Neler yeni
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

N E C M Suresi 13-18

Mücahid

New member
Katılım
17 Mar 2007
Mesajlar
2,553
Tepkime puanı
223
Puanları
0
Yaş
56
Konum
Tr


13-"O, Cebrail'i bir başka inişinde de görmüştü.

14-En uçtaki ağacın (Sidret-ül Münteha'nın) yanında.

15-Yanıbaşında Me'va cenneti vardı.

16-O sırada ağacı yaman bir şey bürümüştü.

17-Muhammed'in gözü ne yana kaydı ne de öteye geçti.

18-O gerçekten Rabb'inin bazı büyük ayetlerini gördü: '


Elimizdeki en güvenilir bilgiye göre bu "ikinci görme" olayı Mirac gecesi meydana gelmişti. O gece Cebrail, Peygamberimize "en uçtaki ağacın yanında" öz kılığı ile bir kez daha yaklaşmıştı.

Okuduğumuz ayetlerin ikincisinde geçen "sidret" sözcüğü "bir tür ağaç" anlamına gelir. Bu ağacın "en uçtaki ağaç" olması demek, bu ağacın varılabilecek son noktada olması demektir. Ayetin verdiği bilgiye göre bu ağacın yanıbaşında "Me'va" cenneti vardır. Acaba bu uç nokta, mirac yolculuğunun son noktası mıdır, yoksa bu nokta Peygamberimiz ile Cebrail'in beraberliklerinin bitiş noktasıdır da Cebrail bu noktada durduktan sonra Peygamberimiz tek başına yolculuğuna devam ederek Rabb'inin Arş'ının daha yakınlarına mı yükselmiştir? Bunlar tümü ile sadece yüce Allah'ın bilgisine açık "gayb" konularıdır. Yüce Allah'ın seçkin kulu Hz. Muhammed'e -salât ve selâm üzerine olsun- açtığı bu konulara ilişkin bize gelen bilgi sadece bu kadardır. Bu olayların nasıl olduklarını kavramak bizim gücümüzün dışındadır. İnsanoğlunun bu olayları kavrayabilmesi için insanların ve meleklerin yaratıcısı olan, insanın ve meleklerin ayırıcı niteliklerini bilen yüce Allah'ın dilediğinin bu yolda olması gerekir.

Olaya güç ve kesinlik kazandırmak amacı ile ayette "en uçtaki ağacın yanında" gerçekleşen bu görmeye eşlik eden bir ayrıntıya değiniliyor. Okuyoruz:

"O sırada ağacı yaman bir şey bürümüştü."

Yalnız ağacı neyin bürüdüğü açıkça belirtilmiyor. Çünkü sözkonusu "bürüme" olayı tanımlanamayacak ve biçimi belirtilemeyecek derecede müthiş ve görkemlidir.

Bütün bu olup bitenler kesin birer gerçektir. Okuyalım:

"Muhammed'in gözü ne yana kaydı, ne de öteye geçti."

Yani ne bir göz kayması, ne de bakış sekmesi sözkonusu değildi. Ortada kuşkulu bir yanı olmayan, sam olma ihtimali bulunmayan açık ve kesin bir "görme" olayı vardı. Bu olaydı Peygamberimiz, yüce Rabb'inin bazı olağanüstü mucizelerini gözlemiş, kalbi çıplak ve örtüsüz gerçekle iletişim kurmuştu.

Buna göre olay "vahiy" olayıdır. Ortada çıplak gözle gerçekleşen bir gözlem, yanılgısız bir görme, kuşku içermeyen bir kesinlik, dolaysız bir iletişim, güçlü bir bilgi, somut bir yoldaşlık, tüm ayrıntıları ve aşamaları ile gerçekleşmiş bir yolculuk vardır. Ey müşrikler, işte "arkadaşınız" Muhammed'in -salât ve selâm üzerine olsun- size yönelttiği çağrı bu "kesinlik" temeline dayanıyor. Durum böyleyken, siz O'nun bu çağrısını reddediyor, yalanlıyorsunuz; O'na inen vahyin doğruluğundan kuşku duyuyorsunuz. Oysa O, sizin öteden beri tanıdığınız, deneyden geçirdiğiniz eski bir arkadaşınızdır. Size yabancı biri değil ki, huyunu ve karakterini bilmemiş olasınız. Ayrıca Rabb'i de O'nu onaylıyor, doğru söylediğine yemin ediyor; O'na nasıl, hangi şartlar ortasında ve kimin eli ile vahiy indirdiğini, bu vahiy meleği ile nasıl buluştuğunu, onu nerede gördüğünü size ayrıntılı biçimde anlatıyor.

İşte Peygamberimizin müşriklere yönelttiği çağrı böylesine kesin esaslara dayanıyor. Peki, onların tapınmaları, ilahları ve bu yoldaki masalları neye dayanıyor? Onlar, Lât, Uzza ve Menat adını taktıkları putlara taparken, bunların birer melek olduklarını, meleklerin Allah'ın kızları olduklarını ve Allah katında insanlara aracılık edeceklerini beklediklerini ileri sürerken, bu bulanık iddiaları ileri sürerken neye dayanıyorlar? Bu saplantıları, bu asılsız kuruntuları herhangi bir belgeye, herhangi bir kanıta, herhangi bir güçlü desteğe dayanıyor mu? İşte surenin ikinci kesitinde ağırlıklı olarak işlenen tema budur
 

Uhud daðý

New member
Katılım
2 Tem 2007
Mesajlar
796
Tepkime puanı
39
Puanları
0
Yaş
40
Allah razı olsun abi paylaşımınız için rabbim bizleri efendimize layık bir ümmet eder inşeallah
 

nurþeyma

New member
Katılım
7 Nis 2007
Mesajlar
302
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
49


13-"O, Cebrail'i bir başka inişinde de görmüştü.

14-En uçtaki ağacın (Sidret-ül Münteha'nın) yanında.

15-Yanıbaşında Me'va cenneti vardı.

16-O sırada ağacı yaman bir şey bürümüştü.

17-Muhammed'in gözü ne yana kaydı ne de öteye geçti.

18-O gerçekten Rabb'inin bazı büyük ayetlerini gördü: '


Elimizdeki en güvenilir bilgiye göre bu "ikinci görme" olayı Mirac gecesi meydana gelmişti. O gece Cebrail, Peygamberimize "en uçtaki ağacın yanında" öz kılığı ile bir kez daha yaklaşmıştı.

Okuduğumuz ayetlerin ikincisinde geçen "sidret" sözcüğü "bir tür ağaç" anlamına gelir. Bu ağacın "en uçtaki ağaç" olması demek, bu ağacın varılabilecek son noktada olması demektir. Ayetin verdiği bilgiye göre bu ağacın yanıbaşında "Me'va" cenneti vardır. Acaba bu uç nokta, mirac yolculuğunun son noktası mıdır, yoksa bu nokta Peygamberimiz ile Cebrail'in beraberliklerinin bitiş noktasıdır da Cebrail bu noktada durduktan sonra Peygamberimiz tek başına yolculuğuna devam ederek Rabb'inin Arş'ının daha yakınlarına mı yükselmiştir? Bunlar tümü ile sadece yüce Allah'ın bilgisine açık "gayb" konularıdır. Yüce Allah'ın seçkin kulu Hz. Muhammed'e -salât ve selâm üzerine olsun- açtığı bu konulara ilişkin bize gelen bilgi sadece bu kadardır. Bu olayların nasıl olduklarını kavramak bizim gücümüzün dışındadır. İnsanoğlunun bu olayları kavrayabilmesi için insanların ve meleklerin yaratıcısı olan, insanın ve meleklerin ayırıcı niteliklerini bilen yüce Allah'ın dilediğinin bu yolda olması gerekir.

Olaya güç ve kesinlik kazandırmak amacı ile ayette "en uçtaki ağacın yanında" gerçekleşen bu görmeye eşlik eden bir ayrıntıya değiniliyor. Okuyoruz:

"O sırada ağacı yaman bir şey bürümüştü."

Yalnız ağacı neyin bürüdüğü açıkça belirtilmiyor. Çünkü sözkonusu "bürüme" olayı tanımlanamayacak ve biçimi belirtilemeyecek derecede müthiş ve görkemlidir.

Bütün bu olup bitenler kesin birer gerçektir. Okuyalım:

"Muhammed'in gözü ne yana kaydı, ne de öteye geçti."

Yani ne bir göz kayması, ne de bakış sekmesi sözkonusu değildi. Ortada kuşkulu bir yanı olmayan, sam olma ihtimali bulunmayan açık ve kesin bir "görme" olayı vardı. Bu olaydı Peygamberimiz, yüce Rabb'inin bazı olağanüstü mucizelerini gözlemiş, kalbi çıplak ve örtüsüz gerçekle iletişim kurmuştu.

Buna göre olay "vahiy" olayıdır. Ortada çıplak gözle gerçekleşen bir gözlem, yanılgısız bir görme, kuşku içermeyen bir kesinlik, dolaysız bir iletişim, güçlü bir bilgi, somut bir yoldaşlık, tüm ayrıntıları ve aşamaları ile gerçekleşmiş bir yolculuk vardır. Ey müşrikler, işte "arkadaşınız" Muhammed'in -salât ve selâm üzerine olsun- size yönelttiği çağrı bu "kesinlik" temeline dayanıyor. Durum böyleyken, siz O'nun bu çağrısını reddediyor, yalanlıyorsunuz; O'na inen vahyin doğruluğundan kuşku duyuyorsunuz. Oysa O, sizin öteden beri tanıdığınız, deneyden geçirdiğiniz eski bir arkadaşınızdır. Size yabancı biri değil ki, huyunu ve karakterini bilmemiş olasınız. Ayrıca Rabb'i de O'nu onaylıyor, doğru söylediğine yemin ediyor; O'na nasıl, hangi şartlar ortasında ve kimin eli ile vahiy indirdiğini, bu vahiy meleği ile nasıl buluştuğunu, onu nerede gördüğünü size ayrıntılı biçimde anlatıyor.

İşte Peygamberimizin müşriklere yönelttiği çağrı böylesine kesin esaslara dayanıyor. Peki, onların tapınmaları, ilahları ve bu yoldaki masalları neye dayanıyor? Onlar, Lât, Uzza ve Menat adını taktıkları putlara taparken, bunların birer melek olduklarını, meleklerin Allah'ın kızları olduklarını ve Allah katında insanlara aracılık edeceklerini beklediklerini ileri sürerken, bu bulanık iddiaları ileri sürerken neye dayanıyorlar? Bu saplantıları, bu asılsız kuruntuları herhangi bir belgeye, herhangi bir kanıta, herhangi bir güçlü desteğe dayanıyor mu? İşte surenin ikinci kesitinde ağırlıklı olarak işlenen tema budur




1 - İndiği zaman necme kasem olsun ki (Parça parça inmiş ayetlerin her bir inişi kanıttır ki), 2 - arkadaşınız sapmamıştır, azmamıştır.
3 - O, hevasından da konuşmuyor.
4 - O, kendisine vahyedilen vahyden başka bir şey değildir.
5 - Ona, onu müthiş kuvvetleri olan öğretti.
6 - O, üstün akıl sahibi. Ki istiva etmiştir O.
7 - Ve O, en yüksek ufukta idi.
8 - Sonra yaklaştı ve hemen sarktı.
9 - İki yay uzunluğu kadar, ya da daha yakın olmuştu.
10 - Hemen de kuluna vahyettiğini vahyetti.
11 - Gönlü, gördüğünü yalanlamadı.
12 - Onun gördüğü şeyden kuşku mu duyuyorsunuz? (onun gördüğü şey hakkında onunla mücadele mi ediyorsunuz?)
13 - Ant olsun onu, başka bir inişte daha gördü.
14 - Son sidrenin yanında.
15 - Ki onun yanında oturulan bahçe vardır.
16 - O zaman sidreyi kaplayan kaplıyordu.
17 - Göz şaşmadı ve azmadı.
18 - Ant olsun, Rabbinin ayetlerinin en büyüğünü gördü.





5, 6. Ayetler:
Ona onu, müthiş kuvvetleri olan öğretti.
Üstün akıl sahibi. Ki O istiva etti (doğrulup dikildi, egemenlik kurdu,
yerleşti).

Peygamberimizi göğe, Allah`ın yanına çıkarmaya karar vermiş olan zihniyet, bu ayetleri de çarpıtmış ve Allah`a ait olan nitelikleri maalesef Cebrail`e yakıştırmıştır. Gördüğünüz gibi 5 ile 6. ayetlerde Kur`an`ı yani vahyi kimin öğrettiği isimle değil, sıfatlarla açıklanmıştır. İşte rivayetçiler bu sıfatları Cebrail`e vermişler, ama 10. ayette, Muhammed`in Cebrail`e kul olması anlamı ortaya çıkınca işin içinden çıkamamışlar, bin bir safsata uydurmuşlar, yorum yapacağız derken bataklıkta çırpınarak boğulmuşlardır.
İlk olarak, Peygamberimize Kur`an`ı öğretenin kim olduğu konusunda tereddütsüz, kuşkusuz söyleyebiliriz ki, Kur`an`ı öğreten Cebrail değil, Rahman`dır, yani Allah`tır:

Rahman; 1, 2: Rahman/ çok merhametli olan Kur`an`ı öğretti.

Görülmektedir ki Kur`an`ı öğretenin Cebrail olduğunu söylemek, Kur`an`a tamamen terstir.

İkinci olarak da ayetlerde bahsedilen sıfatları açıklamakta yarar vardır:
- Ayette geçen “ شديد القوى şedidül quvâ (kuvvetleri çok güçlü olan)” ifadesi, “قدير qadir” sözcüğünün başka türlü ifadesidir. Yani “çok güçlü olan” anlamındadır. Bu ifade “Kuvvet” kökünden anlatılmak istenirse, mübalağa ism-i fail kalıbıyla “ قوىّ Kaviyyün” olarak söylenir. “Kaviyyün” sözcüğü de zaten Allah`ın sıfatlarından birisidir. Kur`an`da dokuz kez yer alır:

Enfal; 52: ….. Muhakkak ki Allah Kavî`dir (çok güçlüdür, azabı çok şiddetli
yapandır).

Diğer ayetler ise şunlardır: Hud; 66, Hacc; 40, 74, Mümin; 22, Şûra; 19, Hadid; 25, Mücadele; 21, Ahzab; 25.

- 6. ayetteki “ذو مرّة zümirre (üstün akıl sahibi)” ifadesi de Allah`ın Rabb ve mukaddir (her şeyin en inceden inceye hesabını yapan) olduğunun beyanıdır. Bu sözcük bu ayetten başka hiç bir yerde yer almaz.

- Yine 6. ayetteki “ استوى istiva eden” ifadesi ile kastedilen de Allah`tır. Çünkü, “İstiva” Allah`ın sıfatlarındandır, meleğin veya kulların sıfatı değildir. “İstiva”, mecazen, “egemenlik kurdu, kontrolü altına aldı” demektir. Ayette müteşabih bir kavram, mecaz olarak kullanılmıştır. “İstiva” sözcüğü, aşağıdaki ayetlerden başka, Yunus suresinin 3., Ra`d suresinin 2., Furkan suresinin 59. ve Secde suresinin 4. ayetlerinde de bu şekilde geçmektedir.

Ta Ha; 5: Rahman, Arş üzerine istiva etmiştir (egemenlik kurmuştur).

A`râf; 54: Şüphesiz ki sizin Rabbiniz, gökleri ve yeri altı günde yaratıp
sonra da Arş üzerine istiva eden (egemenlik kuran), gündüzü
durmadan kovalayan gece ile bürüyen, Güneş, Ay, yıldızları
emrine boyun eğdirmiş olarak var eden Allah`tır. Gözünüzü
açın; yaratış da onundur, buyruk da. -Âlemlerin Rabbi olan
Allah çok yücedir.-

Bakara; 29 : O, yeryüzünde ne varsa hepsini sizin için yaratan, sonra
semaya istiva edip (egemenlik kurup) onları yedi gök olarak
düzenleyendir. O, her şeyi hakkıyla bilicidir.

Gördüğünüz gibi ayetlerde “ استوى istiva” sözcüğü ile müteşabih anlatımla Allah`ın gücü ve kuvveti tanıtılmaktadır. “İstiva etti”den başka, “Gökte olan”, “Tahtta oturan”, “Tahtını sekiz meleğin çektiği kral” gibi ifadeler de müteşabih olup, Kur`an`da Allah`ın gücünü ve kuvvetini anlatmak için kullanılmıştır. Bu müteşabih ifadelerin çoğu, o günkü Araplar arasında yerleşmiş kabuller olup, anlatılmak istenen kavramlar, onların kendi anlayışlarına uygun olan şekilde ifade edilmiştir.
Kur`an`da müteşabih ayetlerin varlığını bildiren Âl-i Imran suresinin 7. ve Zümer suresinin 23. ayetlerinin uyarıları göz ardı edilip her ayet, her ifade, zahirî, lâfzî ve hakikat anlamlarıyla dikkate alınırsa, bu, Kur`an`ın ruhuna aykırı bir davranış olur. Meselâ Allah`ın; gelmesi, inmesi, yaklaşması, Arş üzerine istiva etmesi, gökte olması, eli olması, yüksek-açık ufukta olması, Âdem ve İblis ile bire bir diyalog kurması, görmesi, işitmesi… müteşabih ifadeler olup, bu ifadeler ehil kişilerce tevil edilirler.
Müteşabih ifadelerin anlaşılmasını zamana ve ehline bırakmak daha doğru bir davranış olacaktır. Zaman içinde ilimde rasih olacaklar yani yetişecek uzmanlar o ayetleri tevil edeceklerdir.

7-10. Ayetler:

Ve O, en yüksek ufukta idi.
Sonra yaklaştı, ve hemen sarktı.
İki yay uzunluğu kadar, ya da daha yakın olmuştu.
Hemen de kuluna vahyettiğini vahyetti.

Bu ayetlerle Allah`ın Muhammed`e ilk kez nasıl vahyettiğinin (Alak suresinin inişinin) kompozisyonu çizilerek, heyecanlı bir sahne sergilenmiştir. Buradaki ayetlerin özneleri, müteşabih ayetleri ve mecazları anlamayan zihniyet tarafından çarpıtılarak Cebrail yapılmıştır. Yani bu zihniyet sahiplerine göre, orada peygamberimiz Cebrail ile karşılaşmış, birbirlerine yaklaşmışlar, peygamberimiz Cebrail`e KUL olmuş, Cebrail de ona vahyedeceğini vahyetmiştir. (Haşa)!
Meselenin iyi kavranabilmesi için vahy ile ilgili kısa bir açıklama sunmakta yarar görüyoruz:

VAHY

Sözlük anlamı olarak “ وحى vahy” sözcüğünün “vaz`ı (ilk konuş, türetiliş)” anlamı; “gizlice bilgilendirmek” demektir. Zaman içinde bu anlam çerçevesinde “Gizli konuşma, işaret etme, emretme, ilham etme, ima etme, fısıldama, mektup yazma, elçi gönderme” anlamlarında da kullanılır olmuştur.
Terim anlamı olarak ise “vahy” sözcüğü, “Yüce Allah`ın vasıtasız olarak veya değişik vasıtalarla emirlerini, hükümlerini gizlice ve süratlice peygamberlerine bildirmesi” demektir. Ve “القاء ilka” sözcüğü ile anlamdaş olarak kullanılır. Bakara; 37, Neml; 6 ve Mümin; 15`e bakabilirsiniz.

“Vahy” kelimesinin Kur`an`da sözcük anlamıyla kullanıldığı ayetler; “Allah ile ilgili olan” ve “Allah ile ilgili olmayan” olmak üzere iki grupta toplanabilir:

1- Allah ile ilgili olarak kullanıldığı ayetlerde “vahy” sözcüğü şu değişik anlamlara gelmektedir:

a) “Emir ve bir iş yaptırma”:

Fusılet; 12: … ve her göğün işini kendisine vahyetti….

Zilzal; 4 - 5: İşte o gün yerküre tüm haberlerini;
Rabbin kendisine vahyettiklerini bir bir söyler.

Nahl; 68: Ve Rabbin bal arısına dağlarda, ağaçlarda ve kovanlarda
evler (yuvalar) edinmesini vahyetti.

Enfal; 12: Ve Rabbin meleklere vahyediyordu (emrediyordu); “Ben
sizinle birlikteyim inananları destekleyin. …”

b) “İma etme, ilham”:

Maide; 111: Ve hani havarilere: “Bana ve elçime inanın” diye vahyetmiştim
de onlar, “inandık, ve bizim gerçekten teslim olduğumuza tanık
ol” demişlerdi.

c) “İlham ve rüya”:

Kasas; 7: Musa`nın anasına: “Onu emzir. Eğer onun için korkarsan onu
akıntıya bırakıver, korkma ve üzülme. Çünkü Biz onu sana
döndüreceğiz ve kendisini peygamberlerden biri yapacağız"
diye vahyetik.

2 - Allah ile ilgili olmadan kullanıldığı ayetlerde de “vahy” sözcüğü yine değişik anlamlar ifade eder:

a) “İma etmek, işaret etmek”:

Meryem; 11: O (Zekeriyya), bunun üzerine mihraptan kavminin (halkının)
karşısına çıkıp sabah akşam Rablerini tesbih etmelerini
vahyetti (işaret etti).

b) “Fısıldama, gizli konuşma”:

En`âm; 112: Böylece Biz her peygamber için ins ve cin şeytanlarını (her kötü
kişiyi) düşman yaptık. Onlar aldatmak için birbirlerine süslü
ve yaldızlı sözler Vahyederler (fısıldarlar). …

c) “Teşvik etme, telkin etme, söyleme”:

En`âm; 121: … Ve gerçekten şeytanlar dostlarına sizinle mücadele etmeleri
için vahyederler (telkinde bulunurlar)…

“Vahy” sözcüğü, terim anlamı olarak ise Kur`an`da 68 yerde geçmekte olup, bu ayetlerin tümünde sadece Allah`a özgülenmiştir. Bunun anlamı; terim anlamındaki vahyin Allah`ın işi olduğu, ne melek, ne peygamber, ne de herhangi bir insanın bu anlamda vahyetmesinin mümkün olmadığıdır.
Sonuç olarak 10. ayette geçen “vahy” sözcüğü de terim anlamında kullanıldığına göre, burada kuluna vahyeden Allah`tır, ve Cebrail`in vahyi getirmesi söz konusu olamaz.

9. Ayette geçen “yay boyu”, o zamanlarda kullanılan ve o günkü insanların bildiği bir uzunluk ölçüsüdür. O dönemlerde “metre” gibi uluslar arası kabul görmüş ölçülerin henüz icat edilmediği için yöresel ölçüler kullanılmaktaydı. İşte “yay boyu” da, o zamanlarda kullanılan rumh (mızrak), sevt (deynek), arşın, kulaç, boy, isbi` (parmak), hatve (adım), şibr (karış), zira (kol), ok atımı, gibi bir ölçü birimiydi. Bu ölçü mantığı o günkü Batı ülkelerinde de geçerli olup, bu ülkelerde de insan ayağının uzunluğunu temel alan “feet”, insan elinin baş parmağının tırnak dibindeki genişliğini temel alan “inch” gibi ölçüler kullanılmakta idi. Dolayısıyla Yüce Allah mesajında, muhatap aldığı toplumun anlayabileceği bir ölçü kullanmıştır.

Bu açıklamalardan sonra, Allah`ın peygamberimize nasıl vahyettiğini anlatan sahneye geri dönecek olursak, bu kompozisyonun çizildiği 7-10. ayetler hakkında tefekkür ederken peygamberimize gelen vahyden söz eden Tekvir suresinin 19-25. ayetlerindeki açıklamaları hatırlamakta yarar görüyor ve yapılacak değerlendirmelerde, hem Musa peygamberin hem de Muhammed peygamberin ilk vahylerini anlatan ayetlerdeki “ağaç” ögesinin dikkate alınması gerektiğini düşünüyoruz.

Tekvir; 19-25: kuşkusuz bu, değerli bir elçi sözüdür;
güçlü, Arş`ın Sahibi`nin yanında çok itibarlı,
itaat edilir, güvenilir.
Arkadaşınızı cin çarpmış değildir.
Ant olsun o, O`nu açık ufukta gördü.
O gayb hakkında cimri de değildir.
Bu, kovulmuş şeytanın sözü değildir.

7-10. ayetlerde, vahy anında neler olduğu hakkında bize açık bir bilgi verilmemiştir. Ama sanki bir cismin (helikopter gibi) gökten aşağıya doğru inişini çağrıştıran bir ifade kullanılmıştır. Bu konuyu araştıranlar, Allah izin verdiği takdirde, o gün olanların izahını tartışma şeklinde yapacaklar ve en büyük mucizelerden birini veya bir kaçını daha açıklayarak insanlığa büyük bir hizmet yapmış olacaklardır.

11 - 13. Ayetler:

Gönlü, gördüğünü yalanlamadı.
Siz onun gördüğü şeyden kuşku mu duyuyorsunuz? (onun gördüğü
şey hakkında onunla mücadele mi ediyordunuz?)
Ant olsun onu, başka bir inişte de gördü.

Bu ayetler, ilk vahy anında olanların bir zann (sanı), bir rüya, bir hayal, bir halüsinasyon olmadığını, sağduyunun kesinlikle yanılmadığını vurgulamakta ve bu sahnenin iki kere yaşandığını açıklamaktadır. İlk vahy olan Alak suresinin akışından anladığımıza göre bu inişlerin birincisi “ اقرأ ikra” ile başlayan 1. ve 2. ayetlerin gelişinde, ikincisi de yine “ikra” ile başlayan 3. ve 5. ayetlerin gelişinde olmuştur.
 
Üst Alt