Neler yeni
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Resulullah'tan hİkÂyeler

Muhamed Dolaku

New member
Katılım
2 Tem 2011
Mesajlar
5,395
Tepkime puanı
158
Puanları
0
Yaş
78
[h=2]MÜMİN MÜMİNÎN KARDEŞİDİR[/h][h=2][/h]Süveyd bin Hanzala radıyallahu anh anlatıyor:

Resulûllah aleyhisselâmı ziyaret etmek için yola çıkmıştık. Valî bin Hucr radıyallahu anh de bizimle beraber bulunuyordu. Yolda kendisine hasım olan biri çıkıp onu yakaladı. Vail, kendisinin Vail olmadığını söylemişti de, hasmı:

— O'nun Vail olmadığına yemin edin, hemen salıvereyim, demişti.

Arkadaşlar yalan yere yemin etmekten kaçındıkları için yemin etmek istemediler. Ben ise, Vail'in. Vail olmayıp kardeşim olduğuna dair yemin ettim, bunun üzerine hasmı da Vail'i salıverdi.

Peygamber aleyhisselâmın huzuruna gelince, hadiseyi anlatıp arkadaşların, Vail'in Vail olmadığına yemin etmek istemediklerini ve kendimin Vail'in kardeşim olduğuna dair yemin ettiğimi söyledim. Peygamber aleyhisselâm da:

— Doğru söylemişsin; müslüman müslümanın kardeşidir, buyurdular.

(Ebû Davud, îbni Mâce)

* * *
 

Muhamed Dolaku

New member
Katılım
2 Tem 2011
Mesajlar
5,395
Tepkime puanı
158
Puanları
0
Yaş
78
[h=2]«YAPRAK ASKER»[/h][h=2][/h]Câbir radıyallahu anh anlatıyor:

Peygamber aleyhisselâm bizi, Kumandanımız Ebû Ubeyde olduğu halde, üçyüz süvari olarak Kureyş'lilerin ticaret kervanlarını gözetlemek için göndermişti. Açlıkla karşı karşıya kalmıştık. O derece kî, açlıktan ağaç yapraklarını yedik. Bu sebepten bu askere «yaprak asker» dediler. Deniz, sahile anber denilen bir balık atmıştı. Onbeş gün o balıktan yedik ve iç yağından da vücudumuzu yağladık. Bu suretle vücutlarımız iyileşti. Ebû Ubeyde bu balığın kemiklerinden birisini alıp yere dikmişti ki onun altından, üzerinde binicisi bulunan bir hayvan geçebilirdi.

Aramızda bir adam vardı ki, açlık son haddine vardığında, üç dişi deveyi boğazlamıştı. Sonra üç dişi deve daha boğazladı. Fakat bundan sonra Ebû Ubeyde deve boğazlamaya devam etmesini yasakladı.

(Buharî, Müslim, Ebû Davud, Nesel)

* * *
 

Muhamed Dolaku

New member
Katılım
2 Tem 2011
Mesajlar
5,395
Tepkime puanı
158
Puanları
0
Yaş
78
[h=2]BİR NEBÎ VE BİR KARINCA[/h][h=2][/h]*

Ebû Hureyre radıyallahu anh, Peygamber aleyhisselâmın şöyle anlattığını bildiriyor:

Peygamberlerden birini bir karınca ısırmıştı. O da bütün karınca yuvasının yakılmasını emretmişti. Bunun üzerine Allahü Teâlâ o Peygambere şöyle vahyetti:

— Bir tek karınca seni ısırdığı için, ümmetlerden Allah'ı teşbih eden bir ümmetin hepsini mi helak ettin?

(Buharı, Müslim, Ebû Davud, Neseî)

* * *
 

Muhamed Dolaku

New member
Katılım
2 Tem 2011
Mesajlar
5,395
Tepkime puanı
158
Puanları
0
Yaş
78
[h=2]YEMEKTE BESMELE VE ŞEYTAN[/h][h=2][/h]Huzeyfe radıyallahu anh anlatıyor:

Peygamber aleyhisselâm ile beraber yemek etrafında hazır olduğumuz vakit.. Allah'ın Resulü başlamadan önce ellerimizi yemeğe uzatmazdık. Bir defa Resulüllah aleyhisselâm ile beraber yemek etrafında toplanmıştık. Bir cariye, biri tarafından itilircesine gelip elini yemeğe uzatınca, Peygamber aleyhisselâm cariyenin elini tutup onu durdurdu. Ondan sonra bir Arâbî de aynı şekilde itilircesine geldi. Allah'ın Resulü bununda elinden tutup yemeğe başlamasına mani oldu ve şöyle buyurdu:

— Muhakkak ki şeytan, Allah'ın ismi anılmamak, yani besmele çekilmemek suretiyle yemeği kendisine helâl kılmaya gayret eder. Bu sebeple bu cariyeyi getirdi ve besmele çektirmeden yemeğe başlatarak, bunun vasıtasıyla yemeği kendisine helâl kılmak istedi. Bunun için cariyenin elinden tutup yemeğe başlamasını önledim. Sonra, aynı sebeple şu ârâbiyi getirdi. Onun da elinden tutup yemeğe başlamasına mani oldum. Hayatımı kudreti ile tutan Allah'a yemin ederim ki, cariyenin eli ile birlikte şeytanın da eli elimde idi.

(Müslim, Ebû Davud, Neseî)

Hazreti Aişe radıyallahu anhâ anlatıyor:

Resülullah aleyhisselâm sahabîlerinden altı kişi ile beraber yemek yiyordu. Bu arada bu ârâbî geldi ve iki lokma yedi. Bunun üzerine Peygamber aleyhisselâm:

— Eğer şu ârâbî besmele ile yemiş olsaydı yemek hepinize yeterdi, buyurdular.

(Tirmizî)

* * *
 

Muhamed Dolaku

New member
Katılım
2 Tem 2011
Mesajlar
5,395
Tepkime puanı
158
Puanları
0
Yaş
78
[h=2]ISLAMIN BEREKETİ[/h][h=2][/h]Ebû Hureyre radıyallahu anh anlatıyor:

Bir kâfir kimse, Peygamber aleyhisselâma misafir olarak gelmişti. Allah'ın Resulü kendisine koyundan sağılmış bir kâse süt getirmelerini söyledi. Adam sütü sonuna kadar içti. Sonra bir bardak daha getirmelerini emretti. Onu da içti. Bir kâse daha getirmelerini söyledi. Onu da içti. Bu şekilde yedi defa birer sağımlık koyun sütü içinceye kadar devam etti. Adam geceyi burada geçirdi. Sabahleyin de müslüman oldu.

Peygamber aleyhisselâm bu sefer kendisine yine bir kâse koyun sütü getirmelerini söyledi. Adam sütü içti. Bir kâse daha getirmelerini emretti. Fakat adam bunu içip bitiremedi.

Bunun üzerine Peygamber aleyhisselâm şöyle buyurdular:

— Mümin bir mîde ile içer, kâfir ise yedi mide ile içer.

(Müslim, Tirmizî)

* * *
 

Muhamed Dolaku

New member
Katılım
2 Tem 2011
Mesajlar
5,395
Tepkime puanı
158
Puanları
0
Yaş
78
[h=2]KÖTÜLÜKLERİN BAŞI ŞARAP[/h][h=2][/h]Hazreti Osman radıyallahu anh anlatıyor:

Şarap içmekten kaçının. Çünkü şarap kötülüklerin anasıdır. Vaktiyle bir adam varmış, kendisine bir fahişe âşık olmuş ve şahidlik için istediğini söylemek üzere cariyesini bu adama göndermiş. Adam da bu cariye ile beraber gelmiş. Cariye, her girdikleri kapıyı kilitlemiş. Bu şekilde adam, kendisini yanında bir oğlan ile bir şişe şarap olan güzel bir kadının karşısında bulmuş.

Kadın adama:

— Allah'a yemin ederim ki ben seni şahidlik için çağırmadım. Benimle zina etmen, yahut şu şaraptan bir kâse içmen, veya bu oğlanı öldürmen için çağırdım, demiş.

Adam, bakmış ve «bunların en zararsız olanı şu şaraptan bir kâse içmekliğimdir» diye söyleyerek, «bana şaraptan bir kâse ver» demiş. Kadın vermiş. Adam şarabı içince, daha fazlasını istemiş ve o kadınla zina edip yanındaki oğlanı da öldürmeden oradan ayrılmamış.

İşte gördünüz ya, bu bakımdan, içki içmekten kaçının. Çünkü Allah'a yemin ederim ki şarap iman ile beraber bulunmaz. Ancak ikisinden biri, sahibinin yoldan çıkmasında bir şüphe hâsıl ederse bir araya gelebilirler.

(Neseî)

* * *
 

Muhamed Dolaku

New member
Katılım
2 Tem 2011
Mesajlar
5,395
Tepkime puanı
158
Puanları
0
Yaş
78
[h=2]LANETLİ KADINLAR[/h][h=2][/h]Abdullah radıyallahu anh şöyle buyuruyor:

Allahü Teâlâ, dövme yapan ve yaptırmak için çabalayan, yüzündeki kılları cımbızla yolan ve bunu yaptırmak isteyen, güzellik maksadıyla bunları yapan ve Allah'ın yarattığını değiştiren kadınlara lanet etsin!..

Abdullah radıyallahu anh'ın bu sözleri, Beni Eset'den daima Kur'ân-ı Kerîm okuyan Ümmü Yakub ismindeki kadına bildirilince, bu kadın, kalkarak Abdullah radıyallahu anh'ın yanına gelir ve mesele hakkında kendisiyle münakaşa eder.

Abdullah radıyallahu anh:

— Allah'ın Resulünün lanet ettiklerine ben neden lanet etmiyeyim, diyerek: bu, Allah'ın kitabında vardır, diye de ilâve eder. Kadın ise:

— Mushaf'ın iki kapağı arasında bulunanların hepsini okudum, fakat senin bu söylediklerini görmedim, diye cevap verince, Abdullah radıyallahu anh:

— İyice okumuş olsaydın, görürdün. Çünkü Allahü Teâlâ: «Peygamberin getirdiğini alın, yasakladığını da yapmayın» buyuruyor, diye söyler.

Ümmü Yakub:

— Ben şu anda söylediğin bu şeylerin senin zevcende de olduğunu tahmin ediyorum, deyince, Abdullah radıyallahu anh:

— Git, bak, diye cevap verir.

Ümmü Yakub, Abdullah radıyallahu anh'ın hanımınınn yanına varır, fakat bu bahsedilenlerden bir şey göremeyince döner ve:

— Hakikaten bunlara aid bir şey görmedim, diye söyler. Bunun üzerine Abdullah radıyallahu anh:

— Zevcemde böyle bir şey bulunsaydı, bir arada hayat süremez, biribirimizden ayrılırdîk, diye cevap verir.

(Buhari, Müslim, Ebû Davud, Neseî)

* * *
 

Muhamed Dolaku

New member
Katılım
2 Tem 2011
Mesajlar
5,395
Tepkime puanı
158
Puanları
0
Yaş
78
[h=2]GÜNAHLARA KEFFARET[/h][h=2][/h]Abdullah radıyallahu anh anlatıyor:

Allah'ın Resulünün huzuruna girdim. Çok ızdıraplı bir hali vardı.

Dedim ki:

— Ey Allah'ın Resulü! Sıtma hastalığın çok şiddetli.. Peygamber aleyhisselâm:

— Evet ben hastalandığım vakit duyduğum ızdırap iki kat olup sizden iki kişinin duyduğu ızdırap derecesindedir, buyurdular. Dedim ki:

— Bu, belki sana iki kat ecir sağlamak için öyledir. Bunun üzerine buyurdular ki:

— Evet, söylediğin gibidir. Belâya uğrayan, bir diken ve bundan fazla bir şey kendisine isabet eden bir müslüman yoktur ki, bu sebepten dolayı ağaç yapraklarının döküldüğü gibi, Allahü Teâlâ onun günahlarını bağışlamasın...

(Buhari, Müslim)

* * *
 

Muhamed Dolaku

New member
Katılım
2 Tem 2011
Mesajlar
5,395
Tepkime puanı
158
Puanları
0
Yaş
78
[h=2]VEBADAN KAÇMAK[/h][h=2][/h]İbni Abbas radıyallahu anh anlatıyor:

Hazreti Ömer radıyallahu anh Şam'a doğru yola çıkmıştı. Serg ismindeki köye vardığı zaman, Şam'daki Emirlere ve Ebû Ubeyde bin Cerrah ve arkadaşları ile karşılaştı. Bunlar, kendisine Şam'da veba hastalığı olduğunu söylediler. Hazreti Ömer, Ibni Abbas:

— Bana ilk Muhacirleri çağır, dedi.

Çağırdım ve onlarla istişarede bulundu. Onlar ise ayrı ayrı görüş bildirdiler.

Bir kısmı:

— Sen mühim bir iş için çıkmışsın, geri dönmeni uygun bulmuyoruz, dediler.

Bazıları ise:

— Yanında, diğer insanlarla beraber Allah'ın Resulünün sahabîleri de var, onları vebaya arzetmenin doğru olmayacağını söylediler. Sonra Hazreti Ömer, onlara:

— Siz gidin, diye söyleyip, Bana Ensarı çağır, dedi. Çağırdım. Onlarla da aynı şekilde istişarede bulundu. Ancak onlar da Muhacirler gibi farklı görüşler beyan ettiler. Onlara da:

— Siz de gidin, dedikten sonra bana Fetih Muhacirlerinden Kureyş'in büyüklerini çağır, diye söyledi. Onları da çağırdım. Onlar içinden iki kişi arasında bile farklı fikirde olan çıkmadı. Hepsi aynı görüşte olarak, dediler ki:

— İnsanlarla beraber geri dönmeni ve halkı vebaya götürmemen icabettiğini düşünüyoruz, dediler.

Bunun üzerine Hazreti Ömer, insanlara:

— Yarın sabah hayvanımın üzerinde olarak Medine'ye dönüyorum, diye seslendi.

Bunu duyan Ebû Ubeyde radıyallahu anh:

— Allah'ın kaderinden mi kaçıyorsun? diye sordu. Hazreti Ömer:

— Bunu senden değil, başkasından işitmek isterdim ey Ebû Ubeyde! dedi.

Zira Hazreti Ömer, Ebû Ubeyde radıyallahu anh'a muhalif kalmaktan kaçınırdı. v Tekrar Ebû Ubeyde radıyallahu anh'a:

— Evet, Allah'ın kaderinden, yine Allah'ın kaderine kaçıyoruz, diye cevap verdi.

Bu sırada Abdurrahman bin Avf radıyallahu anh geldi. Bazı hususları arzetmek için gelmiş bulunuyordu. Meseleyi öğrenince, dedi ki:

— Bununla alâkalı bende malûmat var. Allah'ın Resulünü şöyle söylerken işittim:

— «Bir yerde veba hastalığı çıktığını duydunuz mu oraya gitmeyin. Bulunduğunuz yerde veba başgösterdiği vakit, ondan kaçmak için o yerden de çıkmayın.»

Hazreti Ömer bu Hadîs-i Şerifi işitince, Allah'a hamdetti. Sonra kalkıp gitti.

(Buharî, Müslim)

* * *
 

Muhamed Dolaku

New member
Katılım
2 Tem 2011
Mesajlar
5,395
Tepkime puanı
158
Puanları
0
Yaş
78
[h=2]YAHUDİLERİN YALANI VE İTİRAF![/h][h=2][/h]Ebû Hureyre radıyallahu anh şöyle anlatıyor:

Hayber fethedildiği zaman Allah'ın Resulüne zehirli bir koyun getirmişlerdi.

Peygamber aleyhisselâm:

— Orada bulunan yahudileri toplayıp bana getirin, diye emretti. Toplayıp getirdiklerinde Peygamber aleyhisselâm onlara:

— Size bir şey soracağım; doğru cevap verecek misiniz? dedi. Yahudiler:

— Evet, doğru söyleyeceğiz, ey Ebu'l Kasım, dediler. Peygamber aleyhisselâm: .

— Babanız kimdir? diye sordu.

— «Babamız filandır» diye cevap vermeleri üzerine de:

— Yalan söylüyorsunuz, babanız o filan kimse değil, filandır, buyurdu. Yahudiler:

— Haklısın öyledir, diye tasdik ettiler. Peygamber aleyhisselâm:

— Size başka bir şey soracağım; doğruyu söyleyecek misiniz? dedi. Dediler ki:

— Evet, ey Ebu'l Kasım! Yalan söyleyecek olursak, yalanımızı yakalarsın, nasıl ki babamızla alâkalı yalanı da bildin. Bunun üzerine Peygamber aleyhisselâm:

— Kimler cehennemde kalacaklar? diye sordu. Yahudiler:

— Bir müddet kolaylıkla biz kalacağız, sonra da bizim yerimize siz geleceksiniz, dediler.

Peygamber aleyhisselâm:

— Orada çakılıp kalın! Allah'a yemin ederim ki, ebediyyen orada sizin yanınıza gelmeyeceğiz, buyurdu.

Daha sonra onlara dedi ki:

— Eğer başka bir şey sorarsam, doğrusunu söyleyecek misiniz?

— Evet, diye cevap vermeleri üzerine Peygamber aleyhisselâm buyurdu ki:

— Bu koyuna zehir koydunuz mu?

— Evet, dediler.

— Niçin yaptınız? diye sorunca da:

— Eğer yalancı Peygamber isen senden kurtuluruz, diye düşündük. Hakikaten Peygamber isen zaten zehir sana zarar vermez, dediler.

(Buharî)

* * *
 

Muhamed Dolaku

New member
Katılım
2 Tem 2011
Mesajlar
5,395
Tepkime puanı
158
Puanları
0
Yaş
78
[h=2]YAHUDİ OĞLANIN İMANI[/h][h=2][/h]Bir yahudinin oğlu Peygamber aleyhisselâmın hizmetinde bulundu. Bir gün hastalandı. Resûlullah aleyhisselâm da ziyaretine gitti. Başucunda oturduktan sonra oğlana:

— Müslüman ol! buyurdu.

Bunun üzerine oğlan babasına baktı. Babası da:

— Ebu'l Kasım'a itaat et, diye söyleyince, o da müslümanlığı kabul etti.

Peygamber aleyhisselâm oğlanın hak dini kabul etmesi üzerine:

— Bu oğlanı ateşten kurtaran Allah'a hamd olsun! diyerek kalktı ve gitti.

* * *
 

Muhamed Dolaku

New member
Katılım
2 Tem 2011
Mesajlar
5,395
Tepkime puanı
158
Puanları
0
Yaş
78
[h=2]RESÜLULLAHIN AMELİYATI[/h][h=2][/h]Enes radıyallahu anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhisselâm küçüklüğünde çocuk arkadaşlarıyla oynarken, Cebrail aleyhisselâm gelip kendisini aldı. Sırtı üzerine yatırıp göğsünü yardı ve kalbinden bir pıhtı parçası çıkardıktan sonra:

- Bu, şeytanin sendeki payidir, dedi.

Sonra Resûlullahın kalbini altın bir kâse içerisinde zemzem ile yıkadı. Yarayı kapattıktan sonra Peygamber aleyhisselâmı bulunduğu yere getirdi. Çocuklar Peygamber aleyhisselâmın süt annesi Halime'ye koşup:

- Muhammed öldürüldü, dediler.

Peygamber aleyhisselâmı "görmeye gelenler, onu rengi sararmış bir vaziyette gördüler.

Enes radıyalîahu anh devamla:

- Onun göğsündeki dikiş yerinin izini ben gördüm, demiştir.

(Müslim)

* * *
 

Muhamed Dolaku

New member
Katılım
2 Tem 2011
Mesajlar
5,395
Tepkime puanı
158
Puanları
0
Yaş
78
[h=2]HAZRETİ ALLAH VE İNSANOĞLU[/h][h=2][/h]Ebû Hureyre radıyallahu anh Peygamber aleyhisselâmın şöyle buyurduğunu anlatıyor:

Allahü Teâlâ kıyamet gününde şöyle buyuracaktır:

- Ey insanoğlu! Ben hasta olmuştum da sen ziyaretime gelmemiştin.

insanoğlu:

- Ey Rabbim! Ben senin ziyaretine nasıl gelirdim ki, Sen âlemlerin Rabbisin, diyecektir. Allahü Teâlâ:

- Bilmiyor muydun ki, o hasta kulumun ziyaretine gitseydin benim rızâmı ve ecrimi o hasta kulumun yanında bulacaktın, buyuracaktır.

Yine Allahü Teâlâ:

- Ey insanoğlu! Bana yedirmeni istemiştim de, sen bana bir şey yedirmemiştin ki, sen âlemlerin Rabbisin, diye cevap verecektir. Allahü Teâlâ:

- Bilmiyor muydun ki, filan kuluna kendisine bir şey yedirmeni istemişti de", sen ona yiyecek bir şey vermemiştin. Eğer ona yiyecek bir şey vermiş olsaydin, bunun ecrini bende bulacaktin, buyuracaktir.

Yine Allahü Teâlâ:

- Ey insanoğlu! Senden su istemiştim de sen bana su vermemiştin, buyuracaktır, insanoğlu da:

- Ey Rabbim, ben sana nasıl su veririm ki, Sen âlemlerin Rabbisin, diyecektir. Allahü Teâlâ:

- Filan kulum senden su istemişti de sen ona su vermemiştin. Eğer vermiş olsaydin, bunun sevabini bende bulacaktin, buyuracaktir.

(Müslim)

* * *
 

Muhamed Dolaku

New member
Katılım
2 Tem 2011
Mesajlar
5,395
Tepkime puanı
158
Puanları
0
Yaş
78
[h=2]HAKIKÎ MÜSLÜMAN[/h][h=2][/h]Enes radiyallahu anh'ten anlatilir:

Adamin biri, Peygamber aleyhisselâma gelerek iki dağ arasinda bin koyun istedi. Resûlullah aleyhisselâm da bu kimseye istediğini verdi. Bunun üzerine adam kavmine gelip:

— Ey kavmim, müslümanlığı kabul edin. Çünkü Muhammed aleyhisselâm fakirlikten korkmadan bol bol dağıtıyor, dedi. Bunun üzerine Enes radıyallahu anh dedi ki:

— Eğer bir kimse ancak dünyayı isteyerek müslüman olmâlt isterse, islâm kendisine dünyadan ve dünyanın içindekilerden daha sevgili gelmediği müddetçe, hakikaten muslim olamaz.

(Müslim)

* * *
 

Muhamed Dolaku

New member
Katılım
2 Tem 2011
Mesajlar
5,395
Tepkime puanı
158
Puanları
0
Yaş
78
[h=2]RESÛLULLAHIN ÜMMETİNE ŞEFKATİ[/h][h=2][/h]Abdullah (bin Amr radıyallahu anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhisselâm, îzzet ve Celâl sahibi Allah'ın, ibrahim aleyhisselâm hakkındaki «Ey Rabbim, putlar insanlardan çoğunu yoldan saptırdılar. Kim bana uyarsa, o bendendir. Kım karşı gelirse artık onun işi sana kalmıştır. Zira sen afvedicisin, merhamet sahibisin» mealindeki âyetini okudu.

İsa aleyhisselâm da:

— Ey Rabbim, eğer onları cezalandıracaksan onlar senin kullarındır. Onları mağfiret buyuracaksan, muhakkak ki sen izzet ve hikmet sahibisin, demişti, dedi ve ellerini kaldırıp:

— «Ey Allah'ım, ümmetim, ümmetim» diye yalvardı ve ağladı. Bunun üzerine izzet ve Celâl sahibi Allah:

— Ey Cebrail Muhammed aleyhisselâma git, Rabbin her şeyi bilir, fakat yine de ağlamasını sor! buyurdu. Cebrail aleyhisselâm Peygamber aleyhisselâma gelip sordu. Allah'ın Resulü:

— Allah en iyi bilendir, diyerek Cebrail aleyhisselâma ağlamasının sebebini anlattı.

Allahü Teâlâ Cebrail aleyhisselâma buyurdu ki:

— Ey Cebrail, Muhammed aleyhisselâma git ve deki, biz onu ümmeti için razı kılacağız, ümmetine bir kötülük yapmayacağız!.

(Müslim)

* * *
 

Muhamed Dolaku

New member
Katılım
2 Tem 2011
Mesajlar
5,395
Tepkime puanı
158
Puanları
0
Yaş
78
[h=2]RESÜLÜLLAHA İTAAT EDEN AĞAÇ[/h][h=2][/h]Cabir radıyallahu anh anlatıyor:

Peygamber aleyhissclâm ile beraber yola çıkmıştık. Geniş bir vadiye gelince, Allah'ın Resulü abdestini bozmaya gitti. Ben de peşinden içinde su bulunan bir kapla kendisini takip ettim. Peygamber aleyhisselâm etrafına baktı. Abdest bozmak için görünmeyecek bir yer bulamadı. Uzakta vadinin kenarında iki ağaç görüverince de onlardan birinin yanına gitti. Dallarından birini alıp:

- Allah'ın izni ile benimle yürü! buyurdu. Ağaç burnu halkalı deve gibi, Peygamber aleyhisselâmın arkasını takip etti. Sonra diğer ağaca gitti. Onun da bir dalını alıp:

- Allah'ın izniyle benimle yürü! dedi. Önceki dal gibi bu da emre itaat gösterdi, iki ağaç arasındaki yere girince, bunları birbirine yanaştırdı ve:

- Allah'ın izniyle bana üzerimde örtü vazifesini görmek için birleşin! buyurdu, îki ağaç biribirine yapıştı.

Bu arada ben, Allah'ın Resulü benim kendisine yakın olduğumu hissetmesin de, yine uzağa gitmek mecburiyetinde kalmasın diye bu korku ile hızlıca geri çekildim ve uzakta oturdum. Bu fevkalâde hadise karşısında kendi kendime düşünmeye başladım. Peygamber aleyhisselâmı benden tarafa dönmüş gelir vaziyette gördüğüm zaman, iki ağaç da biribirinden ayrılmış ve gövdeleri dik olarak duruyorlardı. Allah'ın Resulünün bir an durduğunu ve başı ile, ağaçların kendi yerlerine gitmeleri için işarette bulunduğunu gördüm. Sonra Peygamber aleyhisselâm yine benden tarafa doğru gelmeye devam etti. Bana yaklaşınca:

- Ey Cabir, oturduğum yeri gördün mü? diye sordu. Ben de:

- Evet, gördüm, ey Allah'ın Resulü, diye cevap verdim.

(Tirmizî)

* * *
 

Muhamed Dolaku

New member
Katılım
2 Tem 2011
Mesajlar
5,395
Tepkime puanı
158
Puanları
0
Yaş
78
[h=2]RAHİB BAHİRA VE RESÜLULLAH[/h][h=2][/h]Ebû Musa radıyallahu anh anlatıyor:

Ebû Talib, Şam'a gitmek üzere yola çıkmıştı. Yanında Kureyş kavminden bazı şahıslarla beraber, henüz küçük yaşta olan Peygamber aleyhisselâm da bulunuyordu. Rahib Bahira'nın bulunduğu yere yaklaşinca hayvanlarından inerek yükleri çözüp indirmeye başladılar. Rahib hemen onları karşılamaya çıktı. Halbuki bundan önceleri de buraya uğrak verirlerdi. Fakat Rahib Bahira çıkıp da onları karşılamaz, hususî bir iltifatta bulunmazdı. Bu defa henüz yüklerini çözmeye uğraşırlarken Rahib çıkageldi. Ve birini arıyormuşçasına onların arasında dolaşmaya başladı. Peygamber aleyhisselâmın yanma gelince elini verdi ve:

- Bu çocuk âlemlerin efendisidir. Bu çocuk âlemlerin Rabbi olan Allah'ın elçisidir; Allah onu âlemlere rahmet olarak gönderiyor, dedi. Rahibin bu sözleri üzerine orada bulunanlardan bazı kimseler:

- Bunu nereden biliyorsun diye Rahib Bahira'ya sordular. Rahib:

- Siz Akabe'den ayrılınca, ona secde etmeyen bir taş ve ağaç kalmadı. O taş ve ağaçlar ise yalnız bir peygamber için secde ederler, dedikten sonra:

- Ben onu omuz kemiğinin altındaki küçük bir elmacık gibi olan Peygamberlik mühründen de tanırım, diye ilâve etti.

Rahib, bu konuşmalardan sonra dönüp onlara yemek hazırladı. Yemeği getirdiğinde Peygamber aleyhisselam develeri beklemekte idi.

Rahib:

- Onu buraya çağırın, dedi.

Peygamber aleyhisselam o tarafa doğru dönüp gelmeye başladı. Üzerinde kendisini gölgeleyen bir bulut bulunuyordu. Oradakilere yaklaşınca, önceden ağacın gölgesini insanlar işgal etmiş olduğundan, kendisine ağacın gölgesinde yer kalmamıştı. Ancak Peygamber aleyhisselam oturunca, ağaç uzanıp onu gölgesine aldı.

Bunun üzerine Rahib:

- Ağacın gölgesine bakın nasıl ona uzandı! diye dikkatlerini çekti. Rahib onları ağırlarken, kendilerinden, Allah aşkı için bu çocuğu Rum diyarına götürmemelerini istedi ve:

- Çünkü Rumlar bu çocuğu görünce, ondaki hususiyetleri görerek onun son Peygamber olduğunu anlarlar ve katlederler, dedi.

Rahib döndüğünde Rum'dan yedi kişinin gelmiş bulunduğunu gördü. Onları karşılayarak:

- Ne sebeple buraya geldiniz? diye sordu. Onlar da:

- Biz geldik. Çünkü Zamanın Peygamberi, bu ay içerisinde bulunduğu şehirden çıkacak. Bu sebeple geçme ihtimali olan bütün yolların hepsine birer rahip gönderildi. Biz de onun geleceği haberini aldığımızdan, senin yoluna gönderildik.

Bunun üzerine Rahib: "

- Arkanızda bıraktığınız kimseler arasında sizden hayırlı kimse var mı? diye sordu.

Onlar da:

— Sizin bu yolunuza en hayırlılarımız seçildi, diye cevap verdiler.

Rahib:

— Allah'ın yapmayı murad ettiği bir işin meydana gelmesine mani olmaya hiçbir kimsenin kuvvetinin yeteceğini sanır mısınız? dedi. Onlar da:

— Hayır, dediler. Rahib Bahira'nın bu irşadı üzerine, onlar da Peygamber aleyhisselâma bîat ettiler ve onunla beraber kaldılar. Bu hadiseyi de saklı tutmaya azmettiler.

Rahib, daha sonra Kureyş'lilere hitabederek:

— Allah için söyleyin bu çocuğun velisi kimdir? diye sordu. Kureyşliler de:

— Ebû Talib'tir, diye cevap verdiler.

Rahib Ebû Talib'e dönerek, çocuğu memleketine geri götürmek için tavsiye ve İsrarlarına devam etti. Nihayet Ebû Talib de buna kanâat getirdi ve çocuk yaşta bulunan Peygamber aleyhisselâmı Mekke'ye gönderdiler.

Rahib Bahira, Peygamber aleyhisselâma yol azığı olmak üzere kurabiye ile zeytin vermiştir.

(Tirmizî)

* * *
 

Muhamed Dolaku

New member
Katılım
2 Tem 2011
Mesajlar
5,395
Tepkime puanı
158
Puanları
0
Yaş
78
[h=2]İLK VAHİY[/h][h=2][/h]Hazreti Âişe radıyallahu anhâ anlatıyor:

Resûlullah aleyhisselâma gelen ilk vahiy, uykuda iken gördüğü sarih bir rüyâdan ibarettir. O bir rüya görmüş olmazdı ki sabah aydınlığı gibi acık bir şekilde zahir olmasın. Allah ona tenhada kalma sevgisi vermişti. Bunun için Hirâ dağına çekilir ve orada aile efradına dönmeden, azığı bitinceye kadar bir kaç gece kalır, ibadetle meşgul olurdu. Sonra tekrar Hatice radıyallahu anha'nm yanına gelir, yine bir o kadar daha azık alır ve Hirâ dağına çekilirdi.

Bu şekilde hak yani Cibril aleyhisselâm kendisine gelinceye kadar Hirâ dağındaki mağarada kaldı ve Melek gelip kendisine:

— Oku! dedi.

(Allah'ın Resulünün kendi ifadesiyle: )

— Ben okumak bilmem, dedim. Beni alıp göğsüne bastı ve takatim kesilinceye kadar sıktı ve tekrar salıverdi. Yine:

— Oku! dedi.

— Ben, okuma bilmem, dedim. Tekrar beni üçüncü defa alıp göğsüne bastırdı ve takatim kesilinceye kadar sıktı ve salıverdi. Son olarak yine kâinatı yaratan, insani bir parça kan pıhtısından yaratan Rabbinin ismiyle oku! Oku ki Rabbin keremde benzeri olmayan celâl sahibi Allah'tır, dedi.

Bunun üzerine Peygamber aleyhisselâm bu âyetleri alıp kabul ederek, yüreği titreye titreye döndü. Doğruca zevcesi Hatice binti Huveylid radıyallahu anha'nın yanına vardı ve:

— Beni örtün, beni örtün! dedi.

Bir müddet öylece kaldı. Sonra Hatice radıyallahu anhâ'ya başından geçenleri anlattı, «Kendimden korktum» dedi. Hatice radıyallahu anhâ:

— — öyle deme Allah'a yemin ederim ki, Allah seni hiçbir vakit mahcup etmez. Çünkü sen akrabana bakarsın işini göremeyenlerin yükünü üzerine alırsın. Fakire verir, kimsenin kazandırmıyacağını kazandırırsın, misafir ağırlarsın, hak yolunda meydana gelen mühim hadiselerde halka yardımda bulunursun, dedi.

Bundan sonra Hatice radıyallahu anha, Peygamber aleyhisselâmı alıp amcası oğlu bulunan Varaka bin Nevfel bin Esed bin Abdül Uzza ya götürdü. Bu zât cahiliyyet zamanında hristiyanlığı kabul etmişti, îbrani dilini bildiği için incil'den Allah'ın murad ettiği kadar bir şeyler yazardı. Yaşlanmıştı, gözleri de artık görmüyordu. Hatice radıyallahu anha, kendisine ;

— Ey amcam oğlu, dinle de bak, kardeşin özlü ne diyor, dedi. Varaka:

— Ne var kardeşimin oğlu? diye sordu.

Peygamber aleyhisselâm da hadiseyi kendisine anlattı.

Bunun üzerine Varaka dedi ki:

— Bu gördüğün Musa aleyhisselâma Allah'ın gönderdiği Nâmus-u Ekber: vahiy ile ilahî sırrın sahibi Cibril aleyhisselâmdır. Keşke senin hakka davet günlerinde sağ bulunsaydım da, kavmin seni çıkaracakları zaman yanında olsaydım, dedi.

Bunun üzerine Peygamber aleyhisselâm:

— Onlar beni çıkaracaklar mı ki? diye sordu. O da ^

— Evet, çünkü senin gibi bir şey getirmiş olan hiç bir kimse yoktur ki, düşmanlığa uğramasın. Senin davet günlerine yetişirsem sana son derece yardımcı olurum, cevabını verdi. Ondan sonra uzun zaman geçmeden Varaka öldü ve o sırada vahiy kesildi.

(Buharî, Müslim, Tirmizî)

* * *
 

Muhamed Dolaku

New member
Katılım
2 Tem 2011
Mesajlar
5,395
Tepkime puanı
158
Puanları
0
Yaş
78
[h=2]NAMAZ VE MİR'AÇ[/h][h=2][/h]Malik bin Sa'saa radıyallahu anh Peygamber aleyhisselâmıh şöyle buyurduklarını anlatıyor:.

Ben Kâbe-i Muazama'da iki kişinin arasında uyku ile uyanıklık arasında yatmakta iken, içi îman ve hikmetle dolu, altından bir leğen getirdiler. Boğazımdan karnıma kadar göğsümü yardılar. Zemzem suyu ile yıkayıp, îman ve hikmetle doldurdular. Katırdan küçük merkepten ise büyük, burak denilen bir hayvan getirdiler. Cibril Aleyhisselâm ile beraber gittik. Birinci kat semâya gelince:

— Kim o? denildi, Cibril a.s.:

— Cebrâil, diye cevap verdi.

— Yanındaki kim? denildi.

Cebrâil de:

— Muhammed, dedi.

— Ona, buraya gelme daveti gönderildi mi? denildi. Cebrâil:

— Evet, dedi.

— Hoş geldi, O ne güzel bir misafirdir, denildi.

Bunu takiben Adem aleyhisselâma geldim, selâm verdim,

— Hoş geldin oğul ve Peygamber! dedi.

Bir rivayette şöyledir:

Dünya semasına yükselince sağında ve solunda insan kalabalığı bulunan bir zat gördüm. Sağına bakınca gülüyor, soluna bakınca ağlıyordu.

— Hoş geldin, salih peygamber salih oğul! dedi. Ben:

— Bu kim ey Cibril? diye sordum. O da:

— Bu, Adem aleyhisselâmdır. Sağında ve solunda gördüğün bu kalabalıklar evlâdlarının ruhlarıdır. Sağındakiler cennetlik, solundakiler ise cehennemliklerdir. Bunun için sağına baktığı zaman gülüyor, soluna baktığı zaman ağlıyor, dedi.

Sonra ikinci semaya geldik.

— Kim o? denildi. Cebrâil:

— Ben Cebrail, dedi.

— Yanındaki kim? denildi. Cebrail:

— Muhammed, dedi.

— Ona, buraya gelme daveti gönderildi mi? denildi.

Cebrail:

— Evet, dedi.

— Hoş geldi, ne güzel bir misafir geldi! denildi.

Bunu takiben Isa ile Yahya Peygamberlere rastladım. Her ikisi de:

— Hoşgeldin kardeşimiz hoşgeldin ey peygamber! dediler. Sonra, üçüncü kat semaya geldik.

— Kim o? denildi.

— Cebrail, diye cevap verildi.

— Yanındaki kim? diye soruldu.

— Muhammed, diye cevap verildi.

— Ona buraya gelme daveti gönderildi mi? diye soruldu. Cebrail:

— Evet, dedi.

— Hoş geldi, ne güzel bir misafir geldi, denildi.

Bunu müteakip Yusuf aleyhisselâm'a rastladım. Selâm verdim;

— Hoş geldin kardeş ve Peygamber, dedi. Sonra dördüncü semaya geldik.

— Kim o? denildi.

— Cebrail, diye cevap verildi.

—> Yanındaki kim? diye soruldu. "

— Muhammed, diye cevap verildi.

— Ona, buraya gelme daveti gönderildi mi? diye soruldu.

— Evet, diye cevap verildi.

— Hoş geldin, ne güzel misafir geldi! denildi.

Bunun takiben îdris aleyhisselâma rastladım. Selâm verdim.

— Hoş geldin, kardeş ve Peygamber, dedi. Sonra beşinci kat semaya geldik.

— Kim o? denildi.

— Cebrail, diye cevap verildi.

— Yanındaki kim? diye soruldu.

— Muhammed,'diye cevap verildi.

— Ona, buraya gelme daveti gönderildi mi, denildi.

— Evet, diye cevap verildi.

— Hoş geldi, ne güzel bir misafir geldi, denildi. Bunu müteakip Haran aleyhisselâma rastladık. Kendisine selâm verdim.

— Hoşgeldin, kardeş ve Peygamber! dedi. Sonra altıncı semaya geldik.

— Kim o? denildi.

— Cibril, diye cevap verildi.

— Yanındaki kim? diye soruldu.

— Muhammed, denildi. .

— Ona buraya gelme daveti gönderildi mi? diye soruldu.

— Evet, denildi.

— (Hoş geldi, ne güzel bir misafir geldi! denildi.

Bunu takiben Musa aleyhisselâma rastladım ve selâm verdim.

— Hoş geldin, kardeş ve Peygamber! dedi.

Kendisinden ayrılınca ağlamaya başladı. Hazreti Allah tarafından kendisine:

— Niye ağlıyorsun? diye soruldu.

Musa aleyhisselâm:

— Ey Rabbim, benden sonra Peygamber olan bu gencin ümmetinden cennete benim ümmetimden daha çok insanlar girecektir, bunun için ağlıyorum, dedi.

Sonra yedinci semaya geldik.

— Kim o? denildi.

— Cibril, diye cevap verildi.

— Yanındaki kim? diye soruldu.

— Muhammed, diye cevap verildi.

— Ona, buraya gelme daveti gönderildi mi? Hoş geldi, ne güzel misafir geldi! denildi.

Bunu takiben ibrahim aleyhisselâma rastladım. Selâm verdim.

— Hoş geldin oğul ve Peygamber! dedi. Hemen bana Beytü'l Mâmur gösterildi. Cibril'e sordum. O da:

— Bu, Beytü'l Mâmur'dur. Her gün yetmiş bin melek orada namaz kılar ve çıkarlar. Çıkanlar da bir daha artık oraya dönmezler, dedi.

Bana Sidretü'l Müntehâ ağacı da gösterildi. Bir de baktım ki, bu ağacın meyveleri meşhur Hacer beldesinin büyük destileri, yaprakları da fillerin kulakları büyüklüğünde idi. Altından dört nehir akıyordu. Bunların ikisi bâtın, ikisi zahir idi. Cibril'e bu nehirleri sordum. O da:

— Bâtın, yani içe ait iki nehir cennette, zahir yani dışa ait iki nehir de Nil ile Fırat'tır, dedi.

Bir rivayette:

Sonra o kadar yükseğe çıkarıldım ki orada mukadderatı yazan kalemlerin sesini işitir oldum.

Sonra üzerime elli vakit namaz farz kılındı. Döndüm. Musa aleyhisselâma gelince, bana:

— Ne oldu? diye sordu.

— üzerime elli vakit namaz farz kılındı, dedim. Musa aleyhisselâm:

— Ben insanları senden daha iyi bilirim, israil Oğulları ile çok uğraştım. Senin ümmetinin bu elli vakit namaza gücü yetmez. Rabbine dön ve bu namazları azaltmasını niyaz et! dedi.

Döndüm. Niyazda bulundum. Allahü Teâlâ bunları kırka indirdi. Sonra yine Musa aleyhisselâma geldim. Aynı şeyi söyledi.

Döndüm. Allahü Teâlâ namazları otuza indirdi. Yine aynı şey tekrarlandı. Döndüm, Allahü Teâlâ namazları yirmiye indirdi. Yine aynı şey oldu.

Döndüm, Allahü Teâlâ namazları ona indirdi. Yine Musa aleyhisselâma geldim, aynı şeyi söyledi.

Döndüm, Allahü Teâlâ namazları beş vakte indirdi. Yine Musa aleyhisselâma geldim.

— Ne yaptın? dedi.

— Allah namaz vakitlerini beş vakte indirdi, dedim. Musa aleyhisselâm yine gidip, daha da indirmesi için Allah'a niyaz etmemi söyledi ise de ben:

— Hayır, razı oldum, dedim.

Bunun üzerine Allah tarafından bir nida geldi. Farzım kesinleşmiştir. Kullarıma gereken kolaylığı yaptım. Her iyi amel karşılığında da on sevab vereceğim.

Bir rivayette:

Yüce Rabbim ile Musa aleyhisselâm arasında gidip gelmeye devam, ettim. Nihayet Allahü Teâlâ:

— Ey Muhammed, namazlar günde beş vakitten ibarettir. Her namaz için on sevab vardır, bu da elli vakit namaz demektir, buyurdu.

(Buharı, Müslim)

* * *
 

Muhamed Dolaku

New member
Katılım
2 Tem 2011
Mesajlar
5,395
Tepkime puanı
158
Puanları
0
Yaş
78
[h=2]KAFİRLERİN KORKUSU[/h][h=2][/h]Hazreti Aişe radıyallahu anhâ anlatıyor:

Anne - babamı îslâm dini üzerine sarılmış vaziyette biliyor, îslâm öncesini asla hatırlamıyorum. Allah'ın Resulünün sabah ve akşam bize gelmediği bir gün geçmezdi. Müslümanların başı belâya uğramaya başlayınca Hazreti Ebû Bekir radıyallahu anh, Habeş diyarına hicret etmek üzere yola çıktı. Yemen'deki Berkü'l Gimad denilen yere geldiği zaman, memleketin efendisi Ibnu'd Dugunne kendisine rasgeldi ve:

— Nereye gitmek istiyorsun, Ey Ebû Bekir? diye sordu.

Hazreti Ebû Bekir de:

— Kavmim beni memleketimden çıkmaya mecbur bıraktı. Bu sebepten dolayı yer yüzünde dolaşmaya ve Rabbime ibadet etmeye niyetlendim, diye cevap verdi.

Ibnu'd Dugunne.:

— Ey Ebü Bekir, senin gibi bir zat memleketinden ne çıkar, ne de çıkarılır. Sen fakiri giyindirir, akrabaya yardımda bulunur, aciz ve zayıfların yükünü üzerine alır misafire ikram eder, musibetlerde yardımını esirgemezsin, işte ben senin kefilin ve yardımcınım. Memleketine dön ve arzu ettiğin şekilde Rabbine ibadet et, dedi.

Bunun üzerine Hazreti Ebû Bekir radıyallahu anh, memleketine döndü ve Ibnu'd Dugunne de kendisiyle beraber geldi. O gece Kureyş'in ileri gelenleri ile görüştü ve:

— Ebû Bekir gibi bir zat memleketinden ne çıkar, ne de çıkarılır. Yoksulu giydiren akrabaya yardım eden aciz ve zayıfların yükünü üzerine alan, misafire ikramda bulunan ve musibetlerde yardımını esirgemeyen bir zatı memleketten nasıl çıkarırsınız? dedi.

Kureyşliler, Ibnu'd Dugunne'nin bu kefalet ve teminatı karşısında, Hazreti Ebû Bekir radıyallahu anhe eziyet vermekten vazgeçti.

Ancak Ibnu'd Dugunne'ye dediler ki:

— Ebû Bekir'e söyle: Rabbine evinde ibadet etsin, namazını evinde kılsın, dilediğini okusun, bunlarla bize eza etmesin, bunları açıktan yapmasın. Çünkü onun bu şekilde çocuklarımız ve kadınlarımızı kandıracağından endişe ediyoruz.

Ibnu'd Dugunne onların bu söylediklerinin hepsini, Ebû Bekir radıyallahu anh'e bildirdi. Bundan sonra da Hazreti Ebû Bekir evinde ibadet etmeye, açıktan namaz kılmamaya ve evinden başka bir yerde Kur'an okumamaya başladı. Bir süre bu şekilde devam ettikten sonra, aklına başka bir düşünce geldi. Evinin avlusu içerisinde bir namazgah inşa etti ve orada namaz kılıp Kur'ân okumaya başladı. Bu defa müşriklerin kadın ve çocukları, onu dinlemek için namaz kıldığı yerin yanında toplanmaya başladı. Hazreti Ebû Bekir'i seyrediyor ve okuyuşuna hayranlık duyuyorlardı. Hazreti Ebû Bekir, Kur'ân okuduğu zaman göz yaşlarını tutamayan ve çok ağlayan bir zat idi. Bu durum, Kureyş müşriklerinin ileri gelenlerini endişelendirdi ve îbnu'd Dugunne'yi çağırdılar ve geldiği zaman, kendisine dediler ki:

— Biz, Ebû Bekir'in ibadetini evinde yapılması şartı ile senin himayen altında kalmasına razı olmuştuk. O ise bu haddi aştı. Evinin avlusunda kendisine mescid yaptı. Açıktan Kur'ân okumaya ve namaz kılmaya başladı. Biz ise, onun kadınlarımızı ve çocuklarımızı aldatmasından endişe ediyoruz. Bundan dolayı, onu bundan böyle bu şekilde yapmaktan vazgeçir. Eğer evinde sessizce Rabbine ibadet etmek isterse, bunu yapabilir. Bu davranışını terketmediği takdirde verdiğin himayeden vazgeçmesini iste. Çünkü biz senin verdiğin sözü bozmak istemedik ama Ebû Bekir'in açıkça kılmasını'da kabullenmedik.

Bunun üzerine îbnu'd Dugunne Hazreti Ebû Bekir'e geldi ve:

— Sana hangi şartlar içerisinde taahhüdde bulunduğumu hatırlıyorsun. Ya bu şarta uyacaksın, yahut himayem altında olmaktan vaz geçeceksin. Çünkü ben, kendisine himaye edeceğime dair söz verdiğim bir kimseye karşı sözümde durmadığımı, Arab'ın duymasını istemem, dedi.

Buna karşılık olarak Ebû Bekir radıyallahü anh:

— Başka yapılacak bir şey yok, himayeni iade ediyor ve Allah'ın himayesine sığınmayı tercih ediyorum, diye cevap verdi.

Allah'ın Resulü ise o gün Mekke'de bulunuyordu. Müslümanlara şöyle buyurdular:.

— Sizin hicret edeceğiniz yer bana gösterildi. Orası iki kayalık arasında hurmalık bir yerdi.

Bunun üzerine hicret edenler Medine'ye hicret ettiler. Habeşistan'a hicret etmiş bulunanlarda oradan dönerek Medine'ye hicret ettiler. Hazreti Ebû Bekir de Medine'ye hicret etmek üzere hazırlığa başlamıştı. Bunu gören Peygamber Aleyhisselâm kendisine:

— Acele etme, bana da hicret etmek için izin verileceğini ümid ediyorum, buyurdu.

Hazreti Ebû Bekir radıyalahü anh:

— Anam, babam sana feda olsun, bunu ümid ediyorsun demek ? diyerek sevincini gösterdi.

Peygamber aleyhisselâmın «Evet» diye cevap vermesi üzerine Hazreti Ebû Bekir, Allah'ın Resulüne arkadaşlık etmek için, o anda hicretten vazgeçti. Dört ay, binek atını bu iş için «semur» denilen ağacın yaprağı ile beslemeye başladı.

(Buharî)

* * *
 
Üst Alt