Neler yeni
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Abdest

kafkaskartali

New member
Katılım
10 Haz 2007
Mesajlar
106
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Yaş
53
Konum
Almanya
ABDEST BAHİSLERİ

Abdestin Tanımı

Abdest kelimesinin arapçadaki karşılığı “vudû” masdarıyla ifade olunur. Ki bu masdar lügat açısından güzellik ve temizlik anlamına gelir. Istılâhî anlamına gelince vudû', yani abdest, özel bir temizlik olup suyun husûsî organlar üzerinde özel bir şekilde kullanılmasıdır. Ki bu organlar da yüz, baş, eller ve ayaklardır.50

Abdestin Hükmü

Hüküm kelimesinin ne anlama geldiği geçen bölümlerde anlatıldığına göre şu kalıba dökülebilir: Hüküm: Yapılan bir fiile terettüp eden ve sâri' tarafından konulan bir eserdir. Buradaki maksat da zaten budur. Şâri', abdest alma fiilini işleyenin, hades halinin ortadan kalkacağını beyan buyurmuştur. Ki abdest almakla farz ve nafile namazlar, tilâvet secdesi, şükür secdesi, farz olsun nafile olsun “beyt-i muazzama”nin tavafı gibi dinî görevler eda edilebilir.

Hanefiler dediler ki: Abdestsiz olarak Kabe'yi tavaf edenin tavafı sahîh olur. Ama bununla birlikte bir haram işlemiş olur. Zîrâ tavaf için hadesten temizlik vâcibtir. Vacibi terkeden ise günahkâr olur. Ama abdest, tavafın sıhhat şartı değildir.

Zîrâ Peygamber (s.a.s.) Efendimiz buyurmuşlardır ki:
“Beytin etrafında tavaf yapmak, namaz gibidir. Ancak şu farkla ki: Tavafta sizler konuşuyorsunuz. Tavaf esnasında kim konuşacak olursa hayırdan başka bir şey söylemesin.” 51
Bu gibi amelleri edâ edecek birisinin abdestli olması farzdır. Abdest-siz birinin bu işleri yapması helâl olmaz. Mushaf'a dokunmak da böyledir. İster bir kısmına dokunulsun ister tamamına dokunulsun abdest alınması vâcibtir. Bir âyet okuyacak olsa bile yine böyledir. Mezheblerin bu husustaki detaylı görüşleri aşağıda anlatılmıştır.

Malikiler dediler ki: Abdestsiz olarak bir kısmına da olsa Mushaf'a dokunabilmenin bazı şartları vardır:
a. Mushaf, arapçadan başka bir dille yazılmış olmalıdır. Arapça yazılmış olana abdestsiz olarak dokunmak hiçbir surette mümkün değildir. Yazı stili kûfî de olsa mağribî de olsa veya başka bir tarzda da olsa hüküm aynıdır.
b. Mushaf'ın bazı âyetleri para üzerinde yazılı ise bu paralar, insanların muamele araçları olduğundan buna mecburen dokunulacağından, zorluklar gözönünde tutularak buna ruhsat verilmiştir:
c. Mushaf'ın tümünü veya bir kısmını korumak amacıyla ele almak. Bu durumdaki bir kişi abdestsiz de olsa Mushaf'ı eline alabilir. Bazıları da derler ki: Korumak gayesiyle de olsa abdestsiz biri, Mushaf'ın ancak bir kısmını tutabilir. Abdestsiz olarak tümünü eline alması caiz değildir. Ayrıca abdestsizin, korumak amacıyla Mushaf'ı eline alabilmesinin iki şartı vardır:
1. Mushaf'ı eline alacak kimse müslüman olmalıdır.
2. Mushaf, pisliklerin kendisine ulaşmasına engel olacak bir örtü ile örtülü bulunmalıdır.
d. Mushaf'ı abdestsiz olarak eline alan kimsenin, Kur'an'ı öğrenen veya öğreten biri olması gerekir. Bunların abdestsiz olarak Mushaf'ı ellerine almaları caizdir. Bunların mükellef veya gayr-ı mükellef olmaları hüküm bakımından bir farklılık getirmez. Kur'an-ı Kerîm'i öğrenen veya öğreten kişinin, aybaşı halini geçirmekte olan hayızh bir kadın olması mümkündür. Bunların dışındaki kimselerin abdestsiz olduklarında Mushaf'a dokunmaları hiçbir surette caiz olmaz. Abdestsiz bir kimsenin çanta içinde veya askıda da olsa Mushaf'ı taşıması, üzerinde Mushaf bulunan sandık, kürsü ve yastığı taşıması da caiz olmaz. Ama Mushaf, bir şeyin içine konulmuşsa abdestsiz biri o şeyi taşıyabilir. Çünkü bu durumda Mushaf, o eşyaya tabi olmuş oluyor. Eğer maksadı Mushaf'ın içinde bulunduğu şeyi değil de sadece Mushaf'ı taşımaksa bu caiz olmaz. Abdestsiz birinin Mushaf'sız olarak ezberden Kur'an okuması câİz ise de en faziletlisi, abdestli olarak okunmasıdır.
Hanbeliler dediler ki: Abdestsiz olarak Mushaf'a dokunmak veya ele alıp taşımak bazı şartlara bağlıdır:
Mushaf, kendisinden tamamen ayrı bir kılıfta bulunmalıdır. Eğer torba gibi kendisine bitişik bir kılıfta bulunursa mendile veya kâğıda sanlı olursa, bir sandıkta olursa veya taşınması istenen bir ev eşyası içinde -Mushaf'a dokunmak gayesi güdülsün güdülmesin- bulunursa bu durumda abdestsiz olarak Mushaf'a dokunmak veya onu ele alıp taşımak caiz olur. Yine aynı şekilde temiz bir bez içinde bulunması şartıyla Mushaf'ı korumak gayesiyle ele almak da caizdir. Ayrıca taşıyacak olan şahıs mükellef olsun olmasın Mushaf'ı elde taşımanın caiz olması için abdestli olmak şarttır. Ancak bu durumdaki gayr-i mükellef çocuğun abdest alması vâcib değilse de velîsinin kendisine abdest almayı emretmesi vâcibtir.
Hanefîler: Mushaf'ın tümüne veya bir kısmına dokunmanın veya elde taşımanın veyahut da Mushaf'taki âyetleri yazmanın caiz olmasının bazı şartlara tâbi olduğunu söylemişlerdir.
1. Zaruret hâli. Meselâ bir şahıs Mushaf'ın suya batıp gideceğini veya yanmak üzere olduğunu görse abdestsiz de olsa, kurtarmak amacıyla Mushaf'a elini vurabilir.
2. Mushaf, kendisinden ayrı olmalıdır. Meselâ bir kese içinde veya çanta içinde veya kâğıda veyahut mendile sanlı olursa abdestsiz olarak dokunabilir ve taşıyabilir. Ama kendisine bitişik cildi içinde veyahutta satımı esnasında ayrıca bir pazarlığa tabi olmadan kendisiyle birlikte satılan bir kabın içinde bulunursa abdestsiz olarak dokunulamaz ve taşınamaz. Ayrı bir pazarlığa tâbi olmadan kendisiyle birlikte satılan bu kap ayrı da olsa “Müftâbih” görüşe göre hüküm değişmez.
3. Buluğ çağma gelmemiş çocuk, öğrenmek amacıyla abdestsiz olarak Mushaf'a dokunabilir. Bunda, zorlukların giderilmesi prensibi gözönünde tutulmuştur. Ama buluğa ermiş bir insan veya hayız hâlini geçirmekte olan bir kadın, öğretici de olsa öğrenci de olsa Mushaf'a dokunamaz.
4. Mushaf'a dokunacak şahsın müslüman olması gerekir. Müslüman birinin gücü yettiği takdirde “gayr-i müslim” bir şahsın Mushaf'a dokunmasına fırsat ve imkân vermesi helâl olmaz. İmam Muhammed, gusül yaptıktan sonra “gayr-i müslim”in Mushaf'a dokunmasının caiz olduğunu söylemiştir. Gayr-i müslim'e Kur'anı muhafaza ettirmek, yukarıdaki şartlara uygun olduğu takdirde caiz olur. Zira abdest alıp da temizlenmeyen birinin, vücudundaki organlardan herhangi biriyle Mushaf'a dokunması helâl değildir.
Kur'an-ı Kerîm'i ezberden okumak, abdestsiz olarak da caizdir. Cünüp kimselerin ve hayızlı kadınların ezber de olsa okumaları haramdır. Kur'an-ı Kerim'i ezberden okuyacak birinin, abdestsiz ise abdest alması müstehabtır. Şunu da hatırlatmakta yarar vardır kanısındayım: Kur'an-ı Kerîm tefsirlerine abdestsiz olarak dokunmak mekruhtur. Fakat hadîs ve fıkıhla alâkalı diğer kitaplara abdestsiz olarak dokunmak, ruhsat kabilinden'caizdir.
Şâfiîler: Mushaf'ın tümüne veya bir kısmına abdestsiz olarak dokunmak veya taşımak bazı şartlara bağlı olarak caiz olur demişlerdir. Şöyle ki:
1. Mushaf'ı korumak amacıyla dokunacak veya taşıyabilecektir.
2. Mushaf'taki âyetler dirhem, cüneyh veya diğer paralar üzerinde yazılı ise abdestsiz olarak bunlara dokunulabilecektir.
3. Mushaf'taki âyetlerin bazısı delil olarak ilim kitaplarında yazılı olursa abdestsiz olarak bu kitaplara dokunabilir. Bu kitaplardaki âyetler az da olsa çok da olsa aynı hükme tâbidir.
Tefsir kitaplarına gelince bunlara abdestsiz olarak dokunmak, tefsirin Kur'andan fazla olması hâlinde caizdir. Eğer Kur'an, tefsirden fazla ise abdestsiz olarak dokunulamaz.
4. Kur'an âyetleri bir elbise üzerinde yazılı olursa, abdestsiz olarak bu elbiseye dokunulabilir. Ve bu elbise taşınabilir. Kabe örtüsü de bunun gibidir.
5. Öğrenmek amacıyla çocuğun Mushaf'a abdestsiz olarak dokunması veya Mushaf'ı taşıması caizdir. Velisi dokunma veya taşıma işinde bu durumdaki çocuğa destek de olabilir. Ardı sıra çocuğu korumakta olsa bile yine bu durumdaki çocuğun Mushaf'a dokunup onu taşıması caizdir.
Bu beş şarttan biri ihlâl edilecek olursa Mushaf'a dokunmak caiz olmaz. Bu durumda Mushaf'tan bir tek âyet de olsa yine caiz değildir. Mushaf, cüzlerin muhafaza sandığı gibi küçük bir sandığa konulursa veya küçük bir rahlenin üzerine konulmuş olursa abdestsiz birinin bu sandığa veya rahleye dokunması da caiz olmaz. Ama eğer büyük bir sandığın içine veya büyük bir kesenin içine konulursa, Mushaf'ın hizasındaki kısım dışında bu sandığa veya keseye dokunmak caiz olur. Mushaf'ın cildi kopar da içinde Mushaf'tan bir parça kalmazsa, bu cild başka bir kitaba takılmadıkça abdestsiz olarak dokunulamaz. Fakat koptuğu Mushaf'a ait olduğu sürece abdestsiz olarak dokunulması haramdır. Bu durumlarda Mushaf'a dokunmak haram olduğu gibi, üzerinde Kur'an âyeti yazılı levhalara dokunmak da haramdır. Abdestsiz birinin bir parçasına da olsa, üzerindeki Kur'an âyeti silinmiş de olsa dokunması haramdır. Şunu da bilmek gerekir ki: Mükellef birisi, abdestsiz de olsa elini üzerine dokundurmaması şartıyla Ievhâ ve benzeri şeylere Kur'an âyetlerini yazabilir.
Şu hususu hatırlatmakta da fayda vardır ki: Mushaf'ı Şerif sandık, elbise ve benzeri ev eşyalarının içine konulmuşsa bunları da abdestsiz olarak taşımak haramdır. Ancak maksat, sadece bu eşyaları taşımaksa bu helâldir. Yok, ama bunlarla beraber Mushaf'ı da taşımak kastedilmişse veya maksat, sadece Mushaf'ı taşımaksa bu helâl olmaz.52


50 Abdurrahman Cezırî, Dört Mezhebe Göre İslâm Fıkhı- I, Çağrı Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 1993: 65.
51 Nesâî, Menâsik, 136; Dârimî, Menâsik, 32.
52 Abdurrahman Cezırî, Dört Mezhebe Göre İslâm Fıkhı- I, Çağrı Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 1993: 66-69.
 

kafkaskartali

New member
Katılım
10 Haz 2007
Mesajlar
106
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Yaş
53
Konum
Almanya
Abdestin Şartları



Abdestin şartları, vücûbunun, sıhhatinin, hem vücûbunun hem de sıhhatinin şartları olmak üzere üç kısma ayrılır. Vücûbunun şartlarından maksat, mükellefin abdest almasını vâcib kılan şartlardır. Ki bu şartların tümünü veya bir kısmını üzerinde taşımayan bir kimsenin abdest alması vâcib değildir. Sıhhatinin şartlarından maksat, bu şartlar gerçekleşmediği takdirde alınan abdestin sahîh olmayacağı demektir.

Hem vücûbunun hem de sıhhatinin şartlarından maksat ise, bu şartlardan biri gerçekleşmediği takdirde abdest almanın vâcib olmayacağı ve alınsa da sahîh olmayacağı demektir. Bunları açıklamaya çalışalım:

Vücûbunun şartları:

1. Bulûğ: Erkek olsun kadın olsun bulûğa ermeyen bir kimseye abdest almak vâcib değildir! Ama alacak olursa abdesti sahîh olur. Sözgelimi bulûğa ermeden bir saat önce abdest almış olsa, sonra da bulûğa ererse abdesti bozulmamış olup devam eder. Bu abdestle namaz kılabilir. Böyle bir durumla her ne kadar çok az karşılaşılsa da yolcuların ve çöl gibi suyu az yerlerde ikâmet edenlerin bunu bilmesinde fayda vardır.

2. Namaz vaktinin girmesi: Sabah, öğle, ikindi, akşam ve yatsı namazlarından birinin vaktinin girmiş olması, ileride namaz vakitleri bahsinde açıklanacaktır. Bu vakitlerden biri gelip çattığında mükellef birinin, üzerine farzolan namazı kılması gerekli olur. Namaz, abdest veya onun yerine geçecek bir şey (teyemmüm gibi) alınmadan helâl (sahîh) olmayacağına göre, kişinin namaz kılmak için abdest alması farz olur. Vaktin girmesiyle namaz, kişinin üzerine genişletilmiş bir vecîbe olarak farzolur. Onsuz kabul edilmeyecek olan abdest de böyle... Genişletilmiş vecîbenin mânâsı şudur ki: Mükellefler namazı vaktin başında kılacakları gibi, ortasında veya sonunda da kılabilirler. Vaktin sonuna doğru gelinip de geriye sadece abdest alınıp namaz kılabilecek kadar bir zaman kalırsa bu durumda daraltılmış bir vecibe olur. Mükellef, bu durumda acilen abdest alıp namaz kılmak zorundadır. Abdest ve namazı bundan sonrasına bırakacak olursa günahkâr olur. Farz namazı kılmak isteyenin abdest alması farz olduğu gibi, nafile namaz kılmak isteyenin de abdest alması farzdır. Nafile namaz kılacak olan birinin (eğer yoksa) hemen abdest alması farzolur. Nafile de olsa abdestsiz olarak namaz kılmak haramdır.

Vaktin girişinin sadece abdestin vücûbu için bir şart olduğu anlaşıldıktan sonra bilinmelidir ki: Vaktin girişinden önce alınan abdest sahîh olur. Yani vaktin girişi, abdestin sıhhat şartı değildir. Yalnız abdest alanın özür sahibi biri olmaması gerekir.




Mâlikîler: Özürlü kimsenin, vaktin girişinden önce ve sonra aldığı abdestler sahîhtir demişlerdir.

Hanefiler dediler ki: Özürlü kimsenin vaktin girişinden önce aldığı abdest sahîhtir. Sözgelimi öğleden önce abdest alır, sonra da öğle vakti girerse bu abdesti bozulmuş olmaz. Bununla öğle namazını kılabilir. Öğlen vakti çıkıncaya kadar da abdestinin hükmü devam eder. Öğle vakti sona erip çıkmakla abdesti de bozulmuş olur. İkindi namazım, yeniden abdest almadan kılamaz. Bahsi gelince de, vakti çıktığından ötürü abdestinin bozuluş sebebi anlatılacaktır.

Sayfanın üst tarafında anlatılanlar, Şafiî ve Hanbelî mezheblerine göredir.



Meselâ sürekli olarak kendisinde sidik akıntısı bulunan bir insanın, ancak vakit girdikten sonra abdest alması sahîh olur. Nitekim bunun izahı, ma'zûr kimseler bahsinde yapılacaktır.

3. Eski abdest bozulmuş olacak: Meselâ bir kişi, öğle namazı için abdest alır da bu abdesti gün boyunca bozulmasa yeniden abdest alması vâcib olmaz. Çünkü bu abdesti sahîh olmakta devam etmektedir. Vaktin girişinden önce mevcûd bulunan bir abdest de sahîhtir.

4. Abdest almaya muktedîr olmak: Hastalık veya benzen hallerden ötürü suyu kullanamayan kimsenin, ileride teyemmüm bahsinde de açıklanacağı üzere, abdest alması vâcib olmaz. Kullanmak için su bulamayan kimseler de hastalar hükmündedirler.

Bu saydıklarımız, abdestin, üzerinde ittifaka varılan vücûb şartlarıdır.

Özet olarak diyebiliriz ki: Mükellef kişi, abdestli değilse, vaktin girişiyle abdest almak mecburiyeti altına girer. Yalnız bu kişi, suyu kullanmaya da muktedîr olmalıdır. Sıhhatinin şartları:

1. Abdest alınacak su, temizleyici bir su olmalıdır: Abdest alacak olan kişinin, bu suyun temizleyici olduğunu zannetmesi yeterlidir.

2. Abdest alan mümeyyiz olmalıdır: Mümeyyiz olmayan çocuğun aldığı abdest sahîh değildir. Bu, bir varsayım olup, “abdestsiz çocuğun Mushaf'a dokunmasına mâni olunmalıdır” diyenler bu varsayıma ihtiyaç duyabilirler.

3. Abdestle yıkanacak organa suyun ulaşmasına mâni bir engel bulunmamalıdır: Meselâ elde, yüzde, başta veya ayaklarda derinin dış yüzüne suyun ulaşmasına mâni bir engel bulunduğu takdirde bu abdest sahîh olmaz. Yine aynı şekilple elde veya yüzde donmuş yağ, balmumu veya hamur bulunur da bunfar suyun deriye ulaşmasına engel olurlarsa alınan abdest sahîh olmaz.

Abdest almakta olan kişide abdeste zıt bir durum meydana gelmemelidir. Meselâ abdest almakta olan kişide, yüzünü ve ellerini yıkadıktan sonra abdesti bozacak bir durum meydana gelirse bu kişi, abdeste yeniden başlamaya mecbur olur. Ancak özürlü kişilerden olursa yeniden abdest alması zorunlu olmaz. Meselâ sürekli sidik akıntısına müptelâ olan bir kişiden abdest esnasında bir veya birkaç damla sidik damlayacak olursa yeniden abdest alması gerekmez.

Hem vücûbunun hem de sıhhatinin şartları:

1. Akıllı olmak. Delinin, saralının, bunağın, baygının abdest almaları vâcib değildir. Bunlardan biri abdest alacak olursa bu abdesti sahîh olmaz. Şöyle ki: Bunak biri abdest alır da birkaç dakika sonra bu hastalığından kurtulup iyileşecek olursa bu abdestiyle namaz kılması sahîh olmaz. Deli de bu hükme tâbidir. Bunak, saraya düşmüş ve baygın kimselere gelince (şuurları yerinde olmadığından ötürü) bunların abdest almaları zaten düşünülemez. Ancak bunu anlatmaktaki gayemiz, Allah Teâlâ-nın bu hallerde, bütün mükellefiyetleri ortadan kaldırdığını bildirmek içindir. Yine de bu hallere müptelâ kimselerin abdest aldıklarını farzedecek olursak, bunların almış oldukları abdestler sahîh olmaz. Şunu bilmek gerekir ki, ibâdetler karşısındaki şer'î tasarruflarla, günlük hayattaki muameleler karşısındaki şer'î tasarruflar aynıdır. İbâdetlerde olduğu cjibi muameleleri yapanların da akıllı kimseler olmaları vâcibdir. Akılsızların muameleleri geçerli olmaz.



Hanefiler dediler ki: Delilik ve sar'aya düşmek, abdeste zıt durumlardandır; abdesti bozarlar. Bu nedenle akıllılık, abdestin sıhhat şartlarından biri olmaktadır. Daha önce de görüldüğü gibi akıllılık, abdestin vücub şartlarından idi. Böylece hem vücûbunun hem de sıhhatinin şartlarından biri olmaktadır.

Hanefiler dediler ki: Bunak, sözlerini birbirine karıştıran ve sakin olmasına, kimseye sövmemesine, şuursuzca yürümemesine rağmen yine de ne yapacağını bilemeyen, hülâsa tedbiri bozulan kimsedir. Bu durumdaki kimselerin ibâdetleri, çocuğunki gibi sahîhtir. Ancak mükellef değildirler. Bunamamak, sadece vücub şartıdır. Sıhhat şartı değildir.



2. Kadının, aybaşı ve nifastan sonraki lohusalık kanlarından temiz olması. Bu haldeki kadınların abdest almaları vâcib değildir. Alacak olsalar ve aldıktan birkaç dakika sonra temizlenecek olsalar, bu abdestleri, sıhhat şartına uyulmadığı gerekçesiyle sahîh ve muteber olmaz. Ama yine de aybaşı hâlini geçirmekte olan bir kadının hatırlama kabilinden olması dolayısıyla her namaz vaktinde abdest alıp önceden namaz kıldığı yerlerde oturması menduptur. Fakat unutulmasın ki bu abdest, sadece bir şekilden ibarettir. Namazı anmak ve unutmamak içindir.

3. Uyku ve gafletin olmaması. Uyumakta olan kişi, ilâhî rahmet dolayısıyla mükellef olmamaktadır. Gafil (dalgın) da böyledir. Bunlar şayet abdest alsalar bile bu abdestleri bâtıldır, geçersizdir. Bazıları sanarlar ki: Uyuyan kişi, sadece kendi yatağında veya bir başkasının yatağına uzanarak uyuyan kişidir. Böyle birinin uyurken abdest alması zaten düşünülemez. Bizim burada uyuyan kişiden kastettiğimiz şudur: Uyurken kalkıp hareket eder. Hatta yine uyurken evinden dışarı çıkar. Bu kimseler hissetmeseler bile uyur-gezerken abdest alabilirler. Benim bir komşum vardı. O da bu uyur-gezerlerdendi.

4. Müslüman olmak. Şu mânâda ki: “Gayr-ı müslim” birinden abdest almasını isteyemeyiz. Ama küfür halindeyken de namaza ve namazın vesilelerine (abdest ve teyemmüme) muhatabtır. Terkinden dolayı da azâb görecektir. Ama müslüman olmadan aldığı abdest de sahîh değildir.



Malikiler dediler ki: Müslüman olmak sadece sıhhat şartıdır. Kâfirler şerîatin hükümlerine muhatap olmaları dolayısıyla ibadetle mükelleftirler. Terkettikleri gerekçesiyle de azaba maruz kalacaklardır. Ancak bu ibadetleri de müslüman olduktan sonra sahîh olabilir. Küfür halindeyken yapacakları ibadetler sahîh olmaz. Çünkü niyet olmaksızın hiçbir ibadet sahîh olamaz. Ayrıca niyetin de sahîh olabilmesi için müslüman olmak şarttır. Hanefiler dediler ki: Müslüman olmak abdestin sadece vücûb şartlarındandır. Hem vücûbunun ve hem de sıhhatinin şartlarından değildir. (Mâlikîlerin hilafına.) Kâfir, şerîatin hükümlerine muhatab değildir. Hanefîler müslüman olmayı abdestin sıhhat şartlarından saymamışlardır. Çünkü onlara göre abdest, niyet etmeden de sahîh olur; Abdestte niyyet farz değildir. Ama teyümmümde bunun aksine niyet, farzdır. Bu durumda kâfir bir kişi teyemmüm yapacak olursa teyemmümü sahih olmaz. Zîrâ teyemmüm, niyet rüknüne bağlıdır.



5. Peygamber Efendimiz Muhammed İbn Abdullah'ın çağrısının mükellefe kavuşmuş olması. Kendisine bu çağrının ulaşmamış olduğu kimselere abdest vâcib değildir. Alsalar bile, aldıktan sonra bir saat içinde çağrıya muhâtab olurlarsa bu abdestleri geçersiz olur. Bununla namaz kılmaları sahîh olmaz. Ki bu hususta bazı mezheblerin koşmuş oldukları birtakım ek şartlar aşağıda sıralanmıştır.

Hanefiler dediler ki: Peygamber Efendimizin çağrısının ulaşması, abdestin sıhhat şartlarından değildir. Şöyleki: Adamın biri, bu çağrı kendisine ulaşmadan abdest alicak olursa, sonra da çağrıyı alırsa bu abdesti sahîh olur. Hanefîler, çağrının ulaşmasını İslâmiyet şartı ile yetinerek abdestin vücûb şartlarından saymamışlardır. Çünkü İslâmiyet, ancak bu çağrı yapıldıktan sonra gerçekleşmektedir. Böylece de anlaşılıyor ki: Peygamberimizin çağrısını, abdestin hem vücûbunun hem sıhhatinin şartlarından sayanlar sadece Şâfiîler ile Hanbelîlerdir.

Şâfiîler: Abdestin sıhhat şartlarına üç tane daha eklemişlerdir:

1. Abdest alan kişi, abdestin alınış keyfiyetini bilmelidir. Öyleki: Abdestin elleri, yüzü, ayaklan yıkamak vs. den ibaret olduğunu bilse ve bunları yerine getirirken bunun şerîatçe kendisinden istenilen abdestin ta kendisi olduğunu bilmese abdesti sahîh olmaz.

2. Farzı diğerlerinden ayırdedebilmelidir. Ancak abdest alan, avamdan biriyse bunun, farzı nafile olarak itikad etmemesi gerekir. Onun için yeterli olan budur. Eğer abdestteki bütün fiillerin farz olduğuna inanırsa aldığı abdest yine sahîh olur. Yine bunun gibi abdestte hem farz hem de sünnet olan fiiller bulunduğuna inansa, ancak farzlarla sünnetleri birbirinden ayırd edemese aldığı abdest yine sahîh olur.

3. Abdeste başladığı anda niyet edip bu niyeti abdest tamamlayıncaya kadar devam ettirmelidir. Sözgelimi eğer yüzünü yıkarken abdeste niyet ederse, sonra da ellerini sırf temizlik veya serinlemek amacıyla yıkarsa bu abdesti sahîh olmaz. Ki buna hükmen niyetle beraberlik denir. Eğer bir kişi abdeste niyet eder, bununla birlikte temizlik maksadıyla da niyet ederse bu niyeti abdesti bozmaz.

Hanbelîler: Bunlar da abdestin sıhhat şartlarına üç tane daha eklemişlerdir:

1. Abdest alınacak su, mübâh bir su olmalıdır. Gasbedilmiş bir suyla alınan abdest sahîh olmaz.

2. Abdest almaya niyet edilmelidir. Niyet edilmeksizin alınan abdest sahîh olmaz. Hanefîlere gelince bunların nazarında niyet, sünnettir. Bir rükün veya bir şart değildir. Mâlikî ve Şâfiîlere gelince bunlar demişlerdir ki: Niyet, abdestin rükûnlarından bir rükündür. Niyeti, abdest için bir şart olarak kabul edenler, yalnızca Hanbelîlerdir. Niyet bahsi geldiğinde rükün ile niyet arasındaki fark açıklanacaktır.

3. Abdestten önce istinca veya isticmar yapılmalıdır. Bunlar yapılmadan alman abdest sahîh olmaz. İstinca bahsinde bu hususun açıklaması yapılacaktır.

Abdurrahman Cezırî, Dört Mezhebe Göre İslâm Fıkhı- I, Çağrı Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 1993: 69-74.
 
Üst Alt