Neler yeni
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Hz muaviye

hksozer

New member
Katılım
18 Ara 2007
Mesajlar
97
Tepkime puanı
41
Puanları
0
Yaş
53
HAKKIN BATILDAN AYRILMASI
İslam dininin sadece namaz,

zekât, oruç, hac gibi amellerden ibaret olmadığını bilmekteyiz. Bu tür

ibadetleri yerine getirmeden önce, Müslümanların doğru ve sahih bir inançla

Allah'a yönelmeları ve bu esas üzerine itaat etmeleri gerekir. Sahih inanca

sahip olmadan yapılan ibadetin hiçbir değeri olmadığı gibi, insanı beklemediği

bir neticeyle karşı karşıya da getirebilir.




Peygamberin, ümmeti için;

Ben sizin aranızda iki değerli emanet bırakıyorum. Bunlar; Allah'ın kitabı ve

Ehl-i Beyt'imdir diyerek iki asıl kaynak ve merci bıraktığını, öyle sanıyorum

bilmeyenimiz yoktur. Ehl-i Beyt ile bırakın savaşmayı, onlardan öne geçme izni bile

verilmezken, sevgileri tüm ümmet için farz kılınırken, hakkın onlardan, onların

da haktan ayrılmayacakları vurgulanırken, insanlara düşen görev ancak onlara tâbi

olmak değil midir?




Ehl-i Beyt (a.s),

kendilerine tâbi olan kimselere her fırsatta, müminin alâmetinin çok ibadet

etmek değil, ancak kendilerine itaat etmek olduğunu vurgulamış, kendilerini Kur'an'la

birlikte alınması gereken birinci kaynak ve merci olarak göstermişlerdir.

Muaviye ve haricîler gibi sapık düşünceli insanların ısrarla kendilerine cephe

almaları karşısında tek bırakılan Hz.Ali (a.s) ve masum evlâtları, dönemin her

devresinde gerçekleştirdikleri bu tür üstün taktik anlayışlarıyla hakkı ve ona

tâbi olanları batıldan ayırmışlardır.




Hakkı batıldan ayırt

edebilecek kadar basireti olamayanlar, Hz. Ali (a.s)'ı, Sıffin'de Muaviye

tarafından kendisine kapatılan suyu alarak, onlara serbest bıraktığında

görmeliydiler. Bunu da göremeyenler, Peygamberin Ammar bin Yasir, zalim bir

kavim tarafından şehit edilecek mealindeki hadisinin, Sıffin muharebesinde Ammar'ın

Muaviye ordusu tarafından hunharca öldürüldüğünde gerçekleşirken görmeliydiler.

İmamların, tarihin her döneminde cahil ve anlamakta güçlük çeken, basiretten

uzak insanlara hakkı gösterme uğruna büyük çabalar sarf ettiklerine tarih

tanıklık etmektedir. İmam Hasan (a.s), Muaviye ile yaptığı antlaşmada, hakkı ve

ona tâbi olanları, izlediği mükemmel taktikle tanıtmıştır.




Gerek İmam Hasan (a.s),

gerekse ortada kalan haricî ve sabit fikirli olamayan Irak ehli, gerekse de

Muaviyeye gönülden bağlananlar, İslamın kendilerine getirdiği zahirî

hükümleri yerine getirmekteydiler. Öyleyse, zahirî ibadetlere bakılarak kimin

haklı, kimin yanlış yolda olduğu anlaşılamazdı. Hakkı batıldan ayırt etmenin

asıl şartı; kötü niyetli insanlara fırsat vererek, niyetlerini, düşüncelerini

ve eylemlerini meydana çıkartmaktır. İmam Hasan (a.s)'ın sulhu bir kez daha

birbiriyle iç içe girmiş durumda bulunan hakkı batıldan böylelikle ayırmıştır.
 

hksozer

New member
Katılım
18 Ara 2007
Mesajlar
97
Tepkime puanı
41
Puanları
0
Yaş
53
MALUM ZAT...


Tam adı Muaviye bin Ebi Süfyan’dır.
İkinci Halife Ömer döneminde kardeşi Yezid bin Ebu Süfyan’ın ölmesi sonrası Şam Valisi olarak sadece Şam ordugah ve vilayetini idareyle memur edilen Muaviye’nin gücü, Ömer’in ölümü sonrasında iyice arttı. Çünkü Muaviye’nin akrabası olan Osman Üçüncü halife olmuştu. Osman’ın halifeliğiyle Muaviye Şam’ın yanısıra Suriye’nin diğer vilayetlerini de idaresi altına aldı. Böylece Muaviye , bütün Suriye ve çevresinin valisi olup, servet ve iktidarını günden güne arttırmaktaydı. Muaviye, Üçüncü halife Osman öldürüldüğünde hem siyasi, hem de ekonomik açıdan oldukça güçlü bir konuma gelmiş bulunuyordu. Bu gücü nedeni iledir ki, müslümanların ittifak ile halifeliğe getirdiği Hz. Ali’nin meşru halifeliğini tanımamış, Osman’ın kanını talep iddiasını öne sürerek Hz. Ali ile savaşa girmiştir. Yine Muaviye, Osman’ın intikamcısı rolüne sarılmakla kalmıyor; halife Osman’ın katillerini teslime rıza gösterdiği taktirde Hz. Ali’ye biat etmeğe razı olduğunu ilan ediyordu ki, bu apaçık siyasi bir manevraydı. Muaviye bu manevradan Sıffin Savaşı öncesindeki müzakerelerde oldukça yararlanmıştı. Şöyleki Osman’ın katledilmesiyle Hz. Ali’nin herhangi bir ilgisi yoktu ve Osman’ın katillerinin bulunamayacağı ortadaydı. Çünkü Osman’ın bulunduğu yeri sararak onu katleden kitle yüzlerle ifade ediliyordu Esasen Osman’ın katledilmesinde bilinen birçok neden rol oynamıştır. Öyleki, Hz. Peygamberin eşlerinden Ayşe bile Halife Osman’ın aleyhinde bulunmaktaydı. Osman’ın akrabalarına olan Emevi Ailesi mensuplarına sağladığı mevkiler ve parasal ayrıcalıklar da yoğun tepkilere yol açmıştı. Bu şekilde halife Osman muhtelif çevrelerde muhalifler yaratmış idi.
Emevi sülalesi İslam’ın doğuşu ile kaybettikleri nüfuz ve iktidarı yeniden ele geçirebilmek için akıl almaz yollara başvurmuşlardır. Özellikle Muaviye’nin ve Yezid’in davranışlarını, bazı Sünni yazarların ileri sürdükleri gibi, “içtihad” farkıyla açıklamaya kesinlikle imkan yoktur. Muaviye “kısas” adıyla din kisvesine büründürdüğü siyasi ihtirasını ne pahasına olursa olsun tatmin için uğraşmış, bu amaçla başvurulmadık yol bırakılmamıştır. Şüphesiz Muaviye’nin bu cüretkâr hareketlerde bulunurken en büyük dayanağı 20 yıllık Suriye Valiliği sırasında sağladığı kazanımlardı. Muaviye’nin başlıca eseri, siyasetine körü körüne itaat eden birliklerden oluşan Suriye Ordusu oldu. Muaviye, ordunun rahatına ve donanımına çok dikkat ediyor, ücretlerini fazlasıyla ve o zamana kadar alışılmamış bir düzen ile ödemeye çalışıyordu. Muaviye kendi amaçlarının önünde engel olarak gördüğü, her kim olursa olsun, ortadan kaldırmakta tereddüt etmemekteydi. Muaviye’nin bu siyaseti icraatlerinde açıkça görülmektedir.
Muaviye, tüm bu sözü edilen önlemler dışında servetini de siyasal başarısı için seferber etmiş durumdaydı. Karşıtlarından kiminin öldürülmesi yolu benimsenirken, kiminin de para ile satın alınması yoluna gidilebiliyordu. Tahsis ettiği maaşların ve cömertce ihsanların altın zinciri ile en inatçı aleyhtarlarının dizginlerini elinde tutmayı başarmış idi. Emevi halifeleri, Muaviye de dahil, kendi siyasetlerine düşman olanların aynı zamanda islama da karşı olduklarına kanaat getirmişlerdi.
Çeşitli İslam Tarihi uzmanlarınca dile getirilen ve Muaviye’nin suçlanmasına yol açan davranışlarını şu şekilde sıralamak mümkündür:
1. Muaviye, Şam dışındaki bütün İslam eyaletlerinin meşru halifesi olan Hz. Ali’ye savaş açmış ve esasta iktidarı elde etme amacını Osman’ın kanını talep iddiasıyla hasıraltı etmeyi amaçlamış, dolayısıyla o zamana kadarki İslami teamüllere karşı çıkarak hilafeti gaspetmiştir.
2. Muaviye, siyasi amaçları uğruna, vali ve hakimlere ferman göndermek suretiyle Hz. Ali’ye, Ebu Turap lakabıyla birlikte küfür ettirir, lanet okutturur, sövdürürdü. Ebu Turap, toprağın babası anlamında olup, Hz. Muhammed tarafından Hz. Ali’ye verilmiş bir ad idi ve Hz. Ali de bu lakabı çok severdi. Muaviye ile başlayan bu adet diğer Emevi hükümdarları zamanında da sürdü. Mescidi Nebevi’de, Peygamberin manevi huzurunda, onun minberinde en çok sevdiği zata karşı yakışık almayan küfürleri savurmak adet bile oldu. Hatta Muaviye, Medine’de Hz. Peygamber’in mescidinde de ashabın itirazlarına, Hz. Peygamber’in eşlerinden Ümmü Seleme’nin bizzat mescide gelip Resulullah’ın “Ali’ye söven bana, bana söven Allah’a sövmüş olur.” hadisiyle kendisine ihtarda bulunmasına rağmen bundan vazgeçmemişti.
3. Muaviye, diyet uygulamasında sünnete aykırı davrandığı gibi, ganimet mallarının dağıtılmasında da Allah’ın Kitabı ve Resulü’nün sünnetinin açık hükümlerine aykırı davranmıştır. Emevi soyunun idarecileri, Ömer b. Abdülaziz istisna edilecek olursa, Kur’an ve Sünnet’i dünyevi hırs ve menfaatler uğruna feda edebilmiş ve tarihte “İslam” değil “Arap” devleti adıyla şöhret kazanmışlardır.
4. Muaviye, valilerini o zamanki yasalardan üstün sayıyordu. Valilerinden Ziyad b. Ebih ve Büsr İbni Ertat’ın yaptıkları katliamlar ve zulümler tarihçilerce oldukça yer verilen konulardandır. Muaviye ise bu zulümlere sessiz kalıyordu. Muaviye’nin Basra valiliğine getirdiği Ziyad b. Ebih, Irak’ta haksız yere binlerce insanı öldürttü. Muaviye’nin komutanlarından Büsr İbni Ertat, Mekke, Medine ve Yemen’de zalimce icraatleriyle ortalığa dehşet saçtı.
5. Muaviye, amaçlarına engel olarak gördüğü kişilerden kurtulmak için hiçbir hareketten çekinmezdi ve kanlı emelleri uğruna pek çok değerli şahsın ölmesi onun idaresi dönemine rastlar. Mesela Ammar b. Yasir, Eşter b. Malik, Muhammed İbn-i Ebu Bekir ve Hucr b. Adî bunlardandır. Bu şahıslarının tümünün de ortak yanı, Hz. Ali’nin tarafında yer almış oluşlarıydı.
6. Muaviye, Hz. Hasan’la yaptığı anlaşmayı hiçe sayarak, ölmeden önce oğlu Yezid’e biat edilmesini istedi. Böyle bir durum, o zamana kadar Arapların ve Müslümanların anlayışına uymadığı gibi, Yezid de serbest hareketlerinden dolayı fasık sayılıyordu ve böyle bir kimsenin halifeliğe adaylığını kabul etmek mümkün değildi. Böylece, Muaviye, Yezid El-Humur diye adlandırılmış, kaynaklarda içki içen ilk halife olarak geçen oğlu Yezid’i, kendisine halef tayin etmiş oluyorduki bu durum hilafetin saltanata dönüştüğünün açık bir göstergesiydi.
Sonuç olarak Muaviye o zamana kadar ki İslami teamüllere aykırı birçok kötü hareketi meşrulaştırmış, kendinden sonrakilere kötü örnek olmuştur. G. Levi Della Vida’nın da dile getirdiği gibi, Muaviye’nin halifeliği, İslam’ın devlet teşkilatı tarihinde yepyeni bir dönem açıyordu. Artık halife, sünnetin vücut bulunduğu anlarda buna bizzat şahit olup da sünneti uygulayan veya devam ettiren kimse olmaktan çıkıyor, Arap aleminin belli başlı siması, askeri kuvveti, aile ilişki ve etkileri, kendi şahsi itibarı sayesinde, kabile reisleri arasında en başta geleni oluyordu. Artık halife, resmi ünvanı bakımından olmasa bile, fiilen bir “melik”, daha doğrusu Yunanlıların “tiran” dediği türden bir hükümdardı.
Aslında Muaviye, iktidarı elde edebilmek için her yola başvurabileceğini açıkça ifade ediyordu. Şeyh Ekber Muaviye’nin bu durumunu yansıtan şu sözlerine yer veriyor: “Yükselmek ve büyük mevkilere erişmek için gayret ve çabanızı arttırınız ki muradınıza vasıl olasınız. Nitekim ben ehil olmadığım halde, himmet ve gayret göstererek muradıma vasıl oldum ve istediğimi elde ettim.” Muaviye bu sözleriyle kendisinden önceki dört halifeden oldukça farklı bir anlayışa sahip olduğunu sergilemekteydi. İktidarının meşruluğunu zorla ve savaşla elde eden Muaviye daha önce de dile getirdiğimiz gibi, fiilen bir melik, daha doğrusu Yunanlıların “tiran” dediği türden bir hükümdardı. İktidarı elde ediş ve iktidarda kalış sürecinde meydana gelen olaylar, Muaviye’nin ve sonraki Emevi hükümdarlarının islam halifeliğinin gerektirdiği niteliklere sahip olmadıklarını ortaya koymaktadır. Kısmen Halife Osman döneminde başlayan Emevi valilerin debdebeli yaşam biçimleri, Muaviye’nin iktidarı eldesiyle iyice belirginleşmişti. Saray adabı ve merasimlere aşırı derecede önem verilmeye başlandı. Muaviye, İslam öncesi dönemdeki Arapların teklifsiz ve serbest hal ve tavırlarını, hemen tamamıyla muhafaza etmişti. Yine T. W. Arnold’un dile getirdiği gibi, Emeviler devrinde, hükümdarların çoğu imamlık görevine devam etmekle birlikte, hilafet görevlerinin dinsel yönlerine de fazla ilgi gösterilmemişt; Zira Ömer b. Abdülaziz müstesna olmak üzere, bu hükümdarlar dinsel düşünce ve sorunlara pek önem vermemiş görünmektedir. İşte sözü edilen tüm bu nedenlerden dolayı, Süheyli’nin de ifade ettiği gibi Muaviye halife değil emirdir.
Muaviye’nin kötülüklerini daha önce belirtmiş idik. Yezid’e geçmeden evvel ünlü Oryantalist H. Lammens’in kaleminden bunların bazılarını yineliyoruz: “Muaviye’nin dört suçu vardır ki, bunlardan birisi bile onu lekelemeye yeterdi: Milleti kıymetsiz insanların elinde bırakmış idi (Yezid’e biat ettirmek suretiyle); Kendisine sormadan, milletin mukadderatını, idare hakkını, hem de birçok peygamber sahabesinin ve faziletli insanların yaşadığı dönemde ve bunların zararına olarak gaspetmiş idi; İpeklilere bürünmüş ve çalgı çalmaktan hoşlanan islah kabul etmez bir sarhoşu kendisine halef tayin etmiş, Ziyad’ı kardeş edinmiş ve nihayet Hucr b. Adî’yi ölüme mahkum etmiş idi.” Lammens, tarafsız bir tarihçinin Muaviye’yi bu ithamlar karşısında temize çıkarmasının oldukça zor olduğunu da ekliyor. Ayrıca Emevi İdaresinin, Hz. Ali’den rivayet edilen pek çok şeyin gizli kalmasında büyük etkisi olduğu da muhtemeldir. Çünkü cami minberlerinden Hz. Ali’ye lanet ettirenlerin, Hz. Ali’nin ilminden bahsedip onun fetva ve sözlerini ve bilhassa hükümet teşkilatıyla ilgili görüşlerini nakletmek hususunda ilim adamlarına serbesti tanımaları da makul değildir.
Muaviye’nin iktidara geliş ve iktidarda kalış biçimine ilişkin icraatlerine değindikten sonra Yezid konusuna geçebiliriz. Yezid hilafetin haksız varisi, Hz. Hüseyin’in öldürülmesinin ve mukaddes şehirlere saldırılmasının suçlusu olarak müslümanların hafızasında çok kötü bir isim bırakmıştır. N. Kemal’in Büyük İslam Tarihi adlı eserinde verdiği bilgilere göre: “Muaviye her yönden dört halife devrinin sadelik, dürüstlük, eşitlik, adalet, kanaat kapılarını kapamış, Suriye’ye sinen Bizans ve İran saray politikası ile ihtişamının esiri olmuştu. YEZİD KİMDİR?
Esasında Halife eşitler arasında birinci olmak ve ileri gelen kişilerden oluşan şuranın öğütlerine göre hareket etmek üzere kendisine eşit düzeydeki kişilerce seçiliyordu. Ne varki, Muaviye henüz sağken, çevresindekilere kendisinden sonra oğlu Yezid’e biat etmelerini sağladı. Böylece seçim(biat) geleneğini br yana itti ve o zamana değin Araplara yabancı bir kavram olan babadan oğula geçen bir saltanat uygulamasını başlattı. Bu şekilde, Halife’nin seçimi ve liyakati gibi unsurlar geri plana itilmiş oluyor ve bu müessese bir tür saltanat kurumu haline dönüştürülüyordu ki, bu durumun sakıncaları Emevi soyu idarecileri ele alındığında açıkça görülmektedir.
Bilindiği üzere Hz. Ali 24 Ocak 661’de öldü ve daha önce Hz. Ali’nin halifeliğini tanımış -Şam ve Mısır dışında- bütün eyaletler Hz. Hasan’a biat ettiler. Muaviye bunu haber alınca 60 bin kişilik bir ordu ile Irak’a yürüdü. Hz. Hasan da 40 bin kişilik bir ordu ile yola çıktı. Ancak Hz. Hasan karşı tarafın askeri gücünden ve yandaşları arasındaki ayrılıklardan çekinerek, savaşı göze alamadı ve yapılan bir anlaşma sonucunda halifelikten çekildi. Anlaşmaya göre,
Hz. Ali yandaşlarına eziyet edilmemesi,
Camilerde Hz. Ali’nin kötülenmemesi,
Halifeliğin Muaviye’den sonra Hz. Hasan’a devri,
Hz. Ali soyundan gelenlere maddi katkıda bulunulması,
gibi konular hükme bağlanıyordu. Ancak sonraları askeri ve siyasi gücünü iyice sağlamlaştıran Muaviye “Hasan’la olan ahdim ayağımın altındadır.” demek suretiyle, anlaşma hükümlerini bir bir çiğnemiştir. Muaviye’nin Yezid’i yerine getirmesi, bazı sözde tarih erbabını gerçekten zor durumda bırakmış, bu durumu açıklarken çok dolambaçlı yollar benimsemeye itmiştir. Hiç şüpheniz olmasın bu yalancılar, eğer Muaviye Yezid’i atamamış olsaydı şöyle diyeceklerdi: “Eğer Muaviye yaşasaydı, Yezid’i halef tayin etmezdi. Yezid o ölünce zorla iktidara geldi.
Sünni tarihçilerden es-Suyutî’nin(Öl. 1505) de belirttiği gibi “Hilafetin, Muaviye’nin ölümü halinde, Hasan’a iade edilmesi” maddesi, el-İmame ve’s Siyase’de de bulunmaktadır. Ayrıca İbni Haceri’l-Heytemi, bu maddeyi “Muaviye kendisinden sonra kimseyi yerine tayin etmeyecek; aksine bu iş (hilafet), ondan sonra müslümanların şurası ile tespit olunacaktır.” şeklinde nakleder. Ancak sonuçta Muaviye daha sağlığında oğlu Yezid’i yerine geçirmiş ve Hz. Hasan’la yaptığı anlaşmanın bir kandırmacadan ibaret olduğu apaçık ortaya çıkmıştır. Bunun üzerine doğaldır ki,önce Hz. Hasan’ın ortadan kaldırılması gerekiyordu ve Muaviye’de öyle yaptı.
Muaviye, Mervan b. Hakem’i Medine’ye bu iş için yolladı. Mervan çeşitli hilelerle Hz. Hasan’ın eşi Ca’de binti Eş’as’ın, Hz. Hasan’ı zehirlemesini sağladı ve böylece Muaviye oldukça rahatladı.
Böylece Muaviye, oğlu Yezid’i kendinden sonra Emevi hükümdarı yapma şeklindeki düşüncesini yürürlüğe koydu. Böyle bir durum, o zamana kadar Arapların ve müslümanların anlayışlarına uygun olmadığı gibi, Yezid de serbest hareketlerinden dolayı fasık sayılıyordu ve böyle bir kimsenin halifeliğe adaylığını kabul etmek mümkün değildi. Yezid’in veliahtlığı bir hayli tepki görmesine karşın, Muaviye çeşitli girişimlerle Yezid’e biat sağlıyordu. Hatta Muaviye’nin kendisi bu amaçla kalkıp Mekka’ye ve Medine’ye geldi ve buraların halklarına, Yezid’in veliahtlığını öteki bütün eyalet ve şehirler de kabul etmiş gibi göstererek ve tehdit ederek onların da biatını sağladı. Sadece Hz. Hüseyin, İbn-i Zübeyr ve İbn-i Ömer biat etmediler.
Muaviye 18 Nisan 680’de Şam’da ölünce Yezid daha önce kendisine veliaht olarak biat edildiğinden babasının yerine saltanat tahtına geçti. Onun için önemli bir sorun olarak Hz. Hüseyin, İbn-i Zübeyr ve İbn-i Ömer’in biatleri meselesi vardı.Yezid, Medine Valisi olan amcası oğlu Velid’e bu üç kişinin biatlerinin bir an önce sağlanmasını isteyen bir mektup yazdı. Mektubunda özellikle Hz. Hüseyin’in biatının sağlanmasını istiyor, “biate yanaşmazsa başını kestir bana gönder” diyordu.
Bütün Hicaz, zor karşısında sinmişti ama bu makamın (halifeliğin) ilim, ahlak ve fazilet bakımından gerçek sahibinin Hz. Hüseyin olduğunu çok iyi biliyordu. Birçokları da Hz. Hüseyin’i, müslümanları bu makamın layıkı olmayan bu adamdan kendilerini kurtarmaya çağırıyordu. Hz. Hüseyin de İslam aleminin yaşadığı bu ızdıraplı dönemi yakından izlemekteydi. Çünkü kendinde, babası Hz. Ali, dedesi Hz. Muhammed’in bütün vasıflarını toplamış gibiydi. Fakat karşısında para, servet, şöhret ve hileye dayanmış Emeviler gibi bir düşman vardı.

--------------------------------------------------------------------------------
 

hksozer

New member
Katılım
18 Ara 2007
Mesajlar
97
Tepkime puanı
41
Puanları
0
Yaş
53
EMEVİ ZULMÜ...


Alemlere rahmet olarak gönderilen Allah"ın rasulü ve islam Peygamber"i Hz. Muhammed (s.a.v) şu vasiyetiyle beka alemine intikal etti: "Aranızda iki paha biçilmez emanet bırakyorum. Biri Allah"ın kitabı diğeri itretim Ehl-i Beyt"imdir. Bunlara sarıldığınız müddetçe asla azıp sapmazsınız." Ama ne yazık ki, kendini bu ümmetten sayan Emevi hanedanı adeta Bedir'deki yenilgisinin intikam gününü bekliyordu.

Peygamber(s.a.v)'in bu iki emanetinin ikisini de ortadan kaldırmak için ellerinden gelen herşeyi yaptılar. Nasıl mı? İkinci Halife Ömer döneminde Şam valiliğine getirilen Muaviye üçüncü halife Osman döneminde Şam"da dev bir güç haline gelmişti.

Hz.Osman"dan sonra devletin başına getirilen Hz. Ali(a.s), Muvaviye gibi kendi başına buyruk ve sorumsuz kimselerin görevlerine son vermek zorundaydı. Ne yazık ki Muaviye, makam ihtirası yüzünden azlini kabullenmeyip isyan başlatarak, bütün barış yollarını tıkadı ve savaş çıkardı..



Elli bin kayıpla yenilgiye uğradığını gören Muaviye, Kur"an yapraklarını mızraklara takarak Hz. Ali(a.s)"yi, ordusu içindeki, Muaviye"ye gizlice satılmış olanlarla ve onlara uyan ahmakların da baskısıyla meşhur"hakemiyet" olayına zorladı. Bu olaydan sonra "Hariciler" fırkası ortaya çıktı. Hz. Ali (a.s)bu sorunu çözdükten sonra , yeniden Muaviye sorununu çözme hazırlıkları içerisindeyken Abdurrahman ibn-i Mülcem adındaki bir Harici terörist tarafından Kufe Camii"nin mihrabında sabah namazı kılarken şehid edildi.

Bilindiği gibi hilafet, İmam Hasan"a intikal etti. Bir taraftan Hz. Ali(a.s)"nin beş senelik hükümetinde tam üç büyük iç savaşla yorgun düşmüş, İmam"ın şehadetiyle de müthiş bir deprasyona uğramış olan Kufelilerin savaşa pek istekli olmayışları, gözünü makam ihtirası bürümüş olan Muaviye"yi yeniden bir iç savaşa cüretkar etmişti. Diğer taraftan sorumsuz muhalefet yüzünden iç savaşlarla meşgul gencecik İslam devletini yok etmek isteyen Bizans"ın saldırı hazırlığı içinde olduğu haberleri İmam Hasan"ı sulha mecbur etmişti. Tabi ki onun için İslam, Müslümanlar ve Ülkenin korunması iktidarı kendi elinde bulundurmaktan, daha önemliydi.

İmam Hasan, Muaviye gibi makam uğruna bütün değerleri hiçe sayamazdı. Sulh yapılmış, iktidar Muaviye"ye bırakılmıştı. Buna karşın Muaviye , Hz. Peygamber(s.a.v)'in uygulamalarına aykırı bir uygulama içinde olmayacak, adalet ve eşitlik ilkesini çiğnemeyecek, bölgecilik, kabilecilik ve ırkcılık yapmayacak, Geçmişte yaşanılan ihtilaflardan dolayı Ehl-i Beyt taraftarlarına karşı,düşmanca davranmayacak, Hz. Ali(a.s)"ye sövülmeyecek, yerine kimseyi halife olarak tayin etmeyecek ve iktidarı kendisinden sonra İmam Hasan(a.s)"a, eğer onun başına bir iş gelecek olursa İmam Hüseyin(a.s)"e devredecekti.

Muaviye orada bulunan binlerce insanı şahid tutarak ve galiz yeminlerle bu şartlara bağlı kalacağını taahhüd etmiş ve şartnameyi imzalamıştı. İmam Hasan(a.s)"da bu haraktiyle daha fazla Müslüman kanının akmasını önlemiş, ülke bütünlüğünü ve ümmet birliğini sağlamış ve Bizans"ın istilasını önlemiş oldu.

Ama Muaviye iktidarı eline geçirdiken sonra bu şartların hiçbirisine uymamış hepsinin tam aksini yapmış ve İmam Hasan(a.s)ı" da zehirleterek şehid etmişti. Ayrıca nice Müminlerin kanını akıtmış müthiş bir baskı düzeni kurmuştu. Arap olmayan Müslümanlara "Mevali" adını takarak onlara karşı köle muamelesi yapıyordu.

Ömrünün sonlarına doğru da fasıklığıyla , sapıklığıyla ve laubaliliğiyle tanınan oğlu Yezid"i yerine veliahd olarak tayin etmiş, karşı çıkanları ise kimini satın alarak, kimini zorla susturmuştu. Ölümü sırasında da oğlu Yezid"e, Ebu Bekr oğlu Abdurrahman, Ömer oğlu Abdullah, Zübeyr oğlu Abdullah ve özellikle de , Ali oğlu Hüseyin(a.s)"den ne pahasına olursa olsun biat almasını vasiyet etmişti.

Yezid Medine valisine bir mektup yazarak İmam Hüseyin(a.s)'in ya biatini ya kellesini almasını istemişti.

Medinvalisi Velid,Hüseyn(a.s)"i valiliğe çağırarak biatla canı arasında bir tercih yapması gerektiğini bildirdi. Hüseyin(a.s) bir günlük mühlet alarak valilikten ayrıldı.

Peygamber(s.a.v) evladı Hüseyin(a.s) biat edecek olsaydı , Yezid"in uygulamalarını Peygamber(s.a.v) adına onaylamış olacaktı ve bu onay, İslamın bütün değerleriyle birlikte insani değerlerin, hak-hukuk ve adaletin sonu lacaktı.

Yani dedesi Peygamber(s.a.v)"in bunca zahmeti boşuna gitmiş yeniden cahiliye devrine dönülmüş olacaktı.

Böyle bir vebalin altına girmesi İmam Hüseyin(a.s)"den beklenemezdi. Biat etmeyince de öldürmeye kalkışacaklardı. Medine toplumu Peygamber(s.a.v)"in ashabı ve ensarıydı; Peygamber(s.a.v) evladının öldürülmesine seyirci kalamazlardı. O zaman da müthiş bir katliam yaşanırdı.

İmam Hüseyin Medine"de kalarak böyle bir katliama sebep olmak yerine aile efradıyla birlilkte, Mekke"ye sığınmayı tercih etti. Ama ne yazık ki Yezid"in terör çeteleri İmamın peşini orada da bırakmadılar.

Bunu fark eden imam Hüseyin(a.s) Mekkenin kan dökülmezlik hariminin bozulmasını ve Kabe"nin kudsiyetinin üzerine kan lekesinin düşmesini istemiyordu. İhramını yarıda keserek Mekke"den ayrılmak zorunda kaldı.Yezid"in hükmettiği bu ülkede, Allah(c.c)"ın eman evinde dahi rahat bırakılmayan Hüseyin(a.s) başka nereye gidebilirdi?

İşte böyle bir ortamda birileri , biat edip canını, aileni ve çocuklarını kurtarsan olmaz mı, demiş olmalı ki; İmam Hüseyin(a.s) yeryüzünde bir kaçış yolu ve de hiçbir sığınılacak yer olmasa dahi ben böyle bir vebalin altına girmem. Dedemin getirdiği , bu aziz ve bu mukaddes dini Yezid gibi birine uzatacağım biat eliyle öldüremem buyurdu.

Hüseyin(a.s) için en uygun yer, halkı kendisine binlerce imzalı mektup yazarak davet eden Kufe olacaktı.

İmam Hüseyin(a.s) ailesiyle birlikte yola çıkmış, 1300 kişilik bir grup insan da bu yolculukta ona katılmıştı.İmam Hüseyin, "bu çıkışım ,saltanat,dünya malı ve ifsat için değil, iyiliği emretmek ,kötülükten nehy etmek ve Ceddim peygamber(s.a.v)"in ümmetini ıslah etmek içindir" diyerek, arkasında yazılı bir belge de bırakarak gitmişti.

Allah(c.c)"ın beytinde bile güvende olmayan bu kervan, nerede ve nasıl bir ıslah haraketi gerçekleştirecekti?

Nasıl bir son bekliyordu onları?

Bilinmeyen bir sona doğru mu yola çıkmışlardı?

Kum fırtınalarının tozlandırdığı bu nurlu yüzler,nasıl bir akibete yönelmişlerdi?

O derin ve keskin bakışlar, o kararlı duruşlar hangi hedefe kilitlenmişlerdi?!

İnsanlığın kurtuluşunun bu kervana bağlı olduğunu kim bilebilirdi?

Ama Hüseyin(a.s) nereye gittiğini biliyordu. Bir ara "Ölüm bizi bir gölge gibi takip ediyor" demiş Oğlu Aliekber de O"na ; "Babacığım, İnsan ve insanlık uğruna ölümü seçmekle haklı bir tercih yapmış mıyız?" Deyip "evet" cevabını alınca da "öyleyse bu uğurda ölümden asla çekinmeyiz biz." diye karşılık vermişti.

Demek ki, hedefini belirlemiş ve nereye ve nasıl bir sona doğru niçin gittiğini çok iyi biliyordu. Bu kervanın kahraman imamı ve onun yiğit erleri..

Aslında bu kafilede, kadınlı erkekli, büyüklü, küçüklü herkesin bir görevi bir misyonu vardı.Veballe yaşamayı değil,haklı ölmeyi, zilletle yaşamayı değil, izzetli ölümü seçmişti onlar.

Hüseyin(a.s),görüyordu ki Emevi saltanatının tüm mezalimi İslam"a mal ediliyor.Ceddinin aydınlık yolu yeşil sarayda, karanlık bir irticaya dönüştürülmüş; Peygamber(s.a.v) evladını bîata zorlayıp şeriat diye, "peygamber(s.a.v) hilafeti" adına uyguladıkları bu çirkef yönetimin vebalini, muazzez peygamber(s.a.v)"in ve onun getirdiği mukaddes dinin üzerine yıkmak istiyorlar.

Bu yönetim altında zaten kimi kaygı, kimi kuşku içinde olan ümmetin hepten imanı sarsılacak, akidesi bozulacaktı.

Her inanç ve her dava kendisine gönül bağıyla bağlananlarla ayakta durur. Kendisine inananlarını kaybeden bir din de yok olup gidecekti.Onun için peygamber(s.a.v) evladı Hüseyin(a.s)"in, Yezid"e uzatacağı biat eli İslamın şah damarına uzanmış olacaktı.

Kendisine üçüncü bir yol bırakılmayan Hüseyin(a.s), İslam"ı kendi eliyle boğazlamak yerine, kendisi boğazlanarak islamı ve insanlığı kurtarmayı tercih etmişti.Ona yakışan da bu değil miydi? Evet "Zıbh-ı azim" kurbanlığı, gözyaşının kana karışıp sıcak kumların üzerinde buharlaşacağı Kerbela Mina"sına doğru kararlı adımlarla yürüyordu.Ölüme meydan okurcasına.. Adeta ölüm ondan kaçıyordu.



Kıstırdı ölümü Hüseyin Sahray-ı kerbela"da.

Seçmişti bu yolu o, mîsak-ı "kâlû bela"dâ.

Ölüm nasılmış gösterdi Hüseyin ehl-i sefaya

Aldı ayağı altına, yükseldi arş-ı alaya..

Götürdü arşa Hüseyin aşkının nişanesini

Abbas"ın kesik kolları, Ekber"in emmamesini

Süslemişti semayı Aliasgar kanıyla,

Aşkına kurban olmuştu, canıyla, cananıyla.

Velhasıl konakladı o bela çölünde ölüm ve gözyaşı kafilesi.



Ama Yezid ordusu bir türlü cesaret edip Hüseyn(a.s)"in 1300 kişilik birliğine saldıramıyordu. Çünkü bu birliğin başında Alemdar Abbas gibi bir komutan ve içinde Haydar-ı Kerrar oğuları, torunları ve yeğenleri vardı.Yezid ordusu durmadan takviye birlik istiyor sayılarını on binlere vardırıyordu. Oysa Hüseyin(a.s) 1300 kişilik birliği ısrarla geri gönderip , sadece kendi ailesi, çoluk çocuğuyla ve sayıları elliyi bile bulmayan, tüm ısrarına rağmen gönderemediği bir bölük insanla kaldı o deniz gibi, kana susamış canavarlar arasında.

İmam Hüseyin(a.s) bunu yapmakla, istedi bütün dünya bilsin ve tarih şahitlik etsin ki o, altı kundaktaki aylık yavrusuyla, üç yaşındaki kızıyla, hanımı, bacısı ve gelinleriyle isyan çıkarıp, savaş yapmak için bu bela çölüne gelmemiştir.

Nitekim sözlü olarakta onlara, "Benim buraya gelmemden rahatsızsanız geldiğim gibi dedemin Medine"sine döneyim. Herkes gibi beni de kendi halime bırakın.Dedemin ülkesinde yaşamayı bile bana çok görüyorsanız, sınırdışına çıkayım."dedi.

Buna da karşı çıktılar. Yezid Hüseyin(a.s)"in biat etmediği taktirde dirisini değil kellesini istiyordu. Böylece Peygamber evladını katletmenin sosyal vebalini "Ben olsaydım yapmazdım" diyerek suçu başkalarının boynuna yıkmak istiyordu. Nitekim öyle de oldu.

İmam Hüseyin(a.s) de bu planı bozmaya yönelik olmalı ki, "Beni Yezid"e götürün, öldürecekse o öldürsün" dedi.

Keder, hüzün ve bela günü Aşura gelip çatmıştı.

Ölmeye gelmişti ama, ölümü haketmiş bir mahkumun teslimiyeti içerisinde değil , özgürlük meşalesi yakan eşsiz bir kahraman gibi duracaktı karşılarında.. Ve İmam Hüseyin'(a.s) işte bunu yaptı...

Selam olsun Hüseyin'e, Ali b.Hüseyin'e,Evlad-ı Hüseyin'e, Ashab-ı Hüseyin'e ve Hüseyin'i sevenlere.
 

hksozer

New member
Katılım
18 Ara 2007
Mesajlar
97
Tepkime puanı
41
Puanları
0
Yaş
53
UYDURULAN HADİSLER…
İslam’ı, Siyasi çıkarı için kullanmak isteyen İlk Siyasiler, Bu Yolun temelini attılar. –Sahabeden başlayarak- bazı “Ravilere” bunun işçiliğini yaptırdılar. İslam Alimleri; -İslam’a, gerçekten bağlı olan bazıları da dahil- Hadis ilmi açısından (Senetlerin sağlamlığı, Ravilerin güvenirliği, ... vs. vs) göre, İnce eleyip-Sık dokuyarak(?) sahihlerini seçtiler… Sahih Hadis kitapları ile bizlere kadar ulaştırdılar... Fakat, “Kuran’a-Akla uygun mu?” bu soru; cesaret edilip sorulamadan. Bu günlere gelindi...
Ve Bizde gereğini yapıp, tepe-tepe kullanıyoruz.

Nasıl mı…? İslam Karşıtları ve İslam’ı çıkarına kullananlar; Ellerindeki / Dillerindeki fırçalarla, “Bu Boyayı”, Enlerine-Boylarına kullanıyorlar… Yetmiyor: İslam’a gerçekten bağlı olduklarını düşünen “Zavallı Taklitçileri”; Akıl ve Kuran’la da devrelerini keserek, Bu boyaya boylarınca batırıp ortaya salıyorlar. Robot ordu tamamdır. Ellerini attıkları yer karalanıyor.

“Tüm Sahabenin yaptığı haktır, doğrudur” kalın örtüsü ile Gerçekleri örtersek… Ve “İctihat farkı Rahmettir?” kolaylığına kaçarsak… Tarafların savaşma noktasına kadar gelmesini, Oluk gibi Mümin kanının akmasını, Ve “Büyük Haksızlıkların yapıldığını” anlatamayız.

UYDURMA YOLUN TEMELİ :
Tipik örnek: Ebu Süfyan, Mekkenin fethinden sonra -çıkarına olduğundan- mecburen İslam’ı kabul etmiştir. Oğlu Muaviye, Hz. Ömer ve Osmanın Halifeliği döneminde Şam Valiliği yapmış; Bu arada aşırı servet sahibi olmuş; “...Kendiniz, ana babanız ve yakınlarınız aleyhlerine de olsa, Allah için şahit olarak adaleti gözetin;...4/135” diyen Dinin, üst kademe yöneticisi olarak; Toplumu; Erkek Deveye “Dişi” demesini bile, tasdik edecek Robot haline getiren bir yönetim kurmuştur.

Ve Sıffin Savaşı: Muaviye, Yenileceğini anlayınca; Kılıçlara Kur’an sayfalarının takılması; Hakem Olayı ve Yüzük Hilesi !?? Bu Olaylar; İslam’ın çıkar için, Siyasete Alet edilmesinin, Büyük boyutlu ilk Örnekleridir. “Düşünen Mümin’im” diyen bir kişi, bu olayları, Akıl-Mantık süzgecinden geçirip, bir değerlendirilmesini yapmıyorsa / yapamıyorsa; -başkasını da aldatır mı bilemem?- Fakat Ömür boyu, kendisini “Aldanmaya” mahkum eder.

Muaviye, İktidara bu yöntemlerle gelmiş; Ve İktidarını korumak için de aynı yöntemleri uygulamıştır.
Bilindiği gibi; Peygamberimiz ve Dört halife Hadislerin Yazılmasına-toplanmasına onay vermemiş; Hatta önleyici tedbirler alınmıştır. Yalan hadisler rivayet edenleri yakından izlemiş / sürmüşlerdir. [3]
Muaviye bunları sarayına almış; imkanlar sağlamış; [4] Bir nevi “Hadis Uydurma fabrikası” kurmuştur. Ve karşılığını uydurma hadislerle almıştır.

** Allah’ın Resulu Muaviye’ye bir ok verdi ve şöyle dedi: Bu oku al ve cennette beni onunla karşıla!
** Allah’ın Resulu şunu derken duydum: Allah vahyini üç kişiye emanet etti: Ben, Cebrail ve Muaviye
** İşlerinizde Muaviye’yi bulundurunuz. Çünkü, o kavi ve emindir. [Tathir-ül-cenân]
** Ümmetimin en halimi ve cömerdi Muaviye bin Ebu Süfyan’dır. [İ.Süyuti]
** Muaviye’nin mülk sahibi olmasına fazla zaman geçmez. [Deylemi]

Muaviye için Uydurulan hadisler bunlardan ibaret değildir. Hepsi, yaptıklarına / Yapacaklarına, haram servetine birer Kılıf ve Zırhtır. Yaptıkları da, bunlardan ibaret değildir. Onlardan bir-kaçı:
Hz. Hasanla yaptığı anlaşmayı (Şartları?) bozmuş, Hz. Hasanı zehirletmiş (kişiliği?); Cuma Hutbesini -Cemaati, Ehli beyte hakaretlerini dinleme mecburiyetinde bırakmak için- Namazdan önceye almış; (Dine Resule saygısı?) Hilafeti soy Krallığına çevirmiştir. Oğlu Yezit; Kerbela vahşetini işlemiş; Peygamberimizin “Cennet çiçeklerim” dediği sevgili torunlarını hunharca Şehit etmiş, Ve hala kini dinmemiş, Hz. Hüseyin’in kesik başına hakaretler yağdırmıştır.

BİRAZ DÜŞÜNEBİLİR MİYİZ?
Ama Aklımızı ve Vicdan gözümüzü devre dışı bırakmadan. İslam tarihinin, yukarda özetlenen Kara Sayfalarının her biri için, çok şey yazılabilir. Özet Sorularla açmaya çalışalım.
1 Varsayalım; Peygamberimize ait olduğu söylenen (inandığınız); Muaviye’yi yücelten Hadisleri(?) duymadınız / bilmiyorsunuz. Yukarıdaki olayları da, “Dünya tarihinden bir parça olarak” okudunuz. Muaviye Ve Emeviler hakkında Ne düşünürdünüz? (Şimdi Niçin farklı düşünüyorsunuz?)
2 Hadislerde(?) Geleceğe hatta Cennete ait İfadeler olduğuna göre; Peygamberimizin bunları -azından- bir ilham neticesi söylediğini kabul ediyorsunuz. “Muaviye’nin Yüceliği(!?!) İlham edilirken; Yukarda özetlenen olaylar... torunlarının hunharca öldürülmesi, hiç mi ilham edilmiyordu. -haşa- bu işi Yaratan noksan mı yapmıştı. Değilse, Peygamber bu ifadeleri nasıl kullanıyor? Muaviye, bunca hatalarına ve günahlarına rağmen bu yüceliklere (hatta cennete) nasıl layık oluyor. Yoksa bunları yaparken de mi sevap işliyor? Böyle ise, Hz. Ali ve Çocukları -Yani Peygamber torunları- İslam’a zararlı unsurlar mı idi?... Yoksa İlham falan yok da -haşa- yüce Peygamber; Yağ mı çekiyor? Yalan mı söylüyor. Bu soruların arkası gelmez.
3 Hutbeyi Cuma Namazının önüne alması: Sebebin / Niyetin kötülüğü bir yana; “Peygamberden daha güzelini yapmış” demeden bunu savunamazsınız. Ve daha acısı; Muaviye’nin bu günahına, Asırlardır Hürmetle(!?) devam ediyoruz.
4 Ve hala; “Muaviye’den Şefaat bekleyecek kadar” Aklını devre dışı bırakan; Şartlandırılmış, saf Mümin Kişilerin bulunması; bu acıklı durumun diğer yarısıdır.

Netice: İslam’ı karalamadan, Muaviye’yi savunamazsınız. Bu Hadisere(!?) “Sahte” demeden; "İslam’ı karalama ve Muavıyeyi savunma” dan yakanızı kurtaramazsınız.... Eğer “Sahte” derseniz; Bu defada Kütüb-i Sittenin “Sahih” etiketi düşer.... bütün bunlardan İslam kaybetmez. Ama yine de Tercih Sizin. İslam’ı Karalamaya devam edebilirsiniz. Yalnız unutmayalım. Bu aynı zamanda, Muaviye gibi, İslam’ı çıkarına kullananlara Hizmet etmek anlamına gelir.

HADİSLERİN DERLENMESİ :
Ciddi anlamda derlemeye, Hicretten –yaklaşık- iki asır sonra başlanılmıştır. Bu altı-yedi nesil demektir. Bir an -çıkar vb- hiçbir yan etki olmadığını varsayalım. Bu şartlar içinde bile; İki cümlelik bir söz dahi, “olduğu gibi / hiç bozulmadan” ulaşabilir mi? İstemeseniz de bu sorunun cevabı: “Hayır” dır.
Bu durumda; en iyi ihtimalle, Bazı hadisler için: -Eğer Kuran ve Akılla çelişmiyorsa- “Peygamberimiz tarafından, Anlam olarak ifade edilmiş olabilir” denilebilir.
İmam Buhari “Sahihlerini, derlediği 600.000 [5] Hadis içinden seçtiğini, ... Bir bu kadarını da kitabına alamadığını” yazar. Bu ifadenin gerçek olduğu kabul edilirse -tekrarlar da dikkate alındığında- Bizzat İmam Buhari, derlediğı Hadislerin -azından- Yüzde 85-90’ının uydurma olduğunu Kendisi de kabul ediyor.
Fakat, Asıl sorun; “Sahih” olarak seçilenler; “Ne Ölçüde Sahihtir? Kütübi Sitte de -galiba hepsinde- farklı ifadelerle yer alan, ve sayfalar tutan; Meşhur “Miraç hadisinden” kısa bir bölüm:
Göğün her katına çıkıldığında tekrarlanan diyalog
”Cibril (? Nolu) gök kapısını çaldı.
- Kim O ? denildi. Cibril:
- Cibril ! dedi.
- Yanındaki kimdir? Denildi. Cibril:
- Muhammed ! dedi.
- Ona Mi’rac daveti gönderildi mi? Denildi. Cibril:
- Evet gönderildi ! dedi. …”

Günümüzde, -insan yapısı- bir çok büyük bina da bulunan giriş tekniklerini dikkate alırsak; Semalara; Yaratanın huzuruna(?) çıkılırken yaşanan Bu ilkellik…? Sahih Hadis(?)... Peygamber anlatımı(?)...
Ve Hadisin Semadan dönüş kısmı: Namazın 50 vakitten 5 vakte indirilmesi için, Peygamberimizin, Hz Musa tarafından 5 (başka rivate göre 9) kez “Rabbine arza” geri gönderilmesi ve her gidişte 10 yada 5 vakit tenzilat yapılması!?! Buradaki yazılanlara göre; -biraz dikkatli okunursa- Hz. Musa büyük bir bilge, Peygamberimiz -haşa- bön ve saf zavallı, Değişmeyen kuralların Kanunların (Sünnetullahın) koyucusu Yüce Yaratan ise -haşa, en hafif tabirle- her gelindiğinde tenzilatlar yapan pazarlıkçı bir varlık?
Yüce Yaratanı, Kuran’ın anlattığı gibi bilen / inanan ve “Aklını kullanan” bir Mümin’in; İlkel bir aklın, sözde övmek için uydurduğu, Bu Hadisi(?) ürpermeden okuması mümkün müdür?



BAŞKA BİR ACI YARA :
İslam’ın karşıtlarından ve çıkarına kullananlardan; “İslam’a Saygı” bekleyemezsiniz. Dolayısı ile, onlar tarafından yapılanları -istemeseniz de- “doğal karşılamak” zorundasınız. Asırlar öncesinin; Matbaanın girmesine, Kuran’ın çevirisine karşı çıkan Zihniyetin uzantısı olarak; Samimiyetinden şüphe edemeyeceğimiz, Bazı Din Alimlerimizde; İlk bakışta, İslam’ın “Lehinde gibi görülen” hiçbir şeyi, “Acaba” demek; “Kur’ana xxxrmek” cesareti gösteremeden[6], olduğu gibi kabul etmiştir. Onların açtığı bu kapıdan; Siyasiler ve Çıkarcılar… Ellerini, kollarını sallayarak girmiştir.

Netce: Bir tarafta, Malzemesini / Silahını ellerimizle verdiğimiz; Karşıtlar ve Sömürücüler; Diğer tarafta, Aklına / Beynine kilit vurarak, Şirkin kenarına (bazen içine) yuvarladığımız Büyük Çoğunluk....

SESLERİNİ BOĞMAK İSTEDİKLERİMİZ :
Allah Kendilerinden razı olsun. Yıllardır çaba gösterip; “Gerçek İslam bu değil, Kurandaki İslam Şudur, Şunlar Yozlaşmalar, Bidatlardır; Hutbe bu, Cuma bu, Teravih bu; Mezhep İmamlarının dedikleri bunlardır” diye yırtınanlara karşı; “Hayır, Yanılıyorsun” diyemiyorlar. Ne yapıyorlar? Gelsin karalamalar…

İSLAMIN, KUR’ANDAKİ ÖZÜNE DÖNMEK :
Evet yapılacak Tek Şey Bu’dur. Sahih denen Hadisler tek-tek Kuran’ın (elemesine / oluruna) xxxrülecek. Geçebilenler; “Elçi tarafından Anlam olarak ifade edilmiş olabilir” olarak ayrılacak.
Bu; “Seçilenler Hüküm vermede esas olabilir” Anlamı taşımaz.
Eleme yapmak, “Kuran ortada iken” kolay gibi görülüyor. Fakat sanıldığından daha zordur.






DİPNOTLAR :
[1] Ebû Hureyre (r.a), Yemen’in Devs kabilesindendir. Hicret’in yedinci yılı başında Müslüman olup Medine’ye hicret etmiş ve Allah Resûlü’yle dört yıl bir arada kalma şerefine nâil olmuştur. ...(Hz. Ayşe, Ömer ve Ali’nin tepkilerine teviller getirilir) (fgulen sitesi)
Müslim’in Fezailus Sahabe’deki 159. Bölüm’ünde Ebu Hureyre’nin sırf karın tokluğuna Peygamber’le beraber olduğu anlatılır.
İbn Hazm sırf Baki bin Mahled’in müsnedinde Ebu Hureyre’ye ait 5374 hadis olduğunu söyler. Buhari bunlardan 446’sını kitabına almıştır. (Gün başına yaklaşık 4 hadis)
Hz. Ömer’in Ebu Hureyre’yi atadığı valilikten hırsızlıkları nedeniyle geri çağırttığı anlatılır. Hz. Ömer Ebu Hureyre’ye hitaben: “Seni Bahreyn’e vali yaptığımda ayağında bir çift ayakkabı yoktu. Sonra duydum ki sen 1000 dinara, 600 dinara atlar satın almışsın. ... der (Zehebi, Siyer).
Hz. Aişe ... “Sen Peygamber’den duymadığım hadisler rivayet ediyorsun!” ....”(Zehebi, Siyeru Alemin Nubela 2. cilt, sayfa 435).

[2] Kab el Ahbar: İsrailiyat’ı, Yahudi uydurmalarını dinimize en çok sokan kişidir.
Mahmud Ebu Reyye, Kab’ın Hz. Ömer’in öldürülmesinde parmağı olduğunu söyleyerek şu izahları yapar: “Hz. Ömer’in bu dahi Yahudi’yi akıllıca ve ısrarlı bir şekilde izlemesi ve .... bir takım çirkin emellerinin farkına varmasına rağmen sonunda o dehasının gücüyle Hz. Ömer’in uyanık ve iyi niyetli oluşuna galebe çalmış, gizli ve açık tuzağını kurmaya devam etmiştir.

[3] En çok korktuğu kişinin Hz. Ömer olduğu ... Ömer’in Ebu Hureyre’yi hadis naklinden dolayı tehdit ettiği ve tartakladığı hadis kitaplarında anlatılır. “Size naklettiğim şu hadisleri Ömer zamanın da anlatsaydım değneği ile beni döverdi.” der (Ez Zehebi – Tezki-retul-Huffaz) “Ömer ölünceye kadar Allah’ın Resulü buyurdu diyemezdik.” (Sahihi Müslim, 1. cilt, sayfa 34).
kendisinin aktardığı bir hadiste ise Hz. Ömer ona şöyle demiştir: “Ey Allah’ın ve Kitabının düşmanı! Allah’ın malını çaldın değil mi? Yoksa senin on bin dinarın nereden olacak?” (İbni Sa’d, Tabakat, 4. cilt, sayfa 59)
Hz. Ali şöyle demiştir: “Yaşayanlar arasında Allah Resulü’ne en fazla yalan isnat eden Ebu Hurey-re’dir.”(İbni Ebul Hadid, Şerhu Nehcul Belağa, 1. cilt, sayfa 360).
Hz. Ali minberden şu hutbeyi veriyordu: “Yanında hadis sayfaları bulunanlar gidip onları yok etsinler. Zira halkı helak eden olay, alimlerin naklettikleri hadislere uyarak Kuran’ı terk etmeleridir.” [/size]
[4] Emeviler Ebu Hureyre’ye el Akik’te bir köşk inşa edip arazi vermişlerdir.

[5] Ana dilimizde kaç kelime bildiğimiz sorulsa; Sözlüğü açıp, tek-tek kontrol etmeden cevap verebilir miyiz?
İmam buharının “Bildiği…Raviler hakkına birer olayı” bir yana bırakalım; Ravi Zinciri ile birlikte; Bir sayfaya Ortalama (üç) hadis sığdığı kabulüne göre; (200.000) sayfa; (500)er sayfalık (400) kitap eder. “Derlenen 600,000 Hadis içinden seçildiği” ifadesine bu açıdan bakılabilir mi? (Önce hepsini yazdı, diye düşünen var mı?)
[6] Tecrid Dibace de İmam Buharinin hafızasının kuvveti için aktardığı bir olay: “Bir defa bir çok zevat ile bir şeyhi dinliyorlarmış.” (herkes yazdığı halde onun yazmayıp sadece dinlemesi dikkat çekmiş. Yazan İki kişinin ısrarlı sorusu üzerine) “Görüyorum ısrarınız çoğa vardı. Yazdıklarınızı haydi ortaya çıkarın demiş. Yazılı evrakta Onbeşbin den ziyade hadis varmış. Hepsini ezberden o kadar dürüst okumuş ki” (Yazan iki kişi ondan düzeltmiş) (Yukarıdaki hesapla: 5000 Kitap sayfası eder). Zaman, bir-kaç saatlik vaaz -8 saat olduğunu var sayalım- Bu süre içinde, 5000 sayfalık bilgi Nasıl anlatılır? Nasıl yazılır?
Rahmetli M. Hamdi YAZIR, Ahmet NAİM, Kamil MİRAS; Samimiyetinden şüphe edemiyeceğimiz, Muhterem Kişilerdir. NAİM ve MİRAS; Tecride aldıkları hadislerde “Kur’ana / Akla uygun mu ?” sorusu sanırım hiç soramamış. YAZIR’da tefsirine, bazı hadisleri, (Ör: Miraç Hadisi) olduğu gibi almıştır.
 

radikal

New member
Katılım
10 Şub 2007
Mesajlar
2,635
Tepkime puanı
1,763
Puanları
0
Yaş
50
Konum
Gönül aleminden
"Ashabım; gökteki yıldızlar mesabesindedir. Her kim, Onlar'dan herhangi birine uyarsa; o gerçekten kurtuluşa erer!" Hazreti Muhammed Mustafa (s.a.v.)

Bu sözün üstüne, sen de dahil olmak üzere; her kim hangi cenahtan gelirse gelsin, ne söylerse söylesin, itibar görmez. Hele hele, gençlerin efendisi Hazreti Hüseyin (r.anh) gibi, ilim irfan ve takvaa ehli bir ehli beyt mensubunun kadınları ve çocukları da dahil, kızgın çöl kumlarına mübarek kanını akıtan bedbahtların ehli sünnet olarak da anılması ve görülmesi; yüzyıllardır süregelen ibni sebe şerefsizin misyonunun başarıya ulaştığının ispatından başka bir şey değildir.

Hazreti Hüseyin (r.anh), yada Hazreti Ali (k.v) yada Hazreti Hasan (r.anh) efendilerimizin ayarını söyleyecek miheng henüz yaratılmadı! Onlar'a bedel biçecek olanın da ya aklı yok, yada zamanı çok. Size gösterilen o kadar yazıyı önyargısız okusanız göreceksiniz. Burada ehli beyt mensublarını övmek, savunmak, onları sevenleri sevmek de yine çok şükr ki bize düşüyor.

Seyfullah'ın verdiği gerçek ve sahih bilgiyi kompleksiz okursanız, burada bir ehli sünnetin, gerçek anlamda bir ehlibeyt sevgisini taşıdığıda görülür. Görmek isterseniz!
 

hksozer

New member
Katılım
18 Ara 2007
Mesajlar
97
Tepkime puanı
41
Puanları
0
Yaş
53
MALUM ZAT
Peygamber Hz. Muhammet'in ve soyunun en azılı düşmanı bir ailenin çocuğu olan Muaviye (610-680) kılıç korkusuyla Müslüman olanların başında gelir. Babası İslamiyet düşmanlarının önderi olan Ebu Süfyan, annesi Hz. Hamza'nın ciğerini çiğ çiğ yiyecek kadar İslam düşmanı olan Hind'dir.
Mekke'nin teslim olduğu yıl Müslümanlığı kabul etti. Kuran'da; bunların hiçbir zaman daha önce Müslüman olanlar ölçüsünde değerlerinin olamayacağına ilişkin ayet vardır. Fakat, geleneksel yönetim deneylerinden yararlanan bu aile, kısa zamanda, bütün Müslümanları yönetecek kademeye yükselmiştir.
Muaviye, Ebubekir zamanında Sureyi'nin, Fenike kıyılarında bazı şehirlerin alınmasıyla görevlendirildi. Kardeşi Yezit'in ölümü üzerine, onun yerine Şam Valiliğine tayin edildi. Osman zamanında Şam vilayetiyle birlikte Suriye'nin öteki illerinin yönetimini ele geçirdi. Muaviye, 20 yıllık yönetimi sırasında Suriye'yi kendine bağlı devlet haline getirdi. Osman'ın öldürülmesine engel olmadı. İsyancıların 40-50 günlük kuşatması sırasında Halife Osman, ondan yardım istediği halde yan çizdi. Osman, “Sen, benim öldürülmemi istiyorsun” dedi ve kovdu onu. Fakat, daha sonra Osman'ın öcünü almak için yola çıktı. Amacı, Osman'ı kullanıp devleti ele geçirmekti. Bunu, düzenlediği entrikalarla başardı.
Hz. Ali; Muaviye'yi, Sıffın savaşında yendiği halde Haricilerin ihaneti nedeniyle zafer kesinlik kazanamadı.
İmam Ali, Hariciler tarafından öldürülünce, yerine geçen Hasan'a karşı savaş açan Muaviye, zorla ve hileyle halifeliği aldı. Hasan'la yaptığı anlaşmayı da çiğnedi. Ali evlatlarını ve yoldaşlarını katletmeye başladı.
İran'da, Ali'nin tarafını tutan ancak babası bilinmeyen Ziyad’ı, anne ayrı, baba bir kardeş kabul ederek kendi tarafına çekti. Ziyad'ı, Basra valiliğine tayin ederek ülkenin bu kesimini kontrolüne aldı. Muaviye, Sureyi'deki hakimiyetini, karısının kabilesi olan Kalb'ler, Kuzai'ler ve öteki Yemenli kabilelere dayanarak sağladı. Muaviye, halifeliğin sonlarına doğru oğlu Yezid'i önce Suriye'de sonra, öteki eyaletlerde halife ilan etti.
Muaviye'nin, Hanbeliler arasında Gulat adı verilen ve işi ona tapınmaya kadar vardıran taraftarları vardır.
Muaviye halifeliği, din unvanı olmaktan çıkararak bir devlet yönetim kurumu durumuna getirdi. Müslümanlık ilkesinin yerini Araplık aldı. Diğer milletlerden Müslümanlar, köle muamelesi görmeye başladı.
Muaviye, Arap derebeylerinin İslamiyet'e kesin olarak hakim olmalarını sağladı. İslamiyetin insancıl ve toplumsal özü yok edildi. Biçim, özün yerine geçirildi. Muaviye ve ailesinin uygulamaları nedeniyle İslam toplulukları arasındaki çelişkiler, sert mücadeleler biçimine dönüştü.
 

hksozer

New member
Katılım
18 Ara 2007
Mesajlar
97
Tepkime puanı
41
Puanları
0
Yaş
53
Çok şükür ki Hanedan-ı Ehli-Beyt mensuplarının yakınında bulunma şerefine nail oldum,kimlerin masum kimlerin zalim olduğunu biliyorum.Görüyorumki soyları kurumuş o zalimlerin zihniyetleri maalesef devam ediyor.
 

seyfullah putkýran

New member
Katılım
30 Eyl 2005
Mesajlar
5,807
Tepkime puanı
205
Puanları
0
Yaş
40
Konum
Ruhlar Aleminden
Web sitesi
www.tevhidyolu.net
Allahu ekber,

Konu nereden nereye gelmiş.

İbni sebe gibi hayali bir lanetullah'ın şia ile uzaktan yakından bir alakası yoktur. O ancak Şia'ya düşman olanların ağzında geveledikleri bir palavradan ibarettir.

Bir topluluğa iftira atıldığı zaman unutmayın ki, o topluluktaki her bir fert ile ayrı ayrı hesaplaşırsınız. Milyonlarca şii olan müslüman ile hesaplaşmanız sizin için pek hayırlı değil kardeşim.

Size bir haber ulaştığı vakit, o haberi veren kişiden duyduğunuz yeterli bir delil değildir. Haberini aldığınız topluluğun da söz hakkı vardır ki, Şia itikadını şiaya reddiye yazanlardan değil, şiayı savunan kaynaklardan okumanız gerekir.

İnsan bilmediğinin düşmanıdır ve siz de Şia'yı bilmiyorsunuz Seyfullah Putkıran.
İbni Sebe’nin şahsiyetini inkâr etmek, bu yeni şii araştırmacıların sanki ortak hedefidir. Bunun nedeni de, şii inancına Yahudiliğin tesirinin olmadığını göstermektir. Ama nerde, güneş balçıkla hiç sıvanır mı?

Dr. S’adi el Haşimi’nin İbni Sebe hakikattir hayal değildir kitabında (s. 76) yer alan şu makalesi hoşumuza gitti, orada diyor ki:
Tarihi Şii kitaplarından nakil edilen açık nasslarda da Yahudi İbni Sebe’nin gerçek biri olduğu kayıtlıdır. Bu konuda inkâra giden şiiler kendi kitaplarını kötülemiş olurlar. Çünkü bu kitaplarda masum imamlarının Yahudi ibni Sebe’ye lanet ettiğini nakil ediyorlar. Kendi inançlarına göre masum olan imamlarından, gerçek olmayan yani hayali bir insana lanet etmek, o şahıs hakkında bilgi vermek, masum imamların yalan söylemesi, iftira etmesi demek olur ki, bu da kendi inançlarına göre caiz değildir.

Müsteşriklerden ibni Sebe’nin varlığını bildirenler:
Müsteşrikler Abdullah bin Sebe’nin haberleri üzerinde çok araştırma yapmışlardı. Bu kindâr İslam düşmanlarının, ibni Sebe’nin varlığını ispat etmelerine ihtiyacımız yok, ancak burada yer vermemizin nedeni, bazıları gayrimüslimlerin sözlerine çok kıymet vermektedir, onlar için belki faydası olur diye yazıyoruz:
1- Alman Müsteşrik Yulyus Felhevzin (1844-1918 m.) diyor ki: Sebecilerin meydana çıkışı Ali ve Hüseyin dönemlerinde olmuştur. İsminden de anlaşılıyor ki Sebeciler Yemen’li Abdullah bin Sebe’ye bağlı olanlardır. (El havaric veş Şia s.170-171)

2- Müsteşrik Fan Filuvtin (1866-1903 m) de Sebecilerin başının Abdullah bin Sebe olduğunu ve ona bağlı olduklarını söylemektedir. Ve yine diyor ki: (Sebeciler, Abdullah bin Sebe taraftarı ve yardımcılarıdır. Bunlar Osman zamanından beri hilafetin Ali’nin hakkı olduğunu söyleyenlerdir. Yine bunlar Ali ve haleflerine ilahın tecessüm ettiğine inanırlar.) (Essiyadetül arabiyye veş şia vel israiliyet fi ahdi beni Umeyye s. 80)

3- İtalyan Müsteşrik Keyetani (1869-1926 m.) diyor ki:
(İbni Sebe gerçektir. h. 33-35 senesinde olan olayların içindedir. (Havali’yet İslam, sekizinci cüz)

4- Müsteşrik Lifi Dilafide (t. 1886 m.), Melazeri’nin Ensebul Eşraf kitabından alarak diyor ki: (.....Abdullah bin Sebe’ye uğrar ve Ali’nin hilafeti hakkında konuşurdu.)

5- Alman Müsteşrik İsrael Feridlander, Aşuriyye mecellesinin iki sayısında da (1909 yılı s. 322 ve 1910 yılı s. 23) Abdullah bin Sebe Şiiliği kurandır ve Aslı Yahudidir başlığı altında 80 sayfayı aşan araştırmasını şöyle özetler: İbni Sebe’nin varlığı hususunda kesinlikle şüphe yoktur.

6- Macar Müsteşrik Culd Tesihir (m. 1921) diyor ki: Ali’nin ilahlığını söyleyen, abartan, büyüten kişi Abdullah bin Sebe’dir. (El akidetü ve şeriatü fil islam s. 205)

7- Rinold Neklis (m. 1945) diyor ki: (Abdullah bin Sebe, Sebeci fırkasının kurucusudur. Yemen’in San’a sakinlerindendi. Hakkında Yahudi olduğu ve Osman zamanında Müslüman olduktan sonra gezgin vaiz olduğu söylendi.) (Tarihul edebul arabi, s.215)

8- Davit M. Runlidis diyor ki: (Taberinin dediği gibi Osman döneminde Abdullah bin Sebe adında biri vaiz olarak ortaya çıktı, Müslümanların arasına bozgunculuk sokmak için İslam ülkelerini enine ve boyuna dolaştı ) (Akidetüş Şia s. 85)

9- İngiliz müsteşrik Barnerd Luis de Şiiliğin temeli olarak Abdullah bin Sebe’yi görmektedir. (Usulul İsmailiyye s. 86)

Abdullah bin Sebe konusunda bazı önemli müsteşrik kitapları bunlardır, daha başkaları da çoktur. Daha geniş bilgi için Dr. Süleyman el Avde’nin Abdullah bin Sebe eseruhu fi ahdesil fitneti fi sadril İslam kitabına (s. 73) bakınız.

Müsteşriklerden çok azı İbni Sebe’nin varlığını inkâr etmektedir, nedeni de şu iddialarıdır:
1- Çıkan fitneler eshabın kendi aralarında işlemiş olduğu hatalardır, bu fitneleri ve hataları Yahudi ve Zındıklara atmaları Müslüman tarihçilerin sahabeyi savunma yöntemidir.

[Açıklama: Müslüman tarihçilerin eshab-ı kiramı savunmak için bu yola başvurmalarına hiç ihtiyaçları yoktur. Çünkü onları Allahü teâlâ savunmaktadır. Kur’an-ı kerimde (Hepsine Cenneti söz verdim, onlar benden razıdır ben de onlardan razıyım) diye defalarca buyurmaktadır. [Hadid 10, Nisa 95, Tevbe 100, Âl-i İmran110, Feth 18]
Tarihçiler savunsa ne olur, savunmasa ne olur!]

2- Sahabe arasında tahripçilerin gezmesine gerek yoktu. Çünkü, hırsları ve dünya sevgileri yüzünden her biri sulta’nın kendinde olmasını istiyordu. Bu sebeplerden ötürü planlı kasıtlı şekilde birbirleri ile savaştılar.

[Açıklama: Kâfirlerin bu iddialarına da Allahü teâlâ cevap vermektedir:
(Eshabın hepsi, kâfirlere karşı çetin ve birbirlerine karşı merhametlidir.) [Feth 29]

3- İslam dini sahabenin ahlakını bile düzeltememiş, Peygamber aralarından gider gitmez kısa bir zamanda birbirlerine girmişlerdir. İslam dini aralarını bulmaktan aciz kalmıştır. Demek ki İslam dini hak değildir, her zaman için geçerli olamaz.

[Açıklama: Kâfirlerin bu iddiasına da Allahü teâlâ cevap vermektedir:
(Ey ehl-i kitap, resulümüz [Muhammed aleyhisselam] kitaptan gizlediğiniz şeyleri açıklamak üzere geldi. Size Allah’tan bir nur ve apaçık bir kitap geldi.) [Maide 15]

(Allah, Peygamberini, hidayet ve hak din, İslamiyet ile gönderdi. İslam dinini, diğer dinler üzerine üstün kıldı.) [Muhammed aleyhisselamın hak] Peygamber olduğuna şahid olarak Allah yeter.) [Feth 28]

(Müşrikler istemese de, İslam dinini diğer bütün dinlerden üstün kılmak için resulü Muhammed aleyhisselamı, [sebeb-i hidayet olan] Kur'an ve İslam dini ile birlikte gönderen Allah’tır.) [Saf 9]

(Allah indinde hak din ancak İslam’dır.) [Al-i İmran 19] (Sizin için din olarak İslam’ı beğendim.) [Maide 3] (Kim İslam’dan başka din ararsa, bilsin ki, bulacağı o din, asla kabul edilmez.) [Al-i İmran 85]


Bazı inkârcıların ibni Sebe’yi inkâr etmelerinin nedeni
Birinci olarak diyorlar ki: (İnsanlar arasında ibni Sebe’nin haberlerinin yayılmasında tek kaynak Taberi’dir ve bu haberlerin tamamı Seyf bin Ömer’in rivayetlerine dayanmaktadır. Dolayısıyla İbni Sebe’nin haberleri tek bir kaynaktandır. Cerh ve Tadil âlimleri Seyf’in zayıf biri olduğunu söylemişlerdir.)

Buna cevap üç kısım olacaktır:
A) İbni Sebe hakkında ki haberlerin tek kaynak Taberi olması ve bu haberlerin tamamının Seyf bin Ömer’in rivayet etmesi
CEVAP: Bu şüphe geçersizdir. Çünkü Seyf’den tek rivayet eden Taberi değildir. Seyf’ten bazı rivayetler vardır Taberi’de bu rivayetler yoktur. Örnek:
1- İbni Asakir yoluyla (t. 871 h.) kendi Tarih kitabında (29//9) Seyf bin Ömer’den rivayet var Taberide yoktur.
2- Maliki (t. 741 h.) yoluyla Temhid ve Beyan kitabında (s. 54) Seyf bin Ömer’den rivayet var Taberi de yoktur.
3- Zehebi yoluyla (t. 748 h.) İslam Tarihi kitabında (2/122-123) Seyf bin Ömer’den rivayet var, yine bu rivayet de Taberide yoktur.
Bu üç yolla gelen rivayetler gösteriyor ki: İbni Sebe hakkındaki haberleri veren Seyf bin Ömer’in bildirdiği rivayetleri sadece bildiren Taberi değildir. Demek ki bu haberlerin tek kaynağı Taberi değildir.

B) İbni Sebe hakkındaki haberlerin kaynağı sadece Seyf bin Ömer olması
CEVAP: Bu şüphe de doğru değildir. Bazı rivayetler vardır ki Seyf, senetlerinde yoktur. Araştırmalarımızda gördüğümüz şudur ki İbni Sebe hakkında ki rivayetlerin kaynağı tek Seyf bin Ömer değildir. Burada birkaç nassı İbni Asakir’den bildireceğiz, hiçbirinin senedi Seyf bin Ömer’e dayanmıyor. İbni Asakir’in tarihini bizzat seçmemizin nedeni ise, Taberi’de olduğu gibi, bildirdiği haberleri rivayetlerine dayandırmasıdır.
Birincisi: İbni Asakir’in zikrettiği ve senedini el Şabi’ye dayandırdığı haberdir. Dedi ki: İlk Allah’a yalan söyleyen Abdullah bin Sebe’dir.

İkinci rivayet: İbni Asakir’in senediyle Ammar el Dehni’ye dayandırdığı haberde diyor ki: Eba el Tufeyl’den duydum diyor ki: Ali minberdeyken Müseyyib bin Necbe’nin İbni Sevda’yı getirdiğini gördüm, Ali buyurdu ki: Onun suçu ne? Dedim ki: Allah’a ve resulüne yalan söylüyor.

Üçüncü rivayet: İbni Asakir’in senedi ile Zeyd bin Vehb’e dayandırdığı haberde diyor ki: Hazret-i Ali buyurdu ki: Ben bu siyahiden beriyim.

Dördüncü rivayet: İbni Asakir’in Şu’be senediyle, o da Seleme’den naklen diyor ki: Seleme dedi ki:
Eba el Za’radan duydum o da Hazret-i Ali’nin şöyle dediğini bildirdi: Bu siyah yağ küpünden ben beriyim.

Beşinci rivayet: İbni Asakir’in Şu’be senediyle o da Seleme bin Kehil o da Zeyd’den naklen dedi ki: Ali bin Ebi Talip buyurdu ki: Abdullah bin Sebe’yi kast ederek - Ben bu siyah yağ küpünden beriyim - çünkü o Ebi Bekir ve Ömer hakkında ileri geri konuşuyordu-

Altıncı rivayet: İbni Asakir’in senediyle Seleme bin Kehil o da Haciyye bin Adıy el Kendi’den naklen dedi ki: Hazret-i Ali’yi minberde gördüm şöyle buyuruyordu: Şu Allah ve Resulüne yalan söyleyen siyah yağ küpünü -İbni Sevda’yı kast ediyor- cezalandırmamda beni kim mazur görmezki! Bunu öldürdüğüm için bazı kimseler beni kınamayacak olsa, Nehr ahalisinin kanlarına benim sebep olduğumu iddia ettikleri gibi bunlardan bir tepe oluştururdum. [Bunların hepsini öldürür, üstüste koyardım.]

Yedinci rivayet: İbni Asakir’in senediyle Ebu Ahvas o da Mugireden o da Semmak’dan naklen dedi ki: Ali, İbni Sevda’nın Hazret-i Ebu Bekir ve Hazret-i Ömer’in üstünlüğü hakkında ileri geri konuştuğunu duyunca hemen onu çağırdı bir de kılıç istedi. [Öldürmekten vazgeçti] Onunla konuştu ve benim bulunduğum şehirde bulunmayacaksın dedi. Medayin’e sürgün etti. İbni Asakir, Tarih Dimaşik (29/7-10)

C) Seyf bin Ömer’in Cerh ve Tadil âlimlerince zayıf bilinmesi
Seyf bin Ömer muhaddis olarak:
Nesai, fidduafe vel metrukin kitabında (s. 14) (Seyf bin Ömer el Dabi zayıftır), Ebi Hatim Cerh ve Tadil kitabında (2/278) Seyf bin Ömer hadisleri alınmaz, onun hadisleri Vakidi’nin hadisleri gibidir. İbni Muin de aynı kaynakta (2/278) Seyf’in hadisleri zayıftır. Zehebi de Kütübü sittede rivayetleri zayıf olanlar arasında zikredip, onun zayıf olduğunu İbni Muin ve başkaları bildirdi demekle yetinmiştir. İbni Hacer de Takrib kitabında (1/344) : (Seyf Hadisleri zayıftır.) İbni Hibban da Mecruhin kitabında (1/345): (Seyf bin Ömer el Dabi El Esedi Basra ahalisindendir. Zındıklıkla itham edilmiştir.

Yukarıda bildirilen Seyf bin Ömer’in Hadisci yönünden böyle olması, ama tarihçi olması yönünden nedir?

Şimdi burada ilim ehlinin sözlerini nakletmeden, Hadis rivayetçileri ile tarih rivayetçilerini birbirinden ayırmak lazım geldiğini arzetmek isteriz. Zira, birincisi üzerine hükümler ve ceza hukuku kurulur ve bu yönüyle dini hükümlerin oluşmasında direkt bağlantılıdır. Bu nedenle Ulema -rahimehümüllah- hadis ravilerinde bazı şartlar aramışlardır. Ama Tarih haberlerini veren habercilerde bu şartlar önemli ise de, biraz farklıdır. -Özellikle de bu haberler Sahabe ile ilgili ise- ancak tarih haberleri, Hadis gibi fazla incelenmez. Bu ölçüde de Seyf bin Ömer’in de Hadis ve Tarihçi yönlerini gözetmek gerekir. Bu konu hakkında geniş bilgi için Muhammed Emhazun’un Mevakiful sahabe fil fitne kitabına (1/82-143) bakınız.

Rical kitaplarına bizzat baktığımızda aşağıdakileri görürüz:
Zehebi fi Mizanil İ’tidal (2/255) de diyor ki: (Bilinçli bir tarihçi idi)
İbni Hacer de fi Takribil Tehzib 81/344) diyor ki: (Tarihte senettir, dayanaktır.)

İbni Hibban’ın Zındıklık itham etmesine ise İbni Hacer Takrib (1/344)’de diyor ki: (İbni Hibbanın Ona karşı bu sözü kötü olmuştur.) Seyf’i delilsiz zındıklıkla itham etmek doğru değildir. Yoksa fitne hakkında ve sahabe arasında geçen sözlerini bildirdiği rivayetleri nasıl açıklarız, hadiseleri bildiren rivayetlerindeki üslubu zındıkların üslubundan çok uzaktır. Nitekim İbni Sebe gibi zındıkların örtülerini yırtıp açığa çıkarmıştır! Zındık olsaydı, bunu yapmazdı.

Durum böyle olunca, Seyfin rivayetlerini diğer habercilerin rivayetlerine örneğin Ebi Muhnif, Vakidi, İbni El Kelbi gibi, tercih etmekte hiç kimse şüphe etmez. Çünkü Seyfin rivayetleri Sikalar tarafından doğru rivayetlerle insicamlı, uyumlu olması, daha ötesi o olayları görenlerden, kaynağından almış olmasıdır. Daha fazla bilgi için Dr. Halid bin Muhammed El Gays’in İstişhed Osman ve vakıatul Cemel rivayetü Seyf bin Ömer kitabına (s.19-40), Dr. Süleyman el Avde’nin Abdullah bin Sebe eseruhu fi ahdesil fitneti fi sadril İslam kitabına (s.104-110) bakınız.

İkinci olarak diyorlar ki: (İbni Sebe diye biri yoktu, gerçekte bu adla Ammar bin Yasir kast edilirdi.) Bu görüşlerini ispat için birkaç madde sundular bunlardan bazıları:
1- İbni Sebe, İbni Sevda olarak bilinirdi, yine Ammar’ın da künyesi İbni Sevda idi.

2- Her ikisi de Yemen’den, Yemen asıllı Sebe bin Yeşcab soyundandır.

3- Her ikisi de Hazret-i Ali’yi çok severlerdi, insanları Hazret-i Ali’ye biat etmeleri için teşvik ederlerdi.

4- Ammar Mısır’a Hazret-i Osman zamanında gitti ve insanları ona karşı kışkırtıyordu, aynısını İbni Sebe’nin de yaptığı söyleniyor.

5- Osman, hilafeti hakkı olmadığı halde aldı sözü İbni Sebe’ye aittir. Şer’i hak sahibi ise Hazret-i Ali’dir. Aynısını Ammar da diyordu.

6- Cemel savaşında barış uğraşlarını ikisi de engellemeye çalışıyorlardı.

7- Ebu Zeri Osman’a karşı kışkırtan İbni Sebe’dir dediler.
CEVAP
Bu iddiaları, iddia sahibinin cahil olduğunu gösterir. Bu iddialarını, Şianın kendilerince güvenilir Cerh ve Tadil rical kitapları red eder. Bu kitaplar Ammar bin Yaseri radıyallahü anh Hazret-i Ali’nin taraftarlarının arasında anıyor ve Ammar şianın yanında dört erkandan (esastan, temelden) biridir diyor. Sonra başka bir yerde de Abdullah bin Sebe lanetlenmekte ve sövülmektedir. (Rical El Tusi s. 46, 519) (Rical El Hali s. 255, 469)

İki şahsı bir şahıs kabul etmek hiç mümkün mü?
Hazret-i Osman zamanında ikisinin de Mısır’a gitmesi doğrudur. Ancak ne zaman gittiklerini tarih kitaplarında araştırdığımızda İbni Sebe’nin varlığını inkâr edenlerin aksine şöyle olduğu anlaşılır ki bu da her iki şahsın farklı şahıslar olduğunu gösterir. Çünkü Taberi de (4/241) bildirildiği gibi Ammar Mısır’a Hazret-i Osman tarafından (h. 35) senesinde gönderilmiştir. İbni Sebe’nin Mısır’da görünmesi (h. 30) senesindedir. Her iki haberi de Taberi vermiştir. Yine Taberi şöyle demektedir: Ammarı Hazret-i Osman’a karşı kışkırtanlardan biri de İbni Sebe’dir. (Taberi 4/341) (İbni Kesir, Bidaye ve Nihaye 7/167) (İbni Esir, el Kamil fil Tarih 3/77) (Tarih İbni Haldun 2/1034) İşte bu büyük tarihçiler iki şahsın varlığını bildiriyor. Bu kaynaklara rağmen hangi akıllı daha bu iki şahıs tek kişidir diyebilir?

Ammarın Yemenli olduğunu söylemelerine ise deriz ki: Her Yemenliye İbni Sebe demek doğru olur mu? Tâbi ki doğru olmaz. Yakut’un Mucemul Bulden kitabında (3/181) dediği gibi Sebe, geniş Yemen ülkesinin bir parçasıdır.

Hilafetin şer’i sahibi Ali’dir, Osman hakkı olmadığı halde aldı diyenin Ammar olduğunu demelerine ise deriz ki: Bu iddia edilen bir söylentidir, delil gerekmektedir. Tam tersine Hazret-i Osman Ammara güveniyordu, Hazret-i Ammarı Mısır’daki işleri zapt etmek için bizzat kendisi göndermişti. (Taberi 4/341)

Yine iki kişinin künyesinin benzer olması bunları bir kişi yapmaz ki! Tarihi koşullar ve her iki şahsın karakteri bu görüşü kabul etmemize müsaade etmiyor. Kişiler hakkında bilgi veren tarih (cerh ve tadil) kitaplarına bakmak bile okuyucuya geniş bilgi verir. Bu sebeptendir ki âlimler Cerh ve Tadil kitapları telif etmiştir. Bu kitaplarda nice benzer isim ve künyelerin yer aldığı görülür.

Bu iddialarını çürüten diğer en önemli delillerden biri ise Hazret-i Ammarın Sıffın savaşında şehid olmuş olması yani ölmesi, İbni Sebe’nin ise Hazret-i Ali’nin ölümünden sonra bile yaşamış olmasıdır.

Bu delillere rağmen daha kim, Ammar bin Yasir, Abdullah bin Sebe’dir diyebilir?

Üçüncü olarak diyorlar ki: (İbni Sebe gerçekte yoktur, Şii düşmanları şiiliği kötülemek için Abdullah bin Sebe’ye izafe etmişlerdir.)
CEVAP
Bu iddia delile dayanmamaktadır. Siz böyle söylerseniz başkaları da dilediğini, istediğini söyleyebilir. Ama önemli olan delil getirmektir. Gerçekleri gelişi güzel inkâr etmeden önce, şüphe ile yaklaşmadan önce – ama bu her zaman ki işiniz – en azından incelemeniz gerekmez miydi? Bu konuyu sadece Ehl-i sünnet bildirmiyor ki! Bu iddianız geçersizdir, çünkü Şii kaynaklar da yani kendi kaynaklarınız da İbni Sebe’nin var olduğunu ve masum imamlarınızca lanetlendiğini yazmakta, ispat etmektedir. Bu Ehl-i sünnetin iftirasıdır iddianız dolayısıyla geçersizdir.

Konuyla ilgili yeterli bilgi ve ileri sürülen şüpheleri yok ettikten sonra deriz ki:
1- Şiilerin İbni Sebe’nin varlığını inkâr sebebi, İslam’ın iman esaslarıyla uyuşmayan inançlarına dokunduğu içindir

2- Bir yahudinin iftiralarına inandıkları için, şiileri töhmet ve şüpheden kurtarmak içindir.

3- Şiilerin eshab-ı kirama karşı bitmek tükenmek bilmeyen tarihi düşmanlıklarıdır. Onları kötülemek için, meydana gelen fitneleri kendi aralarında kendilerinin çıkardığını gösterme gayretleridir.

İbni Sebe hakkında onlarca sünni kaynak ile şii kaynak yukarıda bildirildi. Bunların içinde Tarihçiler hadis âlimleri, tefsir kitapları, fıkıh kitapları da vardır. Faraza bu sünni ve şii kaynakların hepsi yanlış diyelim. Ama onun fikri mevcut ya! Mesela Ali tanrıdır diyor. Hangi Müslüman böyle bir şey söyleyebilir? Bunu bir hainin çıkardığı muhakkaktır. Bunu da ancak bir kâfir çıkarabilir. Adı ister ibni Sebe olsun ister ibni Sevda olsun ne fark eder?

Ortada bir gerçek var, Ali’ye ilah diyen, peygamber diyenler var. Bir Müslüman bunu söyleyebilir mi, yahut Müslüman olan birisi böyle bir şeyi ortaya atabilir mi?

Allahü teâlâ, (Kur’anı ben koruyacağım) diyor, (Kimse onu değiştiremez) diyor, hayır, eshab onu değiştirdi diyenler var.

Allahü teâlâ, eshab-ı kiram için, (Hepsine Cenneti söz verdim, Ben onlardan razıyım, onlar da benden razıdır) diyor, hayır, 5’i hariç hepsi mürted oldu, zaten münafıklardı diyenler var.

Peki, bunları ehl-i sünnet Müslümanlar mı çıkardı yoksa kâfirler mi? Bu sorunun cevapsız kalacağı muhakkaktır. Niye cevap veremezler? Çünkü kâfirler deseler, bu iddiaları yapanların kâfirlerden etkilendiğini itiraf etmiş olacaklar. Müslümanlar hiç diyemezler, çünkü Müslüman böyle şeyler diyemez, Müslümanlara iftira etmiş olurlar...
 

seyfullah putkýran

New member
Katılım
30 Eyl 2005
Mesajlar
5,807
Tepkime puanı
205
Puanları
0
Yaş
40
Konum
Ruhlar Aleminden
Web sitesi
www.tevhidyolu.net
GÖRÜYORUMKİ NİCE KAYNAK DİZDİK BURAYA NİCE HADİS VERDİK,
İNANMAYAN YİNE İNANMIYOR. AYI BÖLSEM SİZE HAKKI GÖSTRSEM
İSTİDRAC DİYİP GEÇİCEK HALDESİNİZ, NE DEDELERDEN GEÇİYORSUNUZ NEDE HURAFELERDEN
MANTIĞINA YATMAYINI UYDURMA , HAYAL ÜRÜNÜ DİYİP ÜSTÜNÜ KAPATIYORSUNUZ ? NEREYE KADAR? SAYIN CAFERİ BU MEVZUYU NE İLK NEDE SON KONUŞTUK SİZE O VKİTTE SÖYLEDİM NE DERSEM DİYİM SİZ HAKİKAT BİLDİKLERİNİZİDEN DÖNÜCEK DEĞİLSİNİZ.

OZAMAN GELİN ALLAHA SORALIM DEDİM SORDUNUZ MU? HAYIR NEDERN ÇÜNKÜ AYETTE BU ALLAHA KARŞI SAYGISIZ OLANLARA ZOR GELİR DİYORDU..

EVET SAYIN HKSÖZER, İKİ ERKEK EVLADIM OLURSA BİRİNİN ADINI MUAVİYE DİĞERİNİN DINIDA ALİ KOYARIM BÖYLELİKLE EHLİ SÜNNETİN SAABEYE OLAN HÜRMETİNİ GÖRÜRSÜNÜZ... SİZDE EVLADINIZ OLURSA ADINI İBNİ SEBE KOYUN ZİRA İBNİ SEBE YAŞASAYDI, ŞİA İLE GURUR DUYARDI...


'Her topluluk onun içine (Cehenneme) atıldıkça onun bekçileri, onlara: 'Size bir uyarıcı gelmedi mi?' diye sorarlar. Onlar da: 'Evet, bize uyarıcı geldi ama biz yalanladık .... (Mülk, 67/8)


'Her millet içinde mutlaka bir uyarıcı gelip geçmiştir.' (Fâtır, 35/24)
 

Caferi

Forum Þairi
Katılım
23 May 2007
Mesajlar
574
Tepkime puanı
59
Puanları
0
Yaş
43
Konum
istanbul
Web sitesi
www.websitetasarim.com
Allah(c.c.) taassup ehlinden eylemesin hiçbir müslümanı.

Evet seyfullah putkıran, ibni sebeyi araştırdım. Hayali bir kişi değil. Bu konuda taassuba kapılarak cevap verdiğim için özür dilerim. Allah affetsin.

İbni sebe denilen gulat akımının öncüsü yahudi kafirinden beriyiz çok şükür. Bu konuda da sizin yeterli araştırma yapmış olduğunuzu görmüyorum açıkçası.

Buraya sizin yaptığınız gibi kocaman yazılar asmıyorum.

Konunun linki aşağıdadır.
Peşaver Geceleri

Ayrıca söylediklerimi tekrar söylüyorum

Bir topluluğa iftira atıldığı zaman unutmayın ki, o topluluktaki her bir fert ile ayrı ayrı hesaplaşırsınız. Milyonlarca şii olan müslüman ile hesaplaşmanız sizin için pek hayırlı değil kardeşim.
 

hksozer

New member
Katılım
18 Ara 2007
Mesajlar
97
Tepkime puanı
41
Puanları
0
Yaş
53
EVET SAYIN HKSÖZER, İKİ ERKEK EVLADIM OLURSA BİRİNİN ADINI MUAVİYE DİĞERİNİN DINIDA ALİ KOYARIM BÖYLELİKLE EHLİ SÜNNETİN SAABEYE OLAN HÜRMETİNİ GÖRÜRSÜNÜZ... SİZDE EVLADINIZ OLURSA ADINI İBNİ SEBE KOYUN ZİRA İBNİ SEBE YAŞASAYDI, ŞİA İLE GURUR DUYARDI...


'SAYIN' S.PUTKIRAN,
YÜCE ALLAH HERKESİN EVLADINI KUR'AN-I KERİM VE EHLİBEYT YOLUNDA YÜRÜMEYİ NASİP ETSİN.BENİM İKİ EVLADIM VAR,BİRİNİN ADI ALİ DİĞERİDE ZEYNEP'TİR.SEN HERHANGİ BİR BEİS GÖRMÜYORSAN EVLADININ İSMİNİ muaviye KOYABİLİRSİN.
DİĞER BİR HUSUS BENİM ibne sebe VE ONUN GİBİ SAPIKLARLA İŞİM OLMAZ.
O KADAR TARİHİ BELGE OLMASINA RAĞMEN BU ZALİMLERİN (muaviye-yezid)ŞAHSİYETLERİNİ MÜDAFAYA DEVAM EDİYORSUN,SEN DEVAM ET BU YOLA...
ŞU ANDA HAYATTA OLUP LEDÜN İLMİNE VAKIF EHLİ-BEYT MENSUPLARININ DA TASDİKLEDİĞİ YAŞANMIŞ BU ACI VE HÜZÜN DOLU DİKTA DÖNEMİ TARİHİ ÜÇ BEŞ TANE KABA SOFTA VE VARLIĞININ TÜMÜNÜ BU ZALİMLERE TESLİM ETMİŞ CAHİLİN SÖYLEDİKLERİYLE DEĞİŞTİRİLMEZ...
HUZUR-U MAHŞERE VARDIĞIMIZ ZAMAN SENİN BU ZİHNİYETİNLE KİM GURUR DUYACAK MERAK EDİYORUM?
 

hksozer

New member
Katılım
18 Ara 2007
Mesajlar
97
Tepkime puanı
41
Puanları
0
Yaş
53
ANLAMAK İSTEYENLERE…

Peygamberimiz Hz. Muhammed, 23 Şubat 632’de Gadirhum’da, rivayetlere göre 80 bini kişiye, tarihi Veda Hutbesini okudu. Hz. Muhammed, ümmetine seslenerek 2 emanet tavsiye etti.

1- Allahın kelamı Kuran-ı Kerim,

2- Ehl-i Beyt’i.

Hz. Muhammed şöyle dedi. “Kuran ve Ehl-i Beytime ipine sım sıkı sarılın. Kevser Havuzunda her iki emanet bir birinden ayrılmadan bana ulaşacaktır. Ehl-i Beyt’im, Nuh’un gemisi gibidir. Gemiye binenler kurtuldular, binmeyenler helak oldular”.

(Ehl-i Beyt, Hz. Muhammed’in ailesi demektir ve 1- Hz. Muhammed, 2- İmam Ali, 3- Ana Fatma, 4- İmam Hasan ve 5- İmam Hüseyin olmak üzere toplam 5 kişidirler).

Şimdi Kuran’ı Kerim de Ehli Beyt hakkında inen ayetlere bir göz atalım.

• Tathir Ayeti : ‘’Allah, yalnızca siz Ehl-i Beyt’ten her çeşit pislik ve kötülüğü giderip sizi tertemiz kılmak ister” (Ahzab: 33)

• Meveddet Ayeti “(Ey Peygamber! Müslümanlara) De ki: Sizden tebliğime karşılık bir ücret istemiyorum; istediğim, ancak yakınlarıma (Ehl-i Beytime) sevgidir.” (Şûra: 23)

• Mübahele Ayeti :“(Ey Peygamber!) Sana gelen bilgiden sonra, kim seninle bu hususta tartışacak olursa, de ki: Gelin, çocuklarımızı ve çocuklarınızı, kadınlarımızı ve kadınlarınızı, kendimizi ve kendinizi çağıralım, sonra Allah’ın lânetini yalancıların üzerine kılalım.” (Âl-i İmran: 61)

• Salâvat (Salât) Ayeti : “Şüphe yok ki Allah ve melekleri Peygamber’e salât (rahmet) ederler. Ey inananlar, siz de ona salât edin ve tam teslimiyetle ona selâm verin.” (Ahzap: 56)

• “(Ey Peygamber! Müslümanlara) De ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız, bana uyun ki Allah da siz sevsin.” (Âl-i İmran: 31)

• “... Ve ona (Peygamber’e) uyun ki doğru yolu bulmuş olasınız.” (A’raf: 158)

• “Onun (Peygamber’in) emrine aykırı hareket edenler, Allah’ın azabından sakınsınlar.” (Nur: 63)

• “(Ey Müslümanlar!) Andolsun ki, Allah’ın Resulü’nde sizin için uyulacak güzel bir örnek var. (O, sizin için en güzel örnektir) “. (Ahzab: 21)


• “Sizin veliniz, ancak Allah, O’nun Resulü ve zikir ederken rüku halinde zekat veren müminlerdir. Kim Allah’ı, O’nun Resulü’nü ve sözü edilen müminleri veli edinirse, hiç şüphesiz, galip gelecek olanlar, Allah’ın taraftarlarıdır.”(Maide: 55-56)

• “Ey Peygamber, Rabbinden sana indirilen emri insanlara ilet. Eğer yapmazsan, O’nun elçiliğini yerine getirmemiş olursun. Allah seni insanlardan korur...”(Maide: 67)

• “(Ey Peygamber!) Sen ancak bir uyarıcısın ve her topluluk için bir hidayet önderi vardır.” (Ra’d: 7)

• “İman etmiş olan kimse, yoldan çıkmış olan kimse gibi olur mu hiç? Elbette bir olmazlar”. (Secde: 1

• “Acaba Rabbinden apaçık bir delile sahip bulunan, onu yine ondan bir şahit izleyen (...) kimse mi (yalanlanacak)?”(Hûd: 17)

• “... şüphesiz ki Allah onun (Peygamber’in) dostudur, Cebrail ve müminlerin salihi de...” (Tahrim: 4)

• “Şüphe yok ki Rahman, iman edenler ve iyi işlerde bulunanlara karşı (gönüllerde) bir sevgi bırakacaktır.” (Meryem: 96)

• “İman edenler ve iyi işlerde bulunanlarsa, işte onlardır yaratılmışların en hayırlıları.” (Beyyine: 7)

• Hacılara su dağıtmayı ve Mescid-i Haram’ı onarmayı, Allah’a ve ahiret gününe iman eden ve Allah yolunda cihad edenlerin imanı ile bir mi tutuyorsunuz?...” Tevbe: 19)

• “Durdurun onları, onlar sorguya çekileceklerdir” (Saffat: 24)

• “Biz seni onlardan alıp götürsek de yine onlardan intikam alırız” “(Zuhruf: 41)

• “Nihayet o gün (dünyada yararlandığınız) nimetlerden elbette ve elbette hesaba çekileceksiniz.” (Tekasür:

• “Allah gönüllerinde hastalık olanların kinlerini hiç meydana çıkarmayacak mı sandılar, dileseydik biz sana onları gösterirdik, sen de onları yüzlerinden tanırdın, ant olsun ki sen onları sözlerinden tanırdın” (Muhammed: 29-30)

• “Senden önce de, kendilerine vahyettiğimiz kişilerden başkasını peygamber olarak göndermedik. Eğer bilmiyorsanız, bilenlere sorun”. (Nahl: 43)

• “Biz, senden önce de, kendilerine vahiy verdiğimiz kişilerden başkasını peygamber olarak göndermedik. Eğer bilmiyorsanız bilenlerden sorunuz”. (Enbiya: 7)

• “De ki: Hak geldi, batıl yıkıldı, batıl zaten yıkılacaktı” (İsra: 81)

• “İman edip de salih ameller işleyenler yaratılmışların en hayırlısıdır”. (Beyyine: 7)

• “Kıyamet gününde, biz bundan habersizdik demeyesiniz diye Rabbin Adem oğullarından, onların bellerinden zürriyetlerini çıkardı, onları kendilerine şahit tuttu ve dedi ki: Ben sizin Rabbiniz değil miyim? (Onlar da), Evet (buna) şâhit olduk (Kalü belâ), dediler”. (Araf: 172)

• “Ve aralarında bir müezzin (münadi), Allahın laneti yalancıların üzerine olsun diye bağırır.(Araf: 44)

• “Aralarında perde vardır, Araf’ın üzerinde onları yüzlerinden tanıyan adamlar vardır.” (Araf: 46)

• “De ki: Benimle sizin aranızda tanık olarak Allah ve yanında kitabın ilmi bulunan yeter” (Ra’d: 43)

• “Allah müminlere kifayet etti” (Ahzap: 25)

• “Mallarını gece, gündüz, gizli ve açıkta harcayanlar yok mu, onların ödülleri Rableri yanındadır, onlara hiçbir korku yoktur, onlar mahzun da olmazlar” (Bakara: 274).

• “Velayet hak olan Allah içindir.” (Kehf: 44),


Tarihe baktığımızda 26 Temmuz 657 yılında Sıfffeyn’de, Muaviye ile savaşan Hz. Ali tam savaşı kazanacağı sırada, Hz. Ali’nin taraftarları içinden çıkan ve kendilerine Hariciler diyen bir gurup, savaşın çıkmasına sebep oldukları bahanesi ile hem Hz. Ali’yi, hem Muaviye’yi ve hem de Amr ibni As isimli şahsı ortadan kaldırmayı planlamış ve netice de Hz. Ali’yi, İbni Mülcem adlı kişiye şehit ettirmişlerdi. Muaviye ise yaralı kurtulmuş ve İslam dininin başına bela olan Emevi devletini kurmuştur. Muaviye’nin oğlu Yezit ise 10 Ekim 680 (10 Muharrem) tarihinde Hz. Ali’nin oğlu Hz. Hüseyin’i Kerbelâ’da şehit ederek Emevi zulmünü zirveye çıkarmıştı.Muaviye ve Yezit’(ler)in insanlığa yaptığı zulüm ise, Harici zulmünü kat kat aşan örneklerle doludur.

Muaviyenin babası Yezit’in dedesi Ebu Süfyan, Mekke’den hicret etmek zorunda bırakılan Hz. Hüseyin’in dedesi Hz. Muhammed’e, Bedir’de (13 Mart 624), Uhud’da (25 Mart 625) ve Hendek’te (627) savaş açmıştır.Muaviye 26 Temmuz 657’de Sıffeyn’de Hz. Hüseyin’in babası Hz. Ali ile savaşmıştır. Muaviye ayrıca Hz. Ali’nin diğer oğlu Hz. Hasan’ı da zehirleterek şehit etmiştir. Yezit ise, Hz. Hüseyin’i Kerbelâ’da şehit ederken, kendisinden sonra gelen diğer Emevi halifeleri de, Hz. Muhammed’in soyundan gelen diğer İmam’larla birlikte, uluları, aydınları, mazlum halkı tarihte örneğine az raslanılan bir zulüm ile katletmişlerdir.

Emevi zulmü öyle hazin noktalara varır ki, örneğin Türki coğrafyalara uzanan bu zulmün temsilcileri ‘’İnsan kanı ile değirmen taşı döndermek ve buğday öğütmek’’ için bir günde 180 bin kişiyi değirmen kanalında keserek kanları ile değirmen taşı dönderirler. İşgal edilen bazı şehirlere giriş töreni için sadece zevk alınmak için 23 km. yol, 5 metre aralıklarla kurulan darağaçlarından sallanan insan cesetleri ile süslenir. Tarih sayfaları insanın tüylerini diken diken eden bu zulmün işkence ve ibret verici örnekleri ile doludur.

Bu zalim dikta halifeliği babadan oğla geçen bir saltanata dönüştürmüşlerdir.

Bütün bunlarla birlikte Yüce Dinimize hertürlü fitne,fesad,bidat,kavmiyetçilik,uydurmacılık v.s yine bu zalim saltanat döneminde yerleştirilmiştir.Apaçık belli olan bazı haram davranışları uygulamakta beis görülmemiştir.

Hz. Ali’nin Emeviler için söylediği şu güzel vecizesi Emeviler’i çok güzel tarif etmektedir: “Bunlar da din elbisesi giyiyorlar, ama ters çevirerek giyiyorlar.” İşin en aldatıcı yanı işte buradadır. Din adına ortaya çıkan sistemi, gerçek din diye yutturmuştur. Ve ne yazık ki o zamandan dine ilave edilenler bugün de din zannediliyor. Bir deli kuyuya taş atmıştır, kırk akıllı onu çıkartmakta zorlanmaktadır. Sorun İslam’ın kendisinde değil, İslam’ı ters giyenlerdedir. En şık elbise bile ters giyilince nasıl sahibini maskara yapıyorsa, İslam’ı ters giyenler de aynı şekilde kendilerini maskara yapmışlardır. Ne yazık ki bazı saf bilgisizler ile ard niyetlilerse İslam maskara oldu sanmakta veya öyle göstermeye çalışmaktadırlar. Oysa kabahat elbisede değil, onu ters giyendedir.

Bazı Makyavelistlerin‘’Muaviye ve yezide lanet okumaktan vazgeçilmeli’’ dediği işte bu zulümdür. Bu zulmün mimarıdır.Muaviye ve Yezit’e lanet okumak mazlumun ve haklının yanında yer almak demektir. İşgalci, katliamcı Muaviye ve Yezit’e direnmek demektir. Haksızlığı kınamak, adaleti savunmak demektir.

Bütün bu tarih apaçık gözler önünde olduğu,asırlardan beri gönüllerde kayıtlı olduğu halde ne kadar acıdırki o malum zalim zihniyet ve onun temsilcileri bütün bu gerçekleri saptırmaya çalışmakta gerçeklerin yanında saf tutmak isteyenleri de cahil bir kafa yapısı içinde eleştirmektedirler.

Yüce Allah bizleri bu zalimlerin günümüze kadar devam eden zihniyetlerinden uzak eylesin,bu malum zihniyeti anlamak istemeyenlerede zihin açıklığı versin inşallah…

Allah'ın laneti Ehlibeyt düşmanlarının üzerine olsun.
Ehlibeyte kast etmiş insanların izinden gidenler ne dünyada ne de ahirette gün yüzü görmesin ne diyeyim.....
 

andemirkan

New member
Katılım
9 Eki 2008
Mesajlar
16
Tepkime puanı
3
Puanları
0
Ne kadar çok seviyormuşsun Ehli-Beyt katillerini birader

Ne diyorsun kardeşim.Ancak o kadar olur.Muaviye ile yazıyı okuyunca ben de başka birinden bahsediyor sandım.


Meğer ömrü boyunca peygamberimizle savaşmış ebu süfyandan olma,Peygamberimizin amcası ilk müslümanlardan,Bedir aslanlarından Hz.Hamzayı kiralık bir katile öldürtmüş,ciğerini söktürerek yemiş Hindden doğma muaviyeden bahsediyormuş.

Oğlu yezidi melun,Hz.Hüseyinin katili.

Eniştesi cehennemle müjdelenen ebu leheb.

Halası , cehennemde odun hammallığı ile müjdelenen ebu lehebin karısı.

Ailye bak.


Bir de vahiy katibi diye başımıza kakmazlar mı?

Mekke fethi 630.
Ebu süfyan Mekke fethiyle müslüman(!) oldu,muaviye ise daha sonra.
Peygamberimizin vefatı 632.
Son iki sene de kaç ayet nazil oldu da muaviye katiplik yapacak?
21 senedir katiplik yapan sahabeye ne oldu?


Muaviye ile ilgili hadislerin hepsi uydurmadır.
 

casus021

New member
Katılım
30 Ocak 2007
Mesajlar
1,475
Tepkime puanı
380
Puanları
0
Yaş
40
Konum
istanbul
Web sitesi
www.islamportali.net
kişinin soyuna bakıpta insanı kötülemek olmaz nice insanlar zamanında kötülük işlemişlerdir ve dine karşı çıkmışlardır sonra müslüman olmuşlardır kimi katip olmuştur muaviye gibi annesi babası zamanında dine karsı idiydiler fakat sonradan müslüman olup dine hizmet ettiler yezide gelinceonun hakkında ihtilaflar var fakat yinede en hayırlısını ALLAH bilir
 

hksozer

New member
Katılım
18 Ara 2007
Mesajlar
97
Tepkime puanı
41
Puanları
0
Yaş
53
Ehli-beyt'e kılıç kaldıranlara,camilerin minberlerinde küfür edenlere,fahri kainat efendimizin mübarek soyuna zerre kadar da olsa kötülük yapmış olanlara ve bununla birlikte günümüzde bile yapılan bu edepsizlikleri normal bir davranış tarzı olarak görenlere,hepinize lanet olsun !!!
 

chamdali

New member
Katılım
28 Nis 2006
Mesajlar
647
Tepkime puanı
123
Puanları
0
MUAVİYE SAHABE MİDİR ?

Köle ruhlular korkuyla, tacirler ücret beklentisi ile özgür insanlar ise aşkla iman ederler


Hz Ali


Dini konularda yazmaya çalışmak kolay iş değildir. Türlü sözlü saldırıyı ve her yere yanınızda taşıyacağınız bir kaygıyı da beraberinde getirir size çünkü. Hayır korku değildir bu kaygının kaynağı. Korkmayı gerektirecek bir şey yoktur nihayetinde.. Fakat, her nerede akıl yoksa, orada bağırış çağırış bol olur, o nedenle siz de üzülürsünüz sadece.. Aklın artık karaborsaya düştüğüne üzülürsünüz, fakat korkmazsınız çünkü bu yolda hiçbir korkuya yer yoktur. Ne mahalle baskısı ne de başka bir şey…Zira korku, akıl ve vicdanınıza sınırlar koyar. Sizi kıskıvrak ele geçirir. Doğruları görmenizi engeller ve sizi düpedüz köle yapar. Oysa, peşinde koştuğunuz gerçek size korku değil kuvvet vermek, Kuran-ı Kerim de sizi köleleştirmek değil özgürleştirmek üzere vardır. Velhasıl; Biz de illüzyonlara değil, gerçeğe aşığız. Bu yüzden, herhangi bir konuda bilgi edinmek için zihinsel birtakım faaliyetlere yönelirken de sadece gerçeğe ulaşma amacı (talebü’l hakk) güdüyoruz ve varlık gayemizin, akıl gücümüzü -yettiği yere kadar-kullanarak nazari ve ameli etkinliğe ulaşmak olduğunu biliyoruz.


Fakat, bazılarımız insanı diğer canlılardan ayırarak, onu imtiyazlı bir konuma yükselten “akıl gücüne” başvurmak yerine, halihazırda yaygın olan İslam algısının öngördüğü kalıplara göre şekil almaktan öteye gidemez genelde. İşte bu nedenle, İslâm’dan ne anlıyorsanız, İslam’dan ne anlamanız isteniyorsa, sizin de için İslâm o olmuş olur. O nedenle, herkesin kendine göre bir İslam algısı vardır ya zaten. Ayrıca hayatımızda olan daima emniyetlidir, peşine düşülmüş olan gerçek ise ne kadar değerli olursa olsun, güvenliğinizi tehdit edebilir. Dışlanabilir, cehaletle ya da en basitinden “ bir tuhaf” olmakla itham edilebilirsiniz. Küfre saplanmış veyahut sadece alimlere mahsus olan bir alanda ahkam kesecek kadar kendini bilmez biri olduğunuzun düşünülmesi de cabası.


Oysa, İslami meseleler, dinin dokunulmazlık kılıfına büründürülerek, hani öyle bir sandığa kilitlenmiş falan değildir. Hayatın dışına itildiği noktada inanç da yabancılaşır, tıpkı perde oyununda beliren bir gölge veyahut bir illüzyon halini alır. Ayrıca inanç insanidir, o yüzden düşünen her insan da, fikrini beyan etmekte özgürdür… Velhasıl siz de konuşabilirsiniz veyahut susabilirsiniz… Sizin bileceğiniz iş ancak söylemedi demeyin, varolan kalıpların karşısında duracak cesareti bulamamak ve halihazırda etrafımızda olana riayet etmek, sizi toplumun o sıkıcı ve standart üyelerinden biri yapar.. Zira, güven içinde bir yere ait olma ihtiyacı ile var olanı sorgusuz sualsiz kabul etmek, bireysel varoluş eğiliminize ağır bastığından, adımlarınız yarı yolda kalmıştır.
Heyhat bizler de, yolun yarısında kalmış bu kalabalıklardan müteşekkilizdir işte. Ayrıca, altın kuralın, karşılaşılan fikir ve düşüncelerin körü körüne kabul edilmesi değil de, eleştirici ve seçici davranmak olduğu düşünülürse, çok da sıkıcıyızdır. O nedenle günümüzde herkes İslam’dan ne anlıyorsa onu yaşamaya çalışır, başkalarını da kendi algısı içine çekmek ister. Yani kendi kapasitemiz ölçüsünde bir İslam algısıyla yaşar gideriz…


Ancak her kim olursanız veyahut her nasıl bir İslam algısına sahip olursanız olun, bilirsiniz ki; İnsanı aklın da ötesinde insan yapan şey, bir takım hesap kitaplar ya da güçlü olma hevesi değil, vicdandır. Düşünsenize, sadece güç peşinde koşan ve bu uğurda her şeyi mubah sayan bir kimsenin canavardan ne farkı olur ki…


Böylesi bir kimse, arkasına gizlemeye çalıştığı ellerinden birinde daima bir bıçak tutar. Her fırsatta sırtımızı kanatır ve bu kan ile yaşamaya mahkum eder bizi. Biz ise, bedelini tüm insanlık ailesi olarak fazlasıyla ödediğimiz kaçış yollarına sığınırız çoğu kez.. Acı, kan ve gözyaşı dolu tarihlerimizi, sanki hiç yaşanmamış gibi gözlerimizden silerek ve olup bitenle yüzleşmeye cesaret edemeden bölük pörçük bakmaya çalışırız geleceğe. Biz bir türlü “biz” olamayız.


Pekala, “biz” olmak için sanıldığı gibi bol miktarda düşmana da ihtiyacımız yoktur aslında. Zira, “biz” olmanın yolu, birilerine karşı saldırıya geçmekten ziyade, birlikte bir şeyler yapmaktan veyahut hep beraber bir şeyler ümit etmekten geçer. Ancak, bütün bunlardan önce inşa edilmesi gereken bir şey vardır ki; Bizim en temel önceliğimiz, ortak bir vicdan geliştirmek olmalıdır.
Sünni ya da Şii ne fark eder, bizim adımız Ali’dir...Bizim vicdanımız Ali’nin vicdanıdır…Ve bu ortak algı, İslam’ı bir bütünsellik için kavramamızı sağlayacak en büyük kuvvetlerden biri olacaktır ki, bunu inşa etmeden ve yaşadığımız o büyük ihanetle yüzleşmeden kalkışacağımız her iş maalesef yarım kalmaya mahkumdur.


O nedenle, şuana kadar yaşamış olduğumuz ve Müslüman aleminin yek vücut olarak lanetlemesi gereken en büyük ihanet hangisi diye sorarsanız, hiç düşünmeden şu cevabı veririm ki; Bu zamana kadar yaşadığımız ihanetler içerisinde en kötüsü, Muaviye’nin Hz Ali’nin karşına dikilmesi ve oğlu Yezid’in Hz Peygamber’in gözünün nuru Hz Hüseyin’in kanını dökmesidir.…


Ha İslam’ın bir de bazı Sünni yorumları var ve buna göre; Muaviye de sahabeden olduğu için hakkında ileri geri konuşmak doğru değilmiş, hatta Muaviye’yi düpedüz savunanlar bile var, diyecek olursanız…


Evet Muaviye’yi savunanlar ve ona Hazreti Muaviye diyenler olduğunu elbette ben de biliyorum. Ve ne yalan söyleyeyim; İnanamıyorum, kanım donuyor, hazmedemiyorum…


Zira ben de diğer pek çok Sünni gibi cinayeti de gördüm, katilleri de tanıyorum.


Cinayeti gördüm, o halde ne yapacaktım? Ne yani mutedil mi davranacaktım…Zamanın en büyük zaafına mı uğrayacaktım…Kötülüklerin şiddetine eşit bir hızla unutulacak mıydı dökülen kan…Bu ihanetle yüzleşmeden başladığımız her yeni gün, yeniden mi katledilecek, yeniden mi yağmalanacaktık…


Ve tıpkı bir korkak gibi susacak mıydım, tıpkı bir korkak gibi bahaneler mi arayacaktım ?


Sahabedir….Radiyallahu Anh (Allah ondan razı olsun) mu diyecektim..
Allah aşkına Muaviye, Hz Peygamber’in vefatının ardından ektiği tüm nifak tohumlarına ve yaptığı zulme rağmen, hala sahabeden sayılabilir mi ? Yani bu hususta asıl belirleyici olan, sahabenin Hz Peygamber’in vefatının ardından yapıp ettikleri değil midir?

Düşününüz; "- Elhamdülillah! Eğrilirsem beni kılıçları ile doğrultacak arkadaşlarım varmış!" diye şükreden Hz Ömer de sahabe, haniyse “ Eğrildikçe eğrileyim, beni doğrultmaya kalkacakları da ben kılıcımla keseyim” diye düşünmüş olan Muaviye de sahabe öyle mi…


Veyahut "Ey insanlar! Her kim Muhammed’e (s.a.v.) tapıyorsa bilsin ki Muhammed öldü. Kim Allah'a tapıyorsa bilsin ki Allah, Bâkî'dir, ölmez" diyerek Hz Peygamber’in vefatının ardından büyük keder içinde olan cemaate "Muhammed ancak bir resuldür. Ondan önce nice resuller gelip geçmiştir. O ölür yahut katlolunursa sizler geri mi döneceksiniz? Kim geri dönerse O'na (Allah'a) bir zarar vermez. Allah ise, İslâm hizmeketine şükrü yerine getirenlere mükâfat verecektir." ayetini okuyarak onları toparlayan Hz Ebu Bekir de sahabe, Kuran ayetlerini kılıcının ucuna takarak Hz Ali’nin üzerine öyle giden Muaviye de sahabe yani…


Bu örnekleri çoğaltmak mümkün. Ancak sadece iki örnek üzerinden dahi, şunu kesinlikle söylemek icap ediyor; Kime sahabe deneceği, kimin halinden ise ibret alınacağı, benim nazarımda ancak Hz Peygamber’in vefatından sonra ortaya çıkmıştır ki; Hz Peygamber Mina’da okuduğu Veda Hutbesi’nde "Bilin ki sizden bazı kişiler havuz başında benim yanıma varid olacaklar, ancak tanınıp benden uzaklaştırılacaklar. Ben, "Ya Rabbi, bunlar benim ashabımdırlar!" diyeceğim. Cevabımda şöyle denilecek: "Ey Muhammed, onlar senden sonra yeni şeyler icad ettiler ve senin sünnetini değiştirdiler. O zaman ben de şöyle diyeceğim: "Uzak olsunlar, uzak olsunlar!" diyerek bunu nasıl da önceden haber vermiştir öyle değil mi?


O halde, büyük Mutezile alimi Zemahşeri’nin de ifade ettiği gibi politik gayeler uğruna İslam’ı tahrif etmiş olan ve yıkılan Arap pagan oligarşisini tekrar canlandıran Emeviler, sizce de sahabenin dokunulmazlığı düşüncesini öngören hadisler ortaya atarak, bu yolla kötü icraatlarını meşrulaştırmaya çalışmış olabilir mi? Sizce de, böylece Müslümanlar’ın Muaviye’nin Hz Peygamber’in vefatının ardından ettiği icraatları yargılamasının önü tıkanmak istenmemiş mi? Hatta, Muaviye’nin Hz Peygamber’i tanımış olmak sizce de Emeviler tarafından adeta bir kılıf olarak kullanılmamış mı?


Diyoruz ya; Herkes İslam’dan ne anlıyorsa onu yaşamaya çalışır, başkalarını da kendi algısı içine çekmek ister. Yani kendi kapasitemiz ölçüsünde bir İslam algısıyla yaşar gideriz. Ancak herhangi bir gerekçe göstermeden, bahane aramadan ve ruhumuzu tüm siyasi düşüncelerden temizleyerek, yapılan zulme “zulüm” diyebileceğimiz ortak bir Müslüman vicdanına ve tıpkı “Hürr bin Yezid” gibi sarsılmaz bir iradeye sahip olursak, işte o zaman pek çok şeyin üstesinden gelmiş olacağız..


Zira Sünni ya da Şii fark etmez, bizim adımız Ali’dir.. Bizim vicdanımız; “Dünyânın benden yüz çevirdiğini anladım; zamânenin bana karşı serkeşlik ettiğini bildim; ahiretin, bana benden başkasını düşündürmeyecek, ardımda kalanları hatırlatmayacak, kendi derdim, bütün insanların derdini bana unutturacak bir halde yöneldiğine kanâat getirdim; bu hâl, bana oyuna gelmez bir işi, yalanı olmayan bir gerçeği açıkladı; ona gayret etmeme sebep oldu.” diye haykıran Ali’nin vicdandır. *

O halde; Sahabedir Radiyallahü Anh (Allah ondan razı olsun) demeden önce, bir an olsun elinizi vicdanınıza koyun da sorun kendinize; Muaviye sahabe midir sahiden de?


* Nech-ul Belaga – Hz Ali’nin Sıffin’den döndükten sonra oğlu Hz Hasan’a yazdığı vasiyetnameden


Peren BİRSAYGILI
 

andemirkan

New member
Katılım
9 Eki 2008
Mesajlar
16
Tepkime puanı
3
Puanları
0
Muaviyi seven savunan haklı bulan en azından haksız bulmayan arkadaşlara soruyorum.

Muaviyenin gittiği yere gitmeye razımısınız?

Size "İnşallah muaviyenin gittiği yere gidersin" diye dua edilse amin diyebilirmisiniz?
Ben size kıyamam, bana göre bu dua değil bedduadır.
Ancak bunu şunun için söylüyorum.
Zulme rıza zulumdur.Muaviyeyi savunmak onun yaptıklarını onaylamak demektir,zulumlerine ortak olmak ,kaderine ortak olmak demektir.Bu bedeli ödemeye razımısınız?
Falan kişi şöyle dedi filan böyle bunlar sizi sorumluluktan kurtarmaz.Vicdanınızın sesini dinleyin.
selametle
 

hksozer

New member
Katılım
18 Ara 2007
Mesajlar
97
Tepkime puanı
41
Puanları
0
Yaş
53
Kardeş,Allah(C.C.) senden binlerce kez razı olsun...
 

bekir

sadece bir kul
Yönetici
Katılım
10 Eyl 2007
Mesajlar
8,131
Tepkime puanı
5,971
Puanları
113
Konum
Daðlardan, yaylalardan
Tavsiye: Her halukar da temkinli olmakta fayda vardır değerli arkadaşlar. Konunun çok yönlü ve kesin deliller içermeyen karinelerle değerlendirilmesi hasebiyle ihtiyat, ihtiyat, ihtiyat...
 

gercegi_arayan

New member
Katılım
13 Kas 2008
Mesajlar
12
Tepkime puanı
2
Puanları
0
Yaş
40
Hz Aliyle hile ile mucadele eden bir kisiyi nasil bu kadar sevebilirsiniz.?camilerden lanet okutan birisine.
 
Üst Alt