Neler yeni
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Kur'anı Şahsi Kanaati ile Yorumlayanlar

bekir

sadece bir kul
Katılım
10 Eyl 2007
Mesajlar
8,198
Tepkime puanı
5,997
Puanları
113
Konum
Daðlardan, yaylalardan
Cündeb (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:

"Kim Kitabullah hakkında şahsî re'yi ile söz ederse, isâbet bile etse hatâdadır."

Ebu Dâvud, İlm, 5 (3652); Tirmizî, Tefsir 1, (2953).

Rezîn şu ilâvede bulunmuştur: "Kim re'yi ile söz eder de hata ederse küfre düşer."




AÇIKLAMA:



Kur'ân'ın gerek lâfzı üzerine ve gerekse lâfzın ifade ettiği mâna üzerine, aklına dayanarak beyanda, yorumda bulunmak Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) tarafından yasaklanmış bulunmaktadır. Vardığı yorumda isabet etse bile şerî bir ruhsatı olmadığı için hatâlı bir iş yapmış olmaktadır. İmam Gazâlî şöyle der: "Şeriat koyucusunun (Allah) elfâzını Batınîlerin yaptığı gibi zâhirinden hareketle daha önce (Selef'in) zihnine inmemiş meseleleri yorumlamaya kalkmak büyük felâketlerden biridir. Zira Kur'ân-ı Kerîm'i anlama işinde -bizzât şeriat koyucusundan (Hz. Peygamber) yapılan nakle dayanmadan ve öyle yapılmasında zaruret olduğunu gösteren aklî bir delil bulunmadan- sırf zâhire göre hareket edip yorum yapmak haramdır."



Kur'ân'ı tefsir edebilmek için, başta Arabça ile alâkalı ilimlerden başka, bedî, beyan gibi edebiyata, tefsir, hadîs, fıkıh, nâsih mensuh gibi şeriata, Kur'ân'a müteallik on beş kadar ilim bilmek gerekmektedir.(12)



Esasen Kur'ân'ın re'yle tefsiri, tefsir metodları çerçevesinde düşünülünce en son sırada yer alır. Alimler:

1- Kur'ân'ı Kur'ân'la,
2- Kur'ân'ı Sünnetle,
3- Başta Ashab olmak üzere selefin re'yi ile tefsiri esas alıp, en son sırada gerekli ilmî formasyona sâhip kişinin re'yine belli kayıtlarla cevaz verirler.



Elbette Şia'nın yaptığı üzere bu metoda uymayan, hevaya göre yapılan tefsirler merduddur, kabul edilmez. Sözgelimi , Hz. Musa ile Firavun kıssasında Hz. Musa'yı kalb, Firavun'u nefis olarak yorumlayanlar olmuştur. Bunda naklî delile dayanmadıkları için merduddur.



Türbüştî, bunda reddedilen re'yden maksadın, Kur'an ve sünnetle ilgili ilimlere istinad etmeyip sırf aklına dayanarak söylediği sözler olduğunu belirttikten sonra der ki: "Tefsîr ilmi, ulemanın ağzından alınır. Nitekim Esbâbu'n-Nüzûl, Nâsih, Mensuh ilmi böyle alınmıştır. Tefsirin diğer bir kaynağı imamların -Arab dilinin hakikat, mecaz, mücmel, mufassal, âm, hâs gibi meselelerle ilgili kaidelerine dayanarak- ortaya koydukları te'vîl ve akvâllerdir. Bu iki temele dayanan müfessir, usûlü'ddinin iktiza ettiği çerçeve dâhilinde konuşmaya, te'vîle muhtaç ayetleri te'vîl etmeye tevessül eder. Ortaya koyduğu te'vîlin mûteber olması, Kur'ân-ı Kerîm'in zâhirine muvafık düşmesine, bu zâhirden "sahihtir, doğrudur" diye tasdik ve şehâdet görmesine bağlıdır. Bu şartları eksiksiz yerine getirmeyen kimselerin sözleri terkedilir. Şartları yerine getirmeden söyleyeceği sözde isabet etse bile, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) tarafından "hatakar" olduğunun söylenmesi, yolunun yanlışlığını ifâdeye kâfidir.


Müctehid ile mütekellif (müctehid taslağı), arasında ne büyük mesâfe var: Müctehid hata da etse me'cûr (sevâba mazhar) iken mütekellif isâbet bile etse müznibtir, günahkârdır."


Âlimler, Kur'ân-ı Kerîm'i şahsi re'yle tefsir etme yasağının şu iki gayeden birinden hâli olmayacağını belirtirler:



1- Bundan maksad, Kur'ân'la ilgili olarak seleften nakledilen ve otoritelerden işitilenler ile yetinip yeni istinbatta bulunmayı terketmek.


______________

(12) Burada kastedilen 15 adet ilim şunlardır. Lügat, nahv, tasrîf, iştikak, me'ânî, beyân, bedî, kıraât, asleyn, esbabu'n-nüzûl, kasas, nâsih-mensûh, fıkıh, ehâdîsu'l-mübeyyine, ilmu'l-mevhibe.

2- Bu yasaklamadan maksad: "Kur'ân hakkında sadece ve sadece işitmiş olduğunu söylemek, bunlar dışında hiç konuşmamak. Bu ikincisi batıl bir iddiadır. Çünkü Ashâb-ı Kirâm hazerâtı (radıyallahu anhüm ecmain), Kur'ân'ı tefsir ettiler ve tefsirlerinde ihtilafa düştüler. Söylediklerinin hepsini Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'tan işitmiş değillerdi. Hz. Peygamber İbnu Abbas (radıyallahu anh) için: "Ey Allah'ım bunu dinde fakih kıl, Kur'ân'ın te'vilini de öğret" diye dua etmiş iken nasıl olur da "Ashab'ın te'villerinin hepsi Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)' tan işitilmiş açıklamalardır" diyebiliriz? Çünkü te'vil de tenzil (Kur'ân) gibi Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'den işitilmiş olsaydı İbnu Abbas (radıyallahu anh)'a yaptığı duada "tevili öğret" diye betahsîs zikretmesinde bir mâna kalmazdı.
 

mavigezegen

New member
Katılım
14 Tem 2009
Mesajlar
243
Tepkime puanı
169
Puanları
0
Kuluna Kitap gönderen Allah, Kitabı anlayacak ve kavrayacak düzeyde akıl da vermiştir. Yani insana verilen akıl kitabı taşıyacak güçtedir. O bakımdan Allah’ın kuluna taşıyacağından fazla yük yüklemediği gerçeği akıl için de geçerlidir.
Bir insan ‘Allah insanları akıllarına göre yargılar. Ne yapayım benim aklım da bu büyüğe uymamı bana salık veriyor, zira onu benden daha akıllı görüyorum’ diyebilir mi?
Kur’an, Allah’ın hiçbir kuluna taşıyabileceğinden fazla yük yüklemediğini bildirmektedir.
Kuluna Kitap gönderen Allah, Kitabı anlayacak ve kavrayacak düzeyde akıl da vermiştir. Yani insana verilen akıl kitabı taşıyacak güçtedir. O bakımdan Allah’ın kuluna taşıyacağından fazla yük yüklemediği gerçeği akıl için de geçerlidir.
Seçme ve belirleme özelliği olmayan bir aklın sahibine ne yararı olabilir?
Kur’an’a bakıldığında da görülmektedir ki, akıl kendinden büyüğe değil, vahye uymakla yükümlüdür. Aklın kime ve neye uymasının gerektiği ve bu uymanın nasıl olacağının ölçüsü Kur’an’da verilmiştir. Verilen bu ölçüye göre de insanın kendisinden büyük olarak gördüğüne teslim olması, aklını başkasına ipotek etmesi yoktur.
Akıl, kendinden daha akıllı olarak gördüğüne değil, doğru olana uymakla sorumludur. Bu sorumluluğun gereğini yerine getirmeyen akıl, sahibini Hak’tan saptırır. Doğru ve yanlışın belirleyicisi vahy olduğu için akleden (aklını kullanan) bir kimsenin bir büyüğe değil, vahye uymayı tercih etmesi gerekir.
Aklın başka bir akla uydu olması, başka bir aklın yörüngesine girmesi doğru bir seçim midir?
Yoksa doğru olan, aklın ‘muhakeme etmesi’, ‘ölçmesi’, ‘akletmesi’ ve doğru olduğuna inandığı, doğru olduğunu kabul ettiği şeyi tercih etmesi midir?
Keza aklını devre dışı bırakarak her dediğini doğru sayacak derecede bir başkasına uyma aklın salık verdiği birşey değil, bu körü körüne taklitçi olmaktır. Bu bakımdan hiçkimse aklım bana daha iyi bilene veya daha üstün olana tabi olmayı salık veriyor diyemez.
Ayrıca Allah, insanları akıllarının düzeyine göre değil, vahye uyup uymadıklarına göre hesaba çekecektir.Bu bakımdan ‘Allah insanları akıllarına göre yargılar’ sözü doğru değildir. Aklın azlığı veya çokluğu değil, yeterli olup olmadığı önemlidir. Şayet kişinin aklı yeterli değilse o zaman da zaten sorumlu değildir.
Özetle, insanın kendisinden üstün ve bilgili gördüğü birisine veya birilerine bu özelliklerinden dolayı yeterli görerek kendisini tamamen ona endekslemesi asla aklın öngördüğü/salık verdiği bir yol değildir. Bu hal aklın tamamen devre dışı bırakılmasıdır. Yani akletmemektir.
 
Üst Alt