Neler yeni
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Ibadet Nedir? Anlam Ve Mahiyeti

Mücahid

New member
Katılım
17 Mar 2007
Mesajlar
2,553
Tepkime puanı
223
Puanları
0
Yaş
56
Konum
Tr

بِسْمِ اللهِ الرَّحْمنِ الرَّحيم


"(Ey Rabbım,) Ancak Sana ibâdet eder, ancak Senden yardım isteriz."

"Ey kâfirler tapmam sizin taptıklarınıza... Sizin dininiz size; benim dinim bana!"

"Yuh olsun size ve Allah'tan başka taptıklarınıza! Hâlâ akıllanmayacak mısınız?"


İbâdet kelimesi, "abede" fiilinin masdarı olup "itaat etmek, boyun eğmek, tevâzu göstermek, bağlanmak ve hizmet etmek" anlamlarına gelir. İbâdet kelimesinin türediği "abd" kökü, şu anlamlara gelir: a- Hürün karşıtı olan köle, b- Boyun eğmek ve itaat etmek, c- Kulluk etmek, ilâh tanımak, tapmak, d- Bir şeye bağlanıp, ondan ayrılmamak. Bu açıklamalardan anlaşılacağı üzere ibâdet kelimesinin ifade ettiği esas manalar; "kişinin yüksek ve üstün birine karşı baş eğmesi, itaat etmesi, kendi hürriyetinden ferâgat ederek onun karşısında her türlü isyanı terk etmesi, tam bir bağlılıkla ona boyun eğmesidir." İşte bu durum, kulluk ve itaattir. İbâdet, itaat etmenin bir çeşididir. Bu itaata müstahak olan da, hiç şüphesiz gerçek ma'bud olan Allah'tır. Çok ibâdet edene âbid; kendisine ibâdet edilene de ma'bûd denir.


Kur’ânî bir terim olarak ibâdetin genel anlamdaki tanımı şudur: "Yapılması sevap olan, Allah'a yakınlık ifade eden, yalnız O'nun emirlerini yerine getirmiş olmak ve rızâsını kazanmak niyetiyle yapılan, her türlü harekete ibâdet denir."


Demek ki İslamî manasıyla Allah'a ibâdet: "İnsanın rûhen ve bedenen, gizli ve açık bütün mevcudiyetiyle yalnız Allah'a yapmış olduğu şuurlu (bilinçli) bir tâat ve kurbettir."


"İbâdet" kavramı, "kurbet" (yakınlık) ve "tâat" (sevap olan şeyler) kavramlarının anlamını da içermektedir. Dolayısıyla ibâdet eden insan, hem Allah'a yaklaşmış, tanıyıp kulluk etmiş, boyun eğmiş ve hem de O'na itaat etmiş olur. Mesela namaz kılan bir insan, Allah'a tâat, ibâdet ve kurbet görevlerini yapmış olur. Namazın kabul olması için de "iman", "ihlâs" ve "niyet" in bulunması gerekmektedir. Korku ve ümit içinde hem zâhir, hem bâtında sonsuz bir alçak gönüllülük ile sınırsız bir ta'zimi ihtiva eden ibâdet, "kibir" ve "riyâ" kabul etmez.


"İbâdet", boyun eğmenin, itaat etmenin, saygı göstermenin ve kulluğun en son noktasıdır. İbâdet, insanın Allah'ın râzı olduğu şeyi yapması, yerine getirmekle yükümlü olduğu fiilleri emrolunduğu şekliyle hayata geçirmesi, hiçbir şey gözetmeden Allah'a kulluk etmesi ve bunu, sadece O'na boyun eğip itaat etmek için yapmasıdır.



İtaat büyük bir makamdır. İbâdet/kulluk yapan "âbid/abd" (kulluk yapan/kul), itaat ve ibâdetle Allah'a bağlandığı için şereflenir. Allah Teâlâ, peygamberi Muhammed (s.a.s.)'i, makamların en şereflisi olan "risâlet" makamında "kul" kelimesi ile isimlendirmiştir. (Bkz. Hadid, 9; İsra, 1; Kehf, 1) O yüzden şehâdet kelimesinde bile "rasül" kelimesinden de önce; daha önemli ve daha şerefli olduğu için "abdühü" (O'nun kulu) ifadesi kullanılır. Çünkü peygamberlik, Hz. Muhammmed'in (s.a.s.) diğer insanlara yönelik ilişki ve görevini ifade ederken; "abd/kul" ifadesi, onun Rabbıyla ilişkisini ve bağını anlamlandırır. Allah'la irtibatın, diğer insanlarla ilişkiden daha şerefli olduğu da açıktır. Biz de, şeref ve fazilet istiyorsak, bunun Allah'la bağımızı güçlendirmekten geçtiğini, yani ancak ibâdet ve kulluk görevlerimizde derinleşmekle makamımızı yükseltebileceğimizi aklımızdan çıkarmamalıyız.


İbâdet, imanın uygulanması, hak ve doğru kabul edilen esasların günlük hayatta yaşanması olduğundan, Allah katında tâat kabul edilen her davranışın bilfiil uygulanmış, yapılmış olması gerekir. Yoksa, yalnız istek halinde kalıp, davranış sahasına çıkmayan duygu ve düşünceler, Allah'a yakınlık anlamına gelen kurbet ve tâat olsalar da, ibâdet değillerdir. Bunun içindir ki, ibâdetlerin başı olan imanın da, sadece kalple tasdiki yeterli olamayacağından, hiç olmazsa dil ile ikrar edilerek açıklanması gerekli görülmüştür. Bunun yanında, niyetsiz, sadece görünürde yapılan işler de ne olursa olsun, ibâdet sayılmazlar. Niyetsiz yatıp kalkmak namaz olmadığı gibi, niyetsiz aç durmak da oruç değildir. O halde kötü niyetle, veya Allah'a itaat ve yakınlık kastından başka bir maksatla yapılan işler, ibâdet olamazlar.


Lisanımızda çokça kullanılan "tapınmak ve tapmak" kelimeleri, ibâdet'in değil; yalnızca tâat'in karşılığı olabilir. Hatta tapmak ve tapınmak kelimelerinden az çok, ne yaptığını bilmemek gibi bir şuursuzluk manası anlaşıldığı için, bu kelimeleri "puta tapmak" , "haça tapmak" gibi yerlerde kullanırız. Oysa kulluk etmek, şuur bakımından tapmak kelimesinden daha iyi ve anlamlıdır. Şu halde ibâdet terimi, bir tâat mertebesini ifade etmektedir ki, en hususi anlamı "ibâdet", en genel anlamı ise "kulluk" manasına gelen "ubûdiyet"tir. İbâdet, Allah'ın râzı olduğu şeyi yapmak; ubûdiyet ise, Allah'ın yaptığına râzı olmaktır, diye de tanımlanmıştır.


KUR'AN DA İBADET

İbâdet kavramı, Kur'an'da en çok kullanılan kavramlardan birisidir. Bu kavram, Kur'an'da isim, fiil ve masdar şeklinde 256 defa geçer. Genel olarak, Allah'a veya Allah'tan başkalarına ibâdeti ifade etmekte kullanılmıştır. Sadece Allah'a ibâdet emredilirken, O'na ortak koşmak ve başkalarına ibâdet etmek, Kur’an’da şiddetle yasaklanmıştır.


Kur'an'da ibâdet kelimesi, daha çok nefislerin sadece Allah için başka kayıtlardan kurtarılması, yalnız O'nun ibâdetine tahsis edilmesine işaret etmektedir. Yani insan, sevgide, korkuda, ümit ve tevekkülde, itaat edip boyun eğmede Allah'a hiçbir varlığı ortak koşmayacaktır. Çünkü ibâdet, sevginin, bağlılığın ve korkunun en güzel ifadesidir. Nitekim dinin bütününü de bu esaslar oluşturur. İbâdet terimi, bu açıdan incelendiğinde, kulun, ibâdet ettiği ilâh (Allah)'ı kemâl derecesinde sevmesi ve tevâzu göstermesi ve bütün bunların ancak Allah için olması gerekmektedir.


Fâtiha sûresinin 5. âyetinde “iyyâke na'büdü (ancak Sana İbadet ederiz)” ifadesinde "iyyâke" zamir ve tümleçtir. Tümleçlerin, Arapça cümle kuruluşunda aslında fiilden sonra gelmesi gerekir. Bu tümleç görevi yapan zamir, fiilden sonra gelseydi, anlam şöyle olurdu: “na'büdüke (sana ibâdet ederiz).” Başa geçtiği için sınırlama ifade eder: “Ancak Sana...” Dolayısıyla bu ifade, iki cümle yerine kullanılmıştır. Bu cümlelerden biri, Allah'a ibâdet, O'na teslimiyet ve kulluk; ikincisi, Allah'tan başkasına ibâdet etmemek, teslim olmamak, kulluk yapmamak. Tevhid, özetle bu iki ifadeden ibarettir. Fâtiha'nın, Kur'an'ın bir özeti olduğu gibi; Kur'an'ın en önemli konusu olan tevhidin özetini de bu "iyyâke na'büdü" ifadesi karşılamaktadır. İman; kabul ve reddir; sevgi ve buğzdur. Tâğutu reddetmek ve Allah'a iman etmektir (2/Bakara, 256). Tevhidî iman; Lâ ilâhe illâllah'ın bir açılımıdır. İşte "iyyake na'büdü" bütün bunları içerir, tevhidin özünü vurgular.


"Ancak Sana ibadet ederiz" ifadesiyle anlamaktayız ki tevhid, sadece fikir ve görüşten ibaret, hatta salt inançtan ibâret değildir. Tevhid, ibâdettir; sadece Allah'a ibâdet ve bütün şekil ve muhtevâsıyla ibâdet. Tevhid, insanın pratik hayatını kuşatmalı, kalbinde başlayıp tüm kalıbına yön vermeli ve hayata yansımalıdır. İbâdet halinde pratize edilemeyen, etkisiz bir şekilde kafa veya kalbe hapsedilen bir düşünce ve duygu değildir tevhid; Sadece Allah'a kulluktur, ibâdettir. Hayat da ibâdetten ibârettir.


"Ancak Sana ibadet ederiz." : "Ederim" değil; "ederiz". Cemaata işaret vardır bu ifadede. Aynı Rabbın kulu olan, O'nun kanunlarına boyun eğen ve O'na tesbih ve ibâdet eden tüm tabiatla, tüm yaratıklarla ortak dili konuşmak, vahdete ermek, beraberce ibâdet etmek var bu ifadede. Kendi iç dünyamızla, tüm organlarımızla, inanç, düşünce ve eylemlerimizle beraber ibâdet etmek var bu ifadede. Tevhid, ancak muvahhid bir toplum içinde gerçek anlamını bulur. Tevhidî bir toplumla beraber hareket edilerek olgunlaşılır, insan olunur. Tevhid kafilesinden ayrı hareket etmekle, güzel olan hiçbir yere varılamaz.


Fâtiha'nın bundan önceki âyetlerinde Allah'ın sıfatları özetlendi. Allah, bu âyete kadar kendini bize tanıttı. "Peki, böyle özelliklere sahip Allah'a karşı nasıl davranmamız gerekir?" sorusuna bu âyet cevap vermiş oluyor: "Sadece Allah'a ibâdet". Fâtiha'da bundan önceki âyetler, sanki bize bu âyetteki ifadeyi söyletmek içindir. Ayrıca, Allah'ı bu âyete kadar anlatılan isim ve vasıflarıyla tanıyıp O'nu tek ilâh ve tek rab kabul eden kuluna Allah, senli-benli ifade kullandırıyor; Allah'ın vasıflarını tanıyıp O'na ibâdet, Allah'la samimiyeti ve sıcak bir bağı oluşturuyor: "Ona kulluk ederiz" değil; "Sana..." Bu âyete kadar üçüncü tekil şahıs ifadesi ve zamiri kullanılırken, burada ikinci tekil şahıs ifadesi kullanıyoruz.


Önce ibâdet, sonra istiâne. İlk adım öncelikle kuldan başlamalı. Sünetullah, ilk başlangıcı bizden bekliyor. Allah'ın kanunu böyle istiyor. Bu konuyla ilgili Kur’ân-ı Kerim’den bolca örnekler sunmak mümkün. (“Allah'a yardım ederseniz, Allah da size yardım eder.” , "Bana bir adım yaklaşana Ben bir arşın yaklaşırım.", "Allah'tan sakınırsanız, sizin için furkan kılar.", "Allah'tan korkanlara Allah çıkış yolu verir.", "Sözünüzde durursanız, Ben de...", "İman edip salih amel işlerseniz...") Önce bizden duâ, sonra Allah'tan icâbet, önce kul sebebe yapışacak, sonra Allah verecek.


Hakkıyla ve ölünceye dek ibâdet için Allah'ın yardımına ihtiyacımız olacak. Her an yaşantımızı ibâdet halinde değerlendirmek için "...sadece Sen'den yardım isteriz." (1/Fâtiha, 5)


"Sadece Sana ederiz, kulluğu, ibadeti..." (1/Fâtiha, 5) meâlindeki âyette, kulun, ibâdeti sadece Rabb'ına ait kılıp, nefsini ancak Allah'a teslim etmesinin gereği vurgulanmaktadır. Allah'tan başkasına gösterilen "itaat ve kulluk", o varlığı sahte bir ma'bud yapar. Bu ma'bud ya şeytandır, ya da kendilerini tâğut kılan azgın kişilerdir. Yahut da Allah'ın kitabını hiçe sayarak insanları icad ettikleri hayat düsturlarına ve yaşayış tarzlarına sevkeden önderlerdir. İslâmî anlamda ibâdet ise, Allah'a kayıtsız şartsız itaat etmek demektir. Şeytana ibâdet etmeyi yasaklayan Allah, insan ve cin şeytanlarına kayıtsız şartsız itaatin onlara kulluk/ibâdet demek olduğunu belirtmiş oluyor.


İnsanların, şeytanın teşviki ile yapageldikleri ibâdetlerinin yönü olan putlar ve hayalî/sanal kuvvetler, yani Allah'tan başka tapınılan tüm varlıklar, birer sahte ma'buddur. Çünkü Kur'an, Allah'tan başka hiçbir hak ma'bud olmadığını en açık bir şekilde bildirirken; insanların, Allah'tan başkasına tapmalarını ve onları ilâh kabul etmelerini de, şirk ve büyük günah sayıyor.

İBADET İLE İLGİLİ BAZI AYET-İ KERİMELR

"(Ya Rabbi,) Ancak Sana ibâdet/kulluk eder, ancak Senden yardım isteriz." (1/Fâtiha, 5)


"Ben cinleri ve insanları ancak Bana ibâdet etsinler diye yarattım." (51/Zâriyât, 56)


"Allah'a ibâdet edin. O'na hiçbir şeyi ortak koşmayın." (4/Nisâ, 36)


"(Ya'kub) oğullarına: 'Benden sonra neye ibâdet/kulluk edeceksiniz?' demişti. 'Senin ilâhın ve ataların İbrahim, İsmail ve İshak'ın ilâhı olan tek İlâh'a kulluk edeceğiz, ibâdet edeceğiz. Biz O'na teslim olanlarız' dediler." (2/Bakara, 133)


"Sizin şu karşısında durup taptığınız heykeller de nedir? 'Babalarımızı onlara tapar bulduk (da onun için biz de onlara tapıyoruz)' dediler." (21/Enbiyâ, 52, 53)


"De ki: Allah'ı bırakıp size ne zarar, ne de yarar vermeye gücü yetmeyen şeylere mi tapıyorsunuz? Oysa Allah, işitendir, bilendir. (O'na ibâdet etmeniz gerekmez mi?)" (5/Mâide, 76)


"Hahamlarını ve râhiplerini Allah'tan ayrı rablar edindiler; Meryem oğlu Mesih'i de. Oysa kendilerine yalnız tek ilâh olan Allah'a ibâdet etmeleri emredilmişti. O’ndan başka ilâh yoktur. O, onların ortak koştukları şeylerden münezzehtir." (9/Tevbe, 31)


"Tevbe eden, ibâdet eden, hamd eden, seyahat eden, rükû eden, secde eden, iyiliği emredip kötülükten meneden ve Allah'ın (yasak) sınırlarını koruyan (onları çiğnemeyen) mü'minleri müjdele." (9/Tevbe, 112)


"İnsanlardan kimi de Allah'a bir yönden (dinin bütününe inanmadan) ibâdet eder. Eğer kendisine bir hayır gelirse, onunla huzura kavuşur (sevinir) ve eğer başına bir kötülük gelirse yüz üstü döner (dini kötüleyerek ondan vazgeçer)." (22/Hacc, 11)


"Ey mü'minler! Rükû edin, secde edin, Rabbinize ibâdet edin, hayır işleyin ki umduğunuza eresiniz." (22/Hacc, 77)


"Ey iman eden kullarım, Benim arzım geniştir, bana kulluk/ibâdet edin." (29/Ankebût, 56)


"İyi bil ki, hâlis din yalnız Allah'ındır. O'ndan başka velîler edinerek: 'biz bunlara, sırf bizi Allah'a yaklaştırsınlar diye tapıyoruz' diyenlere (gelince): Şüphesiz ki Allah, onlar arasında, ayrılığa düştükleri şeyde hükmünü verecektir." (39/Zümer, 3)


“Tâğuta kulluk etmekten kaçınan ve Allah'a yönelenlere müjde var. Müjdele kullarımı." (39/Zümer, 17)


“Hayır, yalnız Allah'a ibâdet/kulluk et ve şükredenlerden ol." (39/Zümer, 66)


"Allah'tan başkasına ibâdet/kulluk etmeyin. Ben, sizin büyük bir günün azabına uğramanızdan korkuyorum." (46/Ahkaf, 21)


"Andolsun biz, her millet içinde: 'Allah'a ibâdet/kulluk edin, tağut(a tapmak)dan kaçının' diyen bir rasûl/elçi gönderdik." (16/Nahl, 36)


"De ki: 'Ey kitap ehli, bizim ve sizin aranızda eşit olan bir kelimeye gelin: Yalnız Allah'a ibâdet edelim. O'na hiçbir şeyi ortak koşmayalım. Birimiz diğerini Allah'tan başka rab edinmesin." (3/Âl-i İmrân, 64)


"Allah, kimlere lânet ve gazab etmiş, kimlerden maymunlar, domuzlar ve tâğuta tapanlar yapmışsa, işte onların yeri daha kötüdür." (5/Mâide, 60)


"De ki: Ben Allah'tan başka yalvardıklarınıza tapmaktan men olundum." (6/En'âm, 56)


"Göklerde ve yerde bulunan herkes Rahman'a kul olarak gelecektir." (19/Meryem, 93)


"Siz, Allah'ı bırakıp da size hiçbir fayda ve zarar vermeyen şeylere mi tapıyorsunuz? Yuh size ve Allah'tan başka taptıklarınıza! Aklınızı kullanmıyor musunuz siz?" (21/Enbiyâ, 66-67)


"Siz ve Allah'tan başka taptıklarınız cehennem odunusunuz. Siz (odun gibi) oraya gireceksiniz." (21/Enbiyâ, 98)


"İbrahim'de ve onunla beraber bulunanlarda sizin için güzel bir örnek var. Onlar, kavimlerine demişlerdi ki: 'Biz sizden ve sizin Allah'tan başka taptıklarınızdan uzağız. Sizin (taptıklarınızı) tanımıyoruz. Siz, bir tek Allah'a inanıncaya kadar sizinle bizim aramızda sürekli bir düşmanlık ve nefret belirmiştir." (60/Mümtehıne, 4)


De ki: Ey kâfirler! 'Ben sizin taptıklarınıza tapmam. Siz de benim ibâdet ettiğime tapıcılar değilsiniz. Ben asla sizin taptıklarınıza tapacak değilim. Siz de benim ibadet ettiğime tapacak değilsiniz. Sizin dininiz size; benim dinim bana!" (109/Kâfirun, 1-6)


"Senden önce hiçbir peygamber göndermedik ki ona: 'Benden başka hiçbir ilâh yoktur. Bana kulluk/ibâdet edin' diye vahyetmiş olmayalım." (21/Enbiyâ, 25)


"Bir zaman İbrahim şöyle demişti: 'Rabbım, bu şehri güvenli kıl. Beni ve oğullarımı putlara tapmaktan uzak tut." (14/İbrahim, 35)


"Siz Allah'tan başka birtakım putlara tapıyorsunuz. Yalan uyduruyorsunuz. Sizin Allah'tan başka taptıklarınız size rızık veremezler. Siz rızkı Allah'ın yanında arayın. O'na kulluk/ibâdet edin ve O'na şükredin. Hepiniz O'na döndürüleceksiniz." (29/Ankebût, 17)


"Gece, gündüz, güneş ve ay O'nun âyetlerindendir. Ne güneşe ne de aya secde etmeyin. Onları yaratan Allah'a secde edin. Eğer kulluk ediyorsanız (böyle yapın)." (41/Fussılet, 37)


"De ki: 'Ben dinimi yalnız Allah'a hâlis kılarak O'na ibâdet/kulluk ediyorum." (39/Zümer, 14)


"Ve sana yakîn (ölüm) gelinceye kadar Rabbına kulluk/ibâdet et." (15/Hicr, 99)


Âyetlerin ortaya koyduğu ilk gerçek "sadece Allah'a ibâdet edip, O'ndan başkasına ibâdet etmemektir." İslâm, ibâdeti sadece Allah'a ait kılmayı emrederken, O'na herhangi bir şeyi ortak koşma yasağını da getiriyor. İnsanlığın tanıdığı veya tanıyabileceği Allah’ın dışında her çeşit ma'bud edinme çeşidini içine alan kesin bir yasak koyuyor.
 

Mücahid

New member
Katılım
17 Mar 2007
Mesajlar
2,553
Tepkime puanı
223
Puanları
0
Yaş
56
Konum
Tr
Kalip Ve Kalbin Allah'a Yönelmesi

Kalip Ve Kalbin Allah'a Yönelmesi

Bazı insanlara göre ibâdet, kuru bir inanç kabul edilirken, bazılarına göre de sadece belirli hareketleri yapmaktan ibaret sanılmaktadır. Yine bir kısım insanlar, Allah'a ibâdetin gayesini tam olarak anlayamadıklarından, yaptıkları ibâdetlerinde, ya şuursuzca davranırlar, ya da ibâdeti dünyevî fayda açısından değerlendirirler. Bütün bunların yanında, pek çok insan da, Allah'ın ve O'nun dininin dışında birtakım varlıklara, sistemlere ibâdet ederek onlara kul olmuştur.


İbâdeti, sadece dış görünümündeki şekillerde değerlendiren kimseler, ibâdetlerde titiz davranmayı, ilk anda bir nevi dar görüşlülük, yahut şekilcilik olarak kabul edebilirler. Ancak, daha derin ve etraflıca düşünülüp araştırılırsa, pek çok gerçeklerin farkına varmak mümkün olur. İbâdet, Allah ile her an ilişki kurmaya bir vâsıtadır. İbâdet, ruhun ve bedenin ölçülü ve disiplinli bir hale gelişini sağlar. Güzel ahlâkı yansıtan hareketleri içeren, ruhumuzun Allah'a yabancılaşmasını önleyerek O'nu bize unutturmayan, ibâdettir.


İnsanın, ruhundaki gizli duygularını dışa vurmak için, zâhirî şekilleri kullanma eğilimi vardır. Bu gizli duyguları anlatmak için, zâhirî şekillere başvurmadan insan, ruhî duygularını tatmin edemez. Duygularını bu şekillerle ifadelendiren insan, hissen ve ruhen bir bütünlük kazanır. Bu haliyle de rahat edip huzura kavuşur.


İslam dini, bütün ibâdet kurallarını bu fıtrî esas üzerine kurmuştur. Bunun için işi, ne sadece içten gelen niyetlere, ne de ruhî duygulara terk etmemiş, aksine ibâdetlere ait yönelişlerde, dış ile içi (zâhir ile bâtını) tam bir uyum içerisine sokarak huzur ve mutluluk temin edilmiştir. Bu cümleden olmak üzere mü'min, namazda kıbleye yönelir, hacda belirli bir yerde ihrama girer, bir kıyafete bürünür, orucunu tutarken yemez, içmez... Böylece her ibâdetiyle bir hareket, her hareketiyle de bir ibâdet icrâ eder. İslâm dini bu yöntemiyle nefsin zâhiri ile bâtınını birleştirip, kuvvetler arasını denkleştirir. Bunun sonucunda kendi mefkûresine uygun olarak insan fıtratına tam bir uyum bahşeder.






 

Mücahid

New member
Katılım
17 Mar 2007
Mesajlar
2,553
Tepkime puanı
223
Puanları
0
Yaş
56
Konum
Tr
Ibadet Fitrattir

Ibadet Fitrattir

İslâm dini, yeryüzüne getirdiği bütün gerçekçi kurallarla, insan fıtratında mevcut olan ibâdet duygusunu, en doğru bir şekilde geliştirerek bu ihtiyaca cevap verir. Böylece el ile tutulup gözle görülen veya gizli bir kuvvetin varlığını, değişik varlıklarda görerek onlara tapanları da yanlış inançlardan ve tapınmalardan kurtarır. Bu özelliğinden dolayı Allah'tan başka ilâh kabul etmek suretiyle putlara tapan bir toplumda, bu yanlış inancı ve ibâdet şeklini, bir daha dirilmeyecek şekilde tarihe gömen tek din İslâm'dır. İnsanları, hür irâdeleriyle Allah'a yönelten, onların birbirlerine kul köle olmalarını önleyen, onları her türlü yanlış tapınmalardan kurtarıp Allah'a götüren hiç şüphesiz bu hayat nizamı olan İslâm'ın kendisidir. İslâm'ı benimseyip ona mensup olanların belirgin özellikleri vardır. Bunların en önemlilerini şöylece belirtebiliriz: Allah'ın varlığına, birliğine, tek ilâh olduğuna inanmak. O'ndan gelen bütün hükümlerin gerçek ve doğru olduğunu kabul etmek. Allah'ın bildirdiği ilâhî hükümler doğrultusunda yaşayarak Allah'a ibâdet etmek ve O'na kul olmak. Allah ve Rasûlünün ahlâkı ile ahlâklanmak.


Allah'ı tek rab bilerek O'na kulluk etmek, insanı tevhid inancına ve bu inancın gereğine götürür. Bu iman ve şuura sahip olan insanlardan oluşan bir toplum, yeryüzündeki her çeşit şirk odaklarını dağıtır.


Din, sadece vicdanlara hapsedilen kuru bir inanç değildir. Aksine din, bütün hayatı kapsayan, hayatî olaylar arasındaki bağı temin ederek bütün yaşayışı en köklü ve sağlam esaslara bağlayan ilâhî bir nizamdır. Bu nizam, Allah'ın birliği esasına dayanır. İnsanî ilişkilerin en sağlamı bu inançtan doğar. Yine bu inanç insanlık hayatının her alanına ışık tutar.


Kur'an'a müracaat edilerek incelendiği zaman, ibâdetin, insan hayatının tümünü kapsayan bir terim olduğu anlaşılır. Sadece belirli hareketleri ve işleri ibâdet kabul edip, insanlar arasındaki ilişkileri düzenleyen hükümleri ve bunları uygulamayı ibâdet kabul etmemek, Kur'an'daki ibâdet anlayışına ters düşer. İbâdet, bir şekil ve formaliteden ibaret de değildir. Aksine, bir din edinme, bir sisteme bağlanma ve günlük hayatta yaşanan bir doktrine uyma meselesidir. Bu özelliklerinden dolayı Kur'an'da en çok önem verilen bir konu olmuştur.


İslâm, başlangıçtan nihayete kadar, ibâdeti hayata yaymayı en büyük gaye edinmiş bir dindir. İslâm'ın siyasî ve iktisadî nizamında, ceza hukukunda, medenî ve aile hukukunda ve bu dinin içine almış olduğu diğer konularda, başka bir hedef yoktur. Kur'an'ın gaye olarak tayin ettiği bu hedefe, insanlar, ancak Allah'ın hükümlerine uygun olarak yaşadıkları zaman ulaşabilirler.


Günümüz insanları, ibâdetin, Allah'ın koyduğu bütün emirleri kapsadığı gibi, kişiyi Allah'a yönelten her hareketi, her işi de içine alan bir terim olduğunu bilmelidirler. İnsanoğlu, kalbini Allah'a yönelttikçe hayatında yaptığı her hareketin ibâdet haline dönüşmesi mümkündür. İslâm dini, Allah'ın varlığını ve birliğini beyan etmeye çok büyük önem vermiş, hiçbir yönden şirk şâibesi taşımayan bir ibâdet esası ortaya koymuştur. Bunun için hiçbir varlığın, tüm varlıkların yaratıcısı gibi olamayacağını ısrarla belirtmiştir. Yine İslâm, yaratıcı ile yaratılmışlar arasındaki bağın gerçeğini de belirtmeye özen göstermiştir. Her varlık gibi, insanla Allah arasında da bir bağın var olduğunu, bunun da "ulûhiyet" ve "ubûdiyet" esaslarından ibaret bulunduğunu kesinlikle belirtmiştir. İşte bu gerçek, Kur'an'da şöyle ifade edilir: "Allah'a ibâdet edin. Sizin O'ndan başka ilâhınız yok" (7/A'râf, 59) Bütün peygamberlerin kesinlikle belirttiği gerçek: "Allah'ın tek bir ilâh olduğu ve O'na ibâdetle kulluk edilmesi"dir.


Her asırda olduğu gibi günümüzde de her türlü şüphe ve bilgisizlikten kurtulmak için, bu gerçeğin aydınlık esaslarına sarılmak yeterli olacaktır. Çünkü insan şuurunun istikrarı, düşünce ve davranışın doğruluğu, Allah'ın bütün âlemlerin tek Rabb'ı; tüm yaratıkların da O'nun kulu olduğu gerçeğinin kavranmasına bağlıdır. Allah ile olan alâkada, insanların hepsinin eşit olduğu da kesinlikle bilinmelidir. Hiç biri O'nun ilâhlığına ortak değildir, olamaz. Bundan dolayıdır ki, İslâm'da, kulluğun tabii belirtisi olan takva ve amel-i sâlih (iyi işler)den başka bir şeyle, Allah'a yaklaşmak, hiçbir insan için mümkün değildir.


Doğruyu kabullenmenin ve doğru olmanın biricik yolu, bütün insanların tek ma'bud olan Allah'a yönelmeleri ve O'na kulluk etmeleridir. İnsanlığın huzur ve mutluluğu, hâkimiyeti hudutsuz, saltanatı ebedî olan Allah'a yönelmededir. İşte, insanların Allah'a karşı durumu budur. Allah yaratan, insanlar ise diğer varlıklar gibi yaratılandır. O rabdır. İnsan ise kuldur. Allah'a kul olmak, insanı kullara kulluktan kurtarır. Allah'a kulluktan kaçınanlar kendileri gibi kulların kulu olurlar, ya da nefislerinin, arzu ve isteklerinin kulu durumuna düşerler.


Tarihin çeşitli dönemlerinde olduğu gibi, günümüzde de bir kısım insanlar, yaratıklardan herhangi birine bütünüyle bağlanarak onun huzurunda öyle tapınmalar yapıyorlar ki, bütün şuurlarını o tapınmaya bağlayarak ilerisini göremez oluyorlar. Hak ma'budu ve hakiki ibâdeti unutturan, onları şirke düşüren kötülüğün kaynağı, Allah'tan başka varlıklara tapmak, onların koyduğu kurallara uyarak onlara ma'bud ve ilâh muâmelesi yapmaktır. Yeryüzünün her çeşit putları, haksız ve bâtıl ma'budları hep bu tür düşünce, davranış ve his sonucu ortaya çıkmıştır. Fakat şu bir gerçektir ki, bütün mevcûdiyetini fânilere, Allah'tan başka varlıklara ve O'nun dininin dışındaki sistemlere bağlayanlar, tehlikeye adaydırlar. Sadece Allah'a ibâdet edilmelidir. Çünkü ibâdet O'nun hakkıdır. Allah'a ibâdet edenlerdir ki, O'ndan başkasından korkmaz ve ümit etmezler de sadece O'na kul olurlar. Gönüller Allah'tan başkasına bağlandığı zaman insanlar korku kaynağı ile ümit kaynağını ayrı ayrı görürler. O zaman bir de bakarsınız ki bir tarafta dilber sevgi ma'budları, diğer tarafta da kahraman korku ma'budları dizilmiştir. İkisi arasında kalan zavallı insan, bu hal içinde çırpınır, tapınır ve bunu da bir ibâdet sanır. Yaratıklardan hiç biri rab olamaz. Her şeyin mutlak Rabbı Allah'tır. O'na ibâdet edilmelidir. Çünkü ibâdet ve ubûdiyet Allah'ın hakkı, insanın da vazifesidir.


Günümüzde birtakım insanların, hevâ ve heveslerini, her türlü menfaat ve çıkarlarını kendileri için ilâh edindiklerini görmekteyiz. Kur'an, Allah'ın ilâhî dinini bırakarak, değişik arzu, istek ve menfaatlerini, davranışlarının tek kaynağı yapan ve böylece bunları put mevkiine çıkarıp hevâ ve hevesinin kölesi olan insanları, hayret verici bir canlılıkla ortaya koyuyor: "Gördün mü o kimseyi ki, hevâ ve hevesini kendisine ilâh edinmiş..." (45/Câsiye, 23) Yani, gerçeği kabul etmemiş, düşünememiş, keyfi ne isterse onu ma'bud edinmiş, böylece kendi zevkinin sevdasına düşmüş. Çünkü hevâ ve diğer nefsî duygular, gözü kör, kulağı sağır ederek kalbi hissiz bırakır. Bu duruma düşen kişi, âlim de olsa ilmine rağmen gerçeği duyamaz olur.


Kur'an'ın, bu canlı tasviri karşısında, artık her insan, neye ibâdet ettiğini ve kimin kulu olduğunu kendisi anlayabilir ve anlamalıdır. Şunu unutmamalıdır ki, gerçek kulluk, her türlü bâtıl din ve ma'budlardan kaçınıp sadece Allah'a yönelmek demektir. Çünkü insan, Allah'ı ma'bud tanıyıp O'na kulluk yapmak için yaratılmıştır. İşte yaratılış sebebi. Allah'tan başkasına sarf edilen ömürler kaybedilmiş demektir. İbâdet, kulun kendi isteğine bırakıldığı için ihtiyârî (seçme özgürlüğü olan) işlerdendir. Ancak her insan, Allah'a ibâdetle yükümlüdür. İrâdesini Allah'a yönelterek hareket eden kişi sâlih kullardan olur. (1)


İbâdetin ruhu ve şartı, tevhid ve ihlâstır. Allah'ın birliğine iman etmedikçe O'na ibâdet edilemez. Allah'a gerçekten ibâdet edenler de O'ndan başka ma'bud tanımazlar. Allah'tan başkasını O'na ortak koşarak tapmak ise Allah'ı tanımamaktır. Din, tevhid ve ihlâsla Allah'a ibâdet etmekten ibarettir. Gerçekten de insanoğlunun maksadı ne ise, ma'budu da odur. Allah, kendisinden başka ilâh olmayan tek bir ilâh olunca her türlü ibâdetin sadece O'na yöneltilmesi tabiî ve mantıkî sonuç olmaktadır. İbâdet konusu direkt olarak akîde konusuna bağlıdır. Akîde, bu dinde vicdan içinde gizlenmiş, sınırları belli olmayan yüzeysel bir şey değildir. Her düşüncede, her eylemde kendisini gösteren bir potansiyeldir.


Allah, insanlara ibâdet edecekleri belirli yollar çizmiştir. Bu yollarda ruhun yeri vardır; kalbin huşûsunda, tevâzu ile Allah'a itaatte... Aklın yeri vardır; Allah'ın yarattıkları ve O'nun âyetleri hakkında tefekkürde... Bedenin yeri vardır; kıyamda, oturuşta, rükûda, secdede, çeşitli yönlerden itaatle hareketlerde... Böylece ibâdet, Allah'ın sevdiği ve râzı olduğu insanın bütün hayatını kuşatan bir iş olur. "De ki: şüphesiz benim namazım, ibâdetlerim, hayatım ve ölümüm, alemlerin Rabbı Allah içindir." (6/En'âm, 62)


Câhiliye döneminde de görülmüştür ki, akîde sapınca, zarûrî olarak ibâdet de sapıyor. Ancak akîde düzgün olunca ibâdetin sahih konumuna oturması mümkün oluyor. Çeşitli sebeplerden ötürü akîde ve ibâdet konusunda sapmalar oldu. Haddinden fazla ta'zim (büyükleme) belli bir şahsa veya cisme yönelme kalbin âfetlerinden bir âfettir. Zamanla ta'zim kutsamaya, sevgi de ibâdete dönüşüyor. Yalnızca sevgi ve ta'zim bir sapma değildir. Fakat sevgi ve ta'zimde aşırılık, kutsamaya götüren, derken ibâdete ileten bir sapma oluyor. İbâdet konusunda câhiliyenin sapmasını İbn Abbas (r.a.) açıklarken, Kur'an'da geçen Vedd, Suvâ, Yeğûs, Yeûk ve Nesr putları hakkında der ki: "Bunlar, Nuh kavminin sâlih adamlarının isimleridir. Bunlar ölüp gidince şeytan onların kavmine 'bunların heykellerini meclislerinize dikin ve o heykellere bunların adlarını verin' diye fikir verdi. Onlar da bunu yaptılar ve amaçları bunlara tapınmak olmadığından ibâdet etmediler. Fakat bu nesiller ölüp gidince ve bunların o kişilerin hâtıralarını canlı tutmak için heykellerinin dikildiği bilgisi silinip yok olunca geriden gelen nesiller bunlara tapmaya başladılar." (Buhâri)



Beşeriyet, hâlâ bu sapmanın değirmeninde dönüyor ve bu onları şirk türlerinden bir türe sokuyor. Putlara tapmanın şekillerinde değişmeler olsa da putperestlik kaybolmamıştır. Bereket umarak türbelere el sürmeyi, kesin kabul olur inancıyla türbenin yanında duâ etmeyi, türbede yatandan yardım istemeyi, ölü veya diri beşerden sıkıntıları için imdat dilemeyi, bez bağlayıp mum dikmeyi, türbenin etrafında tavaf eder gibi dönmeyi... ibâdet konusunun neresine koyacağız? Allah'ın kutuplara, abdallara Allah'ın mülkünde tasarruf yetkisi verdiğine, bu nedenle mürid şeyhinden şefkat ve merhamet isteyip tazarrûda bulunursa işleri şeyhin müridin yararına çevireceğine ve onu tehlikeden koruyacağına, kabirdeki sorulara şeyhin müridi yerine cevap vereceği anlayışına ne isim verilmeli?


Arap yarımadasının müşrikleri şöyle diyorlardı: "Biz, bunlara bizi Allah'a daha fazla yaklaştırsınlar diye ibâdet ediyoruz." (39/Zümer, 3) Yani, biz bunların zatları için değil; fakat onların Allah katındaki itibarları için ibâdet ediyoruz diyorlardı. İslâm, beşer ile Rabbi arasındaki bütün aracıları kaldırmak ve kul ile Rab arasındaki direkt bağı kurmak için geldi.


"Rabbiniz (şöyle) buyurdu: Bana duâ edin, size icâbet edeyim." (40/Mü'min, 60) "Kullarım beni sana soracak olursa, işte Ben pek yakınım. Bana duâ ettiği zaman duâ edenin duâsına cevap veririm." (2/Bakara, 186) İslâm, dini sadece Allah'a ait kılmak için geldi.




 

Mücahid

New member
Katılım
17 Mar 2007
Mesajlar
2,553
Tepkime puanı
223
Puanları
0
Yaş
56
Konum
Tr
Ibadet Hayatin Tüm Alanlarini Kuşatir

Ibadet Hayatin Tüm Alanlarini Kuşatir

İbâdet, hayat yolunun bütünüdür. Namaz, oruç gibi ibâdetler, insanın azığını ikmal ettiği, enerji depolanan istasyonlardır. Azık bittikçe ve yolcu, önündeki istasyona her uğrayışında yeni bir enerji ve azık aldığı duraklardır namazlar, oruçlar. Bu dinde ibâdet anlayışı ve yolu geniş kapsamlıdır. İnsanların ibâdet diye isimlendirmekte birleştikleri bir takım taabbudî sembollerle sınırlı değildir. Bu semboller -bütün önemlerine rağmen- farz kılınan ibâdetin sadece bir parçasıdır. "De ki: Şüphesiz benim namazım, kurbanım, ibâdetlerim, hayatım ve ölümüm ortağı olmayan Rabb’ul âlemîn Allah içindir. O'nun hiçbir ortağı yoktur." (6/En'âm, 162-163) Namaz ve kurban, sembolleri temsil ediyor; fakat gaye bundan daha büyüktür. Gaye ölünceye kadar hayatın tümünün, hatta bizzat hayatın, ortağı olmayan Allah'a yöneltilmiş bir ibâdet olmasıdır. Yani ibâadet; her ânı, her işi, her fikri, her duyguyu kapsıyor.


"Ben cinleri ve insanları ancak bana kulluk/ibâdet etsinler diye yarattım." (51/Zâriyât, 56) Cinlerin ve insanların yaratılış hedefi Allah'a ibâdete hasredildiğine göre, hayatın bütününü ölünceye kadar sadece şeklî farzlar doldurabilir mi? Bu, ancak ibâdetin hayatın her yönünü kapsaması durumunda gerçekleşir. Bu da bilfiil İslâm'da vardır. Şeklî ibâdetler namaz da olsa, zekât, oruç veya hac da olsa, belirli bir süreyi kapsar. Ya da kişi nâfilelerle bu süreyi arttırabilir. Fakat hayatın bütün alanını dolduramaz. Bu şekilde ancak Allah'ın nurdan yarattığı melekler ibâdet edebilir (21/Enbiyâ, 20; 66/Tahrîm, 6). Yoksa insanoğlu bütün vakitlerini klasik ibadetlerle geçiremez. İnsanın usanan bir bedeni, dağılan bir aklı vardır. Bu yüzden usanmaksızın gece-gündüz Allah'ı tesbih edemez. Zaten Allah da onu bununla mükellef kılmamıştır. Allah, her kişiye ancak gücünün yettiğini yükler. Allah onu bu yapıda yaratmıştır; onun gücünün sınırlarını biliyor, güç yetiremeyeceği şeyi teklif etmiyor. Bununla beraber, onun bütün hayatı Allah için olmalıdır. Zira Allah, onu sadece ibâdet için yaratmıştır. Peki bu, istenilen ibâdetler sadece şekilsel ibâdetlerde kalırsa gerçekleşebilir mi? Bu, ancak ibâdetin manasının genişleyip yeryüzündeki insanın bütün eylemlerinin ona dahil olmasıyla gerçekleşir. Bu da her türlü amelin tevhide bağlanıp, tevhidin de bütün gerektirdikleriyle hayat tarzı olduğunda mümkündür.


Siyaset ibâdettir... Allah'ın şeriatını tatbik olduğunda, yeryüzü gerçeklerine göre Rabbânî adâlet tatbik olduğunda, insanları tek bir ilâha kulluk ettirdiğinde, tâğutlardan kurtarıp hürriyete kavuşturduğunda siyaset ibâdettir.


İktisadî dinamizm ibâdettir... Para, helâl kazançtan elde ediliyorsa; para ve mal biriktirilip, bunlarla hayra dâvet ve şerle savaş oluyorsa; kazanılan para temiz işlere harcanıyorsa o meşrû iş, iktisadî birikimler ve para ibâdettir.


Sanat etkinlikleri de ibâdettir... Meşrû olan sanat türleriyle Hakka dâvet ve kötülüklerle savaş olduğunda, Rabbânî anlayış gereğince yeryüzünü îmar ve Allah isminin yüceltilmesi için insanları çalışmaya ve güzele teşvik ettiğinde.


Kısaca, Rasûlülllah (s.a.s.)'ın ibâdetin insan hayatındaki büyük küçük her şeyi kapsadığını öğretmek için buyurduğu gibi "hatta eşinin ağzına koyduğu bir lokma bile" ibâdettir.


Bütün ibâdetler, dünya ve âhireti beraber hedefleyen bir iştir. İster klasik ibâdet tanımı içine giren semboller olsun, ister insanın icra edip yürüttüğü hayatî faâliyetler olsun.


İbâdetleri ma'bedlerle sınırlamayan bir dinin, temel buyruklarının yanında, gülümsemeyi, sevmeyi, çalışmayı, ticareti, yeme-içmeyi, kızmayı, ağlamayı, yürümeyi, nefes almayı, sevişmeyi, yani hayatın kendisini ibâdet haline getirmesine neden hayret etmeli? İlâhî sınırlar korunduğu zaman hayatın her birimi gerçek kimliğini kazanır. Bu kimlikle açılır cennetin kapıları.


Hıristiyanlar sadece kiliselerde ibâdet edebilirler. İslâm dışındaki hemen her din için de bu böyledir. Günümüzdeki tapınmalar için de bu geçerlidir: İnsanların ibâdet ihtiyacını tatmin için arenalar, stadyumlar, müzikholler, türbeler, anıtlar, anıtmezarlar inşâ edilmiş, insanlar tapınmak için belirli vakitlerde buralarda sevdikleri uğruna kendilerinden geçmekte, ayılıp bayılmakta, huşû içinde tapınmaktadırlar. Hatta bu sahte ilâhların önünde kendinden geçen insanlardaki huşû ve gönülden bağlılık nice müslümanın namaz gibi en önemli ibâdetinde bile yok.


Müslüman, ibâdet etmek için mutlaka mescid ve câmi aramaz; Her yerde ibâdetini yapabilir. Tüm arz mesciddir müslüman için. "Benim için yer(yüzü) tertemiz ve mescid kılındı. Namaz vakti gelince, kişi bulunduğu yerde namazını kılar." (Buhârî, Salât 56; Müslim, K. Mesâcid 4) "Mescidlerimiz işgal altında!" demiş olsak, bazılarımızın aklına yalnız İsrail işgali altındaki Mescid-i Aksâ gelecek. Veya Allah'ın değil; tâğutların emrinde memur olan bazı bel'amların güdümündeki mescidler. (Aslında nice câmiler, devlet dairesi haline gelmekte, hatta kiliseleştirilmekte, nice imamlar papazlaştırılmakta veya bel'amlaştırılmakta.) Ama bizim kastımız, daha geniş; Evet, mescidlerimiz işgal altında ve putlarla dolu. Yeryüzü mescidi, putlardan, tâğutlardan ve putçu düzenlerden temizlenme çabası olmadıkça müslümanların ibâdetleri sıhhatli olmaz ve gerçek ibâdet, gerçek kurtuluş gerçekleşmez. "Mescidler Allah'a aittir. Orada Allah ile beraber bir başkasına dâvet, duâ etmeyin." (72/Cin, 18)



Bazı insanların sandığı gibi, ibâdet sadece âhiret için değildir. Zira bu din, dünya hayatındaki insanın işini ıslah etmek için de inmiştir. Akîdesini olsun, şeriatını olsun, ibâdetini olsun, onun dünyadaki her şeyini düzene koymak için gelmiştir. (Bkz. 57/Hadîd, 25). Bundan dolayı bu dinde dünya ile âhiret her bir parçasında bağlıdır. İnsanlar, dünya hayatında çalışan organları, âhirete bağlı kalpleriyle dinin gölgesinde yaşarlar. "Şüphesiz namaz, fuhuştan ve kötülükten men' eder." (29/Ankebût, 45) Dünyada kötülüklerden menediyor, âhirette ise mükâfat var. Mü'min, Allah rızâsı için namaz kılar. Aynı zamanda fuhuştan ve kötülükten de alıkonarak dünya hayatını ıslah etmiş olur. Orucun farz kılındığını bildiren âyetin sonunda da "umulur ki korunursunuz" denilir (2/Bakara, 183). Dünyada korunup, yeryüzünde hayatınızı ıslah edersiniz, âhirette ise mükâfata erişirsiniz. Zekâtın emredildiği âyetlerde (9/Tevbe, 60, 103; 70/Meâric, 24-25) geçen temizleme, çoğaltıp arttırma, zenginin fakire bağışlaması, zekâtın belirlenen sınıflara dağıtılması dünyada yapılır; âhirette ise mükâfat vardır. Hacc sûresi, 27-28. âyetlerde belirtilen maslahatlar da böyle. Böylece ibâdet aynı anda hem dünya, hem de âhiret için oluyor.


Bir başka yönden Lâ ilâhe illâllah'a bütün gerektirdikleriyle yapışan bir müslümanın hayatında âhiretten kopuk sadece dünya için bir amel yoktur. Hatta insanların sadece bedenî hatta hayvanî, sadece dünyalık gördükleri cinsel ilişki bile buna dahildir. Nitekim Rasûlüllah (s.a.s.) buyuruyor ki: "Sizden herhangi birinizin cimâ yapmasında sevap vardır." Dediler ki: Ey Allah'ın Rasûlü! Bizden herkes eşine ona duyduğu şehvetten dolayı gider, böyleyken nasıl ona sevap olur? Cevaben buyurdu ki: "Ne dersiniz, şayet harama gitseydi günah olmayacak mıydı?


İşte, helâla gittiğinden ona sevap vardır." (Sahih-i Müslim) Bu sebeple eşler arasındaki sevişmeler bile aynı anda hem dünyevî, hem de uhrevî bir iş oluyor. (2)





 

Mücahid

New member
Katılım
17 Mar 2007
Mesajlar
2,553
Tepkime puanı
223
Puanları
0
Yaş
56
Konum
Tr
Allah'a Ibadet

Allah'a Ibadet

Allah'a ibâdetin anlamı: Kur'an'da 82 âyette "Allah'a ibâdet" ten söz edilmiştir. İnsan, Allah'a ibâdet için yaratılmıştır (51/Zâriyât, 56). Bütün peygamberler, insanları Allah'a ibâdet etmeye dâvet ettikleri gibi (2/Bakara, 83; 3/Âl-i İmrân, 64; 5/Mâide, 72...), kendileri de O'na ibâdet etmişlerdir (13/Ra'd, 36; 21/Enbiyâ, 73; 39/Zümer, 11, 14). Kur'an'da hem "ey insanlar" hitabıyla, (2/Bakara, 21) hem de "ey mü'minler" hitabıyla (22/Hac, 77) Allah'a ibâdet etmek emredilmiş ve ibâdetin ihlâsla, (98/Beyyine, 5) hiçbir şeyi ortak koşmadan yalnız Allah'a yapılması istenmiştir (4/Nisâ, 36). Allah'a ibâdetten bahseden âyetlerdeki ibâdet kavramı, genel olarak tevhid, itaat, duâ, Allah'ı bilmek, O'na boyun eğmek, iman etmek ve sâlih amel işlemek anlamlarını ifade eder.


Kur'an'da ibâdet kavramı, Allah'ın varlığını ve birliğini ikrar etmek, Peygamberlerine ve Peygamberleri ile gönderdiği ilâhî vahye iman etmek, O'na boyun eğerek itaat etmek, İslâm'ın helâl ve haram, emir ve yasak bütün hükümlerini tatbik etmek, Allah'ın râzı olduğu şeyleri yapmak ve hükmüne râzı olmak, nimetlere şükretmek, musibetlere sabretmek, insanların haklarına riâyet edip onlara şefkat ve merhamet etmek anlamlarını ifade eder.


Buna göre Kur'an'da ibâdet kavramı; iman, ahlâk, namaz, oruç, hac, zekât, cihad, evlenme, boşanma, helâl-haram, miras, ticaret, ahde vefâ, yemin, keffâret, ukubat... kısaca Kur'an'ın başından sonuna kadar bütün hükümlerini uygulamayı, emir ve yasaklarına riâyeti, sınırlarını korumayı içine alır.


Fıkıh Usûlü kitaplarında Kur'an hükümlerinin itikad, ibadet, ahlâk, muâmelât, ukubat şeklinde kısımlara ayrılması, anlatımı kolaylaştırmak içindir. Yoksa, ahlâkî ve amelî hükümler, "ibâdet" kavramının manalarından tamamen ayrı demek değildir. Çünkü Kur'an'ın amelî ve ahlakî bütün hükümlerini uygulamak, Allah'a kulluk etmektir. Bu itibarla Kur'an hükümlerinin hepsi "ibâdet" kavramına dahildir. Uygulama itibarıyla ibâdetleri dört kısma ayırabiliriz:


İman, ihlâs, niyet, tefekkür, mârifet, sabır, takvâ, havf ve recâ gibi kalbî/bâtınî ibâdetler.


Namaz, oruç, zikir, tesbih, tehlil, tekbir, tahmid, duâ, insanlara iyi muâmele, ana-babaya iyilik, sıla-i rahim gibi vücut organlarıyla yapılan ibâdetler.


Zekât, sadaka, fakirlere ve yakınlara yardım, Allah yolunda infak gibi mal ve servetle yapılan ibâdetler.


Hacca gitmek, malı ve canı ile Allah yolunda cihad etmek gibi hem mal, hem de bedenle yapılan ibâdetler.


Allah'ın yapılmasını istediği şeyleri yapmak da, yasakladığı şeylerden kaçınmak da Allah'a kulluk etmektir, ibâdettir. Çünkü ibâdetin temel anlamı, Allah'a boyun eğerek itaat etmektir. İtaat da iki şekilde olur: Emirlere uymak ve yasaklardan kaçınmak.




Namaz, Tüm İbâdetler İçin Prototiptir


Kelime-i şehâdet, oruç, hac, zekât gibi İslâm'ın rükûnları hep namazda mevcut. Namaz, bir tevhid ve şehâdet eylemidir. Namaza çağrılırken şehâdetler haykırılır; namazın içinde şehâdet kelimeleri vurgulanır. Okunan duâ ve âyetler hep şehâdet kelimesinin açılımlarıdır. Namazda yeme içme olmaz; namazda oruçluyuzdur. Zekât, namazda mevcuttur: Ömrün, vaktin zekâtı namazla yerine getirilir. Hac, Kâbe'yi ziyaretle gerçekleşir; namazda da Kâbe'ye yönelinir. Namaz hacdır; namaz miractır. Namaz duâdır; Namaz zikirdir. Namaz Kur'an okumak; namaz Allah'la konuşmaktır. Kâinat kendi halleriyle namaz kılmaktadır. Meleklerin bazısı devamlı kıyamda, bazısı rükû ve secde halinde ibâdet etmekteler. Dağlar, namazdaki kıyam halinde dimdik durmaktalar. Bitkiler, ağaçlar secde halindeler; ağaçlar, başları ve ağızları sayılan kökleriyle topraktan gıda almaktadırlar; Bitkilerin de kökleri, yani başları yerdedir. Hayvanlar rükû halinde iki büklüm eğik yaşamaktalar. İnsanın namazı ise, bütün yaratıkların ibâdetini kendisinde toplamaktadır. Namaz, aynı zamanda tekbir, tesbih, hamd, şükür, zikir, Kur'an kıraâatı gibi hemen tüm ibâdet çeşitlerini de içermektedir.


Hayatımızın her safhası namaza benzemeli. Namazdaki ruh ve heyecanı namaz dışına taşımalı, her eylemimizi namaz gibi, bizi Allah'a yaklaştıran gerçek ibâdete çevirmeliyiz. Bu anlayış, namazın da, gerçekten ikame edilen namaz olmasını sağlar. İnsanı kötülük ve fahşâdan alıkoymayan namaz, hadis-i şerifteki ifadeyle, yarın paçavra gibi suratımıza çarpılabilir. Allah'ın böyle bir namaza ihtiyacı olmadığı hadiste belirtilmektedir. Namazın bizim günlük hayatımıza yön veren, bize ihtiyacımız olan teçhizatı, mühimmatı sağlaması gerektiği "huşû" ve "ikame" ifadeleriyle de vurgulanır. İkame etmek, namazı ayağa kaldırmak, dosdoğru kılmak demektir. Namazı ikame etmekle, hayatımızdaki kötülükler de kalkacak, aynı şekilde tüm eylemlerimiz de namaza benzeyecektir.


Ashâb da böyle değerlendirdi namazı. Peygamberimiz, vefatına yakın şiddetli rahatsızlığında kendisi cemaatin önüne geçip imamlık yapamadığı zamanlar, Hz. Ebubekir'i namaz kıldırmak için görevlendirdi. Sonra devlet başkanı seçiminde ashâb bu olayı dikkate alarak "değil mi ki Peygamberimiz namazda Ebubekir'i başımıza geçirdi: namaz gibi olması gereken hayatımızda da o başımıza geçmeli" dediler. Onlar dini böyle anlamışlardı. Sadece namaz değildi ibâdet olan. Ve namaz prototip ibadetti. O yüzden namazdaki imamlığa "imâmet-i suğrâ" (küçük imamlık); devletin başındaki imamlığa (başkanlığa/önderliğe) "imâmet-i kübrâ" (büyük imamlık) denilir. Bu olay da göstermektedir ki, hayatımızdaki davranışlarımız namazın mesajına benzerken; liderimiz, devlet başkanımız da imama benzemeli; imamda aranan şartlar yöneticide de aranmalı. İmam, namazda yanıldığında öncelikle imama yakın olanlar, değilse cemaatin fertlerince usûlüne uygun nasıl uyarılması gerekirse, her konumdaki liderler ve yöneticiler de öyle uyarılmalı.


Allah, en güzel biçimde yarattığı ve yeryüzünde halife yaptığı, bütün yaratıklardan üstün kıldığı, göklerde ve yerde ne varsa hepsini hizmetine sunduğu ve sayısız nimetler verdiği insanı, kendisine ibâdet etmesi için yaratmıştır. İnsanın bu görevini yerine getirebilmesi için ona akıl, fikir ve kabiliyet vermiştir. Peygamberler ve kitaplar göndermek suretiyle bu görevini nasıl yapacağını da bildirmiştir. Allah, insanı ibâdet etmesi için zorlamamakla birlikte, ısrarla kendisine ibâdet etmeyi emretmiş, ibâdet edenlere mükâfat, etmeyenlere ise ceza vaad etmiştir.




 

Mücahid

New member
Katılım
17 Mar 2007
Mesajlar
2,553
Tepkime puanı
223
Puanları
0
Yaş
56
Konum
Tr
Herhangi Bir Eylem Nasil Ibadet Olur

Herhangi Bir Eylem Nasil Ibadet Olur

Bir eylemin Allah'a ibâdet olabilmesi için şu özelliklerin bulunması gerekir: İnanç, meşrûiyet, usûl ve niyet.


Bir fiilin ibâdet olabilmesi için iman başta gelen şarttır. İkinci şart ise, o yapılan işin tâat cinsinden olması lazımdır. Çünkü ibâdet kelimesi itaat anlamına gelir. Yani dinin yapılmasını güzel gördüğü bir emri veya meşrû gördüğü bir mubah iş olması gerekir. Üçüncü şart ise, yapılan işin Allah'ın istediği, Rasûl'ün uyguladığı biçimde yapılması gereğidir. Dördüncü şart da niyettir. Allah'ın rızâsı için yapılması, bir meşrû işi ibâdet seviyesine çıkarır. Allah'a yaklaşmak ve O'na itaat etmek gibi yüksek gayeler, bir eylemi ibâdete dönüştürür.


İmansız ve ihlâssız amel, ibâdet olmaz; böyle bir ibâdet boşa gider (5/Mâide, 5). Haramlar, dinin yasakladığı eylemler, hiçbir zaman Allah'a ibâdet olmaz. Yapılan meşrû eylemin usûlü (metodu) da önemlidir. Mesela, namazı Allah'ın istediği tarzda, Peygamberimiz'in kıldığı şekilde değil; başka şekilde kılarsak, o, ibâdet olmaktan çıkar. İbâdette niyet şarttır. Peygamberimiz (s.a.s.), "Ameller, ancak niyetlere göredir." buyurmuştur. (Buhârî, Bed'ül-Vahy 1, Itak 6, Talak, 11, İman, 23; Müslim, İmâre 155) Bu nedenle Allah'a kurbet ve itaattan başka bir maksatla yapılan fiiller, "ibâdet" olmaz. Mesela niyetsiz aç durmak oruç değil, niyetsiz Kâbe'ye gitmek de hac değildir.



ALLAH'TAN BAŞKASINA İBADET


Kur'an'da 53 âyet-i kerimede "Allah'tan başkasına ibâdet"ten söz edilmiştir. Allah Teâlâ, cin ve insanları kendisini tanıyıp ibâdet etmeleri için yaratmıştır (51/Zâriyât, 56). Fakat, imtihanın gereği olarak onları bu konuda zorlamamıştır. Bu sebeple cin ve insanlardan, bir tek ilâh olarak Allah'ı tanıyıp kabul edenler ve sadece O'na ibâdet edenler olduğu gibi; canlı ve cansız varlıkları Allah'a ortak edip onlara ibâdet edenler de vardır. Allah, ilk insan Âdem (a.s.)'den itibaren insanlara elçiler ve kitaplar göndermek suretiyle cin ve insanları Allah'tan başkalarına ibâdet etmemeleri konusunda uyarmıştır. "Andolsun Biz, her millet içinde Allah'a ibâdet edin, tâğut(a ibâdet)ten kaçının diye bir peygamber gönderdik. Onlardan kimine Allah hidâyet etti, onlardan kimine de dalâlet hak oldu." (16/Nahl, 36)


Allah'tan Başka Tapılan Varlıklar: Allah'tan başkasına tapanlar, sadece cinler ve insanlardır. Tapılanlar, yani mâbud, rab ve ilâh edinilen varlıklar ise; ibâdet kavramının geçtiği âyetlerde Allah'tan başkaları (6/En'âm, 56; 10/Yûnus, 104...), Allah'tan başka, insanlara fayda ve zarar vermeye gücü yetmeyenler (5/Mâide, 76; 10/Yûnus, 18), işitmeyen, görmeyen ve insanlara hiçbir şey kazandırmayanlar (19/Meryem, 42), Allah'tan başka tapınılan putlar/evsân (29/Ankebût, 17), heykel şeklindeki putlar/asnâm (14/İbrâhim, 35; 26/Şuarâ, 70, 71), sahte tanrılar/ilâhlar (43/Zuhruf, 45), heykeller (21/Enbiyâ, 53), tâğut (5/Mâide, 60; 39/Zümer, 17), şeytan (36/Yâsin, 60; 19/Meryem, 44), ataların taptığı şeyler (11/Hûd, 62, 87, 109; 14/İbrâhim, 10), Allah'a ortak koşulanlar (10/Yûnus, 28), cinler (34/Sebe',41), insanlar (23/Mü'minûn, 47), melekler (34/Sebe',40; 43/Zuhruf, 19-20), Allah'tan başka dost tutulanlar (39/Zümer, 3), Allah'tan başka ilâh diye isimlendirilen putlar (12/Yûsuf, 40), kâfirlerin taptığı şeyler (37/Sâffât, 161), elle yontulup yapılanlar (37/Sâffât, 95) olarak zikredilmişlerdir.


Allah'tan Başkasına İbâdetin Anlamı: Allah'tan başkasına ibâdet; insan, cin, melek, şeytan, atalar, liderler, hükümdarlar, bilginler, veliler, sâlih kişiler gibi canlı ve cansız varlıkları ilâh ve rab kabul etmek, onlara Allah'a isyan konusunda itaat etmek, boyun eğmek, duâ edip yalvarmak, kurban kesmek, kulluk etmek, secde etmek, eğilip saygı göstermek, Allah yerine mâbud edinilen kimselerin emir ve yasaklarına, helâl ve haramlarına, prensip ve sistemlerine uymak anlamlarına gelir.


Allah'tan başkasına ibâdet etmek, Allah'ın varlığını kabul etmemek anlamına gelmez. Kur'an'ın indirildiği zaman Mekke müşrikleri Allah'ın varlığını, yaratıcı ve rızık verici olduğunu kabul ediyorlar, ama bir tek ilâh olduğunu kabul etmiyorlardı. Kendilerini Allah'a yaklaştırır ve şefaatçi olur ümidiyle ilâhlara tapıyorlardı. Kur'an'da bu husus, şöyle bildirilmektedir: "...Allah'tan başka evliyâ (dostlar) edinen kimseler, biz bunlara sırf bizi Allah'a yaklaştırsınlar diye ibâdet ediyoruz (demektedirler).” (39/Zümer, 3) "Halbuki insanı Allah'a yaklaştıran iman ve sâlih ameldir." (34/Sebe' 37) "Allah'ı bırakıp kendilerine ne zarar ne de fayda vermeyen şeylere ibâdet ediyorlar ve: 'Bunlar, Allah katında bizim şefaatçilerimizdir' diyorlar..." (10/Yûnus, 18) Demek ki Allah'a ibâdet edebilmek için Allah'ın varlığını, yeri göğü yaratttığını, rızık verdiğini kabul etmek yeterli değildir. Allah'ı bir tek ilâh olarak kabul etmek, O'ndan başka canlı ve cansız hiçbir varlığa tapmamak ve tâğutu reddetmek demektir.

 

Mücahid

New member
Katılım
17 Mar 2007
Mesajlar
2,553
Tepkime puanı
223
Puanları
0
Yaş
56
Konum
Tr
Putlara Ve Heykellere Ibadet

Putlara Ve Heykellere Ibadet

İnsanlara Fayda ve Zarar Vermeyen, İşitmeyen, Görmeyen Putları ve Heykelleri İlâh Edinmek ve Onlara İbâdet Etmek: Kur'an-ı Kerim'in andığı şirk çeşitlerinden birisi, putlara ibâdet şeklinde ortaya çıkan tapınmadır. Putlar çeşit olarak çok fazla olmakla beraber, genel olarak iki kısımda mütâlaa edilebilirler:


1- İnsan, hayvan veya bunların karışımı bir şeklin; içinde bir sembolü, bir ruhu, bir örnekliği temsil ettiği anlayışıyla ağaç, taş ve madenden yapılarak, temsil ettiği varsayılan sembolün kutsanması biçimindeki putçuluk. Bu tür putlara sanem veya vesen adı verilir.


2- Herhangi bir şekil düşünmeksizin kafalara, gönüllere, kalplere dikilen veya tâbi olunan putçuluk. Bu tür putperestliğin görüntüsü daha moderndir.


Birinci maddede ele aldığımız putçuluk olayında putlar, tapanların nazarında tabiat üstü yüce bir gücü ve kuvveti temsil ettikleri için, putperestler bu güç ve kuvvetin, tapındıkları putlarda gizli olduğuna inanırlar. Bu bağlamda her putun veya putçuluğun ilgili bulunduğu bir efsânesi vardır. Bu putların bir kısmı iyiliği, bir kısmı şerri, bir kısmı ucuzluğu vs. yi temsil eder.


İslâm tarihçilerinin kaydettiklerine göre, putperestlik İslâm'dan önce Arap yarımadasında oldukça yaygındı. Denilebilir ki, Arabistan'da putçuluğun tüm çeşitleri olmakla beraber, daha çok birinci kısımda anlatmaya çalıştığımız putperestlik yaygındı.


Putçuluğun her çeşidine karşı çıkan ve putlara ibâdet etmenin kötülüğünü en beliğ biçimde ortaya koyan Kur'an-ı Kerim âyetleri, insanoğluna, yaratıcının sadece Allah olduğu fikrini aşılama sadedinde delil üstüne delil sunar. "Siz, elinizle yonttuklarınız (putlar)a mı tapıyorsunuz? Oysa sizin de, bütün taptıklarınızın da yaratıcısı Allah'tır." (37/Sâffât, 95-96)


"De ki: Ey insanlar! Benim dinimden şüphede iseniz (iyi bilin ki) ben, sizin Allah'tan başka ibâdet ettiklerinize ibâdet etmem. Yalnız sizi öldürecek olan Allah'a ibâdet ederim. Bana mü'minlerden olmam emredildi." (10/Yûnus, 104) Âyette geçen "Allah'tan başkasına ibâdet" , putlara duâ etmek ve yalvarmak anlamındadır. Nitekim peşinden gelen âyette, "Yüzünü Allah'ı birleyici olarak dine çevir ve müşriklerden olma!" (10/Yûnus, 105) denildikten sonra, "Allah'tan başka sana ne fayda, ne de zarar vermeyecek olan şeylere yalvarma/duâ etme. Eğer böyle yaparsan, o zaman sen zâlimlerden (müşriklerden) olursun." (10/Yûnus, 104) buyrulmuştur.


"De ki: (Ey müşrikler!) Ben, Allah'tan başka yalvardıklarınıza ibâdet etmekten men olundum." (6/En'am, 56; 40/Mü'min, 66) Bu âyetteki "duâ"ya, "ibâdet" anlamı verilebilir. Bu takdirde ibâdet, ilâh kabul ederek putlara saygı göstermek anlamını ifade eder. Putlara ibâdet, ister musibet ve sıkıntılı anlarda onlara yalvarmak, duâ etmek; ister ilâh diye ta'zim göstermek olsun, neticesi aynıdır. Böyle bir davranış şirk (6/En'âm, 56; 10/Yûnus, 18), hak yoldan sapmak ve hidâyete erenlerden olamamaktır (6/En'âm, 56). Allah'tan başkasına tapanlar cahil kimselerdir. "Ey cahiller! Allah'tan başkasına ibâdet etmemi mi bana emrediyorsunuz?" (39/Zümer, 64)


Kur'an'da Allah'tan başkasına tapılanlar, insana zarar ve faydası dokunmayan (10/Yûnus, 18), rızık vermeyen (16/Nahl, 73), insan eli ile yapılan (37/Sâffât, 95), işitmeyen ve görmeyen (19/Meryem, 42), bir şey yaratamayan (46/Ahkaf, 4), insanların ilâh diye isimlendirdikleri boş isimler (53/Necm, 23; 12/Yûsuf, 40), uydurma tanrılar (37/Sâffât, 86), heykeller (21/Enbiyâ, 52) ve putlar (14/İbrâhim, 35) olarak nitelendirilmişlerdir.


İbrahim (a.s.), babasına ve kavmine demişti ki: "Sizin şu karşısında durup ibâdet ettiğiniz heykeller nedir? (Babası ve kavmi), 'Babalarımızı onlara ibâdet eder bulduk' dediler. (İbrahim), 'Doğrusu siz de, babalarınız da apaçık bir sapıklık içine düşmüşsünüz' dedi. (...) İbrahim (a.s.), büyük bir put hariç diğer putları kırdı. Kavmi, putların kırıldığını görünce, 'Bunu ilâhlarımıza kim yaptı? Muhakkak bunu yapan zâlimlerden biridir' dedi. (...) (İbrahim'e), 'Ey İbrahim! Bu işi ilâhlarımıza sen mi yaptın?' dediler. İbrahim, 'Hayır, işte şu büyükleri yapmış. Onlara sorun, eğer konuşurlarsa' dedi. (...) (Kavmi), 'Ey İbrahim! Sen de bilirsin ki, bunlar konuşmazlar’ dedi. Bunun üzerine İbrahim, 'Siz Allah'ı bırakıp da size hiç fayda ve zarar vermeyen şeylere mi ibâdet ediyorsunuz? Size ve Allah'tan başka taptıklarınıza yuh olsun. Akıllarınızı kullanmıyor musunuz? (dedi.)” (21Enbiyâ, 52-54, 58-59, 62-63, 65-67). "Ey babacığım! İşitmeyen, görmeyen ve sana hiçbir şey kazandırmayacak olan şeylere niçin ibâdet ediyorsun?' dedi." (19/Meryem, 42)


Kendi elleriyle yapıp ilâh diye adlandırdıkları (14/İbrâhim, 35) heykellerin (temâsîl), insanlara elbette faydası ve zararı olmaz. Bu sebeple heykelleri ilâh edinip onlara saygı göstermek, yalvarmak, onlardan medet ummak, ahmaklık ve akılsızlıktır. Allah'tan başkalarına, uydurma ilâhlara, putlara ve heykellere tapanlar, kendilerini felâkete sürüklemiş, dünya (11/Hûd, 109) ve âhirette Allah'ın azabını hak etmiş olurlar (21/Enbiyâ, 98) Kendisinden başkasına ibâdet edenlere, "Siz ve Allah'tan başka ibâdet ettikleriniz cehennemin odunusunuz. Siz oraya (cehenneme) gireceksiniz" (21/Enbiyâ, 98) uyarısını yapan Yüce Allah, "Allah'tan başka dilediğinize ibâdet edin!" (39/Zümer, 15) diyerek müşrikleri tehdit etmiştir (37/Sâffât, 22-34).


Allah'tan başka ibâdet edilenler, kıyâmet günü kendilerine ibâdet edenleri inkâr edecekler ve onlara düşman olacaklardır. "(Müşriklerin taptıkları ilâhlar), onların ibâdetlerini inkâr edecekler ve onlara düşman/karşı olacaklardır." (19/Meryem, 82; 46/Ahkaf, 6)


“Beşerin böyle dalâletleri var; Putunu kendi yapar, kendi tapar!” diyor şâir. İnsanların kendi elleriyle yaptıkları putlara ve heykellere ibâdet etmeleri; onları Allah katında kendilerine şefaatçi ve yardımcı olur, kendilerini azaptan korur inancı ile ilâh edinip tapmak, saygı göstermek, duâ edip yalvarmak, sıkıntı anlarında onlara sığınmak anlamlarını ifade etmektedir.


Put, sadece Arapların câhiliye döneminde taptıkları basit ve alelâde şekillerden veya özellikle Hz. İbrahim döneminde olduğu gibi, muhtelif câhiliye sistemlerinde tapınılan taştan, tunçtan, tahtadan heykellerden ve ağaç, kuş, hayvan, yıldız, gök cismi, ateş, ruh veya hayallerden ibaret değildir. Bu basit puta tapınma şekilleri Allah'a şirk koşmanın bütün boyutlarını kapsamaz. Yalnızca bu ilkel putçuluklar üzerinde duracak olursak ve Kur'an'daki şirkten maksadın sadece bunlar olduğunu kabul edecek olursak, oldukça boyutlu olan şirk kavramından bir şey anlamayız. Kur’an’ın evrensel boyuttaki ve zamanlar üstü mesajını kavrayamayız. Kur’an’ın en büyük problem olarak gördüğü şirk, kıyâmete kadar hemen tüm toplumlarda olabilecek tüm tevhid dışı kutsama ve tapınma özelliklerini kapsar. Kur'an'a göre put, o kadar geniş anlamlıdır ki, kişinin Allah'ın dışında hayatının amacı kıldığı maddî-mânevî her şeydir. Bu putları hayatın amacı kılmak da Allah'a şirk koşmak olarak nitelendirilmiştir. Fakat insanları kendilerine fayda ve zararı olmayan taş, ağaç, maden vs. şeylere ibadete sevkeden sebepler nelerdi? İnsanlar niçin putlara tapmışlar ve tapmaya devam ediyorlar? Bu konuda Kur'an şu âyetlerde bu sorulara cevap vermektedir: 39/Zümer, 3; 10/Yûnus; 18; 17/İsrâ, 56-57; 43/Zuhruf, 86; 39/Zümer, 44; 30/Rûm, 13.

 

Mücahid

New member
Katılım
17 Mar 2007
Mesajlar
2,553
Tepkime puanı
223
Puanları
0
Yaş
56
Konum
Tr
Tağuta Ibadet

Tağuta Ibadet

Tâğuta İbâdet


"Andolsun biz, her millet içinde: 'Allah'a ibâdet edin, tâğuttan kaçının' diye bir elçi gönderdik." (16/Nahl, 36) Bu âyette "tâğut", ibâdet konusunda Allah'ın karşısına konulmuş ve ondan kaçınılması emredilmiştir. Şu âyette ise, tâğuta ibâdetten sakınan ve Allah'a yönelen kimsenin müjdelenmesi istenmiştir: "Tâğuta ibâdet etmekten kaçınan ve Allah'a yönelenlere müjde var." (39/Zümer, 17) Şu âyette de, tâğuta ibâdet edenler şiddetle kınanmaktadır: "De ki: Allah katında yeri bundan daha kötü olanı size söyleyeyim mi? Allah'ın lânetlediği ve gazap ettiği, aralarından maymun, domuz ve tâğuta tapanlar çıkardığı kimseler; işte onların yeri daha kötüdür ve onlar doğru yoldan daha çok sapmışlardır." (5/Mâide, 60) (Ayrıca, tâğutu reddetmek konusunda bkz. 2/Bakara, 256, 257; 4/Nisâ, 51, 60, 76; 16/Nahl, 36)


Nedir tâğut? "Tâğut" kelimesinin kökü "tuğyan"dır. Tuğyan, isyanda haddi aşmak, azmak, zulmetmek, sapmak, ölçüsüz şekilde hareket etmek, büyüklenmek anlamlarına gelir. Tâğut; şeytana, putlara, Allah'tan başka tapılan her varlığa, insanı azdıranlara, insanları haktan ve hidâyetten saptıranlara, hayır yolundan men edenlere, haddi aşanlara, küfür ve dalâlette önderlik edenlere, gaybdan haber verdiğini ileri süren kâhinlere/medyumlara, insanların Allah'a ibâdet etmelerine ve İslâm'ı yaşamalarına engel olanlara denir. Put olsun, ağaç olsun, insan veya hayvan olsun, Allah'tan başka tapınma konumunda olan her şey; kanunlarında Allah'ın dinine karşı sınırı aşan zâlim yönetici ve Allah'ın indirdiği hükümlerin gayrisiyle hükmeden idareci; İslâm şeriatına uymayan bütün metod, düşünce, fikir, ideoloji, pozisyon, âdet, gelenek ve görenekler tâğut kapsamına girer. Ayrıca tâğuttan hoşnut olup ona bağlanan, tâğuta kulluğa çağıran, tâğutun dâvet ettiği şeye sahip çıkan da kendi sapıklığı içinde tâğuttur.


Kur'an-ı Kerim'de tâğutla ilgili bütün âyetleri dikkate aldığımızda şu sonuca varırız: Kulu Allah'a kulluktan, dinde ihlâslı olmaktan, Allah ve Rasülüne itaatten alıkoyan ve çeviren her şey tâğuttur. Tâğut; hakkı ezmeye çalışan, Allah'ın kulları için çizdiği sınırları çiğneyen her kimse veya her nesnedir. Allah ile bağlantısı olmayan her program ve Allah'a bağlanmayan her çeşit düşünce, sistem, edep ve alışkanlık; otoritesini Allah'ın sisteminden almayan her idare, Allah'ın otoritesine, ulûhiyetine ve hâkimiyetine düşman olan her şey tâğuttur. (3)


Allah'a isyan konusunda herhangi bir kimseye itaat eden kişi, o kimseye ibâdet etmiş olur ve bu itaat edilen kimse tâğuttur. Mevdûdi, tâğut kelimesini şöyle izah eder: "Tâğut, Allah'a karşı azan, isyan eden, kulluk haddini aşarak kendisi için ulûhiyet ve rubûbiyet iddiâsına kalkışan her şahıs, zümre ve idareye denir. Tâğut, Allah'a karşı haddi aşan ve zulmeden her türlü üstünlük, otorite, başkanlık veya komutanlıktır. Tâğut, mülkünde hükmünü yerine getirir; kullarını zorla, aldatmakla yahut kötü yollarla kendine itaate çağırır. Kişinin bu türlü otoriteye, başkanlığa, liderliğe boyun eğmesi ve ona tapması tâğut için bir ibâdettir. (4)


Kur'an'a göre tâğut; Allah'ın, dininin, elçisinin ve kitabının karşısına konulan, Allah yerine tapılan, İslâm'ın hükümleri, emir ve yasakları, helâl ve haramları yerine ikame edilen, Hz. Muhammed (s.a.s.)'in yerine önder seçilen, Kur'an düşüncesi, inanç ve hayat tarzı yerine başka düşünce, inanç, hayat ve yönetim biçimi koyan, hayata geçiren, bunlara öncülük eden ve uyulan her insanın, her sistemin ortak adı ve sembolüdür.


Buna göre tâğuta ibâdet, Allah'tan başka şeytan, insan, önder, kâhin gibi canlı ve cansız varlıklara, Allah'a isyan anlamına gelecek şekilde itaat etmek, boyun eğmek, Allah'ın hükmü yerine Allah'tan başkalarının hükümlerini kabul edip isteyerek uygulamak demektir ki bu, insanı şirke, küfre götürür.


Günümüzde, kelime-i şehâdet getirip namaz kılan, oruç tutan, hacca giden bazı kimselerin tâğutun hükmüne rızâ gösterdikleri, tâğuta itaat ettikleri, sadece Allah'a mahsus olan sıfatları başkalarına verdikleri bilinen bir gerçektir. Yine bu kimselerin Allah'ı bırakıp birtakım armaları, şiarları, işaretleri, bayrakları, gelenek ve görenekleri yücelttikleri ve bu sayılan değerler uğruna mallarını, namuslarını, ahlâklarını fedâ ettikleri, böylece bu değerlere kulluk ve ibâdet ettikleri ortadadır. Bu şahısların tâğutun ortaya koyduğu nefsanî, şehvanî ve indî değer yargılarıyla Allah'ın kanunları ve şeriatı çatışacak olsa, hep Allah'ın şeriatını onların istekleri doğrultusunda yontarak şekil verdikleri, kısacası putların veya putların arkasına sığınmış olanların emir ve yasaklarını harfiyyen yerine getirdikleri ve Allah'ın şeriatına tamamen zıt olan sistemleri kabul ederek onların hükümlerini tatbik ettikleri de inkâr edilemez. Bundan daha açık putçuluk düşünülebilir mi?


Putların emir ve direktifleri doğrultusunda hareket ederek onların yolundan en küçük çapta ayrılmayanlar, Allah'ın Kitabına ve Rasülünün sünnetine kulaklarını tıkayarak putların ve onların işbirlikçilerinin çağrısına kulak verenlerden daha iyi putperest olur mu? Bunlar apaçık müşrik olduklarını kendileri bile ilân ediyorlar. Bu tür insanlar; ister namaz kılsın, ister oruç tutsun, ister haccetsin ve isterse sabahlara kadar Allah diyerek tesbih çeksinler. Ne yaparlarsa yapsınlar, kendilerini putçu müşrik olmaktan kurtaramaz, kimse de onları zorla temize çıkararak müslüman yapamaz; onlar tevbe edip, her türlü puta ve tâğuta kulluk/ibâdetten vazgeçmedikleri müddetçe... (5)


Bir kimse tâğutu reddetmedikçe gerçekten iman etmiş sayılamaz. Tevhid'in şartı, Allah'a imandan önce tâğutları reddetmek, onları tanımamaktır. Bu durum, Kur’an’da açıkça beyan edilmiştir: "Artık kim tâğutu reddedip Allah'a iman ederse, kopmayan sağlam kulpa yapışmış olur." (2/Bakara, 256)




 

Mücahid

New member
Katılım
17 Mar 2007
Mesajlar
2,553
Tepkime puanı
223
Puanları
0
Yaş
56
Konum
Tr
Bilgin Ve Din Adamlarina Ibadet

Bilgin Ve Din Adamlarina Ibadet

Tâğuta İbâdet


"Andolsun biz, her millet içinde: 'Allah'a ibâdet edin, tâğuttan kaçının' diye bir elçi gönderdik." (16/Nahl, 36) Bu âyette "tâğut", ibâdet konusunda Allah'ın karşısına konulmuş ve ondan kaçınılması emredilmiştir. Şu âyette ise, tâğuta ibâdetten sakınan ve Allah'a yönelen kimsenin müjdelenmesi istenmiştir: "Tâğuta ibâdet etmekten kaçınan ve Allah'a yönelenlere müjde var." (39/Zümer, 17) Şu âyette de, tâğuta ibâdet edenler şiddetle kınanmaktadır: "De ki: Allah katında yeri bundan daha kötü olanı size söyleyeyim mi? Allah'ın lânetlediği ve gazap ettiği, aralarından maymun, domuz ve tâğuta tapanlar çıkardığı kimseler; işte onların yeri daha kötüdür ve onlar doğru yoldan daha çok sapmışlardır." (5/Mâide, 60) (Ayrıca, tâğutu reddetmek konusunda bkz. 2/Bakara, 256, 257; 4/Nisâ, 51, 60, 76; 16/Nahl, 36)


Nedir tâğut? "Tâğut" kelimesinin kökü "tuğyan"dır. Tuğyan, isyanda haddi aşmak, azmak, zulmetmek, sapmak, ölçüsüz şekilde hareket etmek, büyüklenmek anlamlarına gelir. Tâğut; şeytana, putlara, Allah'tan başka tapılan her varlığa, insanı azdıranlara, insanları haktan ve hidâyetten saptıranlara, hayır yolundan men edenlere, haddi aşanlara, küfür ve dalâlette önderlik edenlere, gaybdan haber verdiğini ileri süren kâhinlere/medyumlara, insanların Allah'a ibâdet etmelerine ve İslâm'ı yaşamalarına engel olanlara denir. Put olsun, ağaç olsun, insan veya hayvan olsun, Allah'tan başka tapınma konumunda olan her şey; kanunlarında Allah'ın dinine karşı sınırı aşan zâlim yönetici ve Allah'ın indirdiği hükümlerin gayrisiyle hükmeden idareci; İslâm şeriatına uymayan bütün metod, düşünce, fikir, ideoloji, pozisyon, âdet, gelenek ve görenekler tâğut kapsamına girer. Ayrıca tâğuttan hoşnut olup ona bağlanan, tâğuta kulluğa çağıran, tâğutun dâvet ettiği şeye sahip çıkan da kendi sapıklığı içinde tâğuttur.


Kur'an-ı Kerim'de tâğutla ilgili bütün âyetleri dikkate aldığımızda şu sonuca varırız: Kulu Allah'a kulluktan, dinde ihlâslı olmaktan, Allah ve Rasülüne itaatten alıkoyan ve çeviren her şey tâğuttur. Tâğut; hakkı ezmeye çalışan, Allah'ın kulları için çizdiği sınırları çiğneyen her kimse veya her nesnedir. Allah ile bağlantısı olmayan her program ve Allah'a bağlanmayan her çeşit düşünce, sistem, edep ve alışkanlık; otoritesini Allah'ın sisteminden almayan her idare, Allah'ın otoritesine, ulûhiyetine ve hâkimiyetine düşman olan her şey tâğuttur. (3)


Allah'a isyan konusunda herhangi bir kimseye itaat eden kişi, o kimseye ibâdet etmiş olur ve bu itaat edilen kimse tâğuttur. Mevdûdi, tâğut kelimesini şöyle izah eder: "Tâğut, Allah'a karşı azan, isyan eden, kulluk haddini aşarak kendisi için ulûhiyet ve rubûbiyet iddiâsına kalkışan her şahıs, zümre ve idareye denir. Tâğut, Allah'a karşı haddi aşan ve zulmeden her türlü üstünlük, otorite, başkanlık veya komutanlıktır. Tâğut, mülkünde hükmünü yerine getirir; kullarını zorla, aldatmakla yahut kötü yollarla kendine itaate çağırır. Kişinin bu türlü otoriteye, başkanlığa, liderliğe boyun eğmesi ve ona tapması tâğut için bir ibâdettir. (4)


Kur'an'a göre tâğut; Allah'ın, dininin, elçisinin ve kitabının karşısına konulan, Allah yerine tapılan, İslâm'ın hükümleri, emir ve yasakları, helâl ve haramları yerine ikame edilen, Hz. Muhammed (s.a.s.)'in yerine önder seçilen, Kur'an düşüncesi, inanç ve hayat tarzı yerine başka düşünce, inanç, hayat ve yönetim biçimi koyan, hayata geçiren, bunlara öncülük eden ve uyulan her insanın, her sistemin ortak adı ve sembolüdür.


Buna göre tâğuta ibâdet, Allah'tan başka şeytan, insan, önder, kâhin gibi canlı ve cansız varlıklara, Allah'a isyan anlamına gelecek şekilde itaat etmek, boyun eğmek, Allah'ın hükmü yerine Allah'tan başkalarının hükümlerini kabul edip isteyerek uygulamak demektir ki bu, insanı şirke, küfre götürür.


Günümüzde, kelime-i şehâdet getirip namaz kılan, oruç tutan, hacca giden bazı kimselerin tâğutun hükmüne rızâ gösterdikleri, tâğuta itaat ettikleri, sadece Allah'a mahsus olan sıfatları başkalarına verdikleri bilinen bir gerçektir. Yine bu kimselerin Allah'ı bırakıp birtakım armaları, şiarları, işaretleri, bayrakları, gelenek ve görenekleri yücelttikleri ve bu sayılan değerler uğruna mallarını, namuslarını, ahlâklarını fedâ ettikleri, böylece bu değerlere kulluk ve ibâdet ettikleri ortadadır. Bu şahısların tâğutun ortaya koyduğu nefsanî, şehvanî ve indî değer yargılarıyla Allah'ın kanunları ve şeriatı çatışacak olsa, hep Allah'ın şeriatını onların istekleri doğrultusunda yontarak şekil verdikleri, kısacası putların veya putların arkasına sığınmış olanların emir ve yasaklarını harfiyyen yerine getirdikleri ve Allah'ın şeriatına tamamen zıt olan sistemleri kabul ederek onların hükümlerini tatbik ettikleri de inkâr edilemez. Bundan daha açık putçuluk düşünülebilir mi?


Putların emir ve direktifleri doğrultusunda hareket ederek onların yolundan en küçük çapta ayrılmayanlar, Allah'ın Kitabına ve Rasülünün sünnetine kulaklarını tıkayarak putların ve onların işbirlikçilerinin çağrısına kulak verenlerden daha iyi putperest olur mu? Bunlar apaçık müşrik olduklarını kendileri bile ilân ediyorlar. Bu tür insanlar; ister namaz kılsın, ister oruç tutsun, ister haccetsin ve isterse sabahlara kadar Allah diyerek tesbih çeksinler. Ne yaparlarsa yapsınlar, kendilerini putçu müşrik olmaktan kurtaramaz, kimse de onları zorla temize çıkararak müslüman yapamaz; onlar tevbe edip, her türlü puta ve tâğuta kulluk/ibâdetten vazgeçmedikleri müddetçe... (5)


Bir kimse tâğutu reddetmedikçe gerçekten iman etmiş sayılamaz. Tevhid'in şartı, Allah'a imandan önce tâğutları reddetmek, onları tanımamaktır. Bu durum, Kur’an’da açıkça beyan edilmiştir: "Artık kim tâğutu reddedip Allah'a iman ederse, kopmayan sağlam kulpa yapışmış olur." (2/Bakara, 256)




 

Mücahid

New member
Katılım
17 Mar 2007
Mesajlar
2,553
Tepkime puanı
223
Puanları
0
Yaş
56
Konum
Tr
şeytana Ibadet

şeytana Ibadet

Yüce Allah, insanlara şeytana ibâdet etmemelerini, kendisine ibâdet etmelerini emretmektedir: "Ey Âdemoğulları! Ben size, 'Şeytana ibâdet etmeyin. Zira o, sizin için apaçık bir düşmandır. Bana ibâdet edin. En doğru yol budur' diye tavsiye etmemiş miydim? (36/Yâsin, 60-61) Şeytana ibâdet, vesvese verdiği, süslü gösterdiği şeylerde ve Allah'a isyan olan konularda kendisine itaat ve ittibâ etmektir. Allah, insanlara, "şeytanın adımlarına uymayın." (2/Bakara, 168, 208) "Çünkü şeytan, insana apaçık bir düşmandır." (17/İsrâ, 53) "Onu düşman edinin." (35/Fâtır, 6) buyurmuştur.


Kur'an-ı Kerim, ister insanlardan olsun, isterse cinlerden, tüm şeytanların (6/En'âm, 112) insanları şirke düşürdüğünü bizlere hatırlatır. Sebe’ kraliçesi hakkında bilgi edinmeye gönderilen Hüdhüd, Hz. Süleyman'a döndüğünde şunları haber verir: "Onun ve kavminin, Allah'ı bırakıp güneşe secde ettiklerini gördüm. Şeytan, onlara işlerini süslemiş de onları doğru yoldan çevirmiş, bu yüzden yola gelemiyorlar." (27/Neml, 24)


Kur'an, şeytanın insanlar üzerinde, onların irâdelerini ortadan kaldıracak bir güce sahip olmadığını, ancak insanların şirk koşmaları ve böylece onların sapmaları noktasında vesvese verdiğini açıkça bildirmiştir. "Görmedin mi biz kâfirlere şeytanları gönderdik, onları oynatıp duruyorlar." (19/Meryem, 83) "Fakat kalpleri katılaştı ve şeytan da onlara yaptıklarını süslü gösterdi." (6/En'âm, 43) "O (şeytan)lar bunlar (insanlar)ı yoldan çıkardıkları halde, bunlar doğru yolda olduklarını sanırlar." (43/Zuhruf, 37)


Şeytan, insanlara fuhşu ve münkeri emreder (2/Bakara, 268; 24/Nûr, 21). İnsana vesvese verir (7/A'râf, 20; 20/Tâhâ, 120). İnsanlar arasında kin ve düşmanlık tohumları saçar (5/Mâide, 91). İnsanlara, yaptıkları kötülükleri süslü gösterir (6/En'âm, 43; 8/Enfâl, 48). Boş şeyler vaad eder (4/Nisâ, 120; 17/İsrâ, 64). Gerçekleri unutturur (6/En'âm, 68). Tuzak kurar (4/Nisâ, 76). İnsanı saptırmak ister (4/Nisâ, 60). Onu doğru yoldan meneder (27/Neml, 24; 29/Ankebût, 38). Bu sebeple insanın, şeytanın vesvesesine aldanıp ona uymaması gerekir; uyarsa ona ibâdet etmiş olur.


Kur'an'da içki, kumar, putlar, heykeller, şans okları, talih oyunları, şeytanın işi olarak ifade edilmiştir (5/Mâide, 91). Demek ki, Allah'ın haram kıldığı, yasak ettiği şeyleri yapanlar, şeytana itaat etmiş olmaktadırlar. Kur'an, bu itaati, şeytana ibâdet olarak ifade etmiştir. İbrahim (a.s.), babasına: "Ey babacığım! Şeytana itaat etme; çünkü şeytan, Rahman'a isyan etmişti" demiştir (19/Meryem, 44). İnsanı, Allah'tan başkasına, putlara ve benzeri şeylere ibâdet etmeye ve onları şirke, küfre ve isyana teşvik eden, şeytan ve şeytanlaşan insanlardır. Âsî kimseye itaat eden, âsîdir. Şeytana ve küfrü, şirki ve kötülükleri emredenlere itaat edenler, Allah'a isyan etmiş, şeytana ibâdet etmiş olurlar.


Şeytana ibâdet konusunu açıklamaya çalışırken, satanizmden, yani direkt olarak şeytana tapınma dininden uzunca bahsetmeyi, toplumu çok az ilgilendirdiği için gereksiz görüyoruz. Yeni dinler edinerek, bunalımlarına güya çözüm arayan, düzenin ve toplumun kurbanı bazı marjinal gençlerin, yenilik ve moda olsun, değişiklik olsun diye, düzen ve toplum şeytanından; gerçek şeytanın kucağına sığınıp ona sahiden tapınmaya yöneldiklerini gözlüyoruz. Satanizm denilen bu şeytan severlik ve kötülükçülüğün aslında pek de yeni bir din olduğu da söylenemez. Özellikle Suriye topraklarında günümüze kadar varlığını devam ettiren Yezidîlik de bir satanizmdir.






 

Mücahid

New member
Katılım
17 Mar 2007
Mesajlar
2,553
Tepkime puanı
223
Puanları
0
Yaş
56
Konum
Tr
Cinlere Ibadet

Cinlere Ibadet

Cinler, Allah'ın kendisine ibâdet etmeleri için dumansız saf ateşten yarattığı varlıklardır. (51/Zâriyât, 56; 55/Rahmân, 15) İnsanlar gibi ibâdet ve isyan edebilme yeteneğine sahiptirler. Bu sebeple müslüman ve kâfir, sâlih ve fâsık olanları vardır. Zaten İblis de cinlerdendir.


Sebe' sûresinde cinlere ibâdetten söz edilmiştir: "O gün, kâfirlerin hepsini mahşere toplar, sonra meleklere, 'Bunlar size mi ibâdet ediyorlardı?' der." (34/Sebe', 40) Bu soruya melekler, "(Ey Rabbimiz!) Seni tenzih ederiz. Onlar değil; Sen bizim velîmizsin. Hayır, onlar (bize değil) cinlere ibâdet ediyorlardı. Çoğu onlara iman eden kimselerdi." (34/Sebe' 41) şeklinde cevap vermişlerdir. Cinlere ibâdet, onlara sığınmak, korkulardan, mal ve canların kaybından onlara ilticâ etmek ve onlardan yardım talep etmektir. Âyette geçtiği şekliyle cinlere iman ise, muhafaza ve sığınma hususunda onların gücüne inanmaktır. (Dört Terim, 87). "İnsanlardan bazı erkekler, cinlerden bazı erkeklere sığınırlardı, cinler de onların azgınlıklarını artırırlardı." (72/Cin, 6) Bu âyet, insanların cinlere ibâdetlerinin, onlara sığınmak olduğunu ortaya koymaktadır.


Yüce Allah, sadece kendisine ibâdet edilmesini emretmiş, kendisinden başkalarına ibâdet edilmesini şiddetle menetmiştir. Ancak, imtihan gereği olarak, insanları ve cinleri bu konuda zorlamamıştır. Bu sebeple cin ve insanlardan, Allah'a ibâdet edenlerin yanında, O'nun dışındakilere ibâdet edenler de vardır. Allah'tan başkalarına ibâdet; sadece putlara, heykellere, ateşe, aya, güneşe, mezara tapmaktan ibaret değildir. Kur'an'ın hilâfına hareket eden insanların buyruklarını isteyerek kabul edip bunları uygulamak da Allah'tan başkalarına ibâdet etmektir. Allah'tan başkalarına ibâdet, şirk ve küfürdür. (7)


Ne mutlu, Allah’tan başkasının önünde eğilmeyip sadece O’na secde ederek ibâdet edenlere ve her yaptıkları eylemi Allah’a ibâdet ölçüsünde yapanlara! Yazıklar olsun, kula kulluk yapan kullara ve tâğutlara, putlara, ya da hevâ ve heveslerine tapanlara!



 

Mücahid

New member
Katılım
17 Mar 2007
Mesajlar
2,553
Tepkime puanı
223
Puanları
0
Yaş
56
Konum
Tr
Ibadet Ile Ilgili Ayet-i Kerimelr

Ibadet Ile Ilgili Ayet-i Kerimelr

İbadet Etmek: Hicr, 99; Hacc, 77; Furkan, 77; Neml, 91; Ankebut, 17, 36; Ahzab, 35; Yasin, 60-61; Mü'min, 14.

İbadet (Kulluk) Yalnız Allah'a Yapılır: Fatiha, 5; Bakara, 21-22, 83; Nisa, 36; En'am, 3, 102, 162; Yunus, 3; Hud, 2, 123, Nahl, 52; İsra, 23, Meryem, 65; Zümer, 2, 66; Fussılet, 37-38.

İnsanlar ve Cinler, İbadet İçin Yaratılmıştır: Zariyat, 56-57; Cin, 16-17.

Allah'a Kulluk Etmenin Misali: Rum, 28.

Kibirlenerek Allah'a Kulluk/İbadet Etmekten Çekinmek: Nisa, 172-173; A'raf, 146-147, 207; Nahl, 48; Fussılet, 37-38.

Herkes Allah'ın Huzuruna Kul Olarak Varacaktır: Meryem, 93.

Allah'ın İbadete İhtiyacı Yoktur: Ankebut, 6.

Peygamberler Allah'a İbadete Davet Ederler: Al-i İmran, 79-80; Enbiya, 90; Neml, 45; Ahzab, 7-8.

Cenneti Kazanmak İçin Kulluk: Tevbe, 111.

İbadeti İhlasla, Samimiyetle Yapmak: A'raf, 29; Tevbe, 112; Zümer, 2, 11, 14; Mü'min, 14, 65.

İbadette İhsan: Bakara, 112.

Münafıklar İbadeti Gösteriş İçin Yaparlar: Nisa, 142; Tevbe, 107.

Gece İbadeti: Furkan, 64; Müzzemmil, 1-4, 6-7, 20, 41, 46; İnsan, 26.





KONU İLE İLGİLİ DAHA GENİŞ BİLGİ ALINABİLECEK KAYNAKLAR:


Hadislerle Kur’an Tefsiri, İbni Kesir, Akçağ Y. C. 2, s. 93-107

Tefsir-i Kebir, Fahreddin Razi, c.1, s. 338-354

Hak Dini Kur’an Dili, Muhammed Hamdi Yazır, Yenda Y. c. 1, s. 99-118

Şifa Tefsiri, Mahmut Toptaş, Cantaş Y. c.1, s. 69-73

Fi Zılali’l- Kur’an, Seyyid Kutub, Hikmet Y. c. 1, s. 42-45

Tefhimü'l Kur'an, Mevdudi, İnsan Y. c. 1 s. 41-42

Safvetü't Tefasir, M. Ali Sabuni, Yeni Şafak Y. c. 1 s. 35-39

Fatiha Tefsiri, Azad, Bir Y. s. 173-238

Davetçinin Tefsiri, Seyfuddin El-Muvahhid, Hak Y. c. 1 s. 17-18

İslam Ansiklopedisi, Şamil Y. C. 3 s. 53-55

Kur'an'da İbadet Psikolojisi, Abdurrahman Kasapoğlu, İzci Y.

Kur'an'da İbadet Kavramı, İsmail Karagöz, Şule Y.

Kur'ani Araştırmalar, Mutahhari, Tuba Y. s. 118-139

Kur'an'da Tevhid, Mehmet Kubat, Şafak Y. s. 129-140

Kur'an'da Tevhid, Beheşti, 45-51; 39-

Kur'an'da Tevhid Eğitimi, Abdullah Özbek, Esra Y. s. 28-47

Kur'an'da Temel Kavramlar, Ali Ünal, Kırkambar Y. s. 487-488

Kur'an'da İnsan ve Toplum, Ekrem Sağıroğlu, Pınar Y. s. 223-239

Sorularla Fatiha Suresi, Zabit Ali Durmuş, Ali İçipak, YendaY. S. 146-177

La İlahe İllallah, Muhammed Kutub, Ravza Y. s. 91-110

Kelimeler Kavramlar, Yusuf Kerimoğlu, İnkılab Y. c. 1, s. 21 (abd)

Fatiha Üzerine Mülahazalar, Hikmet Işık, Nil Y. S. 170-194

Dingünü İbadet, Yakup Çiçek, Fahrettin Yıldız, Bir Y. s. 67-127

İlk Mesajlar, M. Ali Baltaşı, Birleşik Y. s. 27-30

Namaz Duaları ve Sureleri, Ali Akpınar, Suffe Y. s. 80-81

İslami Terimler Sözlüğü, Hasan Akay, İşaret Y. s. 383-384

İman ve Tavır, Beşir Eryarsoy, Şafak Y. s. 324-329

Kur'an'a Göre Dört Terim, Mevdudi, İdeal Kitaplar Y. s. 115-136

İslam ve Dört Terim, Ali Karlıbayır, Dünya Y. s. 40-46

Düzeltilmesi Gereken Kavramlar, Muhammed Kutub, Risale Y. s. 125-178

İslami Kavramlar, Mevdudi, s. 9-36

İman, Seyfuddin El-Muvahhid, Hak Y. s. 34-44

Tevhidin Hakitatı, Yusuf El-Kardavi, Saff Y. s. 39-40

Tevhid ve Değişim, Celalettin Vatandaş, Pınar Y. s. 46-48

Sorularla Tevhid ve Akaid, Mehmed Alptekin, Saff Y. s. 129-158

İslam, Mevdudi, s. 145

Kur'an'da İnsan ve Toplum, Ekrem Sağıroğlu, Pınar Y. s. 223-239

Dini Hayatın Psiko-Sosyal Temelleri, Ali Murat Daryal, İFAV Y. s. 67-87

Semavi Dinlerde İtikat ve Amel, Fikir Y. s. 34-40

Risale-i Nur'dan Vecizeler, Şaban Döğen, Gençlik Y. s. 349- 356

Unutulmaz Sözler ve Nükteler Antolojisi, Mehmet Dikmen, Cihan Y. s. 156-157

Düşünceler, S. Gündüzalp, A. Suad, Zafer Y.

Kur'an'da Uluhiyet, Suat Yıldırım, Kayıhan Y. s. 298

Fıkıh Penceresinden Fetvalarla Çağdaş Hayat, Faruk Beşer, Nun Y. s. 512-517

İlmin Işığında İslamiyet, Arif A. Tabbara, Kalem Y. s. 207-209

Esenlik Yurdunun Çağrısı, Celaleddin Vatandaş, Pınar Y. s. 148-158

Fatiha Suresi ve Türkçe Namaz, Sait Şimşek, Beyan Y. s. 50-55

Kur'an ve Sünnete Göre Tevhid ve Akaid, Muhammed Karaca, RibatY. s. 262-268

İslam Nizamı, A. Rıza Demircan, Eymen Y. c. 2, s. 161-166

Dini Hayatın Psiko Sosyal Temelleri, Ali Murat Daryal, İFAV Y. s. 67-87

La İlahe İllallah, Muhammed Kutub, Ravza Y. 91-110

Yeni İslam İlmihali, Süleyman Ateş, Yeni Ufuklar Y. s. 84-85; 510-512

Kulluk Bilinci, Beşir İslamoğlu, Denge Y.

Psikolojik ve Sıhhi Açıdan İbadet, Abdullah Aymaz, Çağlayan Y.

İbadetlerde Şekil ve Mana İlişkisi, Ruhi Özcan, Ravza Y.

İbadet, Yaşar İşcan, D. İ. B. Y.

İbadet, Yusuf El Kardavi, Muvahhid Y.

İbadet mi, Ayin mi? Mustafa Karataş, Dersaadet Y.

Kulluk, İmam İbni Teymiyye, İhya Y.

Namaz Bilinci, Beşir İslamoğlu, Denge Y

İbadet, İhsan Atasoy, Nesil Basım Yayın.

İbadet Bilgileri, Ahmet Efe, Seha Neşriyat

İbadet Hayatımız, Mehmet Paksu, Nesil Basım Yayın

İbadet İlkeleri, Hüseyin Emin Öztürk, T. Diyanet Vakfı Y.

İbadet Prensipleri, Hüseyin Emin Öztürk, Seha Neşriyat

İbadet/Kulluk, Salih Çavuşoğlu, Hanif Y.

İbadetin 99 Faydası, Ergüder Aksoy, Seha Neşriyat

İbadetin Getirdikleri, Safvet Senih, Nil A. Ş.

İbadetler, Bahaeddin Sağlam, Tebliğ Y.

İbadetler Fıkhı, Şeyh Faysal Mevlevi, İstişare Y.

İbadetler ve Mabedler, Mehmet Emre, Erhan Yayın

İbadetlerimiz, M. Saim Yeprem, Nur Y.

72. İbadetlerimiz, E. Özdemir, Erdem Y.

73. Allah'tan Vahiy, Kullardan İbadet, Abdullah Büyük, Suffe Y.

İslam İbadet Fenomenolojisi, Mehmet Bayraktar, Akçağ Y.

75. Niçin İbadet Ediyoruz? Alaaddin Başar, Zafer Y.



Bu çalışma Sayın AHMET KALKAN hocamın Kaynak tefsirleri isimli Eserinden alınmıştır.Allah verdiği emeklerden dolayı kendisinden razı olsun.Anlamak ve amel etmek duasıyla...
. MÜCAHİD
 

ensar

New member
Katılım
7 Kas 2007
Mesajlar
9
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Yaş
52

"Kullarım beni sana soracak olursa, işte Ben pek yakınım. Bana duâ ettiği zaman duâ edenin duâsına cevap veririm." (2/Bakara, 186)

Selam,

Alemlerin Rabb'i olan Allah bize bizden daha yakin.

Müslümanlardan buna inanmayanlar var ki ibadetler de gevseklik var.

Selametle.
 
Üst Alt