Bu müddetin otuz senesi dört halife ve imam-ı Hasan ile tamamlandıktan sonra, geri kalan beş veya yedi senesi, Hazret-i Muaviye’nin hilafeti zamanıdır. (Gunyet-üt-Talibin)

Mevahib-i ledünniyye ikinci cildinde, Resulullahın gelecekte olacak şeylerden verdiği haberleri bildirirken diyor ki:
İbni Asakir bildiriyor ki, Resulullah, Hazret-i Muaviye’ye, (Benden sonra, ümmetimin üzerine hakim olursun. O zaman, iyilere iyilik et. Kötülük yapanları da, af eyle!) buyurdu. Yine İbni Asakir bildiriyor ki, Resulullah, (Muaviye, hiç mağlup olmaz) buyurdu. Hazret-i Ali, Sıffin muharebesinde: Bu hadis-i şerif hatırıma gelseydi, Muaviye ile harp etmezdim, dedi.

İmam-ı Beyheki diyor ki, Hazret-i Ali buyurdu ki, Resulullahtan işittim, buyurdu ki:
(Ümmetimden bazı kimseler meydana çıkacak, Eshabımı kötüleyeceklerdir. Bunlar, müslümanlıktan ayrılacaklardır.)

Allahü teâlânın Kur’an-ı kerimde (Hepsine Cenneti vaad ettim, ben onlardan razıyım, onlar da benden razıdır) diye methettiği eshab-ı kiramın hiçbirine dil uzatılamaz. Fasık ve kâfir denilemez. Bu yüzden Hazret-i Ali kendisiyle savaş eden müslümanlar için buyurdu ki: (Kardeşlerimiz bize asi oldu. Bunlar, kâfir veya fasık değildir.)

İmam-ı Şafii hazretleri de, (Allahü teâlâ, ellerimizi, bu kanlara bulaşmaktan koruduğu gibi, biz de, dilimizi tutup, bulaştırmayalım!) buyurdu.

Ya Rabbi! Bizleri parçalanmaktan koru! Hepimizi, razı olduğun, beğendiğin, Ehl-i sünnetin doğru yolunda birleştir! İslam düşmanlarının yalanlarına aldanarak, tuzaklarına düşmekten koru!

Ya Rabbi! Bizi ve bizden önce gelen din kardeşlerimizi af eyle! Mahlukların en kıymetlisi olan, Peygamberimiz Muhammed aleyhisselama ve temiz olan âline ve Eshabının hepsine bizlerden kıyamete kadar dua ve selamlar olsun! Âmin.

Abdullah bin Sebe hakkında kısa bilgi
Müslümanlar arasında Eshab-ı kiram düşmanlığını ilk aşılayan Yahudi dönmesi Abdullah bin Sebe’dir, “Sebeiyye” denilen sapık yolun kurucusudur. [Geniş bilgi için Abdullah bin Sebe kimdir maddesini okuyunuz. Burada özetle yazıyoruz.]

Hazret-i Osman’ın halifeliği zamanında Yemen’den Medine’ye geldi. Ben müslüman oldum dedi. Halifenin gözüne giremeyince, her yerde halifeyi kötülemeye başladı. Fitne ve fesat çıkaracağı anlaşılarak Medine dışına çıkartıldı. O da gittiği Basra, Şam ve Kufe’de de Halife Osman’ın aleyhindeki faaliyetlere devam etti. Eshab-ı kiramın büyüklerine uygunsuz sözler söyleyerek bozgunculuk yaptıysa da fazla taraftar bulamadı. Mısır’a gelerek cahilleri etrafına topladı. “Hazret-i İsa’nın döneceğine inanıp da Hazret-i Muhammed’in döneceğine inanmayana şaşarım” dedi. “Halifelik Hazret-i Ali’nin hakkıydı, Osman onun hakkına tecavüz ederek zalimlik yaptı” dedi. Hatta Hazret-i Ebu Bekir ve Hazret-i Ömer’in hilafete geçmeye hakları olmadığını söyledi. Etrafına topladığı cahilleri isyana teşvik etti.

İbni Sebe ve taraftarlarının yaptığı fitnenin etkisinde kalarak Mısır ve Irak’tan Medine’ye gelen isyancılar Hazret-i Osman’ı şehid ettiler. Hazret-i Ali zamanında da fitne ateşini körüklemeye çalışan ibni Sebe, Kufe’ye giderek Hazret-i Ali’ye yaranmaya çalıştı. Hazret-i Ali’ye “sen tanrısın” diyerek ona secde etti. Hazret-i Ali, onu Medayin şehrine sürdü. Sebeiyye fırkası, Cemel ve Sıffin olayının hazırlayıcılarıdır. Hazret-i Ali’yi de şehid ettiler. Hazret-i Ali şehid olunca; “O ölmedi, bulutlara yerleşti, şimşek, yıldırım onun emri ile olmaktadır” derdi. Daha nice düzmece sözleri ile cahilleri aldatıp Müslümanları içeriden yıkmaya çalıştı. (Rehber Ansiklopedisi)

Yahudi İbni Sebe, 654’te Mısır’dan Medine’ye gelmiştir. (Müncid)

İbni Sebe Mısır’da isyana sebep oldu, ona inanan çapulcular, Osman’ı şehid etti. (Kamusül alam)

Yahudiler Resulullahı zehirledikleri halde, öldüremeyince bu sefer müslümanların arasında fitne çıkarmaya başladılar. İbni Sebe, her peygambere Allah tarafından vasi verildiği ve Hazret-i Muhammed’in vasisinin Hazret-i Ali olduğu hakkında propagandaya girişti. Mısır’dan Medine’ye gelmiştir. Hazret-i Ali’ye secde etmiştir. Hazret-i Ali de onu Medayin şehrine sürmüştür. (İslam Ansiklopedisi)

Cemel Savaşını hazırlayan ibni Sebe’nin Müslümanlığa karşı kazandığı zaferin bu ikincisi idi. Daha önce Hazret-i Osman’a karşı hazırladığı isyanı kazanmıştı. (Kısas-ı Enbiyâ, Mir’atül’iber)

Hazret-i Osman halife iken, Abdullah bin Sebe isminde Yemenli bir Yahudi, Medine’ye geldi. Halifeden yüz bulamayınca, Hazret-i Osman’ı kötüledi. Halife de, bunu Medine’den çıkardı. Bu da, Mısır’a gidip, halifeyi kötülemeye başladı. Çok bilgili olduğundan, cahilleri etrafına topladı. (Her Peygamberin bir veziri var idi. Peygamberimizin veziri de Ali’dir. Hilafet, onun hakkı idi. Osman, onun hakkını elinden aldı) diye her yerde konuşmaya başladı. (Tarih-i Taberi)

Eshab-ı kiramı kötüleyenlerin ilki, Abdullah bin Sebe’dir. (İbni Mülcem Hazret-i Ali’yi öldürmedi. Şeytan Ali’nin şekline girmişti. Şeytanı öldürdü. Ali, bulutlar içindedir. Gök gürlemesi, onun sesidir. Şimşek, kamçısıdır) derdi. İbni Sebe Yahudisinin sözlerine aldanan (Sebeciler), gök gürültüsü işitince, (Ey emirel-müminin! Sana selam olsun) derler. (Reddi revafıd)

Sebeiyye sapık inanışını kuran, Abdullah bin Sebe adında Yemenli bir Yahudidir. “Sen tanrısın” dediği için Hazret-i Ali bunu Medayin’e sürdü. (Tuhfe-i isna aşeriyye)

Eshab-ı kiramın hepsini sevenlere Ehl-i sünnet denir. Bir kısmını sevmeyenlere Şii denir. Tamamına düşman olanlara Rafizi denir. Rafiziler, ibni Sebe’nin yolundadır. (Cennet yolu ilmihali)

İbni Sebe’nin varlığı ve Sebe’iyye fırkası
Rafıziler ile Sünni görünen bazı mezhepsizler, İbni Sebe diye birisi yok diyorlar. Halbuki yüzlerce kitap İbni Sebe’den bahseder. (El Şia ve El Sünne) kitabında İhsan İlahi Zahir diyor ki: İslam güneşi doğup her yere yayılınca, kâfirlerin ve müşriklerin kalbleri yanıp tutuştu. Yahudiler, İran Mecusileri, Hindular, İslam’a tuzak hazırlamaya başladılar. Fitne çıkarıp, kan dökülmesine sebep oldularsa da, İslamiyet’i yıkamadılar. Kâfirliğini gizleyenlerin başında Yahudi Abdullah bin Sebe gelir. Sünni ve Şia’dan tarihçiler, hadisçiler ve tabakat sahipleri, edebiyat ve soy kütükçüleri İbni Sebe’ye yer vermişlerdir.

Bazıları şunlardır:
Çok bid’at çıkaran İbni Sebe’ye Allah lanet etsin. (İbni Kesir, Bidaye ve Nihaye 7/190);
İbni Sebe, Yemen Yahudisidir. (İbni Asakir Dimaşik Tarihi 3/29, İbni Esir, Kâmil 3/77);

İbni Sebe kendini tam kamufle etmiştir. Basra valisi Abdullah bin Amir, ona ismini sorduğunda, ben ehli kitaptan İslamiyet’i seçen ve size yakın olmak isteyen bir kişiyim demiştir. İbni Amir ona, bunu nereden bileyim der ve Basra’dan çıkarır. (Taberi 4/326-327),

İbni Sebe, Şam’da rolünü oynayamadan Mısır’a geçmiştir. (Taberi 4/340),

İbni Sebe’ye anası siyahi olduğu için İbni sevda da denir. (El Mukrizi, el Hutat 2/356);

İbni Sebe’nin anası Habeşli siyahi - zencidir. (Taberi 4/326-327),

İbni Sebe ve fırkası taşkınlar sınıfındadır. (Ebul Hasenil Eş’ari, Makalatil İslamiyyin 1/85);

Kelbi, ibni Sebecidir. (İbni Hibban kitabil Mecruhin 2/253);

İbni Sebe Hazret-i Ali ölmedi derdi. (El Mukaddesi, el Bedi vel Tarih 5/129);
Hazret-i Ali’nin nasla imam olacağını ilk ortaya atan İbni Sebe’dir. (Şehristani, Milel ve Nihal 2/116);

İbni Sebe, Hazret-i Ali’nin bir kısmı ilahtır derdi. (Essafidi, el Vafi bil Vefiyyet 17/20);

Yahudi Pavlos’un Hıristiyanlığa yaptığı gibi Yahudi İbni Sebe de müslüman görünüp İslam’ı bozmaya çalıştı. (Ebil Iz El Hanifi, Şerh el akidetü et-Tahaviyye s.578);

İbni Sebe tenasühü İslam’a sokmaya çalışmıştır. (Mukrizi, el Hutat 2/356);

Yahudi İbni Sebe, bâtıl davasını sinsice, tedrici olarak ve kurnazca yayardı. (Abdulaziz bin Veliyullah Muhtasaril Tuhfe el İsna Aşeriyye s.317);

Sebeciler biz vahye ulaştık derler. (İbni Ebi Ömer el Adni, Kitabül imam s.249);

Hazret-i Ali, Sebecileri ateşte yaktı. (El Maltı, Tenbih s.18, Cevzcani, Ahval el Rical s.38, Fahrettin el Razi İtikâdet Firak el Müslimin vel Müşrikin s.57; Hazret-i Ali’nin yaktığı hadis kitaplarında da geçer: Ebu Davud 4/126, Nesai 7/104, Hakim 3/538),

Sebeciler Hazret-i Ali’ye yaratıcı dediler. (İbni Abdu Rabbeh, el Akdul Ferid 2/405),

Sebeciler, İbni Sebe’nin adamlarıdır. (El Havarzemi, Mefatihul Ulum s.22).

İbni Sebe’den bahseden kitaplardan bazıları şunlardır:
İbni Asakir, Tarihi 3/29, 29/7;
İmam Taberi, Tarih Taberi 4/283-505;
Furazdak, Divan s.242-243;

İbni Kuteybe, Mearif 267; Muhtelif Hadis Tevili s.73;
Süyuti, Hüsnü Muhadara 2/174; Lubbul Elbab fi tahrirul Enseb 1/132;
Cevzcani, Ahval el Rical s.38;

El Belaziri, Enseb el Eşraf 3/382;
İbni Abdu Rabbeh, el Akdul Ferid 2/405;
Ebu Asım Huşeyş bin Esram, İstikame;

Ebu Hasan Eş’ari, Makaletil İslamiyyin 1/85;
İbni Hibban, Kitabil Mecruhin, 2/253;
El Mukaddesi, el Bedi vel Tarih 5/129;

El Maltı, Tenbih s.18;
El Havarzemi, Mefatihul Ulum s.22;
El Hemazani, Tesbit Dalail el Nübüvveh 3/548;

Mutezile Cahiz, Beyan ve Tebyin s.81-83;
Bağdadi, el Firak Beynel Firak s.15;
İbni Habib Bağdadi, Muhber s.308

İbni Hazm, Fasıl fil Milel ve Nihal 4/186;
El Esfarayani, el Tabsira fiddin s.108;
Şehristani, Milel ve Nihal 2/116-155;

Sem’ani, Enseb 7/24
Neşvan el Humeyri, Hivarul Ayn s.154;
İbni Esir, Ellubab 2/98; Kâmil, 3/144-154

Fahrettin el Razi, İtikâdet Firak el Müslimin vel Müşrikin s.57;
Es ****eki, el-Burhan;
İbni Teymiye, Mecmu’ul Fetava 4/435, Minhec’ul Sünnetül Nübeviyye

El Ma’laki, Temhid vel Beyan s.54
Zehebi, el Muğni fid Duafa 1/339; Mizan 2/426, İslam Tarihi 2/122-123;
Essafidi, el Vafi bil Vefiyyet s.17-20

İbni Kesir, Bidaye ve Nihaye 7/183;
Kermani, Firak el İslamiyye, s. 34
Şatibi, el İ’tisam 2/197;

Ebil İz El Hanifi, Şerh el akidetü et-Tahaviyye s.578;
Cürcani, Tarifat;
Mukrizi, el Hutat 2/356-357;
Hafız bin Hacer, Lisanil Mizan 3/290;

El Ayni, Akdul Ceman 9/168;
Sefarani, Levamiul Envar 1/80;

İbni S’ad, Tabakat Kübra 3/39
Abdul Aziz bin Veliyullahil Dehlevi, Muhtasaril Tuhfe el İsne Aşeriyye s.317

Şia kitaplarından bazıları:
El Naşi el Ekber, Meseil el İmame s.23;
El Kami, Mekalet ve Firak s.2;
Nubahti, Firak el şia s.23;

Ebu Hatim el Razi, El zine fil Kelimatil İslamiyye s. 305;
El Keşi, Rical s. 98-99;
Ebu Cafer Saduk bin Babuvi el Kami, Men la Yahdurhül Fıkıh 10/213;

Şeyh el Mufiyd, Şerh Akaidil Sudur s. 257;
Ebu Cafer el Tusi, Tehzibul Ahkam 2/322;
İbni Şehri Aşub, Menakibi âli Ebi Talib 1-227-228;

İbni Ebil Hadid, Şerh Nehcül Belaga 2/99;
Hasan bin Ali el Hilli, Rical 2/71;
İbnil Murteda, Tacul Arus s.5-6;

Erdibili, Cami ul Rivat 1/485;
El Meclisi, Bahrul Envar elcamiatü lidürari Ehbaril Eimmetül Ethar 25/286;
Nimetullah El Cezairi, Envarul Numaniyye 2/234;

Tahir El Alimi, Miratül Envar ve Mişkatül Esrar fi Tefsirul Kur’an s.62;
Memakani, Tenkihul mekal fi ehvalir rical 2/183;

Muhammed Hüseyn el Muzferi, Tarih el Şia s.10;
El Havanseri, Ravdatül Cinan 3/141
 

hksozer

New member
Katılım
18 Ara 2007
Mesajlar
97
Tepkime puanı
41
Puanları
0
Yaş
53
Yazık gerçekten yazıklar olsun.Hala daha bu zalimleri savunmaya devam ediyorsun.Peki onca sene Fahri-Kainat Efendimiz kimlerle mücadele etti?Kimler Peygamber Efendimize yıllarca düşmanlık ettiler.Bu zalimler değilmiydi Yüce Efendimizi öldürmek isteyen, bu zalimler değimliydi Hz.Hamza’nın ciğerlerini parçalayan, bu zalimler değimliydi Uhud muharebesinde Yüce Efendimizin mübarek dişinin kırılmasına sebep olan, bu zalimler değimliydi Ehli-Beyte her türlü zulmü yapan, gönlüne put ettiğin o zalim değilmidirki Hz.Ali Efendimize kılıç kaldıran, bu zalimler değilmi İslam dünyasına her türlü fitneyi ve fesadı sokan, bu zalimler değimli Kur’an-ı Kerim’in sayfalarını mızraklarının ucuna geçiren.Ama sana göre bunların hepsi yalan hepsi uydurma.
Gerçekten yazıklar olsun…
Hakiki Ehli-Beyt ateşinde yanmış olsan anlarsın o zaman bütün bunları.Diyorsunki rüyamda Hz.Ali ile konuştum senden haber vermedi,yahu hiç o mübarek Sultan gönlünde Ehli-Beyt düşmanlarına karşı hürmet besleyen birini karşısına muhatap alırmı,kimi kandırıyorsun.Ve Efendimizin ‘Ashabıma dil uzatmayın’hadisini örnek veriyorsun.Bütün bu zulümleri yapanlar hakikaten gerçek ‘ashap’olabilirlermi?
Onlarca kitap okuyup bir şeylere karar vermenin de çok fazla bir anlamı yok.Samimi bir Müslüman gönlünün sesini dinler.Benim gönlümde Allah’a şükürler olsun ki bu zalimlere ait en ufacık bir sevgi kırıntısı yok. Doğru ile yanlış mıknatısın iki zıt kutbu gibidir.Asla bir arada olamazlar.Hiç Fahri Kainat efendimiz ve O’nun güzel nesli bu zalim tayfasıyla yan yana olabilirmi.
Şu koskoca İslam coğrafyasına,şöyle sağına soluna bir bak.Hiç acaba evlatlarına bu zalimlerin isimlerini veren bir babaya rastladınmı,tabiî ki sen çok seviyorsan verebilirsin (muaviye-yezid)
Güneş balçıkla sıvanmaz,tarih üç beş tane softanın yazdıklarıyla değiştirilemez.Gerçekler her zaman her ortamda gerçektir.
Olaki bu zalimlere hürmet beslersek nasıl yüzüne bakarız Kıyamet gününün savcısı Hz.Fatıma Anamızın yüzüne,ve yine nasıl yüzüne bakarız Cennet gençlerinin Efendisi Hz.Hüseyin’e.
Yüce Allah sanada nasip etsin inşallah Ehli-beyt Aşkını,bu zalimlerle mücadele etme isteğini…
 

hksozer

New member
Katılım
18 Ara 2007
Mesajlar
97
Tepkime puanı
41
Puanları
0
Yaş
53
Ey Cenabi Hakkin Ve Peygamberin Sözünü Dinlemeyen Sofu Sürekleri
Rabbim Teala Sizi Ehlibeytin Katili Olan Muaviyenin Dostluğundan Biz Günahkarlarida Peygamberin Ve Evladi Ile Ashabinin Muhabbetinden Ayirmasin
Ey Sofu Sürekleri
Sizin Sevgili Muaviyenize Peygamber Efendimiz
Elhilafetü Ba Di Selasune Seneten Sümme Tasiru Meliken Aduden
Hadisi şerifi Ile Isirici It Dediği Halde Siz Ehli Beytin Katili Olan Muaviyenize Eshabin En Kiymetlilerinden Dir Diyosunuz
Ey Sofu Sürekleri
Mekkenin Fethi Günü Kiliç Korkusundan Müslüman Oldum Diyen Sizin Sevgili Muaviyenize Peygamber Efendimiz Hazretleri Bütün Eshabin şehadetleri Ile Müellefei Kulüp Damgasini Yani şüpheli Iman Sahibi Dediği Halde Siz Karnini Doyurmak Için Mekkenin Fethinden Sonra Medineye Gelip 7 Ay Kadar Peygamber Efendimizin Civarinda Menfaat Için Dolaşan Sevgili Muaviyenize Vahiy Katibi Ve Eshabi Nebi Diyorsunuz
Ey Sofu Sürekleri
Sizin Sevgili Muaviyenize Ecdadina Paygamber Efendimiz Hazretleri
Ela Inne Ale Ebi Süfyane Leysuli Veliyyen Hadisi şerifi Ile Süfyanilerin Dost Olmadiğini Emir Buyurduklari Halde Siz Onu Peygamberin Muhterem Dostu Ve Kiymetli Eshabi Olduğunu Iddia Ediyorsunuz
Ey Sofu Sürekleri
Cenabi Hak
Illel Meveddete Fil Kurba Ayeti Kerimesi Ile Peygambere Ve Evladinahürmet Ve Muhabbeti Farz Buyurmuş Iken Sizin Kudretli Hocalarinizdan Medine Tüccari Hüsrev Hocanizla Talebeleri(üstadin Talebesi Olan Hüsrev Abi Ile Kariştirmayin) Ehli Beyt Düşmani Olan Muaviyeye Hürmet Etmiyenlerin ...(babasi Olmayan Argo) Olduğunu Söylüyorsunuz
Ey Sofu Sürekleri
Cenabi Aliye Düşmanlik Eden Sevgili Muaviyenize Peygamber Efendimiz Hazretlerinin Kütübü Sittede Yazili Olan
Ya Ali La Yuhibbuke Illa Mü Minun Vela Yubgiduke Illa Münafikun Hadisi şerifini Sevgili Muaviyenizi Münafikliktan Kurtarmak Için Neüzü Billah Tekzip Ediyorsunuz
Ey Sofu Sürekleri
Sizin Sevgili Muaviyeniz Aleyhinde Peygamber Efendimiz Hazretleri
Men Katele Aliyyen Alel Hilafeti Faktuluhü Kainen Me Kane Hadisi şerifi Ile Muaviyenin öldürülmesini Emir Buyurduğu Halde Siz Cenabi Peygamberin Evladini Ahfadini öldüren Muaviyeyi Neüzü Billah Müçtehit Taniyip Hürmet Ediyorsunuz
Ey Sofu Sürekleri
Peygamber Efendimiz Hazretleri
Sirabül Mü Mini Füsukün Ve Kitalahu Küfrün Hadisi şerifi Ile Mü Mine Sövmek Fisk Mü Mini Kasden öldürmek Küfr Olduğunu Emir Buyurmuş Iken Sizin Sevgili Muaviyeniz Peygamber Efendimizin Kardeşim Dediği Cenabi Aliye Ve Aliyi Sevenlere 69 Sene Minberlerde Sövdüğünü Ve Hazreti Hasani Zehirlettiğini Bildiğiniz Halde Bu Adama Radiyallahu Anh Deyip Hürmet Ve Muhabbet Ettiğinizden Dolayi Sizinle Manevi Hiçbir Münasebetimiz Kalmamiştir!!!!!!!!!




"rabbim Teala Sizi Dünya Ve Ahrette Sevgili Muaviyenizle,biz Günahkarlari Da Ehli Beyt Ile Haşri Ve Neşri Buyursun Amin:seyyidilmürseline"

Ey Eden Hakdan ümidi Iltifat
Ehlibeyte Hürmeti Et Itiyat
 

hksozer

New member
Katılım
18 Ara 2007
Mesajlar
97
Tepkime puanı
41
Puanları
0
Yaş
53
Abdülbirr “el-İstiab” kitabında Muaviye’nin tercümesinde diyor ki: “Muaviye Hz. Hasan’ı zehirletti” (Ahmet Hüseyn Yakup “Adalet’üs Sahabe” s.108 / Şerhu Nehc’ül Belağa İbni Ebil Hadid C.16, s.10 / Ebu Ferec el-Asfahani “Mekatil âl Ebi Talib S.48)

Muaviye Cude’ye Hz. Hasan’ı zehirletmesi için emir verdi (İbni Teymiyye “Minhac’üs Sünnet” C.2, S.225)

Muaviye Hz. Ali’ye lanet etti.

(İkd’ül Ferid İbn-i Abdu Rabbih’in c.4, s.366 / İbni Ebil Hadit' in "Şerhu Nehc'ül Belağa"c.1, s.356; c.3, s.258 – 1.Baskı-Mısır)

Muaviye Hz.Ali’ye sövdü.

(İbn' ül Esir' in "Üsd' ül Gabe" c.1, s.134 / el-İsabe c.1, s.77 / El-Kamil İbn’ül
Esir c.3, s.302 / el-Suyuti' nin "Tarih'ül Hulefa" s.190 / İbn-i Abdurabbih’in
“el-İkd’ül Ferid” c.2, s.144 / İbni Hacer el-Heytemi' nin "Sevaik' ul Muhrika"
s.33 / Nehc'ül Hak ve Keşf'üs Sıdk s.310)


• Muaviye namaz kıldığında (Allah kabul etmesin) Ali'ye, Hasan’a, Hüseyin’e, İbn-i Abbas’a Kays bin Sa’d bin İbadet ve Eşter’e lanet etti.
(Şeyhülislam Süleyman el-Kunduzi el-Hanefi el-Belhi'nin "Yenabi'ul Mevedde" s.162)

Muaviye Hz. Ali’ye sövmeleri için emir verdi.
(Sahih-i Müslim c.2, s.360 / Sahih-i Tirmizi c.5, s.301, Hadis No: 3808 / el-Hakim Nişaburi'nin "Müstedrek alas-Sahihayn" c.3, s.109 / Hasais en-Nisai s.48, 81 Haydariye Bas. / el-Künci eş-Şafii'nin "Kifayet'üt Talib" s.84,86 Haydariye Bas./ İbn-i Asakir'in "Tarih-i Dimaşk" c.1, s.206, Hadis No: 271,272 / ez-Zerendi el-Hanefi'nin "Nazım Dürer es-Simtayn" s.107 / Menakib-i Hüvarezmi s.59 / İbn-i Esir'in "Üsd'ül Gabe" c.1, s.134; c.4, s.25-26 / el-Askalani eş-Şafii’nin “el-İsabe fi Temyiz es-Sahabe” c.2, s.509 / İbn-i Mezahim’in “Vak’it Siffiyn” s.82, 92 / İbn-i Abdu Rabbih’in “İkd’ül Ferid” c.4, s.29 / İbn-i Ebil Hadit'in "Şerhu Nehc'ül Belağa" c.1, s.256, 361, Mısır 1. Bas. / Sıbt İbn-i Cevzi’nin “Tezkiret’ül Havas” s.63 / el-Emini’nin “el-Gadir” c.1, s.257; c.3, s.200)

Muaviye mimberde Hz.Ali'ye lanet okudu ve bütün valilerine de ona lanet okumalarını emretti. Peygamberin zevcesi Ümmü Seleme, Muaviye'ye mektup yazarak şöyle dedi : Siz mimberde Hz. Ali'ye ve onu seven herkese lanet ettiğiniz için Allah ve resulüne küfrediyorsu-nuz. Ben, Allah ve Resulünün Hz.Ali'yi sevdiğine şehadet ediyorum. Ama Muaviye onun sözlerini dinlemedi.

(Bkz. İbn-i Abdurabbih'in "İkd'ül Ferid" kitabı c.4, s.366)


İslam ülkelerinde minberlerde Ali'ye (a.s) küfür edilmesine emir verdi. (Bu emir Emevi halifelerinden Ömer b. Abdulaziz'in (99-101) dönemine kadar icra edildi). Muaviye mümessillerinin ve içlerinde sahabelerin de bulunduğu idarecilerinin yardımıyla, has ve seçkin Ali taraftarlarını öldürdü ve bazılarının başını mızraklara takıp şehirlerde gezdirdi. Rastladıkları Şiilere, Ali'den (a.s) uzak olduklarını ve ona sebbetmelerini teklif ediyorlardı. Bu tekliften çekinenler derhal katlediliyordu.(en-Nesaih’ül Kafiye S.58,63, 77-78)

Resulullah (s.a.a)şöyle buyurdu: "Eğer Muaviye'yi benim minberime çıktığını görürseniz, karnını yırtın"
(İbn-i Hacer'in “Tehzib-üt Tehzib” kitabı c. 7 s. 324, Tarih-üt Taberi c. 10 s. 85, Tarih-ül Hatib el-Bağdadi c. 12 s. 181, el-Münavi’nin “Künuz-ül Hakaik” s. 10, İbn-i Ebu-l Hadid'in “Şerh-i Nehc-ül Belağa” kitabı c. 1 s. 348, Belazuri'nin “Tarih-ül Kebir” kitabı ve ayrıca bkz. El-Emini’nin “El-Ğadir” adlı kitabı c.10 s.142)

• Muaviye Hz. Hasan’ı zehirletti.

(İbni Ebil Hadit'in "Şerhu Nehc' ül Belağa" c.4, s.4, 7’de Medaini’den, c.4,
s.11, 17’de Ebul Ferec’ten / El-İstiab “el-İsabe’nin hamişinde” c.1, s.375 / el-
Mesudi' nin "Müruc ez-Zeheb" c.2, s.427 / Nehc'ül Hak ve Keşf'üs Sıdk s.311)

• Muaviye’nin oğlu, Hz. Hüseyin’i katletti.

(Nehc'ül Hak ve Keşf'üs Sıdk s.311)

• Annesi Hinde Peygamberin amcası Hz. Hamza’nın ciğerini yedi.

(Tarih’ul Yakubi c.2, s.39 / Nehc'ül Hak ve Keşf'üs Sıdk s.311)

• Abdullah bin Ömer dedi ki: Resulullah: Size sünnetim dışında ölecek bir şahıs gelecek, buyurdu. Sonra Muaviye geldi. (Nasır bin Müzahim’in “Saffayn” kitabında s.247 / Tarih’üt Tabari c.11, s.357; el-Emini “el-Gadir” c.10, s.141)

• Resulullah (saa) şöyle buyurdu: Her şeyin bir afeti olur. Bu dinin afeti de Ben-i Ümeyye’dir. (el-Müttaki el-Hindi' nin "Kenz' ul Ummal" c.6, s.91 / Tathir’il Cinan s.143
“Sevaik' ul Muhrika’nın hamişinde” / Nehc'ül Hak ve Keşf'üs Sıdk s.312)


• Resulullah (saa) şöyle buyurdu: Ammar’ı asi bir toplum öldürecek, o onları Cennet’e çağırır, onlar ise onu Cehennem’e çağırır.

(İbni Ebil Hadit' in "Şerhu Nehc' ül Belağa" c.3, s.272 / el-Mesudi' nin "Müruc
ez-Zeheb" c.2, s.381)

Ebu Zer el-Gaffari Muaviye’ye dedi ki: Resulullah (saa)’a uğradım. (Senin hakkında) buyurdu ki: “Allahım ona lanet et ve onu ancak toprak ile doyur” (el-Emini “el-Gadir” c.10, s.142)


• Ebi Said ve Abdullah bin Mesud’tan naklen, Resulullah (saa) şöyle buyurdu:
“İzâ reeytüm Muaviye alâ memberi faktülüh” Meali: “Eğer Muaviye’yi mimberim üzerinde görürseniz onu öldürünüz.”(Tarih’üt Tabari c.10, s.58 / İbn-i Mezahim’in “Vak’it Siffiyn” kitabı s.216, 221 –Matabaatül Medeni-2.Baskı Mısır / ez-Zehebi’nin “Mizan’ül İtidal” kitabı c.1, s.572; c.2, s.380, 613 / en-Nesaih’ül Kafiyeh limen Yetevelle Muaviye s.45 / Hüvarezmi’nin “Maktelil Hüseyin” kitabı c.1, s.185 / İbn-i Ebil Hadit’in “Şerhu Nehc’ül Belağa” kitabı c.15, s.176 Mısır bas. Muhammed Ebul Fadl tahkiki / Takviyyet’ül İman Bired Tezkiyyet İbn-i Ebi Süfyan s.90 / Hatip el-Bağdadi’nin “Tarih-i Bağdat” eseri c.12, s.181 / İbn-i Hacer’in “Tehzib’üt Tehzib” kitabı c.2, s.428; c.5, s.110; el-Münavi’nin “Künuz’ül Hakaik” kitabı c.1, s.16 –Cami’us Sağir hamişinde bas./ Tarih-i Ebil Fida c.2, s.61 / el-Mukrim’in “Maktelil Hüseyn” kitabı s.7, 4.Baskı / el-Emini’nin “el-Gadir” adlı kitabı c.10, s.145 / el-Hilli “Nehc'ül Hak ve Keşf'üs Sıdk” s.309)

İbn-i Mesud’tan naklen Resulullah (saa) şöyle buyurdu: “İza reeytüm Muaviye bin Ebi Süfyan yahtib alâ menberi fedribu anküh. Meali: Eğer Muaviye bin Ebi Süfyan’ı mimberim üzerinde hutbe okuduğunu görürseniz boynunu kesin”
İmam Hasan dedi ki: Allah’a ant olsun ki, bu işi yapmadılar, felaha da ermediler” Şerhu Nehc’ül Belağa İbn-i Ebil Hadit C.4, S.32
 

hksozer

New member
Katılım
18 Ara 2007
Mesajlar
97
Tepkime puanı
41
Puanları
0
Yaş
53
İmam Hasan yine şöyle buyurdu: Resulullah (saa) şöyle buyurdu: “Eğer Muaviye’yi mimberim üzerinde görürseniz, öldürünüz.” Ancak onun emrini terk ettiler, felaha ermediler, kurtuluşa da ermediler.(es-Suyuti “el-Âlil Masnûa” C.1, S.424-425; el-Emini “el-Gadir” C.10, S.143)

Resulullah (saa) şöyle buyurdu: “İnne Muaviye, fi tabutin min nar fi esfele derek minha, yünadi: ya hannan, ya mennan el-ân ve kad asaytü kablü ve künte minel müfsidin.
“Muaviye ateşin en alt tabakasında bir tabutun içerisindedir ve şöyle nida ediyor: Ey Hannan, ey Mennân, ben önceleri asi oldum ve fesat edenlerle beraberdim.”
(Tarih’üt Tabari C.11, S.357; Kitabu Saffayn S.243)


Hasan Basri şöyle demiştir: “Muaviye dört şey yaptı ki, bunların her biri onun katli için yeterliydi.
1- Sahabe arasında liyakatli, yetenekli ve dürüst insanlar varken sefih ve düşüncesiz insanları müslüman halkın başına musallat etti.
2- Sürekli sarhoş olan, ipek elbiseler giyip def ve tanbur çalan oğlu Yezid’i halifelik makamına oturttu.
3- Ziyad’ı kendi kardeşi ilan etti. Oysa ki Muaviye’nin babası, Ziyad’ın annesiyle zinada bulunmuştu ve Hz. Resulullah (saa)’ın sarih buyruğu gereğince “Zina yoluyla akrabalık bağının oluşmayacağı” bilinmekteydi.
4- Müslümanlar arasında takva ve inkilabiliğiyle tanınan Hucr bin Adiyy ile arkadaşlarını öldürttü.
(Resail’ül Cahız, S.294Mısır bas.1352 H. Ve Mugrizzi “Risaleti Beni Ümeyye ve Risalei en Niza vet Tehasüm” S.65, 1368 H.Necef bas.)
-Ehli Sünnet uleması nezdinde Muaviye melun ve zındıktır.
(Tarih’ül Yakubi C.2, S.142 ve Emini “el-Gadir” C.1, S.16)


Muaviye Hz. Peygamber efendimiz tarafından lanetlenmiştir.
(Emini “el-Gadir” C.1, S.216; El Muhtasar Fi Ahbar C.1, S.184; Ali ve Benvah S.229 Mısır Bas.)

Muaviye Hz. Ali tarafından da defalarca lanetlenmiştir.
(Tarih’üt Tabari C.11, S.357; Emini “el-Gadir” C.10, S.139; Sıffin S.244 Mısır Bas.)


Muaviye faiz yerdi.
(A.Aahmud el-İkaade “Muaviye bin Ebi Süfyan” S.132 Mısır Bas.)

Muaviye’ye göre miraç olayı rüyadan ibaretti.
(Emini “el-Gadir” C.10, S.184 Sahih-i Müslim’den naklen, Sünen-i Beyhaki C.5, S.477)

Muaviye bir keresinde Çarşamba günü Cuma namazı kıldırdı.
(Dr. Heykel “Hz. Muhammed’in Hayatı” C.1, S.268 Farsça)

Muaviye’nin katl ve cinayet defteri bir hayli kabarıktır. Hz. Resulullah (saa)’ın sevgili sahabisi Hicr bin Adiyy ile altı yiğit arkadaşı, Muaviye’nin resmi emriyle Merc-i Uzra’da şehit edildi. (Sahih-i Müslim C.1, S.258-259; Sahih-i Buhari C.1, S.131)


Muaviye Malik’ül Eşter’i Mısır yolunda zehirli balla zehirletip öldürttü, sonra da mimbere çıkıp şöyle dedi: “Ali’nin iki arkadaşı vardı, birinin işini Sıffin’de (Ammar bin Yasir’i) bitirdim, diğerininkini (Malik’ül Eşter’i) bugün.”
(Tarih’üt Tabari C.4, S.187; İbn-i Esir C.3, S.233)

Muaviye planlarını uygulayabilmek için Abdurrahman bin Halid bin Velid’i de zehirletti.
(Corci Zeydan “Medeniyet Tarihi” C.4, S.83)

Muaviye Hz. Ali tarafından Mısır’a vali tayin edilen Muhammed bin Ebi Bekir’i öldürtüp cenazesini bir eşeğin cesedine karnını yarıp koyarak yaktırdı.”(Tarih’üt Tabari C.4, S.171; Corci Zeydan “Medeniyet Tarihi” C.4, S.83)

Muaviye oğlu Yezid’e biat almak istediğinde önce Hasan bin Ali’yi ile Sad bin Ebi Vakkas’ı zehirletip öldürttü. (Ebu Ferec “Mekatil’üt Talibin”)

Makrizi “İmam Hasan’ı emeviler zehirletti” der.
(Tarih’üt Tabari C.4, S.124; İbn-i Kuteybe “el-İmametü Ves-Siyasetü” S.164, 1.Bas.; Şerh-u Nehc’ül Belağa İbn-i Ebil Hadit C.4, S.16; İbn-i Esir C.3, S.203; Emini “el-Gadir” C.11, S.7; Seyyid Kutup “İslam’da Sosyal Adalet” S.199)

Muaviye, Eş’as’ın kızı ve İmam Hasan’ın eşi olan Cu’de’yi kışkırtarak imamı zehirletti ve bu zehirle İmam şehit oldu. Muaviye İmam Hasan’ın şehadet haberini duyduğunda neşelenmiş ve secdeye kapanmıştır.
(en-Niza vet-Tehâsüm S.6 Necef Bas.)

İbni Teymiyye diyor ki: Muaviye İmam Hasan’ın zehirlemek için emir verdi.
(Minhac’üs Sünnet C.2, S.225 Kitâl Ba’duhum Ba’da Babı.)



• Resulullah (s.a.a); Ebu Süfyan’ın merkebe bindiğini, Muaviye’nin onu çektiğini, Yezid’in de onu arkadan sürdüğünü görünce şöyle buyurdular:
“Allah; merkeptekine, onu önden çekene ve onu arkadan sürene lanet etsin.”

(Muhammed bin Cerir-i Taberi’nin Tarihi c. 5, s. 357; Tarih’ül Yakubi c.2, s.277 Beyrut Bas.; el-Emini “el-Gadir” c.10, s.139)

• Muaviye zina çocuğudur, babası da kız kardeşi ile zina etmiştir.
(Nehc’ül Hak ve Keşf’üs Sıdk s.307)

Peygamber Efendimizin Hz. Ali’yi sevmeyenler, ona sövenler ve onunla savaşanlar hakkında: -

Resulullah (saa) şöyle buyurdu : (Men sebbe Aliyyen sebbeni) Meali: “Ali'ye söven bana sövmüştür” ------(Kaynak: el-Hasais en-Nisai s.24 / İbn-i Asakir'in 'Tarih-i Dimaşk' c.2, s.184 / el-Müttaki el-Hindi'nin 'Muntahab'ul Kenz' c.5, s.30 / el-Suyuti'nin 'Tarih'el Hulefa' s.73 / el-Nebehani'nin 'Feth'ül Kebir' c.3, s.196 / Tabari'nin 'Zehair'ul Ukba' s.66 / Menakıb-ı Hüvarezmi s.82 / Mişkat'ül Mesabih c.3, s.235)----------------------

İbn-i Abbas dedi ki: Allah’a ant olsun ki, Resulullah (saa)’ın şöyle buyurduğunu duydum: (Men sebbe Aliyyen fekad sebbeni, vemen sebbeni fekad sebbalâh, vemen sebballâh azze ve celle ekebbehullâhu alâ menherihi finnâr) Meali: “Ali'ye söven bana sövmüştür, bana söven de Allah’a sövmüştür, Allah’i söven kişiyi, Allah onu burnu üzere ateşe dökecektir” -------

(Kaynak: İbn-i Sabbağ el-Maliki'nin 'Füsul'ül Mühimme' s.111 / Tabari' nin 'Zehair'ul Ukba' s.66 ve 'Riyad'ul Nadara' c.2, s.219 / Menakıb-ı Hüvarezmi s.81-82 / Menakıb-ı Meğazeli s.83 / Süleyman el-Kunduzi' nin 'Yenabi' ul Mevedde' s.205 / eş-Şeblenci' nin 'Nur'ül Absar' s.110 / el-Künci' nin 'Kifayet' üt Talib' s.82 / el-Hamvini eş-Şafii' nin 'Feraid es-Simtayn' c.1, s.302 / el-Murkat fi Şerh’ül Müşkat c.10, s.474 / Münteheb Fedail'ün Nebi ve Ehli Beytihi s.169-17)----------------

Hz.Ali'den naklen, Resulullah (saa) şöyle buyurdu: (Yâ Ali, lâ yahubbek illâ mümin, velâ yübğidak illâ münâfık) Meali: “Ey Ali, seni müminden başkası sevmez ve münafıktan başkası da sana kin beslemez” -------------(Kaynak: Sünen-i Nisai c.8, s.117 / Müsned-i Ahmet bin Hanbel c.1, s.95 / Ebu Naim el-Asbahani'nin 'Hilyet'ül Evliya' c.4, s.185 / el-Müttaki el-Hindi'nin 'Kenz'ul Ummal' c.2, s.598 ve Muntahab'ul Kenz' c.5, s.30 / İbn'ül Cevzi'nin Tezkiret'ül Huffaz c.1, s.10 / es-Seyyid Murtada Hüseyni'nin 'Fedail'ül Hamse min es-Sıhah es-Sitte' c.2, s.211)------------

Resulullah (saa) şöyle buyurdu: (Hubbu Aliyyin imân, ve buğduhu nifâk) Meali: “Ali'yi sevmek iman, ona kin beslemek nifaktır” ----------------------

(Kaynak : Sahih-i Müslim c.1, s.61 / Sünen-i Tirmizi c.8, s.306 / Sünen-i Nisai c.6, s.117 / el-Kunduzi el-Hanefi'nin 'Yenabi'ül Mevedde' s.55)--------------------

Ebu Rafi'den, Resulullah (saa) şöyle buyurdu: (Men lem ye'rif hak Ali fehüva ahad min es-selâset, emmâ ümmühü zâniyeh, ev hamelethü ümmühü alâ ğayr tahar ev münâfık) Meali: “Ali'nin hakkını tanımayan üç kişiden biridir: Ya zina kadının oğlu, veya temiz olmadığı halde hamile kalan annenin oğlu veyahut da o kişi münafık bir kimsedir” ----------
Zeyd bin Ali bin el-Hüseyn’den Resulullah (saa) şöyle buyurdu: “Senin düşmanın benim düşmanımdır, benim düşmanım da Allah’ın düşmanıdır” Şerhu Nehc’ül Belağa İbn-i Ebil Hadit C.4, S.107

(Kaynak: el-Kunduzi el-Hanefi'nin 'Yenabi'ül Mevedde' s.252 / Enis Emir'in 'Fazilet-i Ehl-i Beyt-i Resulullah' s.353)---------------

Resulullah (saa) şöyle buyurdu: 'Ehl-i Beyt’ime zulmedenlerin vay haline olsun. Onların azabı münafiklar ile beraber, Cehennem’in en alt tabakasında olacaktır.' (Menakıb-ı Meğazeli s.66)------------------------------------

Doğru söyledin ey Resulullah, Cehennem in en alt tabakası Emeviler ve sevenlerine has olarak yaratılmıştır. Şeyh Saduk'un 'el-Hisal' kitabında 2-361 ve el-Meclisi'nin 'Bihar'ul Envar' kitabında 31-518'de İmam Sadık'tan babası ve dedesinden naklettiği bir hadiste şöyle buyuruyor: 'Cehennem'in 7 kapısı vardır: Bir kapıdan Firavn, Haman ve Karun geçecek, bir kapıdan kafir ve müşriklerden bir göz kırpması kadar dahi iman etmeyenler geçecek, bir kapıdan Ben-i Ümeyye geçecek bu onlar için özel bir kapıdır, kimse onlara ortak olmayacaktır. Kendisi Lazza, Sakar ve Haviye kapısıdır. Bir kapıdan bize kin besleyenler, bizimle savaşanlar, bizleri horlayanlar geçecek. Bu kapı en büyük kapı ve sıcaklığı en şiddetli kapıdır.Emevilerin içinden geçeceği kapı Ebu Süfyan, Muaviye ve Mervan ailesine has olarak kılınmıştır, içinden geçeceklerdir, içinde ne dirilecekler, ne ölecekler.....' (Hadisin kısaltılmış şeklidir)------------


Resulullah (saa) şöyle buyurdu: (Femen harebe Aliyyün fekad harebeni, vemen harebeni fekad hareballah) Meali: “Ali’ye karşı savaşan, bana karşı savaşmıştır, bana karşı savaşan da Allah’a karşı savaşmıştır.”(el-Meclisi'nin "Bihar'ül Envar" c.8, s.366 )----------

Resulullah (saa) şöyle buyurdu: “Ey Ümmü Seleme, kendin duy ve söyleyeceklerime şahid ol. Bu Ali, dünyada ve ahirette kardeşimdir, kendisi dünyada sancagimi taşidigi gibi yarin Kiyamet gününde de Liva-i hamdi taşiyacaktir. Bu Ali, vasim, bana lazim olacak şeyleri yerine getirecek ve münafiklari Cennetteki kevser havuzumun kenarindan kovacak olandir. Ey Ümmü Seleme, bu Ali müslümanlarin seyyidi, takva sahiplerinin imami, elleri ve ayaklari temiz olanlarin önderidir. Kendisi ahdi bozanlara, adaletten sapip zulmedenlere ve dinden çikanlara karşi savaşip onlari öldürendir. Ümmü Seleme dedi ki : Ey Resulullah, ahdi bozanlar kimlerdir? Resulullah buyurdu ki : Onlar, Ali’ye Medine’de beyat edip, Basra’da beyati bozanlardır.Ümmü Seleme buyurdu ki : Ey Resulullah, adaletten sapıp zulmedenler kimlerdir? Resullah buyurdu ki : Onlar Ebu Süfyan’ın oğlu (Muaviye) ve Şam’daki yardımcılarıdır. Ümmü Seleme dedi ki : Ey Resulullah, dinden çıkanlar kimlerdir? Resulullah buyurdu ki : Onlar, Nehrivan ashabıdır (Haricilerdir).”-------(Süleyman el-Kunduzi' nin 'Yenabi' ul Mevedde' s.81)----------

Resulullah (saa) şöyle buyurdu: “Ey Ali, her kim sana karşi savaşirsa bana karşi savaşmiştir. Seni bugz eden, beni bugz etmiştir. Seni söven de beni sövmüştür. Çünkü sen benden nefsim gibisin. Senin ruhun ruhumdan ve tiynetin tiynetimdendir. Şani Yüce olan Allah, seni ve beni nurundan yaratti. Ikimizi seçip beni peygamberlige ve seni de imamliga tercih etti. Ey Ali, senin imamligini inkar eden benim peygamberligimi inkar etmiş olur. Ey Ali, sen benim vasim, varisim, çocuklarimin babasi ve kizimin kocasisin. Senin emrin emrim ve senin nehyettigin benim nehyettigimdir. Beni peygamberlik ile gönderip, beni yaratilmişlarin en hayirlisi kilan Allah’a yemin olsun ki, sen yaratilmişlarin üzerine Allah’in huccetisin. Sen Allah’in sirrina onun emini ve yarattiklari üzerine onun halifesisin” (Süleyman el-Kunduzi'nin 'Yenabi' ul Mevedde' kitabı s.53)------------


muaviyenin dinsizliğine bu kadar tarihi deliller varken birilieri çıkıpta ona hz. diyecekse ben ona git bir akıl doktoruna görün derim
 

Caferi

Forum Þairi
Katılım
23 May 2007
Mesajlar
574
Tepkime puanı
59
Puanları
0
Yaş
43
Konum
istanbul
Web sitesi
www.websitetasarim.com
Allahu ekber,

Konu nereden nereye gelmiş.

İbni sebe gibi hayali bir lanetullah'ın şia ile uzaktan yakından bir alakası yoktur. O ancak Şia'ya düşman olanların ağzında geveledikleri bir palavradan ibarettir.

Bir topluluğa iftira atıldığı zaman unutmayın ki, o topluluktaki her bir fert ile ayrı ayrı hesaplaşırsınız. Milyonlarca şii olan müslüman ile hesaplaşmanız sizin için pek hayırlı değil kardeşim.

Size bir haber ulaştığı vakit, o haberi veren kişiden duyduğunuz yeterli bir delil değildir. Haberini aldığınız topluluğun da söz hakkı vardır ki, Şia itikadını şiaya reddiye yazanlardan değil, şiayı savunan kaynaklardan okumanız gerekir.

İnsan bilmediğinin düşmanıdır ve siz de Şia'yı bilmiyorsunuz Seyfullah Putkıran.
 

hksozer

New member
Katılım
18 Ara 2007
Mesajlar
97
Tepkime puanı
41
Puanları
0
Yaş
53
İSLAMİYETİN DÜŞMANLARI...




Ebu Lehep

Peygamber'in amcası ve Abdulmuttalib’in oğlu olan Ebu Lehep'in asıl adı, Abdüluzza idi. Ebu Lehep, 624 yılında ölünceye kadar, Hz. Muhammet'e karşı mücadele etti. Bunun için Ebu Lehep (Alev Babası /Cehennemlik) diye anılır. Ebu Lehep, Müslümanlığın en büyük düşmanlarından Ebu Süfyan'ın kız kardeşi olan Cumeyl ile evlendi. Alevilerin düşmanı, Muaviye'nin dayısı oldu. Ebu Lehep karısıyla birlikte Müslümanlara elinden gelen her kötülüğü yaptı. Hz. Muhammet, ailesini ve yakınlarını İslam dinine çağırmak için topladığı zaman, Ebu Lehep, Peygamber'e, “Tebben lek” (kahrolasıca), bizi bunun için mi burada topladın?” dedi. Bunun üzerine Kuran'ın Tebbet Suresi indirildi: “Ebi Leheb'in iki eli kurudu ve kendisi de helak oldu. Malının da, bütün kazancının da kendisine hiçbir faydası olmadı. Yakında kendisi alevli ateşe atılacak. Karısı da ona odun taşıyacak. Karısının boynunda hurma lifinden bükülmüş bir ip bulunacak. (Tebbet Suresi, 1-5)”

Ebu Lehep, Bedir savaşına katılmadı. Bedir yenilgisine çok üzüldü, kısa bir süre sonra da öldü. Kimse yaklaşmaya cesaret edemediğinden, kokuşan cesedi, oğulları tarafından gömüldü.

Cüsseli ve kaba bir adam olan Ebu Lehep, Hz. Muhammet'e beslediği düşmanlığı, Hz. Peygamber'in kızları Rukiye'yi oğlu Utbe'den, Ümmü Gülsüm'ü de Uteybe'den boşatacak kadar ileri götürdü. Peygamber'in bedduasını alan oğullarından Utbe'yi, Şam yolunda aslan parçaladı. Uteybe ise Hıristiyan oldu.



Ebu Cehil

624 yılında Bedir Savaşı'nda öldürülen Ebu Cehil'in asıl adı, Ebül Hakem Amr bin Hişam bin el-Mugire'dir. Hz. Muhammet'in düşmanı, İslamiyetin yayılmasını önlemeye çalışanların en tanınmışlarından olan Ebu Cehil, Kureyş'in ünlü Mahzun ailesindendir. Mekke'de, Hz. Peygamber'in aleyhine hazırlanan bütün hareketlere katıldı. Müslüman kölelere eziyet ve işkence etti, Sümeyye adındaki bir kadını da mızrakla öldürdü. Kuran'ı yerdiği, peygamber'e dil uzattığı için onu kötüleyen ayetler indi. Peygamber'e suikast hareketini düzenlediyse de başarıya ulaşamadı. Peygamber, Bedir Savaşı'ndan sonra Ebu Cehil'i “Ümmetimin firavunu” diye niteledi. Kendisine Ebu Cehil adı da peygamber tarafından konuldu.



Ebu Süfyan

Asıl adı Sahr bin Harb bin Ümeyye olan Ebu Süfyan'a, Ebu Hanzele de denilir. İslamiyeti, Arap ırkçılığı haline getiren zorba Muaviye'nin babasıdır... Ebu Süfyan (597-653) Mekke'nin Müslümanlar tarafından alınışına kadar müşriklerin liderliğini yaptı. Korkusundan Müslüman olan Ebu Süfyan'dan sonra, onun oğulları, Hz. Peygamber'in soyuna karşı mücadelelerini sürdürdüler. Kureyş'in Abd Menaf ailesinden olan Ebu Süfyan bütün Mekkeli zenginler gibi Hz. Peygamber'e karşı cehpe aldı ve şiddetle mücadele etti. İslamiyeti yok etmek için son ana kadar direndi. Bedir savaşında büyük oğlu Hanzala, Hz. Ali tarafından öldürüldü. Diğer oğlu Amr esir düştü. Bedir yenilgisinden sonra bu savaşta öldürülen Ebu Cehil'in yerine Mekke liderliğine getirildi. Savaştan hemen sonra intikam almak için adamlarını Medine'nin kuzeydoğusunda bulunan El-Ureyd'e göndererek iki Müslüman'ı öldürttü ve hurmalıkları yaktırdı. Uhut Savaşı'nda elde ettiği başarı, Mekke'deki nüfuzunu daha da kuvvetlendirdi. Hendek Savaşı'nda Medine'ye yürüyen orduya kumandanlık etti. Kuşatma sırasında durumun kötüye gittiğini görünce ordusunu geri çekti. Hudeybiye'de yapılan barış antlaşması, Bekriler ve Huzzailer arasında çıkan çarpışmalarla bozulunca bu durumun Mekkeliler için büyük zararlar doğuracağını düşünerek Hz. Muhammet ile görüşmek için Medine'ye gitti. Fakat, Peygamber'den yüz bulamadı. Mekke'ye döndü.

Bir süre sonra Medineli Müslümanlar, Mekke'yi almak için harekete geçtiler.

Mekke ardındaki dağlarda kamp kuran Müslüman ordusunun durumunu kontrol için keşfe çıkan Ebu Süfyan, yenileceğini anlayınca, kendisini ve Mekkelileri affettirmek için Hz. Muhammet'in yanına gitti. Hz. Muhammet, Ebu Süfyan'ı karargahta alıkoydu, görüşmeyi ertesi güne bıraktı. Müslüman ordusu Mekke'ye girince, Ebu Süfyan her türlü karşı koymanın faydasız olduğunu görerek teslim oldu.

Kılıç korkusu ile İslam'ı seçen Ebu Süfyan, Hz. Muhammet'e yanaşarak oğullarını yönetim kademelerine getirtti.

Özellikle aynı soydan gelen Halife Osman zamanında bu aile iyice kuvvetlendi. Ebu Süfyan'ın oğlu Muaviye, Şam Valisi iken devlete isyan ederek savaşa kalkıştı.

O, Hz. Ali'nin ölümünden sonra da halkın halife seçtiği Hz. Hasan'dan zor yoluyla halifeliği aldı. Böylece, Arap kabileleri temeline dayanan yeni bir devlet kuruldu. Peygamber'in ilkeleri, ancak bu zorbaların işine geldiği ölçüde uygulanır oldu.

Muaviye

Peygamber Hz. Muhammet'in ve soyunun en azılı düşmanı bir ailenin çocuğu olan Muaviye (610-680) kılıç korkusuyla Müslüman olanların başında gelir. Babası İslamiyet düşmanlarının önderi olan Ebu Süfyan, annesi Hz. Hamza'nın ciğerini çiğ çiğ yiyecek kadar İslam düşmanı olan Hind'dir.

Mekke'nin teslim olduğu yıl Müslümanlığı kabul etti. Kuran'da; bunların hiçbir zaman daha önce Müslüman olanlar ölçüsünde değerlerinin olamayacağına ilişkin ayet vardır. Fakat, geleneksel yönetim deneylerinden yararlanan bu aile, kısa zamanda, bütün Müslümanları yönetecek kademeye yükselmiştir.

Muaviye, Ebubekir zamanında Sureyi'nin, Fenike kıyılarında bazı şehirlerin alınmasıyla görevlendirildi. Kardeşi Yezit'in ölümü üzerine, onun yerine Şam Valiliğine tayin edildi. Osman zamanında Şam vilayetiyle birlikte Suriye'nin öteki illerinin yönetimini ele geçirdi. Muaviye, 20 yıllık yönetimi sırasında Suriye'yi kendine bağlı devlet haline getirdi. Osman'ın öldürülmesine engel olmadı. İsyancıların 40-50 günlük kuşatması sırasında Halife Osman, ondan yardım istediği halde yan çizdi. Osman, “Sen, benim öldürülmemi istiyorsun” dedi ve kovdu onu. Fakat, daha sonra Osman'ın öcünü almak için yola çıktı. Amacı, Osman'ı kullanıp devleti ele geçirmekti. Bunu, düzenlediği entrikalarla başardı.

Hz. Ali; Muaviye'yi, Sıffın savaşında yendiği halde Haricilerin ihaneti nedeniyle zafer kesinlik kazanamadı.

İmam Ali, Hariciler tarafından öldürülünce, yerine geçen Hasan'a karşı savaş açan Muaviye, zorla ve hileyle halifeliği aldı. Hasan'la yaptığı anlaşmayı da çiğnedi. Ali evlatlarını ve yoldaşlarını katletmeye başladı.

İran'da, Ali'nin tarafını tutan ancak babası bilinmeyen Ziyad’ı, anne ayrı, baba bir kardeş kabul ederek kendi tarafına çekti. Ziyad'ı, Basra valiliğine tayin ederek ülkenin bu kesimini kontrolüne aldı. Muaviye, Sureyi'deki hakimiyetini, karısının kabilesi olan Kalb'ler, Kuzai'ler ve öteki Yemenli kabilelere dayanarak sağladı. Muaviye, halifeliğin sonlarına doğru oğlu Yezid'i önce Suriye'de sonra, öteki eyaletlerde halife ilan etti.

Muaviye'nin, Hanbeliler arasında Gulat adı verilen ve işi ona tapınmaya kadar vardıran taraftarları vardır.

Muaviye halifeliği, din unvanı olmaktan çıkararak bir devlet yönetim kurumu durumuna getirdi. Müslümanlık ilkesinin yerini Araplık aldı. Diğer milletlerden Müslümanlar, köle muamelesi görmeye başladı.

Muaviye, Arap derebeylerinin İslamiyet'e kesin olarak hakim olmalarını sağladı. İslamiyetin insancıl ve toplumsal özü yok edildi. Biçim, özün yerine geçirildi. Muaviye ve ailesinin uygulamaları nedeniyle İslam toplulukları arasındaki çelişkiler, sert mücadeleler biçimine dönüştü.

Mervan

Peygamber soyunun azılı düşmanlarından olan Hakemoğlu Mervan, Halife Osman ve Muaviye'nin akrabasıdır. 615 yılında doğup 685'te Şam'da öldü.

Babası El Hakem, Kuran'a hile kattığı için peygamber tarafından baba-oğul sürgüne gönderilmişlerdi. Osman, halife olunca yakın akrabası Mervan'ı, Mekke'ye getirtip kendisine danışman/katip yaptı. Son derece hileci olan ve yönetimi ele geçirme amacı güden Mervan, Osman'ın ölümüyle sonuçlanan isyanın el altından kışkırtıcılığını yaptı.

Muaviye başa geçince, Mervan'a Yemen ve Hicaz valiliklerini verdi. Mervan, İmam Hüseyin'in öldürülmesi için elinden gelen bütün kurnazlıkları gösterdi. Medinelilerin isyanı üzerine kentten kovuldu. Fakat, Yezit'in ordusu bu kenti yakıp yıkınca geri döndü. Daha sonra aynı hilesini Muaviye ailesine (Süfyaniler) karşı da kullandı ve hilafeti ele geçirdi.
 

hksozer

New member
Katılım
18 Ara 2007
Mesajlar
97
Tepkime puanı
41
Puanları
0
Yaş
53
SIFFİN SAVAŞI


Sıffin bir ovanın adı, bu günkü Irak’ın sınırları içinde, Fırat’ın batı yakasında bulunan Rakka’nın güneyinde.. Yıl İ.S.657… İslam’ın dördüncü halifesi Hz.Ali ile Şam Valisi Muaviye’nin askerleri orada karşı karşıya… Ali’nin ordusu Malik’ül Eşter, Muaviye’nin ordusu Amr İbnül As komutasında. Savaşın nedeni Muaviye’nin, Hz.Ali’nin halifeliğini red etmesi, ona biat etmemesi. Buna neden olarak ta İslam’ın üçüncü halifesi Osman’ın öldürülmüş olması… Güya Hz. Ali’nin bu cinayette parmağı varmış.. Oysa bunun yalan olduğunu Muaviye de biliyor. Asıl amacı Halifeliği Haşimoğulları kabilesinden alıp kendi sülalesi olan Ümeyyeoğulları’na geçirmek. Bunun için yanıp tutuşuyor Muaviye.. Çünkü birbirleriyle akraba olan bu iki kabile arasında düşmanlık var. Nedeni ekonomik. Ümeyyeoğulları zengin ve egemen sınıfı, Haşimoğulları yoksul ve ezilen sınıfı oluşturuyor. İslam’ın kurucusu Hz. Muhammed ve onun en yakını Hz. Ali ise Haşimoğullarından.. İslam dini de zenginin fakiri sömürmesini engellemek, topluma hak ve adalet getirmek için inmedi mi? Ama Mekke’nin egemenleri olan Ümeyyeoğulları, diğer adıyla Emeviler başta buna karşı çıktılar. Ama Müslümanlık insanlar arasında öyle bir hızla yayıldı ki Hicret’ten sonra onlar da kabul etmek zorunda kaldılar.
İşte 657’de Sıffin Ovası’nda Hz. Ali ile Muaviye’yi karşı karşıya getiren, dünya görüşlerindeki bu çatışmaydı. Aslında Hz. Ali bu savaşı önleyebilmek için araya adamlar koymuş, çok uğraşmıştı, ama nafile! Muaviye, hilafet unvanını istiyordu: Yalnız kendisi için değil, oğlu Yezid için de… Hilafet hep Emeviler’de kalmalıydı… Savaşı kazanacağından da emindi.. Askerlerinden çok komutanına güveniyordu. Çünkü Amr İbnül As, sadece iyi bir komutan değildi, kurnaz bir siyasetçiydi de. İslam dininin yayılmasında büyük emekleri geçmiş, Mısır’ı fethedip Fustat kentini kurmuştu orada. Bu kent sonradan Kahire adını alacaktı.
Ama bu ünlü komutan şimdi Sıffin Savaşı’nda yenilmek üzereydi.. Askerleri Hz. Ali’nin gücü karşısında geriliyordu.. O zaman siyasetçi yönünü kullandı Amr İbnül As.. Askerlerinin mızrak uçlarına taktırdığı Kuran-ı Kerim yapraklarını dalgalandırarak bağırdı: “Neden Müslüman Müslüman kanını döksün ki… Savaşı bırakalım ve Halifemizin kim olacağına hakemler karar versin”
İşe yaramıştı bu taktik… Mızraklarında kutsal kitabın yapraklarının bulunduğu Muaviye askerlerinin üzerine gidemediler… Yenen kim, yenilen kim belli olmadan bitti savaş… Sorunu çözmek için hakemler girdi devreye..
Hz. Ali’nin hakemi Ebu Musa el-Eş’ari, Muaviye’nin hakemi Amr-İbnül As oldu. İki hakem anlaşıp şu karara vardılar: Ali de Muaviye de halifelik iddiasından vazgeçecek, daha sonra bu makama en layık olan başka biri seçilecekti.
Aslında bu karar da Amr-İbnül As’ın bir kurnazlığıydı. Çünkü asla uygulanmayacak, Muaviye’nin sevgili komutanı ne yapıp edip emirini İslam halife seçtirmenin bir yolunu bulacaktı.
Sıffin hilesi Hz. Peygamber soyunun halifelik makamından uzaklaştırılması için Muaviye ile oğlu Yezid’in yürüdükleri kanlı yolun başlangıcıdır. Bunu Hz. Ali’nin bir mescide sabah namazını kılarken başına vurularak, büyük oğlu Hasan’ın kendi karısı tarafından zehirlenerek, küçük oğlu Hüseyin’in de Kerbela’da ailesi ve askerleriyle birlikte susuz bırakılarak şehit edilmeleri izleyecektir.
 

hksozer

New member
Katılım
18 Ara 2007
Mesajlar
97
Tepkime puanı
41
Puanları
0
Yaş
53
Velayet-i Ahd

(Veliahtlık) Sistemi İle Hilâfet’e Geçmek


İslâm Nizamı, İslâm'a tamamen ters olan veliahdlık sistemini reddetmiştir. Zira yönetim yetkisi Halife’nin değil ümmetindir. Halife ancak Hilâfette kaldığı müddetçe yönetimde ümmete vekalet eden kişidir. Vekaleten yönetimi elinde tutan birisinin kendine ait olmayan bir hakkı başkasına vermesi nasıl caiz olur?

Ebu Bekir'in Ömer için yaptığı şey veliahd tayini değildir. Onun yaptığı veliahdlık değil Halife hayatta iken yapılan bir seçimdir. Halife ölünce de Ömer'e bey’at edilmiştir. Ebu Bekir'in bu husustaki konuşmasında da bu hususa işaretler vardır. Yaptığı işte Müslümanların rızasını gözetti. Kendi yerine Ömer'i tavsiye etmeye karar verince halka şöyle hitab etti: "Size Halife olarak aday göstereceğim kişiden razı olur musunuz? Ben ne zorla velayet ediyorum ne de bir yakınımı tayin ediyorum." Bu esastan hareketle Ömer (r.a.) oğlu Abdullah'ı, Halife seçmekle görevlendirdiği altı kişiye Halife olmaması şartı ile dahil etmiş ve ona sadece görüş belirtme hakkı vermiştir. Böylelikle veliahdlık şüphelerini ortadan kaldırmıştır.

Bu uygulama veliahtlık hususunda Muaviye’nin yaptığının tam anlamı ile tersidir. Muaviye’nin ortaya çıkardığı İslâm Nizamına tamamen terstir. Muaviye'yi böyle bir münkeri bid’at olarak ortaya koymaya iten sebepler şunlardır:

1- Muaviye devlet başkanlığını Hilâfet olarak değil "mülk" olarak algılıyordu. Bakınız barıştan sonra Kûfelilere hitab ederken şöyle diyordu:

"Ey Kufe ehli! Siz sanıyor musunuz ki sizin namaz kaldığınız, zekât verip, hac yaptığınızı bildiğim halde ben sizinle namaz, zekât ve hacc uğruna savaştım? Ben ancak sizin başınıza emir olmak ve tepenizde emir olmak için savaştım. Siz istemediğiniz halde Allah bunu bana verdi. Bilin ki bu fitnede isabet alan her mal ve kan heder olmuştur. Koştuğum şartların tümü de iki ayağımın altındadır."

Evet Muaviye’nin bu konuşmasına bakıldığında bizzat kendisinin İslâm’a muhalefetini ilan ettiği görülmektedir. Özellikle Müslümanların başına emir olup onların idaresini eline geçirmek için savaştığını söylerken de bu niyetini açıkça dışa vurmuş oluyordu. “Benim size söz verdiğim şartların tümü ayaklarımın altındadır” derken daha da fahiş bir şeyi ifade ediyordu. Halbuki Allahu Teâla şöyle buyuruyor : "Verilen sözü de yerine getirin, çünkü verilen söz sorumluluğu gerektirir."[1]

Evet sözlerine bakarsak Muaviye'nin İslâm’la kayıtlı olmadığını ilan ettiğini görürüz. Yerine oğlu Yezid'i ataması da onun İslâm’a kasten muhalefet ettiğini göstermeye yeter. Muaviye tüm yaptıklarını anlayışı gereği "Krallığını" oğluna bırakmak için yapıyordu. Bu konuda Müslümanlardan kime görüş sormuşsa istediği karşılığı alamamıştı. Bu uğurda parayı da kullandı, ancak onun isteklerine toplumda doğru dürüst bir varlığı ve Müslümanlar katında ağırlığı olmayan insanlar boyun eğiyordu. Beklediği desteği göremeyince de kılıca sarıldı.

Tarihçilerin naklettiğine göre; valileri, oğlu Yezid için Hicaz Müslümanlarından bey’at alamayınca yanına askerlerini ve bolca mal alıp Hicaza gitti. Müslümanların liderlerini çağırdı ve onlara şöyle dedi:

"Benim aranızdaki geçmişimi ve sizinle olan akrabalık derecemi biliyorsunuz. Yezid sizin kardeşiniz ve amcanızın oğludur. Sizden Yezid'i Hilâfet adına öne çıkarmanızı istiyorum. İsterim ki siz Halife’yi azleden, onu başa getiren, emir tayin eden olasınız. Malları toplayıp paylaştıran da sizler olasınız.” Abdullah b. Zübeyr ona verdiği cevapta, kimseyi Halife adayı göstermediği için Rasulullah (s.a.v.)'in yaptığı gibi yapmak, yahut Ebu Bekir veya Ömer'in yaptığını, yapmak hususunda muhayyer olduğunu belirtti. Muaviye bu işe çok kızdı. Diğerlerine sordu. Onlar da Abdullah b. Zübeyr'in verdiği cevabı verdiler. Muaviye şöyle dedi:

"Korkutup uyaran artık mazur görülür. Ben ayağa kalkıp bir konuşma yapacağım. Allah'a yemin ediyorum ki sizden biriniz bu sırada bir kelime söylerse daha onun ağzından çıkan söz bitmeden kılıç onun kellesine ulaşacaktır. Artık kendinizi hayatta bırakmak ancak sizin elinizdedir."

Sonra askerlerine Hicaz'ın ileri gelenlerinden ve bu şekilde karşı çıkanlardan her birisinin tepesine iki kişi dikmelerini ve ister doğrulayıcı isterse yalanlayıcı mahiyette kendisine tek kelime ile dahi olsa söz söyleyecek olan her birinin kafalarını kılıçlarıyla uçurmalarını emretti.

Ardından minbere çıkarak topladığı Müslümanların huzurunda şöyle konuştu:

"İşte şu gördüğünüz kimseler Müslümanların ileri gelenleri ve en hayırlılarıdır. Onlar olmaksızın hiç bir iş halledilemez. Onlara danışılmaksızın hiçbir hükme varılmaz. Onlar razı olmuş ve bey’at etmişlerdir. Haydi siz de Allah adına bey’at ediniz."

İşte Muaviye'nin veliahtlık düzeni üzerinde yükselttiği temel budur. Oysa İslâm böyle bir şeyden uzak olduğunu açıkça ilan etmektedir. Ömer şöyle demiştir: "Her kim Müslümanlar arasında daha hayırlısını bulduğu halde aralarındaki bir akrabalık veya arkadaşlık dolayısıyla bir kimseyi emir tayin edecek olursa Allah'a, Rasulüne ve müminlere ihanet etmiş olur."

2- Muaviye, şer’î nasslara karşı hileli yollara sapıyor ve onları böylece tevil ediyordu. İslâm, Halife’yi seçme hakkını ümmete vermiştir. Rasulullah (s.a.v.) de bunu böyle yaparak Müslümanların işlerini yönetmeye daha uygun olanı seçme hususunda işi Müslümanlara bırakmıştır. Fakat Muaviye, o dönemlerde Bizans ve Sasani imparatorluklarında egemen olan düzenden etkilenmişti. Bu iki devlette yönetim miras yoluyla el değiştiriyordu. Bu nedenle Muaviye de Yezid'i kendisine veliaht olarak tayin etmiş ve hayattayken ona beyat almak için hileli bir yola sapmıştır.



[1] İsra: 34
 
Üst Alt