Neler yeni
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Batı Trakya Türk Cumhuriyeti

mavigezegen

New member
Katılım
14 Tem 2009
Mesajlar
243
Tepkime puanı
169
Puanları
0
II.Balkan Savaşı sırasında Osmanlı Devleti'nin savaşa katılmaması konusunda sıkça nasihatlerde bulunan Batılı Devletler, Edirne'nin kurtarılışından sonra Osmanlı yönetiminden Meriç nehrinin batısına geçilmeyeceğine dair garanti almışlardır.Ordumuz bu kuralı hiçe sayarak Edirne'nin kurtarılışının hemen sonrasında 3000 kişilik bir akıncı müfrezesiyle Bulgaristan topraklarına girmiş, Habibçe, Harmanlı ve Hasköy'de akınlar gerçekleştirmiştir.Ancak nabız yoklama amacı taşıyan bu akınlar sonucu müfreze tahmin edilen tepkiyi görmüş ve Bulgaristan'ın Rusya ve Batının önde gelen devletlerine yaptığı baskı neticesinde Edirne'ye geri çekilmek zorunda kalmıştır.Tarihte 'Edirne Fatihi' olarak da bilinen Yarbay Enver,bu 3000 kişilik müfreze içerisinden 16 subay ve 100 erden oluşan 116 kişilik bir çete kurmuş ve Eşref Kuşçubaşı'nın emrine verdiği bu birliği talimatıyla Edirne'den Ortaköy üzerine göndermiştir.Birlik Ortaköy'e geldiğinde Papazköy civarında 1200 kişilik Bulgar Domuzciyef çetesi tarafından katledilen 400 Türk'ün cesetleriyle karşılaşmıştı.Bunun üzerine Eşref Bey Bulgar katilleri bulup cezalandırmak için Koşukavak üzerine yürümeye karar vermiş ve 16 Ağustos 1913'te Koşukavak'taki çarpışmada Bulgar çetesinden 83 er,Domuzciyef'le birlikte 5 subay ve 6 kaptan tutsak edilmiş,geri kalan ise dağıtılmış veya yok edilmişti.Müfreze Koşukavak'ta milli bir tabur kurmuş,Kamber Ağa isimli bir kişiyi hükümet reisi olarak tayin etmiş ve burada durmayarak Mestanlı üzerine yürümüştür.18 Ağustos 1913'te Mestanlı muharebesiz olarak ele geçirilmiş ve ertesi gün kısa bir çarpışma neticesinde Kırcali de alınmıştı.Burada 600 kişilik milli bir tabur meydana getirilmiş;Mestanlı ve Kırcali'ye de birer hükümet reisi tayin edilmiştir.Sonuçta bu üç kazada da asayiş sağlanmış ve kazaların idaresi sadece Eşref Bey'in müfrezesine bağlanmıştır.Bütün bu gelişmeler İstanbul yönetimince hiç de hoş karşılanmamıştı ve birliğe daha fazla ileri gitmemesi emri verilmişti.Bunun üzerine Eşref Kuşçubaşı bağlı bulunduğu Enver Bey'le bizzat irtibata geçmiş ve Batı Trakya'nın tümünün işgalini içeren bir talimat almıştı.Ayrıca, Enver Bey bir grup subay ve askeri daha bölgeye takviye etmişti.Bu gönderilen birlik içerisinde sonradan Teşkilat-ı Mahsusa'nın reisliğini ve I.Dünya savaşında da Irak cephesi komutanlığını da yapacak olan Süleyman Askeri Bey de bulunmaktaydı.Böylece Batı Trakya'daki mücadele dönemi ayrı bir döneme girmiş oluyordu.Sağlanan bu taze güçle birlikte ‘yeniden fetih’ çalışmalarına devam edildi.31 Ağustos 1913’te Gümülcine,1 Eylül 1913’te ise İskeçe yeniden Türk’ün diyarıydı.Yapılan bütün bu çarpışmalar sonucunda Dedeağaç haricinde –o zaman Yunanlıların kontrolündedir-Batı Trakya işgal edilmiş ve Meriç boyları Bulgar unsurlardan arındırılmıştı.

Gümülcine’nin kurtarılmasından sonra Garbi Trakya Hükümet-i Muvakkatesi kurulmuş ve reisliğine de Salih Hoca getirilmiştir.Ancak,Süleym
an Askeri Bey Erkan-ı Harbiye ve Garbi Trakya Hükümeti İcraiye reisi olarak bütün yetkileri elinde bulundurmakla bu hükümetin de üzerinde bir otoriteye sahip olmuştu.Batı Trakya’nın işgalinin genişlemesiyle Garbi Trakya Muvakkat Hükümeti’nin kurulması,Sofya ve İstanbul yönetimlerini şaşkınlığa uğratmış ve bu ilerleyişin büyük bir tehlikeye gebe olduğunu düşünen Büyük Devletler ise Osmanlı Devleti’ni uyarma yoluna gitmişlerdir.Dedeağaç haricinde Batı Trakya’nın tamamını kontrol altında tutan Türk kuvvetinin Dedeağaç üzerine yürüyecekleriyle ilgili olarak istihbarat aldıklarını söyleyen Batılı devletler Osmanlı’dan kuvvetlerini geri çekmesini istediler.Bunların doğru olmadığını vurgulayan Osmanlı yönetimi birkaç birliğin sadece askeri manevralar için Meriç’i geçtiklerini,herhangi bir işgalin söz konusu olmadığını belirtmiş ve bölgeye giden kuvvetlerin derhal geri dönmelerini emretmiştir.Ancak geri çağrılan birliğin önde gelenleri bölgedeki Türk halkının yeniden baskı,zulüm ve sefalet altında yaşamalarından yana değildiler.İstanbul yönetimince kendilerine tebliğ edilen emri hiçe sayarak Osmanlı Devleti’yle maddi ilişkilerini kesmekle kalmamış; Batı Trakya’da bağımsızlık ilan etmişlerdir.Netice itibariyle 12 Eylül 1913‘te Garbi Trakya Müstakil Hükümeti adıyla tarih sahnesine yeni bir Türk Devleti çıkmış bulunuyordu.

Başkenti Gümülcine olan bu yeni Türk Devleti siyasal yönetim açısından cumhuriyet rejimini temsil ediyorken Türk Tarihinin labirentlerinde bir ilki temsil ediyordu.Batı Trakya Türk Cumhuriyeti, Kars civarında 1918’de kurulan Azerbaycan Türk Cumhuriyeti’nden 5 yıl önce,Ulu Önderimizin 29 Ekim 1923’te kurduğu cumhuriyetten de 10 yıl önce fiiliyata geçmesi bakımından ilginçtir.Yeni Devlet, ay yıldızlı,yeşil,beyaz bayrağı kullanmıştır.Siyah matemi,yeşil Müslümanlığı,beyaz ise aydınlık günleri temsil etmekteydi.Ayrıca, cumhuriyetin ileri gelenleri amaçlarının ne olduğunu bildirmek ve seslerini dünyaya duyurmak için Batı Trakya ajansını kurmuşlar ve bununla ilgili olarak Samuel Karaso adında bir Yahudi’yi görevlendirmişlerdir.Türkç
e ve Fransızca yayın yapan bağımsız anlamına gelen ‘’independant’’ isimli bir gazete çıkarılmış;hatta Süleyman Askeri Bey tarafından Batı Trakya için milli bir marş bile kaleme alınmıştır.Yunan ve Bulgar posta pulları geçersiz sayılmış ve yerine hükümet tarafından yeni pullar bastırılmıştır. Batı Trakya’nın Bulgarlara karşı savunulması amacıyla savunma planları yapılmış ve askeri kuvvetler buna göre tertiplenmiştir.İstanbul’dan Eylül sonlarında 3.000 tüfek ve 500 sandık mermi getirilmiş,Ekim ayında ise devlet bütçesi hazırlanmıştır.Devletin asker sayısı 30.000 kadardır.Bunların 6.000’i Osmanlı askerlerinden,geri kalan 24.000 ise bölge insanından oluşmaktadır.Bütün bu gelişmeler bize devlet yönetim organlarının teker teker oluşturulduğunu gösterirken, Türklerin teşkilatçılık özelliğini bir kez daha ortaya koyar.

O sıralarda kadronun önde gelen isimlerinden biri olan Yüzbaşı Yakup Cemil kat edilen mesafeyi şöyle anlatır:’’Balkanlara hızla girip,kaybettiğimiz topraklarımızı geri almamız üzerine Düveli Muuazzama derhal sadrazamın makamına koştular.Güya, Londra Antlaşması’nı tek taraflı olarak bozmuşuz, hemen işgal ettiğimiz topraklardan çıkmalıymışız.Kim kimin toprağını işgal etmişti?İttihat ve Terakki’nin uygun görmesiyle Süleyman Askeri Bey,Eşref Kuşçubaşı,Çerkez Reşid,Sapancalı Hakkı ve Fehmi Beyler gibi arkadaşlarla Meriç’i geçip Trakya’ya daldık.Gümülcine,Kırcali,D
imetoka gibi yerleri bir bir geri aldık.Serez’e de el atıp Yunan hududuna dayandık.Bulgarların Ege bağlantısını kesmiş olduk.Avrupa ayağa kalktı.Dış baskıları azaltmak için Garb-i Trakya Muvakkat Hükümeti’ni kurduk.Bu bir cumhuriyetti ve Türk tarihinde bir ilki gerçekleştirmiştik.Bayrağımız vardı,başkentimiz Gümülcine’ydi,pul bile bastırmıştık’’.
Bir tarafta kendi askerlerinin başarısı öbür tarafta hatırı sayılır devletlerin gelişmelere olan muhalefeti arasında sıkışıp kalan Osmanlı Devleti ve başından beri gelişen hadisleri kendi politik çıkarlarına aykırı bulan Bulgaristan yeni kurulan Türk Devleti’ni resmi manada tanımamışlarsa da Yunanistan bu devleti memnunluk içinde karşılamıştır.Bunun doğal sonucu olmalıdır ki, 2 Ekim 1913’te Dedeağaç, Yunanlılarca Türk Devleti’ne bırakılmıştır.Hatta Yunanlılar silah ve cephane yardımı bile yapabileceklerini belirtmişlerse de bunun sadece boş bir söz olduğu zamanla anlaşılmıştır.

Ne var ki, bütün bu hadiseler Batı Trakya Türk Cumhuriyeti’nin kalıcılığını sağlayamamıştır.Bulgarista
n’ın Batılı Devletler ve Rusya nezrinde yaptığı girişimler sonucu Osmanlı Devleti uluslar arası ilişkiler ekseninde hayli sıkıştırılmıştır.Bu baskılara daha fazla dayanamayan Osmanlı Devleti Bulgaristan’la 29 Eylül 1913’te İstanbul Antlaşmasını imzalamış ve Batı Trakya’nın Bulgaristan’a ilhakını resmen onaylamıştır.Ayrıca, Batı Trakya Hükümeti üyelerinin ve bu hükümet yanlısı kişilerin İstanbul Antlaşması’na uymaları ve bu yoldan vazgeçmeleri istenmiş,bu kişilerin bölgeyi en geç 25 Ekim 1913 gününe kadar Bulgarlara teslim etmeleri için mühlet verilmiştir.Nitekim, 25 Ekim 1913’te Batı Trakya Müstakil Hükümeti kendini feshederken; İstanbul’dan gelen Albay Cemal Bey’in gözetiminde Bulgar kuvvetleri bölgenin işgalini 30 Ekim’e kadar sessizce tamamlamışlardır.Ancak, Devletin silah ve cephanesi ileride yeniden kullanmak ümidiyle saklanmıştır.

Sadece 55 gün sürebilen bu devlet 55 güne ne çok şey sığdırmış öyle değil mi? Bu Türk devletçiliğinin ne kadar ileri olduğunun bir göstergesidir. Hatta bir milli marşının bile olduğunu biliyor muydunuz? İşte o marş;

Ey Batı Trakyalı asil Türk çocuğu ne mutlu sana,
Sen hayat verdin kanınla millî kurtuluş savaşına.
Yüce kahramanlığın nakşedildi cihanın her yanına,
Selam duruyor milletler senin şu millî bayrağına.

Bastığın şu yerler senin şanlı şehitlerinle dolu.
Düşmanlar taciz edemez yüce kahramanların ruhunu.

Şanlı şehitlerin sarılmış kurtuluş bayrağına,
Bu ne ulvi şereftir gömülmek ecdad toprağına.
Yurtta hürriyetin, istiklâlin rüzgârı esiyor,
Kahraman mücahitler şu pis esareti deviriyor.

Bu şanlı millî istiklâl savaşından asla dönülmez!
Karşımıza çelik ordular da çıksa, bizi ürkütemez!

Biz, millî istiklâl için Meriç’i, Karasu’yu aştık,
Bütün müstevlileri ezerek, yenerek hedefe ulaştık.
Balkanlarda şanlı bir cumhuriyet çığırını açtık,
İlk defa hürriyet meş’alesini biz yaktık.

Bu bayrak dalgalanacak, cumhuriyet yaşayacak!
Karşımızdaki düşmanlar bizden ürküp kaçacak!

Binlerce yıl hür yaşayan bir milletin torunlarıyız,
Şu steplerin kurdu, arslanı, göklerin kartalıyız.
Mücahitlerin hamlesi her zaman fırtınalar andırır,
Savaşta heybetimizin dehşetinden düşmanlar bayılır.

Batı Trakya Cumhuriyeti yaşayacak,yaşayacak!
Terakkimizin karşısında milletler şaşıracak!

Ey şirin Batı Trakya!
nokta.gif
. İşte nihayet esaretten kurtuldun,
Ey düşmanlar!
nokta.gif
. Sanmayın savaşlardan bu millet yorgun.
Cumhuriyetin yüce bayrağı her an bu yurtta dalgalanacak,
Şu bütün Batı Trakyalılar kıyamete kadar hür yaşayacak!
 
Üst Alt