Neler yeni
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Abdulhamit han hakkkındaki 10 yanlış.!!!

samanyolu

New member
Katılım
19 Mar 2007
Mesajlar
2,063
Tepkime puanı
2,696
Puanları
0
Yaş
49
Konum
istanbul
Mustafa Armağan,2. Abdulhamit hakkında tarih kitaplarında yazan

10 yanlışı yazdı.

Geçtiğimiz 10 Şubat günü Sultan II. Abdülhamid'in 91. ölüm

yıldönümüydü. Hakkında olumlu bir şey söylemenin bile cesaret

istediği yıllar yaşadık ama artık mızraklar çuvallara sığmaz oldu.

Çuvalları delip çıkan gerçeğin mızrakları hepimizi şaşırtıyor. Neler

mi onlar? Sayıları çok fazla ama içlerinden 10 tanesini seçtim.

Beraber çıkarmaya çalışalım mı?

1. Kızıl Sultandı: Bu iddia, Albert Vandal adlı bir Fransız yazar

tarafından ortaya atılmıştı. Atılış sebebi de, Abdülhamid'in Ermeni

isyanlarını bastırtmış olmasıdır. Başta İngiltere ve Fransa olmak

üzere Avrupa kamuoyunda Abdülhamid'in kan dökücü bir padişah

olduğu propagandası başlatıldı. İşte "Kızıl", yani kan döken Sultan

lakabı bu sırada asıldı boynuna. Hadi Ermenilerin böyle demesini

anladık; iyi ama bir tekini bile idam ettirmemiş olan Abdülhamid'e

Jön Türkler neden "Kızıl Sultan" dediler? 1915'te yüzbinlerce

Ermeni'yi tehcir ettirecek olanlar, 25 yıl önce Ermeni propaganda

ordusunun neferleri olmakta sakınca görmemişlerdi.

2. Meşrutiyet düşmanıydı: 93 Harbi'nde Osmanlı topraklarının üçte

biri kaybedilmişti. Bu çapta bir toprak kaybı karşısında meclisteki

farklı milliyetlere mensup üyeler paniğe kapılmış, her biri kendi

milletinin topraklarını kurtarma telaşına düşmüştü. Birleştirici

olacağı ümidiyle kurulan meclis, tam tersine bölücü bir meclis

olmuştu. İki seçenek vardı: Ya parçalanmaya seyirci kalmak ama

meşrutiyetten taviz vermemek ya da meşrutiyeti askıya almak ama

ülkeyi parçalanmaktan kurtarmak. Abdülhamid ikincisini seçti ki,

aynı durumda devlet refleksi zaten başkasını yapmasına müsaade

etmezdi.

3. Milleti cahil bıraktı: Bilinenin aksine, Osmanlı tarihinin en canlı

eğitim hamlesi, Abdülhamid dönemine rastlar. Sevan Nişanyan'ın

hesaplamalarına göre Türkiye, Abdülhamid dönemiyle

kıyaslanabilecek bir okullaşma düzeyine yeniden ancak 1950'li

yıllarda ulaşabilmiştir. Mesela 1895'te TC sınırlarına tekabül eden

bölgede bine yakın (835) ortaokul ve lise bulunuyorken 1923'te bu

sayı 95'e düşmüştür. 1895'teki yüz bine yakın öğrenci sayısı

(97.837), 1950-51 sezonunda aşağı yukarı aynı seviyede

seyretmektedir (90.356). Öncesiyle kıyasladığımızda Abdülhamid

dönemindeki eğitim patlaması daha görünür hale gelir. Tahta

geçtiği yıl 250 olan rüşdiye sayısı 1909'da 900'e, 6 olan idadi sayısı

109'a çıkmıştır. 1877'de İstanbul'da sadece 200 tane modern

ilkokul varken 1905'te 9 bine çıkmıştı. Her yıl ortalama 400 ilkokul

açılmıştır ki, bu, Cumhuriyet döneminde bile kırılamamış bir

rekordur.

4. Denizciliğe düşmandı: Abdülaziz döneminde dünyanın 3. büyük

deniz gücü olmuştuk ama bu donanmanın sadece yıllık boya parası

bile Denizcilik Bakanlığı'nın bütçesini aşıyordu! Abdülhamid

"karacı" idi, kabul. Ama Atatürk de, İnönü de karacı idi. Demek ki,

Türkiye'nin etrafı denizlerle çevrili bile olsa böylesine büyük bir

deniz gücünü besleyebilecek ekonomik altyapısı mevcut değildi.

Savaş gemisi alıp yeniden dışarıya bağımlı kalmaktansa Abdülhamid

tercihini kara ve demiryollarından yana kullandı. İttihatçılar da,

Atatürk de, İnönü de demiryoluna öncelik vermediler mi?

5. Keyfî sansür uyguladı: Sansürün elbette savunulacak tarafı yok.

Ancak PKK ile mücadele döneminde basının nasıl ağır bir sansür

altında çalıştığını unutmadık. Sansür vardı, evet. Fakat siyasi

konulara girilmemesi aynı zamanda edebiyatımızın görkemli

eserlerinin ortaya çıkması gibi hayırlı bir sonuç da vermemiş midir?

Hem Takrir-i Sükûn döneminde uygulanan "cellat sansürü"yle hiç

mi hiç kıyaslanamaz Abdülhamid'inki.


6. Hafiye teşkilatı zararlıydı: Hafiye teşkilatının topluma nefes

aldırmadığını iddia edenler, aksi halde ne yapılması gerektiğini de

söylemelidirler. Meydanı İngiliz, Rus, Fransız ajanlarına mı

bırakmalıydı? Hafiyesiz, ajansız, casussuz bir devlet olur mu?

Unutmayalım ki, Fransa'nın İstanbul büyükelçisi, Abdülhamid'in

tahta geçtiği yıl sokaklarda Fransız Kralı'nın posterlerinin Ermeni

hamalları tarafından satıldığını yazıyordu. Devlet Londra, Paris ve

Petersburg'dan yönetiliyor, "Hasta Adam"ın kimin kucağında

öleceği tartışılıyordu. Abdülhamid, iktidarın dizginlerine

asılabilmek için hafiye teşkilatını kurmak zorundaydı. Elbette

suistimaller olmuştur ama yakınlarından biliyoruz ki, Sultan her

jurnali okuyor ama mutlaka yazanın adam olma niteliğine göre

değerlendirmeye tabi tutuyordu.

7. Despottu: 'İstibdad' kelimesini 'despotizm' diye çevirmek

yanlıştır. Hele totalitarizm hiç değil. Kaldı ki, İslam siyaset

düşüncesinde "istibdâd" meşru yönetim şekillerindendi. Mesela İbn

Haldun 'istibdâd'ı tek adam yönetimi, yani otokrasi anlamında

kullanır ve meşru yönetim şekillerinden biri kabul eder. Kaldı ki,

önüne gelen idam cezalarını sürekli affeden birinin istibdâdın

yetkilerini hangi yönde kullandığını da pekala görmüş oluyoruz.

8. 31 Mart'ı tertiplemişti: 31 Mart isyanında en ufak bir katkısının

olmadığı kesin olarak ortaya çıktığı halde asırlık İttihatçı

propagandanın etkisi hâlâ sürüyor. İsyanı araştırma komisyonu

başkanı Yusuf Kemal [Tengirşenk], 31 Mart'ın Abdülhamid'in eseri

olmayıp İttihatçılara karşı yabancı casus şebekeleri ile mürtecilerin

teşebbüsleri olduğunu yazmıştır. Rıza Tevfik ise mahkemede

şunları söylemiştir: 31 Mart uydurma ihtilali hazırlandığı zaman

ben Talat Bey'e beyhude yere kardeş kanı dökülmesinin büyük bir

cinayet olduğunu anlattım. Aldığım cevap şu oldu: "Ne yapalım,

Cemiyetin paraya ihtiyacı var, bunu da ancak Yıldız Sarayı'nın

hazinesi karşılayabilir."

9. Hamidiye Alayları gereksizdi: Hamidiye Alayları şunlara

yaramıştı: 1. Askerlik yapmayan Kürtlerle kolluk kuvveti eksikliği

giderildi. 2. Rus istilasına karşı caydırıcı oldu. 3. Kürtler ve konar

göçerlerin dış güçlerce kullanılmasına engel oldu. 4. Aşiretlerin

yerleşik hayata geçmelerini hızlandırdı. 5. Çocuklar İstanbul'daki

Aşiret Mektebi'nde eğitilerek Osmanlılık bilinci edindiler. 6. Aşiret

kavgalarının önüne geçildi. 7. Sükûnet sağlanınca Doğu ve

Güneydoğu Anadolu'nun imarına çalışıldı...

10. Korkaktı: Namık Kemal'in oğlu Ali Ekrem Bey'in dediği gibi

"Abdülhamid'in korkak olduğunu sananlar yanılırlar. Korkak olmak

şöyle dursun, tam tersine cesurdu." Dolmabahçe Sarayı'ndaki bir

bayramlaşma sırasında deprem olmuş ve tavana asılı 1,5 tonluk bir

avize yere düşmüştü. O kargaşalıkta salonda kılı kıpırdamayan tek

kişi, Abdülhamid'di. Keza yanı başında bomba patlarken bile

metanetini yitirmemiş, öğleden sonra elçilerle mutad görüşmelerini

dahi aksatmamıştı. Kızı Ayşe Sultan'a söyledikleri karakterini iyi

özetler: "Kalbimde yalnız Allah korkusu vardır. Bir hadise olmadan

evvel onu önlemek için telaş ederim. Ama tehlikenin içinde

bunduğumu hissedersem icabında ateşe atılmaktan bile

çekinmem."
 

iron man

New member
Katılım
8 Eki 2009
Mesajlar
9
Tepkime puanı
0
Puanları
0
4. Denizciliğe düşmandı: Abdülaziz döneminde dünyanın 3. büyük

deniz gücü olmuştuk ama bu donanmanın sadece yıllık boya parası

bile Denizcilik Bakanlığı'nın bütçesini aşıyordu! Abdülhamid

"karacı" idi, kabul. Ama Atatürk de, İnönü de karacı idi. Demek ki,

Türkiye'nin etrafı denizlerle çevrili bile olsa böylesine büyük bir

deniz gücünü besleyebilecek ekonomik altyapısı mevcut değildi.

Savaş gemisi alıp yeniden dışarıya bağımlı kalmaktansa Abdülhamid

tercihini kara ve demiryollarından yana kullandı. İttihatçılar da,

Atatürk de, İnönü de demiryoluna öncelik vermediler mi?


Abdülhamit, Abdülaziz zamanında büyük paralarla oluşturulan donanmayı sırf tahtını korumak ve herhangi bir darbeyi engellemek için Haliç çürütüp yok etmiştir.
 
Üst Alt