Neler yeni
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Haşr 23

bekir

sadece bir kul
Yönetici
Katılım
10 Eyl 2007
Mesajlar
8,132
Tepkime puanı
5,971
Puanları
113
Konum
Daðlardan, yaylalardan
"O Allah'tır ki kendisinden başka ilâh yoktur." Her şeyden önce bu cümle, Hakk'ın zâtına ve tevhid emrine son derece önem vermek ve itina göstermek maksadıyla tekrar edilmiştir. Evet korkudan dağların bile çatlayarak boyun eğeceği O Allah, öyle bir Allah'tır ki, hakikatte O'ndan başka ibadet edilecek bir varlık yoktur. Mülkün sahibi, bütün eşyanın mülk ve hükümdarlığı O'nun, bütün yaratıklar üzerinde emir ve nehiy, idare ve tasarruf, işinden etme ve iş verme, aziz ve zelil kılma, mükafat ve ceza ile açıkta ve gizlide hüküm, kuvvet ve kudret kendisinin olan yegane saltanat sahibi O'dur. "Mülk elinde bulunan Yüce Allah, kutludur." (Mülk, 67/1). Öyle melik ki, Kuddüs, gayet mukaddes her türlü kusurdan münezzeh (uzak), her vasfında mükemmel, sınırlamaya ve tasvire sığmaz, hiçbir leke kabul etmez, tertemiz demektir. Öyleki Selam, her selametin kaynağı, kendisi ayıbdan, kusurdan, eksiklikten, yokluktan kısacası her tehlikeden sâlim olduğu gibi, selamet umulan, selamet arayanları selamete erdirecek olan da O'dur. Mümin, iman, emniyet ve güven verici, şüphe ve tereddütleri kaldıran, isteyenlere iman, korku içinde olanlara emniyet veren ve verecek olan da O'dur. Müheymin görüp gözeten, her şeye şahid olan koruyan ve bekçilik eden de O'dur. (Bu "Müheymin" kelimesi hakkında Mâide Sûresi'nde geçen (Mâide, 5/48) âyetinin tefsirine bkz.) Aziz yani gayet izzetli, onurlu ve şanlıdır. Hiçbir şekilde mağlup edilmez, her işinde gâlibdir. Yahut eşi benzeri yoktur ve gayet yüksektir. Yani . "Hiçbir şey O'nun dengi olmamıştır." (İhlâs, 112/4) âyetinde ifade edildiği gibidir. Yahut dilediğini yapan yani (Hûd, 11/108). Bununla beraber alçaklığı, ahlâksızlığı, küfür, zulüm, fesad, isyan ve küfran gibi fenalıkları sevmez. Cebbâr, yukarıda da geçtiği üzere cebr'den mübalağalı ism-i fâildir. Yani çok cebredici mânâsını ifade eden Cebbâr vasfında başlıca iki mânâ vardır. Birincisi, cebr, esasen kırığı yerine getirip sıkıca sarmak, eksiği ıslah edip tamamlamak demektir. Nitekim "Cebr-i mafat etti." denilir ki, zâyi olanı yerine getirdi, telafi etti demektir. Bu mânâda Cebbâr ismi halkın eksikliklerini tamamlayan, ihtiyaçlarını gideren, işlerini düzelten ve bu konuda gereken şeyi gereği gibi yapmakta çok iktidarlı olan hakim mânâsını ifade eder. Müfessirlerin çoğu, Allah Teâlâ'ya Cebbâr ismini vermenin bu anlamda olduğunu söylemişlerdir. Buna göre Allah Teâlâ dertlere derman veren, kırılanları onaran, yoksulları zengin eden, perişanlıkları yoluna koyup düzelten en yüce zâttır. İkincisi, cebr, icbâr etmek, yani dilediğini zorla yaptırmak mânâsına da gelir. Bu mânâda Cebbâr, zorlu demektir. Allah Teâlâ'ya isnadı, Kahhâr ismi gibi, halkı iradesine mecbur eden, dilediğini ister istemez zorla yaptırmaya kadir olan, hüküm ve nüfuzuna karşı çıkılma ihtimali bulunmayan güç ve büyüklük sahibi demektir. Mamafih bundan, Cebriyye'nin dediği gibi kullara hiç irâde vermez, her emrini cebirle yürütür, insanlarda ihtiyârî fiiller yoktur mânâsını da anlamamak gerekir. Çünkü kanun yapma ile ilgili emirlerin kulların cüz'i iradeleriyle şartlı kılınmış olduğu da "Eğer siz Allah'a (O'nun dinine) yardım ederseniz (Allah da) size yardım eder." (Muhammed, 47/7) gibi birçok nass ile tesbit edilmiştir. Ancak bundan şu mânâ anlaşılmalıdır ki, Allah Teâlâ birçok fiilde insana irade vermiş ve hür yaratmış olmakla beraber bütün isteklerini yerine getirmeye mecbur değildir. Dilerse, dilediği anda iradelerini yok eder. Nitekim bir hadiste "Allah Teâlâ kaza ve kaderini yerine getirmeyi istediği vakit, akıl sahiplerinin akıllarını gideriverir ki, kaza ve kaderi onlarda yerine gelsin. Emri yerine gelince de akıllarını onlara geri verir. Böylece de pişmanlık başlar." buyurulmuştur. Dilerse onların akıl ve iradelerini yok etmemekle beraber isteklerinin aksine kendi hüküm ve iradesini zorla üzerlerinde icra eder. Nitekim Allah'tan korkmayan, emirlerine karşı gelmek isteyen âsiler, azaba ve cezaya yanaşmak istemedikleri halde, vakti gelince cezalarını çekmeye mecbur olurlar. Hâsılı Allah Teâlâ'nın mutlak iradesi altında mağlub ve mecbur olmayacak hiçbir şey tasavvur olunamaz. Bu husus, "Oysa göklerde ve yerde olanların hepsi, ister istemez, O'na teslim olmuştur ve O'na döndürülüp götürüleceklerdir." (Al-i İmrân, 3/83) âyetinde ifade edilmiştir. Cebbâr isminde bu iki mânâdan başka iki farklı anlamın daha olduğu beyan edilmiştir. İbnü'l-Enbarî der ki: "Allah'ın sıfatlarından olan Cebbâr, kendisine erişilmez, el uzatılmaz demektir. Nitekim el yetişmeyen yüksek hurma ağacına da denilir. İbnü Abbas'dan yapılan bir rivayette de "el Cebbâr, "Melik-i azîm" yani çok büyük, azametli padişah mânâsına gelmektedir." Vahidi de der ki: "Bu zikredilen mânâlar, Allah Teâlâ'nın Cebbâr sıfatı hakkındadır. Halkın sıfatı olarak kullanılan Cebbâr'ın, daha başka anlamları da vardır. Bunlar şöyle sıralanabilir.
1- Musallat (zorlayıcı - sataşan) demektir. "Sen onların üstünde bir zorlayıcı değilsin..." (Kâf, 50/45) âyetindeki Cebbâr, bu anlamdadır.
2- İri cisimli mânâsınadır "Orada iri cisimli (insanlardan oluşan) bir kavim vardır..." (Mâide, 5/22) âyetinde de, bu anlamdadır.
3- Allah'a ibadet etmeyen, baş kaldıran mânâsına gelmektedir. Bu anlam da, "Beni başkaldıran bir zorba yapmadı." (Meryem, 19/23) âyetinde vardır.
4- Çok insan katleden yani "kattâl" anlamını da ifade etmektedir. Nitekim "Yakaladığınız vakit, çok katleden zorbalar gibi yakalıyorsunuz." (Şuarâ, 26/130) âyeti ile "Sen yeryüzünde katil bir zorba olmak istiyorsun." (Kasas, 28/19) âyetinde de bu mânâ söz konusudur." Mütekebbir. Çok büyük, her hususta büyüklüğünü gösteren, büyüklük, ululuk, kibriyâ, ve azâmet kendisine mahsus, kendisinin hakkı olan demektir. Kibirlenmek ve büyüklük taslamak yaratıkların hak ettikleri bir sıfat değildir. Onun içindir ki mütekebbir sıfatının insan için kullanımı, hoş karşılanmamıştır. Zira mütekebbir kibir gösteren, büyüklenen demektir. Halbuki yaratıklarda esasen büyüklük, ululuk yoktur; aksine aşağılık, horluk, yoksulluk ve ihtiyaç vardır. Hatta zaman olur ki bir sinek, bir mikrop bir Nemrûd'un işini bitirmeye yeter. Böylesine acizlik ve ihtiyaçtan kendilerini kurtaramayan ölümlülerin, büyüklük ve ululuk taslamaya kalkışmaları, cahillikten ve yalancılıktan başka bir şey değildir. Onun için yaratıklarda tekebbür. (büyüklenme) tefa'ul babının tekellüf binâsından olarak hoş karşılanmayan bir noksanlıktır. Fakat Allah Teâlâ zât, sıfat ve fiillerinde büyüklüğün, yüceliğin ve kudsiyyetin her nev'ini toplamıştır. O'nun bu yücelik ve büyüklüğünü göstermesi, hem hiçbir ortaklık kabul etmeyen hakkı, hem de kendisinin celâl ve cemâl sıfatlarını kullarına tanıtmak, onları bilgilendirmek ve huşû ile saadete götürmek gibi, büyük bir lütuf ve yardım gösterdiği için son derece güzel bir sıfattır. O'nun hakkında tekebbür, tefe'ul bâbının tekellüf binâsından değil, bizâtihi kuvvet, kudret ve birliğini ifade eden daha fazla mânâ içindir. Bundan dolayı Allah Teâlâ söz konusu sıfatlarla tavsif edildikten sonra, O'nun mahluklardan hiçbirine benzemediğini ve müşriklerin hayal etmek istedikleri şirk unsurlarından berî olduğunu bir daha açık bir şekilde anlatmak için buyuruluyor ki, Allah, onların koştukları şirkten münezzehtir. Yani yaratıklardan bazıları, kibirlenerek, zorbalık yapmak isteyerek yahut öyle yapmak isteyenlere aşırı sevgi bağlayarak Allah'ın zikredilen sıfatlarına şirk koşuyorlar.
Halbuki Allah, öyle şirklerden münezzehtir. O şirk koşulan şeyler, Allah'tan çok uzaktır. O'nun yüceliği ve büyüklüğü onlarınkine benzemez. Çünkü onlar, kendi nefislerinde mahluk ve esasen noksan varlıklardır. Tekebbürleri de, noksanlıklarına bir yalancılık ilave etmekten başka bir şey değildir. Allah Teâlâ ise, bütün büyüklüklerin, bütün kuvvetlerin ve üstünlüklerin sahibidir. O'nun tekebbürü, büyüklük üstüne büyüklüktür. Bu yüzdendir ki, Allah Teâlâ, büyüklüğüne hiçbir toz kondurmaz. Ezelî ve kendi zâtına mahsus olan üstünlük ve kudsiyyetiyle onu her şirk unsurundan tenzih eder. O, öyle bir sübhân öyle münezzeh ve mukaddes bir varlıktır.
 
Üst Alt