Neler yeni
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Namaz

sinang

New member
Katılım
10 Eyl 2006
Mesajlar
1,628
Tepkime puanı
276
Puanları
0
Konum
bezm-i ezelden
Bilmiş ol ki namazda huzur ve huşunun şart olduğunu emreden pek çok deliller vardır. Yüce ALLAH şöyle buyuruyor: “Beni anmak için namaz kıl.”1 Bu emrin zahiri vücuttur. Gaflette bulunmak zikre tes düşer. Bütün namazları gaflet ile geçen bir insan, namaz da ALLAH’ı nasıl hatırlamış olabilir? Yüce ALLAH yine şöyle buyuruyor: “ Ve gafillerden olma.”2 Bu ayeti celile yasaklamadır. Ve gafletin haram olduğunu bildirmektedir. Başka bir ayette şöyle buyurulur: “Ta ki dediğinizi (okuduğunuzu) bilene kadar namaza yaklaşmayın.”3 Bu ayet-i celile, sarhoşun namaza yaklaşmaktan men edilmesinin sebebini bildirmektedir. Tamamen dünya düşünce ve vesvesesiyle namazını kılan kimse de aynı hükümdedir. Çünkü o da bu gaflet içinde olduğu için ne söylediğini, hatta kaç rekât kıldığını bile unutur. Peygamberimiz(sav) şöyle buyurmuştur: ”Namaz ancak zillet ve tevazudur.” Yine Peygamberimiz(sav): “ Nice namaza kılanlar var ki, onların namazdan nasibi, yorgunluk ve zulmetten başka bir şey değildir.”4 Hiç şüphesiz bu ifadeyle gafillerin namazını kastetmiştir. Hadiste bildirildiği gibi namaz kılan kimse, Rabbine münacat etmektedir. Gaflet ile söylenen sözlerin münacat olmayacağı meydandadır. Bunun açıklaması şöyledir: Mesele insan zekâtını gafletle verse de, yerine gelmiş olur. Çünkü o gerçekte isteğe aykırı ve nefse ağır gelen bir ibadettir. Oruç ta bunun gibi, gerçekte ALLAH’ın düşmanı olan şeytanın dostu ve aleti olan nefsin gücünü ve boş arzuları kıran bir ibadettir. Gaflet ile olsa bile yine bu faydayı sağlar. Hac da aynı şekilde ağır ve yorucu bir ibadettir. Haccın gereklerini yaparken, kalp ister hazır olsun ister olmasın, nefse elem veren mücahede kendiliğinden hâsıl olur.

Namaza gelince; namazda ancak zikir, kıraat, kıyam, rükû, sücut ve kuud vardır. Zikir ALLAH’u Teala ile karşı karşıya geliş ve ona münacat gizli bir yalvarış ve anlaşmadır. Çünkü namazın iki amacı vardır: Bu amaçtan biri muhavere, diğeri münacattır. Mide ve şehvet oruç ile, beden hac zahmeti ile, kalp sevdiği maldan ayrılıp zekat vermekle imtihan edildiği gibi, dili de ses ve harf ameliyle imtihan etmektir.

Bu kısımda şüphe yoktur. Zira gafletle söylenen boş laflar dolayısıyla olan imtihan, amel imtihanı değil, belki bunda gözetilen harflerdir. Gönüldeki anlamı kalıba dökmeyen harfler konuşma sayılmaz. Gönüldeki anlamı harflerin ifadelendirmesi de ancak kalp huzuru ile olur. Gafil kişi:
“Bizi doğru yola hidayet et.” Demekle bunun bir yalvarış ve dua olduğunun bilincine varmazsa neyi istemiş olabilir? Hele bunu alışkanlık haline getirdikten sonra, dilini hareket ettirmekte ne güçlük vardır? İşte zikirlerin hükmü budur.

Şüphe yok ki, okuma ve zikirden maksat, hamdetmek, övmek, yalvarmak ve dua etmektir. Burada muhatap olan şüphesiz ki ALLAH’tır. Kalbi gaflet perdesi ile örtülü olduğu halde manen ALLAH’u Teala’yı görüp müşahede etmeden ve muhatabından gafil olarak, dilini yalnızca adet olsun diye hareket ettirmek, kalbi cilalandırmak, ALLAH’u Teala’nın zikrini tazelendirmek ve iman bağını güçlendirmekten çok uzak kalır. İşte zikir ve okumanın hüküm budur. Kısacası, zikir ve kıraatteki bu özelliklerin inkarı mümkün değildir.

Rüku ve sücuda gelince: bunlardan amaç, hiç şüphesiz ALLAH’ı ululamaktır. Eğer gafletle yapılan rüku ve sücudun ta’zim olduğu kabul edilseydi, önünde put olduğunu bilmeden secde eden kimsenin puta ta’zim etmiş sayılması veya duvar ardına secde edenin duvara ta’zim etmiş olması caiz olacaktı. (Bunlar ta’zim sayılmayacağına göre gafletle yapılan secde de ta’zim sayılmaz.) Bunlar ta’zim sayılmayınca da ortada beden hareketinden başka bir şey kalmaz. Kendisiyle imtihan kasdedilen meşakkatten sonra dinin direği sayılan, iman ile küfrü ayıran, hac ve diğer ibadetler üzerin takdim edilen, yalnız bunun terk edilmesiyle öldürülmesi vacip olan namazdan bir şey kalmaz.

Görüşüme göre namazın taşıdığı bu ehemmiyet, yalnız zahiri bir ibadet olması bakımından değil, belki, buna münacat olmasını da eklemek lazımdır. Oruç, zekat, hac ve benzeri ibadetler üzerine takaddüm eden, bu münacattır. Hatta serveti harcamak demek olan kurbanlar üzerine takaddüm eden yine bu takvadır.
Nitekim yüce ALLAH şöyle buyurur:
“Onların (kurbanların) ne kanı ne de eti ALLAH’a ulaşır. ALLAH’a ulaşan ancak sizin takvanızdır.” Yani kalbimizi kaplayıp sizi emre uymaya sevk eden sıfattır. Bizden istenen eğer buysa, hareketlerinde bir ehemmiyet olmayan namazda hüküm nasıl olur? İşte bu anlattıklarımız, mana bakımından namazda kalp huzurunun şart olduğuna delildir.

Ebu Talip Mekke’nin Kut’ül-Kulub’undan geçen ve Süfyan-i Sevri’den naklettiğine göre, Bisr İbn Haris: “Huşu ile kılmayan kimsenin namazı fasiddir.” Demiş v eHasan-ı Basri’den “Huzursuz kılınan namazın, sevaptan çok ukubete sebep olduğu” rivayet edilmiştir. Yine Muaz İbn Cebel: “Kılarken sağında ve solunda olanları bilmeye çalışan kimsenin namazı namaz değildir.” Diye rivayet etmiştir. Peygamber efendimiz:

“Çok kimseler var ki, kıldığı namazın altı da, hatta onda biri de kendisi için yazılmaz. Ancak bilerek huzur ile kıldığı kısım yazılır.” Buyurmuştur. Basralı Abdülvahid b. Zeyd şöyle demiştir: “Kul için, ancak bilerek huzur ile kıldığı namazın sevabının olduğu konusunda alimler birleşti.” Vera’ sahibi olan fakihlerden buna benzer sayılmayacak kadar çok rivayet vardır. Bu hususta doğru olan, şer’i delillere müracaat etmektir. Hâlbuki kalp huzurunun şart oluşundaki deliller ortadadır. Şu kadar var ki, zahiri teklifte fetva, halkın kusurları nispetinde takdir edilir. Fetva makamı için bütün namazda kalp huzuru şart koşmak mümkün değildir. Halkın çoğu tam bir kalp huzurundan acizdir. Buna ancak bazı kimselerin gücü yeter. Bu zaruret nedeniyle, namazın tamamında kalp huzurunu şart koşmak mümkün olmazsa tamamen terk de edilemez. Hiç olmazsa az bir kısmında kalp huzurunun bulunması zarureti vardır. Bununla beraber, gaflet ile kılan, hiç olmazsa zahiri fiile başvurmuş, bir an olsun kalbini hazır kılmıştır. Nasıl böyle olmasın, abdestsiz olduğunu unutup namaz kılan kimsenin abdestsiz olması hasebiyle ALLAH katında namazı batıl iken, kusuru ve özrü nispetinde de olsa amelinin mükâfatını alıyor. Bu ümit ile beraber bir lahza olsun kalbi hazırlayan ile tamamen terk eden elbette bir olamaz. Bununla birlikte fukahanın gafletiyle de olsa sıhhatine fetva verdikleri hükümlere kimse muhalefet edemez. Yukarı da işaret edildiği gibi bu, fetva zaruretindedir. Namazın inceliklerine vakıf olan kimse, gafletin ona zıt olacağını bilir.

Kısacası kalp huzuru, namazın ruhudur. Bunun en az derecesi de tekbir anındaki huzurdur. Artık bundan da azı olursa helak demektir. Ne kadar çoğalırsa namazın cüzleri arasına ruh da o kadar yayılır. Nice hareketsiz diriler var ki, onlar ölü hükmündedirler. Yalnız iftitah tekbirinde huzur olup, diğer bölümleri gaflet ile geçen namazda son nefeslerini yaşayan hasta gibidir. ALLAH’u Teala’dan güzel yardımlar isteriz.
 

oku1

New member
Katılım
15 Ağu 2012
Mesajlar
6
Tepkime puanı
0
Puanları
0
eyvallah kardesım guzel paylasım
 
Moderatör tarafında düzenlendi:
Üst Alt