Neler yeni
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

N.Fazıl-S.Mirzabeyoğlu diyalogları

ekreme

New member
Katılım
28 Kas 2006
Mesajlar
297
Tepkime puanı
3
Puanları
0
Yaş
51
makbahtiyar1.jpg
[/size]




17 Ocak 1983

-I-

Bütün büyük oluşların gerçeklendiği Pazartesi günü... O gün ve ondan nakiller halinde, hafif dalgalı denize vuran güneş ışığından pırıltılar gibi, ömrüm boyunca takip edeceğim «BÜYÜK OLUŞ METODU»ndan işaret taşlarını gösteren birkaç çizgi... Bunun içtimaî mânâsı ve tezahürü şudur:

- «Toprak seviyeli, derinliğine ve genişliğine insan meselelerinin halli içinde, has oda sırrına giden yolu göstermek!»

-II-

Üstad’ın Tercüman gazetesi için hazırladığı Ramazan sayfasında, ben de «İstikbâl İslâmındır» isimli bir tetkikle görüneceğim... Bana verilen müddet Şubat başı olmasına rağmen, 17 Ocak’tan bir hafta önce gece-gündüz insanüstü bir gayretle çalışıyorum... Arkadaşlara ve yakınlara söylediğim şu:

- «Belli olmaz, isteyiverir!»

Nitekim isteyiverdi!

Bu hadise, güya alâkalı olduğu adamın lâfını kapıdan çıkarken unutan bunaklara ve kalpazanlara ibret olsun.

-III-

Eserin tamamlanmış olmasiyle pek ilgilenmeden soruyor:

- «Tamamladın mı eseri?»

- «Tamamladım efendim!..»

Memnuniyetini izhâr ediyor:

- «Benim için mânâsı yeter; ruhunda nizâm şiiri... Koşa koşa getiriyorsun.»

- «Okuyayım mı efendim?»

- «Biraz konuşalım bakalım halinden bahsedelim... Ne kadar çok düşünüyorsun, ne kadar çok... Uykumda bile uyanıkmışım gibi net düşünüyorum. Bir şey söylüyorum, karşılını da ben veriyorum... Büyükler karşılarındakinin derdini üstüne almaktan öyle hoşlanırlardı ki... Biri karşısındakinin hastalığını üstüne çekiyor ve bu yüzden vefat ediyor. Suya düşen müridinin hali aksedip de tiril tiril titreyen... Neler, neler...»

-IV-

Baba katili kılıklı hissizlere hitabetmeyen mânâm... Ki, onun mânâsı:

- «Elime daha erken geçseydin... Benim daha dinç olduğum bir zamanda... Ama bir şey farketmez; bu işler böyle oluyor!... ELİME BİR GENÇ GEÇTİ, PİR GEÇTİ; KENDİ GELDİ!.. İNŞALLAH SENİ BEN YETİŞTİRECEĞİM!..»

-V-

Mazimin özeti, halimin ifadesi, vuku bulacakların teşhisi... Kimin şefkatini celbediyor ve ne türlü ediliyoruz:

- «Memnun olmalısın... Ben 30 yaşlarındayken geçirdiğim buhranda, beni kurtarıcı ayet şu oldu... Dikkat et:

- «Allah hiçbir nefse taşıyacağından fazlasını yüklemez!»

Demek ki, o yükü taşıyabileceğin için veriyor... Sevinmelisin!

Goethe’nin bir sözü var:

- «İnsanlar bir kere büluğ ıstırabı çekerler, dehalar hep yeniden...»

Benim çilem hep devre devre oldu!»

-VI-

Nefsi hep yeniden kurban, yani dehâ, nefsi fedanın hakikati üzerinde insanoğlunun varoluş gayesine erince, «dehâ» diye vasıflandırdığı «diğerleri» ile mukayese ediyor:

- «Bu kadar zaman kimlerin elinden tuttum, kimlerin... Yazı yazdım, onları kabul ettirmeye çalıştım... Baştanbaşa yazıları elimden geçti... Ama motor yok... Mayada olmadı mı olmuyor! Allah kullarını da istediği gibi yarattı. Çok şükür, özlediğim gencimi, dostumu gördüm... Eğer O’nu (Abdülhakim Arvasi Hazretlerini) görseydin daha iyi olurdu ama, olsun...»
 

radikal

New member
Katılım
10 Şub 2007
Mesajlar
2,635
Tepkime puanı
1,763
Puanları
0
Yaş
50
Konum
Gönül aleminden
Allah (cc) razı olsun. Varsa eğer devamını okumak isterim.İki güzel insanın meşveretinden bizede nasip düşer inşaallah.

Paylaşımın için de ayrıca teşekkür ederim.
 

ekreme

New member
Katılım
28 Kas 2006
Mesajlar
297
Tepkime puanı
3
Puanları
0
Yaş
51
-VII-

Tek tük cümleler ve uzun sükûtlar içinde olup bitenler:

- «Sıkılmadığım tek insansın... Şimdi burada (...) olsa, ne konuşayım ben? İyi, hoş ama, olmuyor... Halbuki biz, leb demeden leblebiyi anlıyoruz; ruh... İnsan 40 sene beraber olduğu insanla bile anlaşamıyor... (...) Görüyorsun halimi, senden hiçbir şey saklamıyorum; mintanımın içindeki lekeyi bile gösteriyorum... Bizi anlamazlar; «ben de sizin gibiyim» diye, onlar gibi olduğumu göstermek için taklit yapıyorum sanki... Sonra büsbütün çileden çıkıyorum!»

Mangır yürekli, küt kafalı ve hanım tabiatlı soyunu esirgeyen bir telâş içinde, bahsi kendime çeviriyorum:

- «Efendim, bu bende çok kuvvetli bir his... 1973-74’de, sanki ortalıkta ceryan varmış gibi hisle hiç sokağa çıkamaz hale gelmiştim... Şimdi de kapandım; insandan kaçıyorum, sıkılıyorum... Bu yüzden bir ara (1970-71) ablam, beni psikoloğa görünmem için iknaya çalışıyordu... Tepki gösterince haklı olduklarını sanıyordu... Anlamıyorlar!»

- «Sakın ha! Ruh kamaşması içinde insan küfre kadar düşer; bu hali anlamazlar. Öyle ilaç milaç... İnşallah benim elimden olur.»

- «Şimdi değil efendim; o, benim ruhî tahlilimi yapmaya kalkarken, ben onun... Ruhîyatçılar ruhtan anlamıyor!»

-VIII-

İSTİKBÂL İSLÂMINDIR isimli eserimi okuyorum. Gözleri yarı inik ve tebessümlü dinliyor. «Güzel, güzel!» derken, birden sesi değişti:

- «Tamam, anlaşıldı... Büsbütün mücerrete dalıyorsun, olmaz! Şekere bulayıp yutturacaksın... Bu, saf fikir; sen bana yazıyorsun. Yeniden gözden geçir!»

Fikir maddesini üreten bir mihrak birliğinde, kumaşı ve kumaşım:

- «Benim kumaşım mücerret... Ama bu adi insanlar mücerret fikirden yüzüne sigara dumanı üflenmiş gibi tiksinirler... Önce Kaptan Kusto’yu vereceksin...»

- «Onu sonra verdim efendim!»

- «Olmaz! Ortada bir hakikat var; önce gongu çalacaksın, herkes dönüp bakacak, sonra fikri vereceksin... Sen bana yazıyorsun, yani, önce «vay anasına!» diye ilgilenecekler; gazetecilik yapacaksın... Adamlar bakacaklar, bir takım mücerret fikirler; kimse okumaz! Öbür adamlar zaten paradan başka bir şeyden anlamazlar... Ne dediğimi anlıyor musun? Sende benim bu zamana kadar yokluğundan en çok şikâyet ettiğim mücerret fikir istidadı çok fazla... İfrat halde tecrit var! Herşeyde kıvam; kıvamı bozmayacaksın...»

- «İfrat halde olduğunu biliyorum efendim!»

- «Tamam, çok güzel söylüyorsun; ifrat... Önce müşahhas bir realiteyi ortaya koyacaksın, sonra mücerret fikri massedip-yedirip yutturacaksın. Sana Akıncı Güç için de söyledim, Rapor’da da söyledim; aleladeyi bırakıp çok mücerrete dalıyorsun, anlamazlar! Ben mücerretler adamıyım, benim kumaşım mücerret... Benim hayatımı yazarken en dikkat edeceğin husus da bu; ben hep yedirdim, indim, hatta fazlaca indim. Bu millet saf fikirden anlamaz!.. Ama fikre de kıymamak lâzım. Benim yazılarımı anlamadıklarını söylüyorlar; dönüp tekrara okuyorlar... Ben öyle anlaşılmaktansa, böyle anlaşılmamayı tercih ederim!»

Kafama kelimelerin yetişmediğini yazılarımın suret üstü mânâsını sezerek söyleyen o.

-IX-

Müjdeli emir, elime verilen ruhî yolumun haritası:

«Kuru sıkı pohpohçular... Pohpoha bakmam, kıymeti yok! Benim hayatımı yazabilecek tek insansın... Tek kelimemin bile israf olmadığına inandığım tek sen varsın; Sokrat ve Eflâtun gibi... Eflâtun eserlerinde hep Sokrat’ın fikirlerine yer verdi; ondan öğreniyoruz!»

-X-

«Bunu kimseye söyleme!» diye emrettiği, ancak benim söylemem gerektiğini sandığım bir rüyası; onun hakikatini belirtme borcum!

İncelik şurada: Dava rüyanın anlatılıp anlatılmamasında değil, doğrudan doğruya bana «söyleme!» demesinde. Burada ona nisbetle ben ve doğrudan doğruya onun «misyon»u var! Buradaki «söyleme!» demesinin pahasını da, «söylenenler» içinde değerlendirin; buna nisbetle anlatıyorum!

Nefs hilesi yapıyor gözükmek istemem: Onun hakikatini ortaya diker ve kendi nisbet ölçülerimi belirtirken, eğer kendi hakikatim de görünüyorsa, bu doğrudan doğruya Allah’ın «verdiği nimeti açıklama» borcumun yerine getirilmesidir. Benim yolum da bu!

- «Efendi Hazretlerinin yakınlarından Sabri Bey hastaymış... Aşkımın hedefi... Ne olacağı bilinmez ama, insan birkaç mevsim daha yaşamasını istiyor. Çok iyi rüya tabir eder, korkunç! Rüyamı anlattım: Bir imamın arkasında namaz kılıyorum... Bu kadar! «Efendi Hazretleri seni ehl-i beyti kabul ediyor!» dedi. En yakını... Kimseye anlatma!»

Yüzü mahçup bir renk içinde:

- «TEK KELİMEMİN BİLE BOŞA GİTMEDİĞİNE İNANIYORUM!»

Esrarlı ve ısrarlı bir sesle:

- «Keyfiyetleri Allah’a havale ediniz!»

Israrla üzerinde durması dikkatimi çeken, dil bahsini «ruh ve ruhî» roman olarak görüşümün bütün inceliklerini kapsayan sözü:

- «Bir rüya gördüm: Efendi Hazretlerinin yüzünde «BEN» vardı. Telefonla sordum; öyle... Ben sağlığında «ben» olduğuna dikkat etmemiştim; hiç hatırlamıyorum «ben» olduğunu...»
 

mhmt

New member
Katılım
7 Kas 2006
Mesajlar
2,965
Tepkime puanı
715
Puanları
0
Allah razı olsun..

selametle..
 

ekreme

New member
Katılım
28 Kas 2006
Mesajlar
297
Tepkime puanı
3
Puanları
0
Yaş
51
Bu yazı dizisini Nur yüzlü Büyük Şehid Şeyh Ahmet Yasin r.a. avatarına sahib olan "radikalislam" kardeşime atfediyorum...İlgisine binaen...:)


-XI-

Necip Fazıl gibi bir «fikir çilesi»nin remzi ve «fikir haysiyeti»nin heykeli, «fikir çehremin» hakikatini çerçeveliyor:

- «Benim yanıma bugüne kadar hep budala hayranlık tavrı gösterenlerden başka kimse gelmedi... İş yok!.. Benim için bana karşı gelecek, arkamdan kavgamı yapacak, fikrini ileriye sürecek... Başımı dizlerine koyup yatarken, sırtımdan emin olabileceğim bir dost... Çok şükür buldum!»

-XII-

Uyanıkken horlayanlara mukabil, uykuda «fikir mesaisi» devam edeni anlayan soruyor:

- «Uykuların nasıl?»

- «Efendim, uykuyla uyanıklık arasında, bilmiyorum... Ne uyku, ne uyanıklık; rüya mı, yoksa uyanık mıyım, anlayamıyorum! Bazen net olarak yazı okuyorum ve kalkınca tesbit ediyorum...»

- «Tamam işte, benim de öyle oluyordu... İki-üç yaşlarını hatırlıyor musun?»

- «Çok net... Ama o kadar küçük olduğum için üstünde durmamıştım...»

- «Allah, Allah!.. Ben de çok iyi hatırlıyorum!»

-XIII-

Sorması üzerine kendi rüyalarımın söylemekten çekingenlik duyduklarımı atlayıp, (ki ayrı bir nefsaniyet belirten yanlış bir tutum.), bazılarından bahsedince:

- «Kimseye söyleme bunları!»

Ah ben! Dilimi tutabilseydim!

Israrlı bir sesle:

- «En yakınına bile! Eşine bile anlatma! Yalnız bana anlat halini... İnceler incesi bir yol üzerindesin! Kimi hiç rüya görmez. Efendi Hazretlerine söylediğim zaman, «onlarınki hayvan sıhhati» dedi.»

Gayret göstererek kendisiyle ilgili bir rüyamı anlatınca, daha önce de olduğu gibi yorumsuz geçiştiriyor. İşte bu yorumsuz geçiştirmeler yüzünden çekingenlik duyuyordum. Oysa, öyle davranıldığını ve bana düşenin sadece anlatmak, yani yorum beklememek olduğunu anlayamamıştım!.. Edep korkusundan düşülen edep noksanlığı!.. Cahillik!..

-XIV-

Bindiği arabanın türküsünü çalan soysuzlarla, İslâmı ticarî meta olarak gören işkembecilerden ayrı yanımız:

- «Sizin çocuklarda ticarî bir nosyon yok... Anlamıyorlar. Bir bakıma böyle olması iyi... Paranın kokusuna alışanlar malûm; feci! Ama parasız da olmuyor; kapattığınız iyi oldu, tam kadro olarak beraber çalışrız.»

-XV-

«Bilen»e nisbetle «bilinen»; insan aksiyonu ve kuşatan... Çözdükçe çözülecek olanı doğuran bilmece gibi, vardıkça varılacak olanı işaretleyen esrar:

- «Ne kadar büyük esrar... Bir şeyi kuşatıyorsun, hemen orda başka bir şey teşekkül ediyor; sonra ordan geçiyorsun, orda teşekkül ediyor, takılıyorsun filân... anlıyorsun değil mi? Allah’ın esrarı...»

- «Evet efendim... Aklın kabul ettiği yerde de sıçranılamıyor...»

- «Ne güzel... Ruhlarımız ne kadar benziyor! Tasavvufta maddeye kesafet ruha letafet derler... Mutlak tevhid mümkün değildir. Zevken idrak davası...»

Abdülhakim Arvasi Hazretlerinin hakkında buyurduğunun aynının bana yöneltiyor:

- «10 sene önce gelseydin, herşey başka olurdu... Ama kader!»

-XVI

İçeriye oğlu Ömer girdi; gözüne ilaç damlatacak... O ise, ruhumu nakışlandırmakta devam ediyor:

- «Bu gözüme de şöyle böyle diyorlar, bir teşhis koyamıyorlar... Tabiî nefsimizin bir hakikati var, ama herşey ruhta... Bir sinirleniyorum ayağa kalkamıyorum...»

Gayret gösteriyorum:

- «Eşya ruha tâbi...»

Hamaratlığımın farkında:

- «Benim en yakınım sensin, işte o kadar! Gece, gündüz, ne zaman istersen gel... Bu ev senin! O eseri de çalış, tamamla!..»

-«Başüstüne efendim!»

-XVII-

Fikir mihrakı ve fikir mihrakına bağlı intikal mihrakı olarak devredilecek olan, mânâda nesep bağı... Mânâda öz baba ve öz oğul!.. İnceliklerini, tecrit ve tehassüse misâl bir şekilde diğer eserlerimde işaretlediğim bir bahis ki, sözün söyleyene nisbetle değerlenişine ait:

- «İsmini benimsedin mi, böyle mi devam edeceksin?»

- «İlk ismim bu efendim...»

- «İyi; zaten öyle başlamışsın, öyle devam ettirmen uygun olur... İleride hayatını da öyle yazarlar...»
 

ekreme

New member
Katılım
28 Kas 2006
Mesajlar
297
Tepkime puanı
3
Puanları
0
Yaş
51
-XVIII-

Yakınları büyüklerde o türlü fâni olurlardı ki, yazdıkları mektuplara büyükleri tarafından sadece imza atmak kalırdı. Efendi Hazretlerinin, Üstad’ın makalesini «altın ile yazılacak yazı» diye imzalamasını düşünün... Bu çerçevede İSTİKBÂL İSLÂMINDIR isimli eserimin mânâsı:

- «Senin de benim imzamla bir eserin olsun... İmzamı atabileceğim eser. Sonra Büyük Doğu yayınlarından basarız... Büyük Doğu markası altında benim imzamdan sonra ilk defa basılacak... Büyük mânâsı var!»

- «Çok büyük efendim!»

- «Anlıyorsun işte!»


23 Nisan 1983

-I-

Eskilerin «cânfeza», yani «gönüle ferahlık veren, can attıran» dedikleri, Nisan ayının 23. günü... Bir gün öncesi hayatımın bellibaşlı mühim günlerinden biri; nihaî şeklini vefatından sonra bulan «Kayan Yıldız Sırrı» isimli şiirimin şu mısraı:

- «Gümüş renkte duruldu varolmak kuruntusu!»

Akşamüstü deniz kenarında ne mazi, ne istikbâl, anın rüya oluşunu yaşayan gerçek... Elle tutulur bir musiki ahengi içinde, aynı şiirimdeki şu mısra:

- «Ruh nisbeti bir harman ışık içinde oyun!»

His ve seziş davası; nasıl ki rüyada bir kurbağa görülse ve kalbe yılan olduğu gelse, veya yılan görülse de kalbe hissi gelse... Bir doğuş.

Üstad’ın kapısındayım:

- «Selâmunaleyküm Üstadım!»

- «Ooo! Aleykümselâm! Beni görmeden nasıl yaşayabiliyorsun sen? Gel Sevgilim gel!»

10 gün kadar önce telâşesi vardı ve çok sıkıntılıydı... Bugünse müthiş neşeli!

-II-

Uyarılıyorum:

- «Ben seni lâzım olunca hemen nasıl bulayım? Telefonun yok mu?»

- «Yok efendim... Arkadaşlara haber verirseniz...»

- «Olmuyor ki; acele lâzım oluyorsun... Dün buraya geldiler... Faslı mı, Cezayirli mi... Şairmiş, fikir adamı... «Hakkınızda yazılanları okuduk, görünce öyle bulduk; mutmain olduk» dediler... GÖRÜNMEN LÂZIMDI. Burada olsaydın çok iyi olurdu; MAYAMIZ TUTTU! Ama, Arabistan işi kaldı biliyorsun...»

- «Bilmiyorum efendim...»

- «Duymadın mı? İyi oldu bir bakıma... Adamlar beni dünya çapında büyük aksiyonu tezgâhlama yerine, edebiyatçı bilmem ne diye çağırmışlar... Edebiyat ne? Ben aksiyon adamıyım... 40 senedir kavgasını yapmışım, telif hakkım var. O adamı da çağırmışlar...»

- «Hamidullah...»

- «Zararı yok... Geride dururdu. Bunlar işin lübbünü anlamıyorlar... Verselerdi ya 5-10 milyon. Verebilirlerdi, para çok... Burada bir gazete çıkaralım. Gerçi bu paraya çıkar mı bilmem...»

Epey zaman önce sözkonusu olan bir mesele. Beraber gidecektik veya kendisini temsilen ben gidecektim. Niçin gidemeyeceğim meselesini hatırlattıktan sonra, zamanı gelince düşünürüz kaydıyla askıya alınan dava, tamamen kapandı.

- «Bir faaliyet var İslâm dünyasında... Ama dediğimiz gibi, zirvesi küfür, tabanı mümin... Ne yapacaklarını bilmiyorlar...»

-III-

Vefatından sonra, pişkin kellesinin asılı olduğu köşebaşından sümüklü ağzıyla onu methetme görüntüsü içinde «memuriyet»inin icrasını yerine getirerek tek cümleyle bizi de harcayan (!) kıytırık ve yüzsüz muharrir hakkındaki hüküm ve hiddeti, benzerlerine emsâl teşkil edecek mahiyette ve önceden haber vermeye de misâl teşkil edecek mahiyette ve önceden haber vermeye de misâldir:

- «Puşt! Sen kimsin be, benim karşıma geçecek... Ne ilmin var, ne fikrin... Üslűp bile yok adamda! Tashih yapmaktan aciz köpek, benim karşıma çıkıyor... Güya benle rekabet yapacak. Bana yaptığı kaç oldu namussuzun; bütün yaptıkları var burada... (Büyük zarfları işaretliyor.) Hain, hain...»

Kendisiyle seneler önce 3-5 dakika konuşmuş olan, Osmanlı Mimarî üslűbunun üstadı rahmetli Cevat Ülger (Karamehmetler) ağabeyimiz, o zaman hükmünü vermişti:

- «Öküz gibi bir tip... Kardeşim bu adamları nerden bulup çıkarıyorlar?»

Öyle ya!

-IV-

- «Beni karşılarına almak istemezler, onlar için kötü olur. Ben iki mısra ile ramazanın bütün ruhunu göstererek görüneceğim; aynı parayı verecekler... Farketmez, beni daha çok yükseltir...»

- «Bu parayı kimseye vermezler efendim...»

- «Katiyyen... Söyledim; Ramazan sayfasına (Ergun Göze’nin) koyarsanız geri alırım... Ön sayfada olacak. Senin eserini de Büyük Doğu yayınlarından basarız; onun kadrosuymuş gibi görünmeni istemem... Milyar verseler vermem! Bir haysiyeti var... Büyük sentez... Onun yanında olmaz!»

Kadrosu olması bir yana, kadromun selâ vereniyle bile selâmımı keseceğim adamların kadrosu olur muyum hiç?

-V-

Tamamı 36 parçayı bulan şiirleri ve onlarda toplu, her dem taze açılışların ipuçları:

- «İkimizi anlatıyor şiirlerim, bayılacaksın... «Ölmeden önce nefsini hesaba çek!»... Nefs muhasebesi! Ben yaşadığımı, fikrimi, şiirimde de yazarım... Yaşamak lâzım!

Şerlok Holmes’i yazan... Kimdi o? Büyük resim koleksiyonu vardı...»

- «Hatırlayamadım...»

- «Neyse... Polisiye roman. Ama onda basit hadise anlatma değil... küçük şeylerin arkasını kurcalıyor. Gerisi hep onun kopyası.»

- «Teferruatçılık şuuru...»

- «Evet. Kelimesine bir gazeteden bir altın alıyordu... Uzatıyor... Hissettirmeye çalışıyor, hani «fazlalıklar» filân diye. «Hangisi?» diyor; gösterin! Cevap veremiyorlar, utanıyorlar, «hık, mık»... «Ben buldum!» diyor: «Bakın, iki kelime!»... İsmini gösteriyor! Şöhret... Nerde bizde sanatkâra, fikirciye...»

- «Size verdiklerini kimseye vermezler efendim...»

- «Vermezler! Mısraı 7-8 bin liraya geliyor... Kelimesi 800-1000 lira... Fikir ekmek gibi. Hayatım boyunca fikire değer verilmesinin kavgasını yaptım... Fikir haysiyeti.»

-VI-

Eserimi soruyor:

- «Kitap kaç sayfa?»

- «Günde iki sayfa demiştiniz, ona göre ayarlamıştım...»

- «Yani daralttın... Rahatça yazabilirsin... Acelesi yok; yavaş yavaş tamamla. Elimizde Efendi Hazretlerinin notları var...»

Gözden geçirmek üzere geri aldığım eseri, istediğim şekilde işleyebileceğimi söyleyerek, ondaki tercüme bölümünü de verdi.

-VII-

Ayrılma vakti geliyor:

- «Beni ihya ediyorsun... Sakın ihmal etme, herşeyini bana anlat. Sadece saf fikir konuşalım... Babana selâmlarımı söyle!»

Birkaç seferdir babamla ilgileniyor. Acaba niçin? Geçen gelişimde «senin babanda bir anormallik var mı?» diye sorunca, «hayır!» dedim ve ne demek istediğini anlamadım. «Yani normal. Benim babama deli Fazıl derlerdi... Kanı kaynıyor!» Tamam şimdi oldu.

Ve bir hadisin edasında olduğunu anlıyorum
 

ekreme

New member
Katılım
28 Kas 2006
Mesajlar
297
Tepkime puanı
3
Puanları
0
Yaş
51
12 Mayıs 1983

-I-

Günlerden Perşembe...

Ahmet Arvasi Beyle birlikte, etrafında 8-9 genç...

- «Efendim, kalabalık, rahatsız etmeyeyim!»

- «Görüyorsun işte! Mehmetle bir çay iç, şimdi gidecekler...»

- «Sonra gelirim efendim...»

- «Bekle! Görüşeceğiz...»

-II-

Kalbimde olan, dilinde:

- «Bende bugün-yarın bekliyordum... O gün (rahmetli olan Serdengeçti ve yanındakiler), ok gibi fırlayıp gittin...»

- «Yer kalmadı efendim...»

- «Yer filân değil, üç-dört kişiden yer kalmaz mı? Ruhî bir şey, anladım ben... Eee... Nasılsın? Ne durumdasın?»

- «Hamdolsun, iyiyim efendim!.. Eseri tamamladım...»

- «Haa yaşşa! Böyle çalışman çok iyi, hemen basalım, hemen, hemen! Dergiyi getirdin mi?»

- «Getirmedim efendim...»

- «Getir, ondan kapak yaparız...» (Kusto’nun resmi var.)

İçeriye, oğullarından Mehmet giriyor.

- «Bu tamamlanmış...»

Mehmet, «şimdi çok fenayım» gibi bir şey söyleyerek telâşla çıkıyor.

-III-

Sıpa soyunun, ellerinden geleni ardına koymamalarına rağmen engelleyemedikleri, hesap günüde de hesabı sorulacak dava:

- «İSTİKBÂL İSLÂMINDIR! Ne güzel bir mevzuun var... Allah ne kadar ömür verir, daha ne kadar yaşarım bilmem. Ama senin bizim davamızda bir hayli hisse olarak görünmen lâzım... Zaten benim bir takdim yazım olacak... Bütün hüviyetin görünecek.»

- «Allah mahçup etmesin efendim...»

- «Öyle, öyle! Benim yanıma senin gibi kimse gelmedi... Cins zekâ... Yüzüne karşı methetmem olmuyor ama, kanıma girmişsin! Derinliğine, kanıma; bunu görüyorum... Hayatımı sen anlıyorsun... Bu böyle... Sonra öyle devam edersin.

Dünya bir kahraman bekliyor; bir fikir kahramanı... Hadi bakalım, inşaallah’ bizden bekleniyor, bizde de bir fikir adamının yaşamaması için herşey mevcut... Bu millet fikir diye birşeyden anlamıyor, ama Allah ne gösterir... Biz fikircimizi yetiştirmeye bakalım... Bomboş bir devirdeyiz, bomboş! Ne kadar talihsiz bir nesiliz biz...»

- «Kaç sayfa bu?»

- «Kitap sayfasiyle herhalde 130 sayfa tutar efendim...»

- «Bizim ölçü, Rapor’a göreydi; neyse bakarız... Sen nasıl olsa herşeyiyle bana bırakmışsın. Büyük Doğu markası altında, bir nevi teminat oluyor satış bakımından... Tasavvuf Bahçelerini okudun mu?»

- «İlk çıktığında arkadaşlar getirdi efendim...»

- «BATI TEFEKKÜRÜ VE İSLÂM TASAVVUFU’NU çok beğeniyordun...»

- «Çözüm çekirdeklerini buluyorum...»

- «Onun durumu ne bilmiyorum. Dağıtım ne yaptı, ne yapar... Herşey bir âlem!»

-V-

- «O mütefekkirden bahsettin mi?»

- «Roger Garaudy’den mi efendim?»

- «Komünistken müslüman olan...»

- «Evet efendim. Bir de Louis Althausser var. O da geçen sene intihar etti...»

- «Eee?»

- «Uç noktaya kadar gitmiş iki komünist fikir adamı; biri intihara gidiyor, öbürü İslâm’ı seçiyor.»

- «Mânâlandırman çok iyi... Müslüman olan fikir adamları?»

- «Serpiştirdim efendim.»

-VI-

Postallı demokrasi mimarlarından birkaçı hakkında:

- «Dışarıdan görülüyor, içerideki ahmaklar anlamıyorlar... Bana İslâm’a düşman üç isim söylediler... (...) ... Bunlar idare eden!»

-VII-

Ölçümüz ve gayemiz İslâm, İslâm için... Kendi şahıslarında davamızı Selânik eşeğine döndürenlerse, bizzat imha hedefimiz:

- «Ahmet Bey (Arvasi) söyledi... Ergun namussuzunu görüyor musun? Ahbes’e hakaret etti diye Orhan Apaydın’ı şikâyet etmiş... Olur şey değil!»

- «Efendim, bizden önce yanınıza gidip gelirken, ona duyulan antipati size yöneliyordu. Müslümanların nefret ettiği bir tip... »Müslüman mazlum ve mütevekkil olur. Oysa bu parti ağır sanayiden bahsederek maddiyatçılık yapıyor.» diyen adam...»

- «Namussuz... Sen nasıl şikâyet edersin yahu! Onlar bizim can düşmanımız ama, hastalığın teşhisinde haklı tarafları var... Bunun yaptığını görüyor musun?»

- «Ciğerindeki leke göründü!»
 

kardelence

New member
Katılım
29 Tem 2007
Mesajlar
27
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
40
ben cok yeniyin aceniyin kusura bakmayin ekreme abi yazılarınız güzel ve annamlı allah sen den razı olsun dua ile kalın
 

ahmet_hoca

New member
Katılım
7 Ağu 2007
Mesajlar
123
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
44
Allah razı olsun kardeşim rahmetli üstadı tekrardan anmış olduk
 

ekreme

New member
Katılım
28 Kas 2006
Mesajlar
297
Tepkime puanı
3
Puanları
0
Yaş
51
-VIII-

- «Bir MESERRET kahvesi vardı, sonra pastahane... Birgün Tarihçi Emin diye biri Nazım’a bir şey söyledi... Nazım kalakaldı. Ne de olsa, içinde yaşadığı toplumun ahlâk ukdesi var. Ama nefs muhasebesi filân arama... Bir şey söylersin, «Benim şahsiyetim bozuluyor!» der, kaçar. Ahmak!..»

- «Üstadım, Danimarkalı bir kadın gazetecinin «Bizi Aşktan Koru» diye bir kitabı çevrildi... Melânette öyle uç noktalara gidiyor ki, söylediği lâflardan neye ihtiyaç duyulduğu anlaşılıyor...»

- «Ne diyor?»

- «Efendim, söylediklerinin tesiriyle anlaşılıyor ki, peygamberler olmasa insan cinsiyet mevzuunda bile bir ölçü sahibi olamazdı.»

- «Peygamberler olmasa medeniyet olmazdı, bizim tezimiz. Ama insanda bir de fıtrat var...»

- «Efendim, insandaki istidadın peygamberlerin bildirmesiyle şuurlaşması... Zaten ilk insan ilk peygamberdi.»

- «Evet, şuur çekirdeğindeki görünüyor...»

- «Eğer gaye haz ise, ne ise o...»

- «İşte, Kur’an’da »hayvandan aşağı» diye sıfatlananlar!»

- «Efendim, zannediyorum İsviçre’de, ana-oğul, baba-kız evlenmeleri için kanun teklifi yapıldı...»

- «Olur şey değil! Ama onların ahlâkı da müsaade etmez ki! Kilise, şu, bu...»

- «Efendim, artık eskisi gibi hiçbir şey tepki görmüyor kanıksandı. Artık ıstırabı kalmadı!»

- «Ne güzel söylüyorsun, ıstırabı kalmadı... Adam gazete okurken, şöminenin ateşinden ayağı yanıyor... Bir hastalık var; yanmasına rağmen duymuyor! Yazdım. Istırap bile ilahî bir lütuf, şifa yerine geçiyor! Allah, Allah, ne haldir bu! Ne korkunç hale geldi! Hiçbir devir böyle bomboş kalmadı, hiçbir devir»

-IX-

- «Gençliğimde hep «yolun yarısındayım» derdim. Ömrünün sonunda insan, hamam külhanının sıcaklığını duyuyor; marsık kokusu, yanık kokusu dünyanın... Hani yaklaştıkça sıcaklığını duyarsın...»

- «Efendim, en güzel sözlerinizden biri; «gençliğinize güvenmeyin!» demiştiniz...»

- «Evet... Muazzam bir rüya gördüm...»

- «Hayırdır inşaallah!»

Anlatmadı!

-X-

Mânâların kat kat bina olunduğu vesile sözler:

- «Ver onları kurtul... Sana bir şey vereceği yok ama, rahat edersin! Hangi dersler?»

Sıraladım. Adli tıptan yardımcı olabileceğini söyledi.

- «İlaçlamaya, kesip biçmeye karşıyım... Biz görmüyorsak ölü duymuyor demek değil... Kaç sene oldu?»

- «15 sene efendim...»

- «Ohoo! Hava alıyor musun bu arada?»

- «Arasıra balık tutuyorum efendim...»

- «Ben de hava almak istiyorum; 15 ŞABANDA ÇIKACAĞIM. Biliyorsun Berat kandili... Araba sağlam değil mi?»

- «Sağlam, efendim...»

- «İyi... Beraber karşıya geçeriz. Artık görünme zamanın geldi... Kaçlıydın?»

- «50’li efendim...»

- «Tam çağın! Bizim Mehmet’ten 5 yaş küçüksün o zaman. İnşaallah!»

Sanırım 7 yaş.

- «Allah verdimi, çevreyle beraber oluyor. Allah Sevgilisi’nin devrini düşün: Hz. Ebubekir, Hz. Ömer, Hz. Osman, Hz. Ali... Bizim devrimizse bomboş!.. Düşün, gerileme devrimizde bile kimler var: Bir Abdülhamid Han’ı düşün. Onun gibi kimse gelmedi tarihimizde. Bir Osman Paşayı düşün yanında... Bir tek suçu vardı Abdülhamid’in, bilir misin neydi?»

Bilmemem mümkün mü?

- «Merhamet...»

- «Tamam, merhamet; »«benim yüzümden tek damla müslüman kanı aksın istemem» diyen Hakan... Gittiler, «Kızıl Sultan» ismini taktılar. Dönmeler... Humeyni çok güzel bir söz söyledi: Gök gözlü kâfirler...»

Amerika-Rusya, İran-Irak, İslâm dünyası ve Türkiye, Ekonomi ve anarşi... Bütün bunlar konuşulurken, Üstad’da müthiş bir huzur, müthiş bir güzellik; ve onun nasıl dışa dönük ve eşya ve hadiseye pençesini geçirmek isteyici bir mizaca sahip olduğunu bilenlere ters, içe dönük... Bugün hiçbir şeyden o şeye yapışık bahsetmiyor ve birden, «gök gözlü kâfirler»den sonra sesi ve gözleri... Sesi ve gözleri... Celâl sıfatıyla maruf Üstadımın, ömrünce duymadığım bir şefkat nefesiyle saran sesi... Konuşurken, içini kollar ve uzun uzun sükût araları verirken, buradan sonra sanki konuşmuş olmak, konuşmayı uzatmak ister gibi kesintisiz konuşuyor. Dünya ve meseleleri öyle buruşuk ki, ne anlattığı mühim değil, gözümde yok; ama bu konuşması bitmesin...

Tabiî ki bitti... Ve ben, bunun perde önündeki son görüşmemiz olduğundan habersiz, zevkten kaç köşe olduğum meçhul, elini öpüyorum:

- «Dur, bakayım, sakal bırakmışsın...»

Yüzüm avuçlarının içinde. Eyvah! Kızacak mı?

- «Benim kadar olmuş, maşallah, maşallah, hadi bakalım.»

Sakala liyakat ve sakalla kıl arasındaki farkı anlamayan sersemler, vefatından sonra «nihayet sakal bırakmış olması» marifetinden bahsettiler. Bizse, sakalımızın sakal olmaması şuuruyla Üstad’ın azarlarına sonuna kadar hak vericilik şuurunu gösterdik
 

ekreme

New member
Katılım
28 Kas 2006
Mesajlar
297
Tepkime puanı
3
Puanları
0
Yaş
51
EKLENMESİ GEREKENLER

MÜJDELERİN MÜJDESİ (*)

Birkaç gün önce... Büyük Doğu Yayınlarının idare yerine birer meşale kıvraklığında üç genç geldi. Oturdular ve tek kelime söylemeden bana bir dergi uzattılar: AKINCI GÜÇ... Bunlar bu dergiyi çıkaran ve güden gençler...

En telâşlı ânımda, dergilerine bir göz atmak imkânından mahrum bulunduğum şartlar altında, ancak bir çay içebilecek kadar kısa bir zaman içinde temas edebildiğim ve büyük teması Ankara’dan dönüşüme ertelediğim bu gençler, benim, bugünkü İslâm gençliğine musallat ayrılık ve aykırılık mikropları üzerindeki görüşlerimi dinlerken öylesine müteessir oldular ki, içlerinden biri hıçkırıklarını tutamadı ve başını ellerine gömerek ağlamaya başladı...

Dondum ve acıyla doldum...


Gece yatağıma uzanıp dergilerini açtığım zaman ne görsem iyi?.. Bir baştan öbür başa Büyük Doğu idealinin destanı... Hem de en derin fikir tabakalarına kadar nüfuz edici ve bugünkü aydın İslâm gençliğini Büyük Doğu mihrak ve istikametinde gösterici bir tahlil, terkip, tefekkür ve tahassüs ifadesiyle: ... Alkol kokulu cenaze çelenklerinden daha âdi pohpohlamalarla değil... Duyarak, düşünerek ve yaşayarak...

Hayatım ve dâvamın en acıklı inkisar ve ıstırabını heykelleştiren MSP devşirmesi bu gençler, şimdi demetlerinin bağını çatlatıyor, yepyeni bir demetlenme hasretiyle öz kaynaklarının adını veriyor; ve bu, kendi kendisini tayin ve tespit işinde en soylu ve şahsiyetli çile hakkını tüttürüyordu.

Karanlık bir zindan odasında nabzını sayan bir adama «kalk ve toplan! Yanlışlıklar İlâhî adaletle kendi kendisine patlak verdi!.. Artık açık hava ve güneş senin!» hitabına ermiş gibi oldum ve ben de o genç gibi ağladım.

15 yıllık oluşunun harcı içinde alın terim, hummalı nefesim ve olanca kımıldama gücüm yatan «Millî Türk Talebe Birliği»nin nihayet ölü kalıplar içinde donduruluşu, tek ümit halinde yöneldiğim Ülkücü gençliğin de henüz ruh adelelerine büyük vecd ve tefekkür cereyanını vermeye henüz fırsat bulunmayışı önünde, bu, en beklenmedik yerden kendi kendisine yükselen ses, bana müjdelerin müjdesini getirdi:

Onlar benim ardımdan gelmeyecek, ben onların arkasından koşacağım!

(*) 10 Haziran 1979.
 

ekreme

New member
Katılım
28 Kas 2006
Mesajlar
297
Tepkime puanı
3
Puanları
0
Yaş
51
GENÇLİK (*)

Durum

Bugün mukaddesatçı gençlikte için için en derin ve köklü kaynaşma ve yüce bir hedefe yönelme cehdi «Akıncılar» topluluğundan bir demet elinde baş gösteriyor.

Bunlardan, duyan, sezen, düşünen, farkeden bir kısım «Rapor 5»de işaret edildiği gibi MSP çerçevesine sığmaz bir şahlanışla çizgisini menba (kaynak) ve munsab (netice) olarak Büyük Doğu yoluna perçinlemiş ve «Akıncı Güç» ismi altında bir dergide toplanarak yepyeni bir billűrlaşmaya yol açmıştı.

Bu, tarafımızdan tek nefeslik bir çekiş olmaksızın meydana gelen, ihlâs ve hasbîlikte yüzdeyüz sâf, büyük bir hâdiseydi.

Kuru kalabalığiyle, büyük «Akıncılar» kitlesinin, bu, vicdanları infilâk halinde ve kurmay zekâsında hâlis zümreye ne nispette kulak vereceği ve onların güdümünde kendisine nasıl bir istikamet arayacağı bugün için meçhul... Fakat «Akıncı Güç» dergisinde beliren manaya göre yol ve gaye açık...

İşte ilk fışkırışları üzerine benim, dergilerinde, kendileri için kaleme aldığım yazı:

Işık (*)

«Hiç beklemediğim bir zamanda, hiç beklemediğim bir mekândan ışık fışkırdı... Daima böyledir. İlâhî tecelliler hep böyle tepeden inme gelir. Allah’ın tecellileri, yapmacıksız ve zorlamasız, boynunuz bükük, köşenizde otururken görünüverir.

Bu ışık, hiç birini görüp tanımadığım, görüp tanıyınca da aramızdaki ezelî yakınlığa şahit olduğum gençlerden... Şu anda üçüncü sayısı elimde olan «Akıncı Güç» isimli derginin ilk sayısından...

Bunlar MSP’nin koruduğu ve geliştirmeye çalıştığı «Akıncılar» gençliğinden bir demettir ve işin özü olarak şu sayhayı koparmaktadır:

«Biz ruh hamurumuzu Büyük Doğu teknesinde ve onu yoğuran ellerde idrak ettik ve başka bir tarafa gönül ve kafa nispeti kabul edemeyiz!»

MSP’ye karşı vaziyetim ve onun ulvî dâvayı harcamakta gösterdiği ehliyetsizliğe isyanım malűm olduğuna göre, ilk kalemde bu tecellî beni şaşırtmalı ve samimîliğinden şüpheye düşürmeliydi.

Ama öyle olmadı; bu gençlerin son zamanlardaki düzmece ve ezberletmece teşkilât örneklerinin ruh haletinden uzak olduklarını gördüm ve bana (antipatik) gelen zümre adlarına rağmen onları göğsüme bastım.

Dergilerinde aynen yayınlamak üzere el yazımla kâğıda döktüğüm bu satırları kendilerine ithaf ederken, Akıncı, Ülkücü ve daha bilmeme neci çevreler bir arada, davamızın billûr sarayını, kafdağının, yani topyekûn insanlıkça özlenen eskimez ve pörsümez ideal tepesinin en yüksek noktasında inşa istidadında mimar namzetleri olarak onları selâmlarım.

Onbeşinci İslâm asrının kapısında, İslâmın ebedî gençliğini ve yeniliğini, her an genç, taze ve yeni kimliklerinde ışıldatsınlar ve kafdağına tırmanmak kadar zor ve çetin gayenin mâna ve madde şartlarına ersinler...

Bu kör dövüşü hengâmesinde, ümidim, şimdilik hangi çevreden olursa olsun, işte bu gençlerin belirttiği mayadadır.»

Ve işte, kendilerini ve yollarını tam belirtici karşılık yazıları:

Deklarasyon

Ruh hamurunu Büyük Doğu teknesinde ve onun mimarı elinde idrak eden AKINCI GÜÇ, Millî Selâmet Partisinin teşkilâtlandırdığı Akıncılar çevresi içinden fışkırmış; yolunu, hedefini, temelini ve kaynağını, hiçbir tereddüde fırsat vermeyecek şekilde açıkça belirtmiştir. BÜYÜK DOĞU idealine mıhlı ve dar çerçevelerden kurtulmuş hususiyetiyle Akıncı Güç, tek güdüm işareti almaksızın yolunu bulmuştur.

Kendisinden başka hiçbir tarafa gönül ve kafa nisbeti kabul etmediğimiz bu yol, Peygamberler Peygamberinin kum tepelerine çizip yanlarına çapraz hatlar çektiği düz yolun ta kendisidir. Ve adı «gerçek İslâmiyet»tir.

«Kurtuluş Fırkası» diye isimlendirilen bu yolun çapraz çizgileriyle «Akıncı Güç»ün hiçbir ilişkisi olamaz. Bu çapraz yollar günümüzün küfür nirengi noktası olan malűm partilere karşı olsalar da, hiç birinde kendi ruhumuzun tümüyle tercümanı olmak kıymet ve haysiyetini görmediğimizi ilân ve beyan ederiz.

Hangi birlik ve topluluktan olduğumuzu göstermenin arefe günündeyiz.

Hareketimiz geliş yolunu tıkamak değil, geliş yolunu tıkayan ve karartan yolları tıkamak noktasında... Kısaca PAZARLIKSIZ OLARAK KİM ALLAH VE RESŰLU DİYORSA BİZ ONDAN, O DA BİZDENDİR. Ve kim yolumuzu en şaşmaz ve tâviz vermez istikamet bilgisiyle gösteriyorsa liderimiz odur.

Eskilerden hiçbir ümidimiz yok ve gözümüz pazarlıksız İslâm aşkının yeni gençliğinde...

İsa Peygambere atfedilen meşhur kelâm gereğince «bizden olmayanlar bize zıttır; bizimle toplanmayanlar dağıtır» hikmeti şiarımızdır. İşte bu şiar içinde yeni İslâm gençliği, yani olanca saffet ve asliyyetiyle gerçek İslâm gençliğini dar çerçevelerini tepeleyerek çevremize ve saflarımıza katılmaya çağırıyoruz.

Bu çevrenin adı, ruhu, mekânı ve zamanı yakında mahyalaşacaktır.

Aramıza katılmamaya sebep gösterilebilecek hiçbir mazerete açık kapı bırakmamak ve her türlü mazereti mahkûm etmek için peşinen bildirelim ki, bizim hiçbir teşekkülle sürtüşmemiz yoktur ve hiçbir teşekkülle karşı da intikam hesabımız bulunmamaktadır. Derdimiz, sadece dâvamızı dar ve hasis çerçevelerde harcanmaktan kurtarmak ve kızgın bir aşk potasında erimek ve kaynaşmak hasretidir.
 

ekreme

New member
Katılım
28 Kas 2006
Mesajlar
297
Tepkime puanı
3
Puanları
0
Yaş
51
BEYANAT (*)

Muhasebemiz

Yedincisi başka Rapor... Büyük Doğu idealinin dernek, dergi, fikir ve aksiyon plânında karar kıldığı, hayatî bir durak noktası ve istikbale göre kendisini plânladığı bir oluşun habercisi...

İlk madde şudur:

Büyük Doğu’yu geçen devresi ve bildiğimiz şekil (plastisite) ve kadro içinde artık beklemeyiniz!..

Büyük Doğu her sayıda kâğıt, matbaa, dağıtım dertleri arasında bütün bu çaparızları sivilce kadar küçültücü, kanser çapında bir âfetle karşılaşmış ve 1943’den beri basamak basamak terakki eden bu âfetin, Şirin’e kavuşmak uğruna iğneyle dağ delen Ferhad’vâri, giderilebilmesi için 37 yıl tırnakları kan dolu çalışmıştır.

Bu Ferhad benim; ve bu gerçeği tespit borcu, Allah’ın Resulüne «Sana verdiğim nimetleri dile getir!» emrindeki hikmetten bir pay olarak meydan yerine dikilmesi gereken bir halk tecellisidir.

Bu âfet nedir?

Türk muharriri, mütefekkiri, sanatkârı diye bir şey kalmamıştır. Evvelkilerde Tanzimattan Cumhuriyete, sürünen şaşkın ve biçare gidiş ise, her türlü eksiğine ve sahteliğine rağmen bir moloz tepeceğine nispetle Uludağ kadar heybetlidir.

Cumhuriyet devresi, fikri iğneli fıçı içine alan ve her türlü muhasebe ve murakabeyi yasaklayan bir baskı altında insan tarlasını yangın yerine çevirmiş ve yetiştirdiği devrimci (Homongolos) modelleriyle 20. asrın ortasına kadar, düşünen insan tipini çıkartma kâğıdına inkılâp ettirmiştir. İnkılâbın ne olduğunu söyleyecek değiliz ama iddia ettikleri devrim sonunun bu olduğunu rahatlıkla kaydedebiliriz. Cumhuriyete kadar 80 küsur yılın fikir ve sanat adamları, ondan sonraki 50 küsur yıl içinde pörsüye pörsüye, ilim, siyaset, ahlâk ve iman sahalarında bugünkü destanlık rekora ulaşmıştır.

Felâket, ismine Türk denilen Lâtin harflerinin kabulüyle başlar, İslâm santralinin tellerini kesmekle devam eder ve nihayet Türkçe dedikleri ve kargalara bile kahkaha attıracak uydurukça ile kafaları en azizi mefhumlardan yoksun bırakarak bugüne kadar gelir.


Netice şudur:

Muharrir, müellif, mütefekkir, sanatkâr diye hiçbir fikri ve ruhî cehd belirticisi kalmamış; ve bu unsurlardan mahrum bir cemiyetin yok olmaya gittiği bir türlü anlaşılamamıştır. Böyle bir fideliği eline geçiren maddecilik ve komünistlik de nihayet son derece açıkgöz bir strateji ve taktik takip ederek devleti yıkmak teşebbüsüne kadar uzanmıştır.

Mes’ûl, ruh dayanağını bâtılların en çürüğünde aramaya mecbur bırakılan gençlik değil, malûm devrimlerin Türk ruhunu aç ve susuz bırakan (doğrultusudur.)

İşte 37 yıl önce bu halin dâvacısı olarak ortaya atılan Büyük Doğu, Türk’ün ruh köküne bağlı ve tüm insanoğlunu kuşatıcı bir ideal bayrağını açtığı ve bugün olgunları 50-60, gençleri ise 20-30 yaşları arasında büyük bir kadroyu teknesinde yuğurduğu halde, ilâhî takdir icabı 1 iyiye karşı 1000 kötü peydahlandığı için zümresini ambalajlayamamış ve bunların münferit ve münzevî kalmalarına önleyememiştir. Bu nokta son derece esrarlı bir keyfiyet ifade eder ve «hiç»ten «hep»e talip olmanın çilesini gösterir.

Büyük Doğu siyasî partiden türlü dernek, dergi ve zümreleşmelere kadar doğmalarında âmil olduğu, fakat düşük çocuk olmaktan kurtaramadığı meydana gelişler arasında, hem fikir ve hem hareket bakımından (senfonik) ve (filarmonik) orkestrasını kuramamış, bu orkestra tecrübelerinden faydalanıp dışarıya kaçanların istiklâl edişlerine ve (solo) davranışlarına «dur!» diyememiş ve her biri prenslik iddiasındaki kopuşları bütünleyememiştir. Bu hale İslâm’ın ilk ruh bunalımı safhasındaki «Mûtezile» davranışı mânasından bir hikmet gözüyle bakabiliriz. Büyük Doğu’dan sonra herkes onun yerine geçmeye kalkıyor, fakat hiç kimse, yerinin Büyük Doğu dairesinin içi olduğunu takdir edemiyor. Bu manzarayı ister bizim aczimize, isterse milletimize tatbik edilen ölüm aşılarının doğurduğu akamet ve istidatsızlığa bağlayabilirsiniz.

1943’den beri en yaşlısını 57 ve en gencini 20 yaşında olarak belirttiğimiz nesillerin içinden orkestrada birinci keman mevkiini doldurabilecek veya aksiyon hamlesinde davulcu derecesini tutabilecek ehliyetler yetişememiş, ortalığı sadece hayranlar ve tutkunlar kalabalığı doldurmuştur.

Bu teşhis, boğucu ve öldürücü olmak yerine tatmin ve ihyâ edici bir itiraftır ve artık son hamlemizin gününe ait şartları ortaya koyan bir nefs muhasebesi mahiyetindedir. Ve ıstıraplı olduğu kadar ümitli...

Evet, 40 yıllık dâsitânî mücadelemiz neticesinde bugün, dikiş tutturulamaz ve birbirine eklenemez parçalar halindeyiz ve «gel!» diye çağırılacak olsak ilk adımı atacak, el ve ayak parmakları sayısınca bir hâlisler kadrosundan bile yoksunuz.

Hayran ve alkışçılarımız hiçbirinde büyük dâvanın istediği ruh adalesi ihtizazından, aşkından, vecdinden, ilminden, irfanından, ahlâkından, fedakârlığından eser mevcut değildir. Bu da Cumhuriyet ve sahte inkılâplar çığırının nasıl bir sam yeli estirdiğine ve her şeyi kurutup çürüttüğüne ayrıca delildir.

Hattâ günümüzün solculardaki şeytanî vecd ve atılganlığını, bu sam yeli tahribatına ve ruhlardan sildiği ideal ihtiyacına ters tarafından bir cevap sayabiliriz. Halbuki cevap kumaşın tersinden değil, yüzünden gelmeliydi.

Anadolu’nun bazı şehirlerinde Haymana ovasını taşıracak çapta kalabalıkların herbirinden otomobille yerimize dönerken şöyle demişimdir:

«Bize gösterilen alâkayı görüyorsunuz ya; hakikatte biz, dâvanın anlayanları bakımından işte bu otomobilin kadrosu miktarındayız!»

15 yıl kadar evvel el attığımız ve Altı Ok’tan kinaye 6 sütunlu mekânında zaman ölçüsünü ele geçirdiğimiz Millî Türk Talebe Birliği bir aralık Büyük Doğu teknesinde yuğurula yuğurula en güzel kıvamını bulmuş ve özlediğimiz neslin mayasını tutturma vaziyetine gelmişken işi kabuk tarafından alan son güdücüleri marifetiyle nihayet dondu, filiz veremez oldu ve bir turizm, imtihana hazırlama, talebe ihtiyaçlarına çare arama tezgâhı haline geldi; ve böylece, genç adamın tek ruh adalesi olan vecd ve heyecan (potansiyel)ini feda etti, kendisini kırtasiye dükkânına çevirdi. Bir zamanlar beni Kars’tan Edirne’ye kadar konferanslar vermeye, tüm Anadolu gençliğini Büyük Doğu mihveri etrafında halkalamaya, İstanbul’un en büyük meydanlarında şahlanma mitingleri tertiplemeye kadar giderken şimdi kapılarını yüzüme kapadı. Bu işde ne gibi siyasî tesirlerin rol oynadığını deşmek benim için tenezzül olur.

Öbür taraftan karşıma, mücerret mânada ruh adaleleri yerinde, lâkin ruh muhtevasının kıvamı şüpheli, son derece müstaid, ama başsız ve güdümsüz Ülkücüler topluluğu çıktı. Onları, büyük toplantılar, seminerler, konferanslar halinde ruhî muhtevaya kavuşturmak emelim ise, son anarşik hadiseler yüzünden akîm kaldı. Böyleyken içinde gizli bir altun madeni bulunan bu dağı elekten geçirmek ümit ve azmin kırılmadı.

Gerisi zifos ve cavalacoz...

Nihayet beklenmedik bir tecelli bana hasretini çektiğim gençliğin, ben farkında olmadan tohum atmış örneklerini kendi ayaklariyle kapıma getirdi. Bunlar Millî Selâmet Partisi’nin Ülkücülere karşı olarak geliştirdiği «Akıncı gençler»den «Akıncı Güç» halinde kopup Büyük Doğu idealine bağlı olmaktan başka yol ve gayeleri olmadığını haykıran bir zümredir; ve kendi markalarını taşıyan dergilerini kapamak. Büyük Doğu’ya katılmak, şartlar imkân verince de teşkilâtını kurmak üzere şimdiden tek mihver etrafında kümelenmişlerdir. Hikâyelerini eski «Rapor»larda gördüğümüz bu gençler, ellerimin teması olmaksızın, derinliğine ve genişliğine Allah’ın bahşettiği hacim sayesinde ve bir şimşek aydınlığı denecek kadar kısa bir temas neticesinde 40 yıldır aradığım gençliğin heykel kalıbını bana gösterdiler ve hem dergi, hem dernek noktasından ilerideki oluşumuza değin «Rapor»larda benimle beraber tecelli vazifesi üzerlerine aldılar.

Yetişecekler, olacaklar ve istikbalin eser verici kaliteli gençliğinin ne olduğunu gösterecekler...

Son ümidini bu ve benzerleri gençlerin yetişmesine bağlıyor ve bana refakat ve orkestrada birinci keman ehliyetine erişmek bakımından, eskilerden birkaçı müstesna, şimdi yaşları 30-60 arası olanları topyekűn ıskarta kabul ediyorum. Aralarında gerçek birer kıymet ve istidat olarak başlayıp da sonradan istiklâl ilân edenleri ve piçliklerine bakmadan bir taş üstüne çıkıp baba horoz taklidi yapmaya kalkışanları da kendi hallerine bırakıyorum.

Bir havan dibinde ilk cevherini gösterdiğimiz ve ondan sonra her taraftan bu cevher üzerine yığınlar boşaltarak cevherleştirdiğimiz, «Allah ve Resulü» diyen tüm Anadolu gençliğine topyekûn oluş biçimini çizeceğimiz hareket başlamak üzeredir.

(Otomobil –zatülhareke- kendisiyle hareket) olmak vasfını 37 yıl sonra bana getiren bu gençler bunca uzun sürücü bir sabır ve tahammül sonunda, Allah nasip ederse, ileride dergi, dernek, parti, vatan ve millet nasıl heykelleştirilebilir sualinin cevabını hazırlamaktadırlar.
 

ekreme

New member
Katılım
28 Kas 2006
Mesajlar
297
Tepkime puanı
3
Puanları
0
Yaş
51
İşte, kendi öz kalemlerinden doğma (deklârasyon)ları:

Deklarasyon

-I-

Gölge I. dönem, Gölge II. dönem ve Akıncı Güç... İlk haykırıştan sonuncusuna kadar herbiri, Büyük Doğu şuuruna doğru yükselen basamakları gösterici ve bu şuura bağlı olarak kendi dereceleri içindeki hareketin vasıtaları... Kafası esen rüzgâra göre yön değiştirenlere karşılık bu çizgiyi, aynı kaynaktan beslenerek aynı hedefe doğru «gelişen» bir şuur diye ifade edersek, sebebini, bağlı olduğumuz «doğru yol» anlayışını işaret niyetinde arayın.

-II-

Ruhumuza tercüman olacak kıymet ve haysiyetteki teşkilat hasretiyle ve her türlü silahla mücadele anlayışı ile, kimle göründüysek ve ne yaptıysak, Büyük Doğu anlayış mihrakına bağlı olarak yaptık. Ancak bizi temsil etme liyakatinden uzak ve oluş yolunu karartan malum parti ve kof gençlik teşkilâtlarının hiçbirinde, bu ruha tercüman olma istidadını görmedik. Şimdi gözümüz mensubu olacağımız kendi öz teşkilâtımızda.

-III-

«Büyük aksiyon ruhu, kültür edası, sanat ve estetik anlayışı, dâva aşk ve ahlâkı içinde, kim yolumuzu en sarsılmaz ve taviz vermez istikamet bilgisiyle gösteriyorsa liderimiz odur!» dersek, tâbi olanı ve olmayanıyla herkes bunun kim olabileceğini, kendi öz babasının isminden daha iyi bilir. Böyle bir liderin maiyetine girmenin bir liyakat işi olduğundan habersiz başıboşlara karşılık, maiyet olmanın ve yetenekleri liderin emrine vererek kendini ortaya koymanın ne demek olduğunu göstermek de bizim borcumuz.

-IV-

Her türlü yarım oluşun engelcisi tavır önünde, kaçan keleşlerden olmayan ve oluş zorluklarını sıçrama tahtası bilenleri, bu anlayışın sahibi olarak saflarımıza; doğru yol anlayışındaki birliğe çağırıyoruz.

-V-

Daha önce belirttiğimiz gibi hareketimiz, geliş yolunu tıkamak değil, geliş yolunu tıkayan ve karartan yolları tıkamak noktasında... Ve gözümüz sadece İslâm aşkının yeni gençliğinde...

-VI-

Aramıza katılmamaya sebep gösterilebilecek hiçbir mazerete açık kapı bırakmamak için tekrar belirtelim ki; kim pazarlıksız olarak Allah ve Resulü diyorsa biz ondanız ve o da bizdendir. Bizim gibi dar çerçevelerini tepeleyecek ve kaleme aldığımız bu deklerasyona imza atabilecek olanlarla hiçbir meselemiz olamaz. Dar çerçeveleri içinde kendilerine yönelttiğimiz doğru tenkitler de, üzerinde «girilmez!» yazılı levha olarak kalır...

-VII-

Kısaca iç savaşı ihtar eden şartlarda birleşmenin ve gerçek İslâmiyeti temsil eden Büyük Doğu aksiyonunun ne olduğunu göstermenin günündeyiz. Derdimiz de, dâvamızı dar ve hasis çerçevelerde harcanmaktan kurtarmak ve kızgın bir aşk potasında erimek ve kaynaşmak hasretiyle ifadeli...

-VIII-

Tek kelimeyle:

NE PUT ADAM, NE HAM YOBAZ, NE BOZKURT; YENİ NİZAM, YENİ İNSAN, YENİ YURT.

-IX-

Şimdiye kadar belirttiğimiz küçük görünüşlerin üstüne bir perde çekiyor ve «büyük zuhur»a kadar, oluşumuzu tamamlamak üzere Büyük Doğu mihrakında toplanıyoruz.

AKINCI GÜÇ

(*) Nisan 1980.



GENÇLİK (*)

Gerçek Gençlik

Pislik arsasındaki odun yığının gizli bir köşesindeki tek bir kıvılcım... Odunların üstüne yıllar ve asırlardır, yağmadık dolu, düşmedik kar kalmadı. Odunları küf basmış, pas yutmuş, rutubet bürümüş; üstelik Garp dünyasının bütün kanalizasyonları bu odunların üzerine akmıştır.

İşte, arsadaki böyle bir odun yığının gizli bir köşesindeki tek bir kıvılcım noktası...

Kim bilir hangi muazzez velinin mangalından sıçradı, hangi muhterem mustaribin sigarasından düştü de, bu, süngerlerden daha ıslak ve çöp tenekelerinden daha kirli odun yığının bir köşesinde karargâh kurabildi.

Bu odun yığını, uzaklarda, çok uzaklarda ormanı temsil eden ve her gün bir ağacı daha köklerinden koparılıp mâhut arsadaki yığına atılan münezzeh Türk milletinin içinde menhus bir zümredir; ve işte biz, böyle bir odun yığının gizli bir köşesinde, tek bir kıvılcım noktası olarak doğduk.

İşte bu kıvılcım, Büyük Doğu’nun bugünedek 37 yıllık hayatı boyunca o gün 20 yaşındakilerin şimdi 57’lik örnekleriyle beraber yine şimdi 20 yaşındakileri kuşatıcı bir ruh gençliği elinde nesil nesil sıçrayarak büyük bir yangına dönmüştür.

Ne yazık ki, alevler ormanı çepeçevre saracağı yerde taraf taraf parıldamakta ve bir türlü halkayı bitiştirememektedir. Üstelik birbirlerine yaklaştıkları her yerde «sen-ben» dalaşmasına girmekte ve sönme alâmetleri göstermekte...

Bugün sayıları yüzbinleri bulan, fakat merkezî teşekkülden henüz mahrum bulunduğu için ilk bakışta Büyük Doğu gençliği, topyekûn Türk milletinin kıvamını getirecek olan havan’ın dibindeki ana cevher...

Ortada bulunan bütün teşekküller, dernekler, birlikler ve türlü yaftalar, tek bakışta göze görünmeyen Büyük Doğu mayasından çeşni almış varlıklar...

Şimdi dâva, Büyük Doğu havanının kapağını açıp, bütün bu perakende ve birbirine düşmüş gençliğin öğütüleceği güne kalıyor.

O gün yakındır!..

Ve çoktan mortiyi çekmiş olan 5 kafiyeli 6 Ok nesline mukabil vatan yıkıcısı olan Orak-Çekiç kuşağının kanalizasyonda boğulmasıyla beraber boyunu gösterecektir gerçek Türk gençliği...

Hele ortalık biraz yatışsın, kara bulutlar kalksın da görün!..
 

radikal

New member
Katılım
10 Şub 2007
Mesajlar
2,635
Tepkime puanı
1,763
Puanları
0
Yaş
50
Konum
Gönül aleminden
İnşaallah üstad kılıklı dostum, inşaallah. O günler yakındır.

Bu güzel emeğine tekrar teşekkür ederim. Allah (cc) razı olsun. Güzel bir hizmet verdin. Karşılığını da Rabbim sana güzel bir şekilde yaşamanı nasip etsin. Dedik ya, meşveretten muhabbet doğar bizede okuduktan sonra güzel bir hal oldu, biraz meltem ferahlığı yaşattı bu satırlar. Bizde bunu paylaşalım inşaallah;

Turan'lar Dursun'lar ölmez! dediler,
Bir Yiğitin keskin bakışlarında sona erdiler!
Er meydanını, ellerini bağlayarak, erlere kapadılar,
Turanları dursunları yeniden hortlattılar.
Zinnureyn'e karşılık, kullateyn dediler,
İftira ve çirkinliklerinden kuleler diktiler,
Ehl-i imana küfür üstüne küfür de ettiler,
Her küfürde bir Mirza yeşerttiler!
Salih'ler olmasa da şimdilik bu meydanda,
Gölgesi dahi yetiyor korkmalarına,
Korku ecelin olsa da, korkmasana be salak!
Senin gibilerin sonu, bizim gibilerin elinden olacak!

[email protected]
 
Üst Alt