Neler yeni
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Riyâzü’s-Sâlihîn - İmâm Nevevî

Muhamed Dolaku

New member
Katılım
2 Tem 2011
Mesajlar
5,395
Tepkime puanı
158
Puanları
0
Yaş
78
473.[FONT=&quot] Ebü’l-Abbâs Sehl İbni Sa’d es-Sâidî radıyallahu anh’in söylediğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e bir adam geldi ve:

[FONT=&quot]–Yâ Resûlallah! Bana, yaptığım zaman hem Allah’ın hem de insanların beni seveceği bir iş söyle, dedi. Bunun üzerine Resûl-i Ekrem:[/FONT]

– “Dünya ve dünyalıklardan yüz çevir, Allah seni sevsin; halkın elinde olandan yüz çevir, insanlar seni sevsin”[FONT=&quot] buyurdu. [/FONT]

[FONT=&quot]İbni Mâce, Zühd 1[/FONT]


Açıklamalar

[FONT=&quot]Bir mü’min için bu dünyada en çok arzu edilen şey, önce Allah sonra da insanlar tarafından sevilen bir kul olabilmektir. İnsandaki sevilme duygusu, sevme duygusundan daha önde gelir. Kişinin Allah ve insanlar tarafından sevilen bir kimse olması kendi elindedir. Sahâbeden birinin Peygamber Efendimiz’e bu hususu sorması üzerine, Allah Resûlü kısa fakat kapsamlı bir cevapla bunun yolunu göstermiştir. Ancak Peygamberimiz’in burada verdiği cevabın, bu sevginin yegâne şartı olduğunu söylemek doğru değildir. Çünkü Peygamber Efendimiz’in, herhangi bir konuda sorulan böyle sorulara muhataba göre değişen farklı cevaplar verdiği bilinmektedir. Nitekim Kur’ân-ı Kerîm’in çeşitli âyetleri ile, Peygamberimiz’in pek çok hadislerinde Allah’ın kulunu sevmesinin belli başlı şartları ve belirtilerinden bahsedilir. Bu hadiste işaret edilen, dünyadan, dünyalıklardan ve insanların ellerinde bulunanlardan yüz çevirmek onlardan sadece biri, fakat en önemli sayılanıdır. [/FONT]

[FONT=&quot]Dünya sevgisi, bütün kötülüklerin başıdır. Zühd ise, dünyada nefsin hoşuna gidecek birtakım işleri yapmaya gücü yetmesine rağmen, âhireti düşünerek, Allah’ın azâbından korkup cennetini umarak, Cenab-ı Hak dışındaki her şeyden gönlü arındırmak nefsin isteklerine gem vurmaktır. Bu niteliklere sahip bir kimseyi Allah sever. Çünkü böyle bir kimse, Allah’ın rızâsından başka bir şey düşünmez. Açlığını giderecek miktarda yiyecek, bedenini örtecek kadar giyecek, kendisini soğuktan ve sıcaktan koruyacak meskenle yetinen ve dünya hırsına kapılmayan insan, zühd hayatını tercih etmiş demektir. Görüldüğü gibi zâhidlik, dünyadan tamamen el etek çekmek, başkalarına muhtaç olup el açacak derecede fakir ve yoksul yaşamak anlamına gelmemektedir. Çünkü insan için elinin emeğiyle geçinmekten ve başkasına muhtaç olmamaktan daha üstün bir fazilet olmadığını bildiren de Peygamber Efendimiz’dir. [/FONT]

[FONT=&quot]Zâhidlik, yukarıda da ifade ettiğimiz gibi, insan ne kadar mal ve mülke sahip olursa olsun, bunlara gönül bağlamamak ve onların sevgisini Allah’ın sevgisinin üzerine çıkarmamak, gerektiğinde varlığını Allah yolunda sarfedebilmek anlamına gelmektedir. Yine zâhidlik, başkalarının elinde bulunan mala, mülke ve dünya varlıklarının hiçbirine göz dikmemek, bunlara sahip olanlara karşı kin, hased ve kıskançlık hisleri beslememek demektir. Böyle bir kimseyi Allah sevdiği gibi insanlara da sevdirir. Sonuç itibariyle, kişinin Allah ve insanlar tarafından sevilmesinin önemli şartlarından biri zühd ehli olmasıdır. [/FONT]

Hadisten Öğrendiklerimiz

[FONT=&quot]1. Allah’ın sevgisini elde etmek, bir mü’minin dünyadaki en büyük arzusu olmalıdır.[/FONT]

[FONT=&quot]2. Allah’ın sevgisini elde etmenin başta gelen şartlarından biri zühd hayatını benimsemektir. [/FONT]

[FONT=&quot]3. Zühd, dünyadan tamamen el etek çekmek değil, dünya sevgisini Allah sevgisinin üzerine çıkarmamaktan ibarettir. [/FONT]

[FONT=&quot]4. İnsanların sevgisine lâyık olmanın yolu, onların elinde bulunan dünyalıklara göz dikmemek, onlara karşı ihtiras ve haset sahibi olmamaktır. [/FONT]

[FONT=&quot]5. İnsan, dünyada helâl rızık kazanmaya çalışmalı ve bütün gayretini sarfettikten sonra Allah’ın verdiğine râzı olup kanaat etmelidir. [/FONT]

[FONT=&quot]6. Gerçek mü’minlerin özelliği, haramlardan sakınmak, şüphelilerden uzak durmak, Allah’ın verdiğine şükretmektir.[/FONT]
[/FONT]

__________________
 

Muhamed Dolaku

New member
Katılım
2 Tem 2011
Mesajlar
5,395
Tepkime puanı
158
Puanları
0
Yaş
78
474. [FONT=&quot]Nu’mân İbni Beşîr radıyallahu anhümâ şöyle dedi:

[FONT=&quot]Ömer İbni Hattâb radıyallahu anh, insanların dünyalıklardan elde ettiklerinden bahsetti ve:[/FONT]

[FONT=&quot]Ben, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in gün boyu açlıktan kıvranıp, karnını doyuracak âdi hurma bile bulamadığını gördüm, dedi. [/FONT]

[FONT=&quot]Müslim, Zühd 36. Ayrıca bk. İbni Mâce, Zühd 10[/FONT]


Açıklamalar

[FONT=&quot]Nu’mân İbni Beşîr’in, Hz.Ömer’den naklettiği sözler, Peygamber Efendimiz’in vefatından sonra müslümanların dünyalık mal, mülk, mevki, makam ve benzer nimetlere öncekine göre çokça sahip olduklarını ortaya koyar. Çünkü o dönemde İslâm coğrafyası oldukça genişlemiş, bir çok ülke müslümanların hâkimiyet alanına girmişti. Müslümanlar, elde ettikleri ganimetler ve sahip oldukları çeşitli dünyalık nimetlerle kısa sürede zengin olmuşlar, bu arada birtakım mevki ve makamlara da kavuşmuşlardı. Bunları önemseyenler olduğu gibi, dünyalıklara kapılmayarak zühd hayatını tercih edenler de vardı. Halife Ömer, bu durumu müşahede etmekte ve ashâbı bu önemli konularda eğitmeye gayret etmekteydi. Bunu yaparken de, onlar için itirazsız örnek olan Resûl-i Ekrem’in hayatını öne çıkarmayı uygun görüyordu. Hz. Ömer, bu vesileyle bir başka gerçeği de bizlere hatırlatmış olmaktaydı. O da, Peygamber Efendimiz’in ashâbı açken ve yiyecek bir şey bulamazken, kendisinin karnını doyurma cihetine gitmediği ve onlar nasıl yaşıyorsa onun da öyle yaşadığı gerçeğiydi. Bu davranış, örnek bir hayat için son derece önemli olup, toplumu yönetenler açısından mutlaka üzerinde durulması ve rehber edinilmesi gereken bir özellik taşır. Bir başka deyişle Peygamberimiz hayatının hemen her safhasında dünyayı ve dünyalıkları öne çıkarmayan bir yaşayış tarzını, zühd hayatını tercih etti. Bizler, müslümanlar olarak, bir hayatı örnek alacak ve bir kimseye benzemeye özeneceksek, bu Hz.Peygamber olmalı ve özentilerimiz de onun hayat tarzına uygun düşmelidir.[/FONT]

Hadisten Öğrendiklerimiz

[FONT=&quot]1. Hz. Peygamber’in zühd hayatını tercihi, yoksulluk ve fakirlikle ilgili değildi. O, pek çok dünyalığa sahip ve varlıklı iken bile bu hayatı tercih ediyordu. [/FONT]

[FONT=&quot]2. Peygamberimiz’in hayatı, ashâba olduğu kadar, ümmete de örnek teşkil eder. Bu örneklik, zaman ve mekânla sınırlı olmayıp, bütün zaman ve mekânları kapsar. [/FONT]

[FONT=&quot]3. Yöneticiler, kendileri başta olmak üzere, yönetimleri altındakileri de öğretip eğiterek müslümanca bir hayatı yaşamaya teşvik ederler. Bu yönde halka gösterecekleri ilk örnek, Peygamberimiz olmalıdır. [/FONT]

[FONT=&quot]4. Müslümanlar, pek çok dünyalık imkânlara da sahip olsalar, İslâm’ın emrinin dışına çıkmamalı, dünyalıklara dalarak ibadet ve tâati terketme yoluna girmemelidir. [/FONT]
[/FONT]

__________________
 

Muhamed Dolaku

New member
Katılım
2 Tem 2011
Mesajlar
5,395
Tepkime puanı
158
Puanları
0
Yaş
78
475.[FONT=&quot] Âişe radıyallahu anhâ şöyle dedi:

[FONT=&quot]Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem vefât etmişti. O sırada benim evimin rafında, bir parça arpadan başka bir canlının yiyeceği hiçbir şey yoktu. Ben ondan uzun süre yedim. Sonra ölçtüm de tükeniverdi.[/FONT]

[FONT=&quot]Buhârî, Humus 3, Rikak 16; Müslim, Zühd 27. Ayrıca bk. İbni Mâce, Et’ıme 49[/FONT]


Açıklamalar

[FONT=&quot]Peygamber Efendimiz’in evindeki hayat tarzı, yiyecek ve içecekleri, eşyaları, çektikleri sıkıntılar ve benzeri hallerle ilgili pek çok rivayet, hadis kitaplarımızın ilgili bahislerinde yer alır. Gerek mü’minlerin anneleri olan Peygamber hanımları, gerekse konuyu bilen sahâbe, bize bu bilgileri en ince ayrıntılarına kadar anlatmış bulunmaktadırlar. [/FONT]

[FONT=&quot]Pek çok rivayetten, Peygamber Efendimiz’in yiyeceklerinin ne kadar mütevazi ve sıradan gıdalar olduğunu, sahâbîlere kıyasla sofrasında daha seçkin yiyecekler bulundurmadığını ve özellikle yemek işini bir mesele edinmediğini öğrenmekteyiz. Resûlullah vefat ettiğinde evinde bulunan yiyecek maddeleri de, hayatının son anına kadar nasıl bir yaşayış tarzını devam ettirdiğinin önemli göstergelerinden birini teşkil eder. Hanımlarından Hz. Âişe’nin belirttiğine göre, Peygamber ailesi, iki gün üstüste doya doya buğday ekmeği yememiş, iki günün yiyeceğinden biri mutlaka kuru hurma olmuştur [Müslim, Zühd 25]. [/FONT]

[FONT=&quot]Onun ve ailesinin yiyecekleri arasında adı en çok zikredilen arpa ekmeğidir. Bütün bunlar bizi, Peygamber Efendimiz’in bazı pahalı ve nadir yiyecek maddelerinden kendisini uzak tuttuğu veya onları yemeyi uygun görmediği gibi bir neticeye götürmemelidir. Çünkü Peygamberimiz, Allah’ın helal kıldığı hiçbir şeyi nefsine haram kılmamış ve yiyip içmemezlik etmemiştir. Şu kadar var ki, belli bir yiyecek özlemi ve arayışı içinde olmamıştır. Ne bulduysa onu yemiş, bulduğuna hamdetmenin ve şükretmenin engin hazzını tatmıştır. Dünyanın mevcut bütün nimetlerine, altın ve gümüşüne sahip olma imkânı varken, evinde ve elinde bulunanlar bu sayılanlardan ibarettir. Bu durum, onun dünyaya karşı ne kadar zühd içinde bulunduğunun delîlidir. Kendisinin vefatından sonra mü’minlerin anneleri olan Peygamber eşleri de aynı şekilde davranmış, hayatlarını zühd içinde geçirmeye özen göstermişler ve ümmete örnek olma vasıflarını sürdürmüşlerdir.[/FONT]

[FONT=&quot]Hz. Âişe, bu rivayette bize bir başka gerçeği daha öğretmektedir. İnfak edilecek şeyleri ölçüp biçmemek esastır. Çünkü bu davranışın altında dünya malına karşı hırslı olmak, verilen veya harcanan şeyin tükeneceği korkusuna düşmek ve cimrilik duygusuna kapılmak vardır. Bu ise Allah’a teslimiyet ruhuna aykırı olup, tedbirde aşırı gitmeyi ifade eder. Oysa Allah yolunda sarfederken çok hesâbî olmamak gerekir. Fakat alış-verişte, borç vermede eksiksiz ölçme ve tartma tavsiye edilmiştir. Ayrıca, aile erzakını ölçüp tartmanın bereket vesilesi olduğu hadiste haber verilmiş, aile azığının miktarı ailece bilinerek ona göre hareket etmeleri ve hazırlıklı bulunmaları için bu durum câiz görülmüştür. Nitekim Resûl-i Ekrem’in ailesine ait bir senelik gıda maddesini evinde bulundurduğu sahih rivayetlerde bildirilmiştir. Bu sebeple, Peygamber Efendimiz’in“Azığınızı ölçünüz, istifadeniz artar, o size bereketli kılınır” (Buhârî, Büyû’ 52; İbni Mâce, Ticarât 39) hadisindeki emri ile buradaki tavsiye arasında bir aykırılık söz konusu değildir. [/FONT]

Hadisten Öğrendiklerimiz

[FONT=&quot]1. Hz. Peygamber, hayatının her safhasında zühd anlayışı ve yaşayışı içinde olmuştur.[/FONT]

[FONT=&quot]2. Peygamberimiz’in eşleri olan mü’minlerin anneleri, Resûl-i Ekrem’in vefatından sonra, o hayatta iken sürdürdükleri zühd hayatını devam ettirmişlerdir. [/FONT]

[FONT=&quot]3. Hz. Peygamber’in zâhidâne bir hayat sürmesi, dünya malına ve mülküne sahip olmadığı için değil, bunun aksine, her türlü maddî imkâna sahip olduğu halde tercih ettiği bir hayat tarzıdır. [/FONT]

[FONT=&quot]4. Alış-veriş esnasında, başkalarının hakkına riayet için ölçüp tartmak ve bunları doğru yapmak dinimizin önemli prensiplerinden biridir. Aile erzakının yeterliliğini hesaplamak ve buna göre hareket etmek için ölçmek câizdir. [/FONT]

[FONT=&quot]5. Allah rızası için bir şey verirken ölçmek, tartmak, ince eleyip sık dokumak hoş karşılanmamıştır. Çünkü insanı buna sevkeden cimrilik duygusu, Allah’a teslimiyet noksanlığı anlamına gelir. [/FONT]
[/FONT]

__________________
 

Muhamed Dolaku

New member
Katılım
2 Tem 2011
Mesajlar
5,395
Tepkime puanı
158
Puanları
0
Yaş
78
476.[FONT=&quot] Mü’minlerin annesi Cüveyriye binti Hâris’in erkek kardeşi Amr İbni Hâris radıyallahu anhumâ şöyle dedi:

[FONT=&quot]Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem vefat ettiğinde, geride, bindiği beyaz katırı, silahı, yolcular için vakfettiği arazi dışında, ne altın, ne gümüş, ne köle, ne câriye ve ne de başka bir şey bıraktı. [/FONT]

[FONT=&quot]Buhârî, Vasâyâ 1, Cihâd 61, 86, Humus 3, Megâzî 83. Ayrıca bk. Nesâî, İhbâs 1[/FONT]


[FONT=&quot]Amr İbni Hâris[/FONT]

Amr, Huzâa kabilesinin Mustalik oğullarından olup Peygamber Efendimiz’in eşi, mü’minlerin annesi Cüveyriye’nin erkek kardeşidir. Sahâbe-i kirâmın en az hadis rivayet edenlerindendir. Buhârî’nin Sahih‘inde bundan başka hadisi yer almaz. Kûfelilerden sayılan Amr’ın hayatının son safhalarını bu şehirde geçirdiği anlaşılmaktadır.

Allah ondan razı olsun.

Açıklamalar

[FONT=&quot]Peygamber Efendimiz’in ne kadar sade, mütevazi ve zühd içinde bir hayat sürdüğünü biliyoruz. Vefatı anında arkada bıraktıkları da onun hayatının nasıl geçtiğinin göstergesidir. Peygamberimiz’in bu dünyaya bıraktıkları, bir insanın hayatını sürdürmesi için zarûrî olan eşyadan ibarettir. Bıraktığı bir araziyi ise, geliri fakir fukaraya, yolda kalmışlara harcanmak üzere vakfetmişti. Çünkü vakıf, varlığı devam ettiği sürece sevabı devam eden ve bu sevabı kıyâmete kadar sürecek olan bir hayır, bir sadaka-i câriyedir. Peygamberimiz’in bu davranışını örnek alan İslâm ümmetinin gücü yeten fertleri, tarih boyunca vakıflar, hayır ve hasenât müesseseleri kurmak suretiyle manevî kazançlarının devam etmesini hedeflemişler ve bu özellikleriyle bütün insanlığa örnek olmuşlardır. [/FONT]

Hadisten Öğrendiklerimiz

[FONT=&quot]1. Peygamberimiz’in vefatından sonra arkada bıraktığı eşya, onun bu dünyada nasıl bir zühd hayatı yaşadığının delilidir. [/FONT]

[FONT=&quot]2. Vakıf, kişinin bu dünyada sahip olduğu bir malı, sevabını Allah’tan bekleyerek kendi mülkü olmaktan çıkarıp Allah adına hibe etmesidir. Peygamberimiz, kendi arazisini bu şekilde vakfetmiştir. [/FONT]
[/FONT]

__________________
 

Muhamed Dolaku

New member
Katılım
2 Tem 2011
Mesajlar
5,395
Tepkime puanı
158
Puanları
0
Yaş
78
477. [FONT=&quot]Habbâb İbni Eret radıyallahu anh şöyle dedi:

[FONT=&quot]Biz, Allah Teâlâ’nın hoşnutluğunu kazanmayı arzu ederek, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ile birlikte Medine’ye hicret ettik. Allah’ın ecrimizi vereceği kesinleşti. Bizden bazıları ecrinden hiçbir şey yemeden vefat etti. Onlardan biri de Mus’ab İbni Umeyr radıyallahu anh’dir. O, Uhud günü şehit edilmişti. Arkada, yünden yapılmış çizgili bir kaftan bıraktı. O kaftanla başını örttüğümüzde ayakları açılıyor, ayaklarını örttüğümüzde de başı açıkta kalıyordu. Neticede Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem başını örtmemizi, ayaklarına da bir miktar Mekke ayrığı koymamızı emretti. Bizden bazılarının da hicretinin meyvesi olgunlaşmış ve onu devşirmiştir. [/FONT]

[FONT=&quot]Buhârî, Cenâiz 27, Menâkıbu’l-ensâr 45, Megâzî 17, 26, Rikâk 16; Müslim, Cenâiz 44. Ayrıca bk. Nesâî, Cenâiz 40 [/FONT]

Açıklamalar

[FONT=&quot]İslâm’ın başlangıç yıllarında Mekke’de müslüman olan sahâbîler, her türlü eziyet ve işkenceye, sıkıntı ve musibete göğüs germişlerdi. Neticede Peygamberimiz’in emriyle Medine’ye hicret ettiler. Onlar doğup büyüdükleri, mal ve mülk sahibi oldukları şehri bırakıp Medine’ye göçerken, dünyalık bir kazanç peşinde değillerdi. Sadece dinlerinin emirlerini daha rahat bir şekilde yerine getirmek ve İslâm’ı yüceltmek için hicret etmişlerdi. Onlardan bir kısmı, dünyalık bir kazanç elde etme peşinde olmaksızın, kendileri için âhiret nimetini tercih ettiler. Herhangi bir ganimet elde etme ve mal mülk edinme imkânları olmadan yapılan cihadlarda şehit düştüler veya Medine’ye hicretlerinin ilk yıllarında vefat ettiler. İşte onlardan biri de Uhud harbinde şehit düşen Mus’ab İbni Umeyr idi. Mus’ab, ilk müslümanlardandı. Hz. Peygamber onu Abdullah İbni Ümmü Mektûm ile birlikte Kur’an’ı ve İslâm’ı öğretmek üzere Medine’ye göndermişti. Daha önce Bedir harbine de iştirak eden Mus’ab, Uhud savaşında 40 yaşında iken şehit edildi. O kadar fakirdi ki, kendisini saracak miktarda bir kefen bezi bile yoktu. Nihayet ayaklarını kapatmaya dahi yetmeyen gömleğine sarılarak defnedildi. Başlangıç yıllarında Medine’deki bütün müslümanların durumu birbirinden çok farklı değildi. Fakat daha sonraları elde edilen ganimetlerin gelirleri, iktisâdî ve ticârî hayatın gelişmesi, ziraat ürünlerinin artması ve fethedilen ülkelerin zenginliklerini elde etmeleri bir çok sahâbînin zengin olmasını sağladı. Dünya nimetlerine kavuşup zengin olan sahâbîlerden bir çoğu, hiçbir dünyalığa sahip olmaksızın ölen ve şehit olan sahâbîlere imrenir, kendileri zenginlik ve nimete kavuştukça “Hayır ve hasenâtımızın bize dünyada peşin verilmesinden korkuyoruz” diyerek endişelerini dile getirirlerdi. Oysa onlar, Allah yolunda sarfetmesini bilen ve nimetin şükrünü hakkıyla yerine getirmeye çalışan kimselerdi. Buna rağmen gerçek bir zühd hayatından mahrum yaşama hissi onları ciddî biçimde endişelendirmekteydi. Sahâbenin hayatından bahseden eserler, onların bu yöndeki örnek tavırlarını yansıtan davranışlara sıkça yer verir. Bu sebepten dolayı, İslâm alimleri geçmişteki örnek hayatların hikâyelerine önem vermiş ve onların okunup öğrenilmesini tavsiye etmişlerdir. Konuyla ilgili olarak her asırda meydana getirilen yüzlerce eser, bu anlayışı sürekli kılmak gerektiğinin bir göstergesi kabul edilebilir. [/FONT]

Hadisten Öğrendiklerimiz

[FONT=&quot]1. Sahâbenin Mekke’den Medine’ye hicreti, sadece Allah rızâsı için olup, dinlerini daha iyi yaşama ve İslam’ı daha rahat tebliğ edip yayma gayesini taşır.[/FONT]

[FONT=&quot]2. Sahâbîler de fazilet bakımından kendi aralarında çeşitli derecelere sahiptirler. [/FONT]

[FONT=&quot]3. Allah dilediği kişinin mükâfatını bu dünyada, dilediğini âhirette, dilediğini de hem dünya hem âhirette verir. [/FONT]

[FONT=&quot]4. Kefen dar ve küçük geldiği takdirde, cenazenin başını örtmek ayaklarını örtmekten daha önceliklidir. Kefen daha da küçükse, avret mahallini örtmek gerekir. [/FONT]

[FONT=&quot]5. Zühdü tercih etmek şartıyla dünyada mal mülk sahibi olmak yasaklanmamıştır. [/FONT]
[/FONT]

__________________
 

Muhamed Dolaku

New member
Katılım
2 Tem 2011
Mesajlar
5,395
Tepkime puanı
158
Puanları
0
Yaş
78
478. [FONT=&quot]Sehl İbni Sa’d es-Sâidî radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Eğer dünya, Allah katında sivrisineğin kanadı kadar bir değere sahip olsaydı, Allah hiçbir kâfire dünyadan bir yudum su bile içirmezdi.”

[FONT=&quot]Tirmizî, Zühd 13. Ayrıca bk. İbni Mâce, Zühd 3[/FONT]


Açıklamalar

[FONT=&quot]Allah bu dünyayı bir imtihan yeri olmak üzere insanlar için yarattı. Bu sadece mü’minler için değil, kâfir ve müşrikler için de böyledir. Dünyanın ve içindeki zenginliklerin Allah katında hiçbir değeri ve kıymeti yoktur. Allah, bunların hepsinden müstağnidir. Bu sebeple, yarattığı insanlara mü’min kâfir ayrımı yapmaksızın bu dünyada rızık verir. Şayet bu dünyanın Allah katında bir değeri olsaydı, inanmayan müşriklere ve kâfirlere hiçbir şey vermezdi. Çünkü onlar Allah’ın düşmanıdırlar. Düşman olana nimet verilmeyeceği herkesin kabul edeceği bir gerçektir. Kendilerine nimet verilenler, eğer bu nimeti verenin kadrini ve kıymetini bilir ve onun emirlerini yerine getirirlerse, Allah onları mükâfatlandırır; karşı gelen ve inkâr içinde olanları ise cezalandırır. Bu sonuç, ilâhî imtihanın gereğidir. [/FONT]

[FONT=&quot]İnanmayanlar bu dünya hayatından sonra ebedî bir hayatın varlığını kabul etmedikleri ya da bu dünya hayatını ebedî hayatla ilgili görmedikleri için, her şeye burada sahip olmak ister ve cennetlerini bu âlemde yaşarlar. Daha önceki hadislerde geçtiği gibi, dünya mü’min için bir zindan, kâfir için ise bir cennettir. Allah bütün resul ve nebîlerini, onların vârisleri olan gerçek âlimlerle hak dostlarını dünyadan ve dünyalıklardan korumuştur. Peygamberimiz’in bildirdiğine göre, Allah, sevdiği mü’min kullarını da dünyadan ve dünyalıktan korur (Bk. Tirmizî, Tıb 1). Kur’ân-ı Kerîm’in şu âyeti çok dikkat çekicidir:[/FONT]

“Şayet insanların küfürde birleşmiş bir tek ümmet olma tehlikesi bulunmasaydı, Rahmân’ı inkâr edenlerin evlerinin tavanlarını ve çıkacakları merdivenleri gümüşten yapardık” [FONT=&quot][Zuhruf sûresi (43),33]. [/FONT]

[FONT=&quot]Bütün bunlar, kâfirlerin elde edip sahip oldukları dünyalıklara gıbta etmemek, özenmemek gerektiğini bize öğretmektedir. [/FONT]

Hadisten Öğrendiklerimiz

[FONT=&quot]1. Dünyanın ve dünyalıkların Allah katında bir değeri ve kıymeti yoktur. [/FONT]

[FONT=&quot]2. Kâfir ve müşrikler Allah’ın yarattığı kullardır. Cenâb-ı Hak dünyada mü’minlere rızıklarını verdiği gibi onlara da verir. Ancak kâfir ve müşriklerin Allah katında hiçbir kıymeti ve değeri yoktur. [/FONT]

[FONT=&quot]3. Bu dünya, ebedî olan âhireti kazanma yeridir. Bu sebeple Allah, yararlı işler yapanlarla yapmayanları imtihan etmek için bu âlemde hayatı ve ölümü yaratmıştır.[/FONT]
[/FONT]

__________________
 

Muhamed Dolaku

New member
Katılım
2 Tem 2011
Mesajlar
5,395
Tepkime puanı
158
Puanları
0
Yaş
78
479.[FONT=&quot] Ebû Hüreyre radıyallahu anh, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’i şöyle buyururken işittim demiştir:

“Uyanık olunuz! Şüphesiz dünya değersizdir. Dünyada olan mal mülk de kıymetsizdir. Ancak Allah Teâlâ’nın zikri ve O’na yaklaştıran şeylerle, öğretici ve öğrenici olmak müstesnadır.”

[FONT=&quot]Tirmizî, Zühd 14. Ayrıca bk. İbni Mâce, Zühd 3[/FONT]


Açıklamalar

[FONT=&quot]Bir çok hadiste, bazı kayıtlar konulmaksızın dünyanın lânetlenmesi câiz görülmeyip yasaklanmıştır. Fakat, Allah’tan, Allah’a itâat ve ibâdetten uzaklaştıran bir dünya anlayışı ve dünyalık bağımlılığının, Allah’ı unutturacak tarzdaki dünya sevgisinin lânetlenmesi câiz görülmüştür. Hadisimizde geçen mel’ûn yani lânetlenmiş kelimesiyle, dünyanın değersiz ve kıymetsizliğinin kastedildiğini pek çok âlim açıkça ifade ettiği için, biz tercümemizde bu anlamı tercih ettik. Peygamberimiz, dünya sevgisinin bütün hataların başı olduğunu söylerken (Süyûtî, el-Fethu’l-kebîr, II,68) bu anlatılan anlamların tamamını ifâde etmiş olmaktadır. [/FONT]

[FONT=&quot]Kişiyi Allah’a yaklaştıran şeyler, Allah’ın zikri, yani her an Allah’ı hatırlama, O’nu hiç bir zaman gönülden çıkarmama, O’na karşı ibadet ve tâatte samimi ve içten davranma, ayrıca Allah’ın sevdiği güzel davranışlar ile kulun Rabbine yaklaşmasına vesile olan diğer fiillerdir. Kısaca bütün hayırlar, faziletler ve dinimizin iyi gördüğü her şey Allah’a yakın olmanın vesilesi kabul edilir. Şüphesiz Allah’ın emirlerini yerine getirme ve yasaklarından kaçınma da buna dahildir.[/FONT]

[FONT=&quot]Bu genellemelerden sonra Peygamber Efendimiz ilme özellikle dikkat çekmiş, böylece bilginin üstünlüğünü, öğreten ve öğrenen kimselerin değerini ortaya koymuştur. Bu sebeple, öğretici ve öğrenici olmanın dinimizde üstün bir yeri vardır. Çünkü insanların Allah’ı en iyi bileni, tanıyanı ve insanlara faydalı olanı âlimlerdir. Onlar, ilimle ameli, teori ile pratiği şahıslarında birleştirir, böylece başka insanlara da örnek olurlar. İnsanların büyük çoğunluğu öğretilip eğitilmeye muhtaçtırlar. Onlara karşı bu vazifeyi yerine getirenler de âlimlerdir. O halde ilmin, âlimlerin ve ilim öğrenen talebelerin üstünlüğü tartışılmayacak kadar faziletli ve önemlidir. Bütün bunlar iman ve amelle birlikte düşünülürse doğruya ulaşılmış olur. Aksi takdirde öğretilen ve öğrenilen bilginin Allah’ın hoşnutluğuna uygun olduğu iddia edilemez. [/FONT]

[FONT=&quot]Bu hadisi 1387 numarada tekrar okuyacağız. [/FONT]

Hadisten Öğrendiklerimiz

[FONT=&quot]1. Kişiyi, Allah’tan ve Allah’a yakın olmaktan uzaklaştıran dünya ve dünyalıkların aşağılanıp lânetlenmesi caiz görülmüştür.[/FONT]

[FONT=&quot]2. Dünyada en kıymetli ve değerli olan şey, Allah’ın zikri ve Allah’a yaklaşmaya vesile olan hareket ve davranışlardır. [/FONT]

[FONT=&quot]3. İlmin fazileti, âlimlerin üstünlüğü, ilim öğrenen talebelerin kıymeti, dünyalık başka hiçbir şeyle kıyas edilmeyecek kadar önceliklidir. [/FONT]
[/FONT]

__________________
 

Muhamed Dolaku

New member
Katılım
2 Tem 2011
Mesajlar
5,395
Tepkime puanı
158
Puanları
0
Yaş
78
480. [FONT=&quot]Abdullah İbni Mes’ûd radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Çiftlik ve akar edinerek dünyaya rağbet etmeyiniz.”

[FONT=&quot]Tirmizî, Zühd 20. Ayrıca bk. Ahmed İbni Hanbel, Müsned, I, 377, 426, 443[/FONT]


Açıklamalar

[FONT=&quot]Bir çok defa ifade ettiğimiz gibi, İslam insanların meşrû yollardan mal elde etmesine, zengin olmasına karşı çıkmaz ve buna bir sınır da getirmez. Sadece zenginliğin gereklerinin yerine getirilmesini ister. İnsan, dünyada çiftlik veya başka akarlar sahibi de olabilir. Bu akarlar ziraat, ticaret veya başka kazanç yolları olabilir. [/FONT]

[FONT=&quot]Şu kadar var ki, hadisimizde de belirtildiği gibi, insanın onlara rağbet etmesi, yani yegane değer olarak bunları kabul etmesi ve Allah’ı unuturcasına onlara bağlanması hoş görülmez. Çünkü bu durum, Allah’tan uzaklaşmak, hem Allah’a hem de insanlık ailesine karşı görevlerini yerine getirmemek anlamına gelir. Tabii ki böyle bir servetin ve zenginliğin kişinin kendisinden başka hiç kimseye faydası olmaz. Hatta daha ince ve köklü düşünülürse, kişiye faydası olduğunu kabul etmek de zordur. Çünkü hakkını yerine getirmediği servetinin ve zenginliğinin Allah katında hesabını veremez ve bu dünyada olmasa bile ebedî hayatta cezalandırılır. İşte yasaklanan, tavsiye edilmeyen böyle bir dünya ve dünyalık anlayışıdır. Bunun insanların lehine olduğu ise açıktır. [/FONT]

Hadisten Öğrendiklerimiz

[FONT=&quot]1. İslâm meşrû yoldan kazanç elde etmeyi, zengin olmayı yasaklamamış, helâl yoldan kazanmayı ve Allah yolunda sarfetmeyi teşvik etmiştir. [/FONT]

[FONT=&quot]2. Dünyadaki servet ve zenginliği yegâne değer kabul edip Allah’tan gafil olmak dinimizde hoş karşılanmamıştır.[/FONT]
[/FONT]

__________________
 

Muhamed Dolaku

New member
Katılım
2 Tem 2011
Mesajlar
5,395
Tepkime puanı
158
Puanları
0
Yaş
78
481. [FONT=&quot]Abdullah İbni Amr İbni Âs radıyallahu anhümâ şöyle dedi:

[FONT=&quot]Kendimize ait kulübeyi tamir ederken Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem yanımıza uğramıştı. [/FONT]

– “Bu yaptığınız nedir?” [FONT=&quot]diye sordu. Biz:[/FONT]

[FONT=&quot]– Yıkılmak üzereydi de onarıyoruz, dedik. Bunun üzerine:[/FONT]

– “Ecelin bundan daha aceleci olacağını zannederim” [FONT=&quot]buyurdular. [/FONT]

[FONT=&quot]Ebû Dâvûd, Edeb 169; Tirmizî, Zühd 25[/FONT]


Açıklamalar

[FONT=&quot]Sahâbîler, Peygamber Efendimiz’e ait olan her hatırayı canlı tutma ve kendilerinden sonraki nesillere eksiksiz olarak nakledip ulaştırma konusunda büyük bir gayret gösterdiler. Hz.Peygamber’in her sözü, her davranışı, her çeşit tavrı ve hareket tarzı onlar için önem ifade etmekteydi. Abdullah İbni Amr’ın bu rivayeti de böyle bir özellik taşır. Peygamberimiz, içinde yaşadığı toplumdan ve onların problemlerinden uzak bir hayat sürmüyordu. Bunun aksine, o da aynı toplumun bir ferdi olmanın ortak sevincini ve kederini onlarla birlikte tatmaktaydı. Hem içinde yaşadığı topluma hem de kıyâmete kadar gelecek nesillere hayatının örnek teşkil edeceği Allah Teâlâ tarafından bildirilen bir peygamberin bu davranışı gayet tabiî ve hatta gereklidir. [/FONT]

[FONT=&quot]Bir insanın eskiyen evini onarmasının, yıkılanı yeniden yapmasının hoş karşılanmaması veya yasaklanması söz konusu olmaz. Peygamberimiz’in buradaki “ecelin yapılan onarımdan daha yakın olduğu” yönündeki ifadeleri, yapılan işi tasvip etmemek veya yasaklamak değil, bu dünyada kalıcı olmadığımızı ve ölümün insana ne kadar yakın olduğunu hatırlatmak gayesine yöneliktir. İnsanoğlu geçici olan bu âlemde kalıcı olduğu hissine kapılır, ölümü unutursa, bu durum, hem dünyada hem de âhirette kendisinin aleyhine olur. Bu sebeple, sahip olunan dünyalıkların burada kalacağını düşünmeli, onların hayatı ebedî kılacağı gibi bir hisse kapılmamalı ve eşyaya gönül bağlayıp kalmamalıyız. Hem Kur’ân-ı Kerîm’in bir çok ayeti hem de Peygamber Efendimiz’in hadisleri bu gerçeği bize sıkça hatırlatır. [/FONT]

Hadisten Öğrendiklerimiz

[FONT=&quot]1. İnsanın dünya ve dünyalıklarla Allah’ı unutturacak derecede meşgûl olması câiz değildir.[/FONT]

[FONT=&quot]2. Ölüm insana her şeyden daha yakındır. Fakat ne zaman ve nerede geleceği bilinmez.[/FONT]

[FONT=&quot]3. Dinimiz, dünyada eskiyen eşyayı onarmayı, yıkılanı yapmayı veya yeniden inşa etmeyi yasaklamamış, hatta teşvik etmiştir. [/FONT]
[/FONT]

__________________
 

Muhamed Dolaku

New member
Katılım
2 Tem 2011
Mesajlar
5,395
Tepkime puanı
158
Puanları
0
Yaş
78
482.[FONT=&quot] Kâ’b İbni İyâz radıyallahu anh, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğunu işitmiştir:

“Şüphesiz her ümmetin bir fitnesi vardır. Ümmetimin fitnesi (imtihan vesilesi) de maldır.”

[FONT=&quot]Tirmizî, Zühd 26[/FONT]


[FONT=&quot]Kâ’b İbni İyâz[/FONT]

Sahabe-i kirâmdan olup, Peygamber Efendimiz’in vefatından sonra Şam diyarına yerleşenler arasındadır. Hayatıyla ilgili fazla bilgiye sahip olmadığımız Ka’b’dan, yine sahabi olan Câbir İbni Abdullah ve Ümmü’d-Derdâ hadis rivayet etmişlerdir. Onun rivayetleri sadece Tirmizî ve Nesâî’nin Sünen’lerinde yer alır.

Allah ondan razı olsun.

Açıklamalar

[FONT=&quot]Fitne kelimesi, imtihan ve deneme anlamına gelir. Bu imtihan ve deneme hayırda ve şerde olabilir. Nitekim Kur’ân-ı Kerîm’de: “Bir deneme olarak sizi hayırla da, şerle de imtihan ederiz” [Enbiyâ sûresi (21), 35] buyurularak buna işaret edilir. Bu dünyada pek çok imtihan vesileleri vardır. Bunlardan biri, belki ilk sırada geleni maldır. Çünkü insanoğlunun düşkün olduğu şeylerin başında mal mülk gelir. Bir çok defa ifade ettiğimiz gibi, mala mülke, zenginliğe, Allah’a karşı vazifelerimizi unutturacak derecede aşırı düşkünlük dinimizde hoş karşılanmaz. Öte yandan elde edilen malın helâl yollardan kazanılması ve hakkının yerine getirilmesi gerekir. İnsan, mal konusunda imtihanı başarırsa hem dünyada hem âhirette mükâfata ulaşır. Bu sahada başarılı olamayanlar ise, dünyada kemâle ulaşamadığı gibi âhirette de cezâyı hak ederler. [/FONT]

Hadisten Öğrendiklerimiz

[FONT=&quot]1. Dünya bir imtihan alanıdır. Dünya malı da bir imtihan vesilesidir. [/FONT]

[FONT=&quot]2. İslâm ümmetinin bu dünyadaki imtihan vesilesi maldır. Bu konuda her müslümanın özel bir dikkat göstermesi gerekir. [/FONT]
[/FONT]

__________________
 

Muhamed Dolaku

New member
Katılım
2 Tem 2011
Mesajlar
5,395
Tepkime puanı
158
Puanları
0
Yaş
78
483.[FONT=&quot] Ebû Amr –ki Ebû Abdullah ve Ebû Leylâ da denilir–Osmân İbni Affân radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Âdem oğlunun şunlar dışında bir hakkı yoktur: Oturacağı ev, bedenini örtecek elbise, yiyecek ekmek ile su koyacak kap.”

[FONT=&quot]Tirmizî, Zühd 30[/FONT]


[FONT=&quot]Osman İbni Affân[/FONT]

Sahâbe-i kirâmın önde gelenlerinden ve Hulefâ-yi Râşidîn’in üçüncüsüdür. İlk müslüman olanların da dördüncüsüdür. 574 senesinde Mekke’de dünyaya geldi. Soyu Abdümenâf’da Peygamberimiz’le birleşir. Kureyş kabilesine mensup olup Emevî soyundandır. Annesi Ervâ binti Küreyz’dir. Ervâ, Peygamberimiz’in halası Beyzâ’nın kızı idi. Hz. Osman müslüman olunca, Peygamber Efendimiz kızı Rukıyye’yi onunla evlendirdi. Bu evlilikten ilk çocuğu Abdullah dünyaya geldi. Bu sebeple Ebû Abdullah künyesini aldı. Sonra oğlu Amr dünyaya gelince Ebû Amr, kızı Leylâ doğunca Ebû Leylâ künyesiyle anıldı. Hz.Osman önce Habeşistan’a, daha sonra da Medine’ye hicret etti. Birinci hanımı Rukıyye vefat edince, Peygamber Efendimiz onu ikinci bir kızı olan Ümmü Külsûm ile evlendirdi. Bu sebeple Hz.Osman, “iki nur sahibi” anlamına gelen Zinnûreyn lakabıyla tanındı. Peygamberimizin ikinci kızı olan hanımı Ümmü Külsûm vefat ettiğinde, Efendimiz’in:

“Şayet dört kızım olsaydı, onlar birer birer vefat etseydi, hepsini birbiri ardından Osman’a nikahlardım” buyurduğunu Hz. Ali bize nakleder.

Hz. Osman varlıklı bir tüccardı. Medine’de müslümanların ihtiyaç içinde bulundukları her durumda onlara yardım eder, özellikle ordu techizinde hiç bir fedâkârlıktan geri durmazdı. Bu sebeple onun zenginliği övülmüş ve başkalarına örnek gösterilmiştir. Hz Osman hayâ duygusu ve utanma hissi yönünden de örnek bir kişiliğe sahipti. Peygamberimiz, meleklerin bile ondan hayâ ettiğini söylemiştir (Ahmed İbni Hanbel, Müsned, I, 71; VI, 155). Osman İbni Affân, cennetle müjdelenmiş olan on sahâbîden biridir. O, Peygamber Efendimiz’in bir çok gazvelerine de iştirak etmiş ve büyük yararlıklar göstermiştir.

Hz. Osman 23 (644) senesinde halife seçildikten sonra, kendisinden önceki halife Hz.Ömer’in yolunu izleyip siyasetini devam ettirdi. Onun zamanında ordudaki asker sayısı daha da arttı ve fethedilen topraklar genişledi. Başta Sâsânî İmparatorluğu’nun son eyaleti Ermeniye olmak üzere, Kuzey Afrika kıyıları ve Anadolu’nun bir bölümü de İslâm devletinin hudutları içine katıldı. Hz. Osman’ın hilâfeti 12 sene sürdü. Onun hilâfet yıllarında yaptığı önemli hizmetlerden biri de, Hz.Ebû Bekir zamanında toplanıp mushaf haline getirilmiş olan Kur’ân-ı Kerîm’i çoğaltarak çeşitli merkezlere dağıtması oldu.

Hulefâ-yi Râşidîn’in diğerleri gibi Hz.Osman da çok hadis rivayet etmeyen sahâbîler arasındadır. Onun Resûl-i Ekrem Efendimiz’den rivayet ettiği hadis sayısı 146’dır. Buhârî ve Müslim bu rivayetlerden üçünü müştereken kitaplarında nakletmiştir. Ayrıca Buhârî sekiz, Müslim de beş hadisi münferiden kitaplarına almışlardır. Bunlar dışındaki mu’teber hadis kaynaklarında onun rivayetleri yer alır. Sahâbe-i kirâmın önde gelenleriyle, tâbiîn tabakasının seçkin imam ve ravilerinden pek çoğu Osman İbni Affân’dan hadis nakletmiştir.

Hz. Osman, 35 yılı (16 Haziran 656) Cuma günü Medine’de şehit edildi. Osman’ın şehit edilmesiyle başlayan dönem, İslâm tarihinde bir dönüm noktası teşkil etmiş, bu tarihten sonra iç karışıklıklar, fitneler birbirini takip etmiştir.

Allah ondan razı olsun.

Açıklamalar

[FONT=&quot]İnsanın hakkı olan şeyler, zarûrî ve vazgeçilmez ihtiyaçlarıdır. Bunların da en önemlisi ve başta gelenleri oturulacak bir ev, vücudu örtüp soğuktan ve sıcaktan koruyacak giyecekler, karnı doyuracak ve hayatın devamını sağlayacak yiyecek ve içeceklerdir. İnsan bunları kazanıp elde etmek için çalışıp didinir. Dinimiz, bu yöndeki her çabayı ibadet olarak değerlendirir. [/FONT]

[FONT=&quot]Peygamberimiz’in bu hadiste geçen “içinde oturulacak bir ev” nitelemesi sebebiyle, zaruri ihtiyaç dışında fazla ev yaptırmanın uygun olmadığı kanaatine sahip olanlar olmuştur. Ancak bu şekildeki bir düşünce, genel kabul görüp uygulanmış veya bağlayıcı bir hüküm niteliği kazanmış değildir. Şu kadar var ki, bu yönde hırslı olmak, başkası sahip olmasın düşüncesiyle hareket ederek ev yapılabilecek yerleri elde etmek, fiyatların aşırı derecede artmasına sebep olmak, arsa simsarlığı yapmak dinimizin uygun ve câiz görmediği bir tavırdır. [/FONT]

[FONT=&quot]Giyecekler, hem farz olan tesettürü sağlamak, hem de insanı soğuktan ve sıcaktan korumak suretiyle sağlık için zaruri olan ihtiyaçların başında gelir. Bu sebeple bizim inancımıza göre elbise, bazılarının söylediği veya kabul ettiği gibi bir süs aracı veya moda malzemesi değil, vazgeçilmez bir ihtiyaç maddesidir. Bundan dolayı, pahalanması için satışa sunulmaması ve israfı haram kılınmıştır. Giyeceklerimizin aşırı derecede lükse kaçması da bu sebeple uygun görülmemiştir. [/FONT]

[FONT=&quot]Yiyecek olarak ekmeğin, içecek olarak da suyun anılmış olması, bu iki maddenin yiyecek ve içecekler arasında ilk sırayı almaları ve temel gıda maddelerinin başında gelmeleri sebebiyledir. Yenilmesi ve içilmesi helal olan bütün maddeler bunlara dahildir. Giyecek maddelerinde olduğu gibi, yiyecek ve içeceklerin de saklanması, satışa arzedilmeyerek fiyatının artmasına vesile olunması, israfı haram kabul edilmiştir. Böyle durumların ortaya çıkmaması için gayret gösterilmesi ve tedbirler alınması, toplumu yönetenlerin başta gelen görevleri arasında kabul edilmiştir. [/FONT]

Hadisten Öğrendiklerimiz

[FONT=&quot]1. Oturulacak ev, bedeni örtecek elbise, yenilecek ekmek ve içilecek su zaruri ihtiyaçların başında gelir. [/FONT]

[FONT=&quot]2. Sınırları dinin emriyle çizilmiş olan tesettür, hem erkek hem de kadınlar için farzdır. [/FONT]

[FONT=&quot]3. Hayatı devam ettirmek için, zaruri olan şeylerin en azıyla yetinmek fazilettir. [/FONT]

[FONT=&quot]4. Zarûrî olan ihtiyaçları karşılamak için çalışıp çabalamak, gayret etmek dinimizin emirlerindendir. [/FONT]
[/FONT]

__________________
 

Muhamed Dolaku

New member
Katılım
2 Tem 2011
Mesajlar
5,395
Tepkime puanı
158
Puanları
0
Yaş
78
484.[FONT=&quot] Abdullah İbni Şihhîr radıyallahu anh şöyle dedi:

[FONT=&quot]Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in yanına gelmiştim. O, “Elhâkümü’t-tekâsür” sûresini okuyordu. Sûreyi okuyup bitirince şöyle buyurdu:[/FONT]

“Âdemoğlu, malım malım deyip duruyor. Ey âdemoğlu! Yeyip tükettiğin, giyip eskittiğin veya sadaka olarak verip sevap kazanmak üzere önden gönderdiğinden başka malın mı var ki?”

[FONT=&quot]Müslim, Zühd 3-4. Ayrıca bk. Tirmizî, Zühd 31, Tefsîru sûre(102) 1; Nesâî, Vesâyâ 1 [/FONT]

Açıklamalar

[FONT=&quot]Peygamber Efendimiz’in, hadisimizin râvisi Abdullah İbni Şihhîr yanına geldiğinde okumakta olduğu Tekâsür sûresini bitirince söylediği sözler ile sûrenin muhtevâsı arasında yakın bir ilişki vardır. Bu sûrede mal mülk, evlat ve akraba çokluğuyla övünenlerden bahsedilmekte ve Câhiliye Araplarının bu tutumu eleştirilmektedir. Çünkü Câhiliye dönemi Arapları bunların çokluğunu bir gurur ve üstünlük sebebi saymakta, hatta hayatta olanlarla yetinmeyerek, ölmüş akrabalarını da hesaba katmaktaydılar. Allah Teâlâ, bu davranışlarından dolayı onların hesaba çekileceğini ve gerçek üstünlüğün âhirette ortaya çıkacağını beyan etti. [/FONT]

[FONT=&quot]İnsanın mala olan düşkünlüğüne konumuzun başından beri, âyet ve hadisler ışığında pek çok vesileyle işaret ettik. Bu düşkünlük sebebiyle, nefsini iyi terbiye edemeyen ve güçlü bir imana sahip olmayanlar, dünyalık servetlerin kalıcı olduğunu ve kendilerini bu dünyada ebedileştireceğini zannederler. Oysa bu dünyada elde edilen her türlü mal ve servet yine bu dünyada kalır. İnsanın malım malım diye üzerine titrediği ve varlığıyla övündüğü şeylerden, yiyip tükettiği yiyecekler, giyip eskittiği elbiselerden başka bir şeyi yoktur ve bu dünyada Allah rızâsı için sadaka olarak verdiği, ahirette de sevabını umduğu harcamalarından başkasının kendisine bir faydası olmayacaktır. Kişinin bunlar dışındaki bütün malı ve serveti, varsa mirasçılarına, o da yoksa başkalarına kalır. [/FONT]

[FONT=&quot]Servetten ve zenginlikten verilen sadaka, farz olan zekâtın dışındaki her çeşit hayrı da içine alır. Hayır yollarının çokluğu hepimizin bildiği gerçeklerdendir. Muhtaç olanların her çeşit ihtiyacını karşılamak, fertlerin ve toplumun rahat bir hayat sürebilmeleri için hayır teşkilatları, vakıflar, dernekler ve benzer sivil toplum kuruluşları oluşturmak, dinimizin önemle üzerinde durduğu ve teşvik ettiği hususlardan biridir. Çünkü bu çeşit hayırların sevabı kıyâmete kadar bakidir. [/FONT]

Hadisten Öğrendiklerimiz

[FONT=&quot]1. Her türlü mal mülk ve zenginlik bu dünyada kalır. Hiç kimse, bu dünyadan âhirete maddî bir varlık götürmez. [/FONT]

[FONT=&quot]2. İnsan bu dünyada zaruri ihtiyaçları dışında mal ve servet biriktirmekle, mirasçılarına, onlar da yoksa başkalarına hizmetçilik ve bekçilik etmiş olur. [/FONT]

[FONT=&quot]3. Zaruri ihtiyaçlar dışında aşırı derecede mala düşkünlük ve dünyaya karşı hırslı olmak dinimizde hoş karşılanmamış ve teşvik edilmemiştir.[/FONT]

[FONT=&quot]4. Sahip olunan servet ve zenginlikten sadaka vermek, muhtaçlara yardım etmek ve sevâbı kıyamete kadar devam edecek olan hayırlar yapmak teşvik edilmiştir.[/FONT]
[/FONT]

__________________
 

Muhamed Dolaku

New member
Katılım
2 Tem 2011
Mesajlar
5,395
Tepkime puanı
158
Puanları
0
Yaş
78
485.[FONT=&quot] Abdullah İbni Mugaffel radıyallahu anh şöyle dedi:

[FONT=&quot]Bir adam, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e:[/FONT]

[FONT=&quot]– Ey Allah’ın Resûlü! Allah’a yemin ederim ki, ben seni seviyorum, dedi. Resûlullah o kişiye:[/FONT]

– “Sen ne söylediğini iyi düşün?”[FONT=&quot] buyurdu. Adam:[/FONT]

[FONT=&quot]– Allah’a yemin ederim ki, ben seni seviyorum, dedi ve bu sözünü üç defa tekrarladı. Bunun üzerine Resûl-i Ekrem:[/FONT]

– “Eğer beni seviyorsan, o halde fakirliğe karşı kendine bir zırh hazırla. Çünkü fakirlik, beni sevene yüksekten inen bir selden daha çabuk ulaşır”[FONT=&quot] buyurdu. [/FONT]

[FONT=&quot]Tirmizî, Zühd 36[/FONT]


Açıklamalar

[FONT=&quot]Peygamber Efendimiz’e gelerek, onu sevdiğini söyleyen sahâbînin kim olduğu bilinmemektedir. Hadisimize benzeyen bazı rivayetlerden hareketle, onun Ebû Saîd el-Hudrî olduğunu ileri sürenler vardır. Her mü’minin Hz.Peygamber’i sevmesi, mü’min olmanın gereğidir. Bir sahâbînin bu sevgisini özellikle vurgulaması ise, onun sevgideki ihlâsını ve sevgisinin gereğini yerine getirmeye hazır olduğunu açıkça ortaya koyması anlamına gelir. [/FONT]

[FONT=&quot]Hz.Peygamber, kendisini sevdiğini açıklayan sahâbîye, ne dediğini iyi düşünmesini söylemekle, sevginin gereğini hakkıyla yerine getirmenin zorluğunu ve bu yüzden başına gelecek güçlüklere, acılara, kederlere, birtakım belâ ve musibetlerin hedefi olmaya hazırlanmasını hatırlatmıştır. Peygamberler, her hususta olduğu gibi, belâ ve musibetlere karşı sabır ve direniş göstermede de insanlığa örnek şahsiyetlerdir. Her peygamber, insanları Allah’tan uzaklaştıran, birtakım putları ilâh edinen, menfaat ve çıkarcılık üzerine kurulu zulüm düzenlerine son vermek, yeryüzünde hakkı ve adâleti hâkim kılmak üzere gönderilmiştir. Dolayısıyla, bütün emperyalist, baskıcı, sapık ve çıkarcı çevreler, zulme dayalı düzenleri yıkıp adalet esası üzere bir düzen kurmak için gelen tüm peygamberlere karşı çıkmış, onlara en çirkin hakaret ve en ağır işkenceleri yapmışlardır. Bu peygamberlere inananlar da aynı eziyet ve işkencelere mâruz kalmışlardır. İşte Peygamber Efendimiz, kendisini sevdiğini söyleyen sahâbîye bütün bunlara karşı hazırlıklı olma gereğini hatırlatmış bulunmaktadır. Bunları duyan sahâbî, iman ve sevgisindeki samimiyetini ve ihlâsını göstermek üzere, söylediği sözü bu defa Allah’a yemin ederek üç defa tekrar eder. Böylece kararlılığını ve bu yüzden başına gelecek her şeye, kısaca sevginin gereği ne ise onu yerine getirmeye hazır olduğunu açıkça belirtmiş olur. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz, o sahâbînin başına gelecek ilk musibetin fakirlik olduğunu ve buna karşı bir zırh hazırlaması gereğini kendisine duyurur. Zırh, bilindiği gibi cephede düşmanla savaşan kimsenin, kendisini düşmanın darbelerinden korumak üzere giydiği çelik yelektir. Fakirlik, insanın başına gelebilecek musibetlerin en şiddetlisidir. Onun için fakirliğe karşı geliştirilecek irâde âdeta çelik bir zırha benzetilmiştir. Bu zırh ise sabırdır. Sabır zırhı sayesinde bütün musibetlere karşı konulup zafere ulaşılır. Sabır, bütün peygamberlerin kuşandığı ve ümmetlerine tavsiye ettiği bir zırhtır.Fakirliğe karşı sabretmek ise, dünyayı ve dünyalığı öne geçirmeyen bir zühd anlayışı sayesinde mümkün olur. Bütün peygamberler, ne kadar varlık sahibi olurlarsa olsunlar, ellerine ne kadar dünyalık geçmiş olursa olsun, hayatlarında zühdün en üstün ve en seçkin örneklerini vermişlerdir. [/FONT]

Hadisten Öğrendiklerimiz

[FONT=&quot]1. Peygamber sevgisi, mü’min olmanın gereğidir. [/FONT]

[FONT=&quot]2. Seven, sevdiğine sevgisini bildirebilir, fakat sevgi sözden ibaret değildir. [/FONT]

[FONT=&quot]3. Seven, sevginin gereklerini hareket ve davranışlarıyla yerine getirmelidir. [/FONT]

[FONT=&quot]4. Peygamberler insanlar arasında belâ ve musibetlere en çok uğrayanlar olup, onları seven ve onlarla birlikte olanlar da bundan hissesini alırlar. [/FONT]

[FONT=&quot]5. Sabır, fakirliğe karşı bir zırh olup dünya zevk ve menfaatlerini öne geçirmeyen bir zühd hayatı bu yolda başarılı olmanın temel şartıdır.[/FONT]
[/FONT]

__________________
 

Muhamed Dolaku

New member
Katılım
2 Tem 2011
Mesajlar
5,395
Tepkime puanı
158
Puanları
0
Yaş
78
486. Kâ’b İbni Mâlik radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Bir koyun sürüsünün içine salıverilmiş iki aç kurdun o sürüye verdiği zarar, mala ve mevkiye düşkün bir adamın dinine verdiği zarardan daha büyük değildir.”

Tirmizî, Zühd 43


Açıklamalar

Peygamber Efendimiz, çok kere, bir konuyu daha etkili ve insan zihninde yer edecek biçimde anlatmak için benzetmeler yapıp misaller vermiştir. Bu hadislerinde de aynı yola başvurmak suretiyle, hırslı ve dünyalığa çok düşkün kimselerin dine vereceği zararı, aç kurtların sürüye vereceği zarara benzetmiştir. Kurt zaten tabiatı icabı çok hırslı ve yırtıcı bir hayvandır. Bir de aç olunca, hırsının ve yırtıcılığının ne ölçüde artacağı ve ne kadar zararlı olacağı tahmin edilebilir. Bu nitelikte iki kurt, bütün sürüyü parçalayıp perişan eder. Mala mülke, servete ve zenginliğe, dünyalık mevki ve makama düşkün ve hırslı olan, bunları elde edebilmek ve onlara kavuşmak için her çareye başvurmayı göze alan bir insanın, hiçbir mânevî ve ahlâkî değer ölçüsü tanımayacağı ortadadır. Böyle bir kimse gözünü hırs bürüyen en yırtıcı bir hayvandan daha zararlı hale gelebilir. Çünkü hayvan, aklı ve idraki ile değil, içgüdüleriyle hareket eder. Gözünü dünya hırsı kaplamış, gönlüne dünyalık sevgisi hâkim olmuş bir kimse, sanki birtakım insânî niteliklerinden soyutlanmış gibidir. Bu sebeple İslâm âlimleri ve özellikle meşhur sûfîler, dünya hırsını bütün kötü huyların kaynağı kabul ederler.

Bu sayılanlar bütün insanlar için kötü bir özellik ise de, dindar olduklarını söyleyenlerde daha büyük bir noksanlık ve dindar olma iddiasına yakışmayan bir haldir. Çünkü din, kendisine inananlardan her şeyden önce fedâkârlık ve ferâgat ister. Dünya hırsıyla dolu bir insanın bu güzel hasletlere hakkıyla sahip olması düşünülemez. Böyle bir kimse, dinini dünyalık elde etmeye vesile kılabilir. Büyük sûfî ve âlim Abdullah İbni Mübârek, en kötü ve âdî ticaretin din ticareti olduğunu söyler. Dinini ticaretine aracı yapan kimse, iyi ve makbul müslüman kabul edilmez. Bu sebeple de ne Allah ne de samimi mü’minler tarafından sevilmez. Din perdesi arkasına gizlenerek işini yürüten nice sahtekâr her dönemde ve her yerde bulunabilir. Bir çok insan bunlara bakarak din ve gerçek dindarlar hakkında yanlış kanaat ve yersiz şüphelere sürüklenirler. İşte böyle kimselerin dine vereceği zarar, aç kurtların bir koyun sürüsüne vereceği zarardan daha büyüktür.

Hadisten Öğrendiklerimiz

1. Dünya malına, servet ve zenginliğe, mevki ve makama aşırı düşkünlük dinimizde hoş karşılanmayan kötü huylardandır.

2. Mala mülke, mevki ve makama karşı hırslı olmak insanın hem dindarlığına hem de dinine zarar verir.

3. Bir konuyu insanlara daha iyi anlatıp kavratabilmek için benzetmeler ve örnekler kullanmak câizdir.
 

Muhamed Dolaku

New member
Katılım
2 Tem 2011
Mesajlar
5,395
Tepkime puanı
158
Puanları
0
Yaş
78
487. Abdullah İbni Mes’ûd radıyallahu anh şöyle dedi:

Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bir hasır üzerinde yatıp uyumuştu. Uykudan uyandığında, hasır vücudunun yan tarafında iz bırakmıştı. Biz:

–Yâ Resûlallah! Sizin için bir döşek edinsek, dedik. Bunun üzerine Resûl-i Ekrem:

“Benim dünya ile ilgim ne kadar ki? Ben bu dünyada bir ağacın altında gölgelenen, sonra da oradan kalkıp giden binitli bir yolcu gibiyim” buyurdular.

Tirmizî, Zühd 44


Açıklamalar

Peygamber Efendimiz lükse ve rahata düşkün değildi. İçinde yaşadığı toplumun hayat şartlarının üstünde bir yaşayışı hiçbir zaman arzu etmedi. Her konuda olduğu gibi, evinin tanzimi ve kullandığı ev eşyalarında da sahâbîlere ve ümmetine örnek teşkil etti. Hz. Peygamber, hayatı boyunca her türlü dünyalık imkânı elde etme gücüne sahipken, böyle bir şey istemedi, zühdü ve tevazuu da terketmedi. Kuş tüyünden, yünden veya pamuktan yapılmış rahat bir döşekte yatma imkânına sahipken, vücûdunda iz bırakan bir hasır üzerinde yatmayı tercih etti. Oysa yıllarca hizmetinde bulunan aziz sahâbî Enes İbni Mâlik’in ifadesiyle Peygamberimiz’in vücudu bir ipek kadar hassas ve nazik idi. Buna rağmen, sahâbe-i kirâmın kendisini rahat ettirecek ve vücudunda iz bırakmayacak yumuşaklıkta bir döşek hazırlama teklifini kabul etmedi. Her zaman ifade ettiği gibi, dünyaya onu hiç terketmeyecekmişçesine bağlanmadığını hatırlattı. Hatta, dünyadaki hayatının, bir ağacın gölgesinde dinlenecek kadar kısa olduğunu belirterek, lükse, rahata ve israfa düşkünlüğün bir müslümana yakışmadığını kafalara ve kalblere yerleştirdi. Nasıl bir ağacın gölgesi sürekli değilse ve sadece güneş varken gölgenin hükmü söz konusu ise, insan da bu dünyada sürekli olmayıp geçicidir. Aynı şekilde dünya da geçicidir. Bu sebeple insanları aşırı derecede dünyaya özendirip bağımlı hale getirmek, dinimizde hoş görülmemiştir. Bu durum, dünyanın meşrû olan nimetlerinden faydalanmama anlamına gelmez. Sadece, zühde yönelik bir hayatın daha tercihe şâyân olduğunu ortaya koyar.

Hadisten Öğrendiklerimiz

1. Hz.Peygamber, kendi şahsî hayatında zühdü tercih etmiş ve ümmete bu yönde tavsiyelerde bulunmuştur.

2. Dünya hayatı gelip geçicidir. Bu sebeple bağlanıp kalmaya değmez.

3. Güzel ve hayırlı davranışlarla âhiret hayatına hazırlanmak gerekir.

4. Maksadı daha iyi anlatabilmek için benzetme ve misaller kullanmak câizdir.
 

Muhamed Dolaku

New member
Katılım
2 Tem 2011
Mesajlar
5,395
Tepkime puanı
158
Puanları
0
Yaş
78
488. Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Fakirler, cennete zenginlerden beşyüz sene önce girerler.”

Tirmizî, Zühd 37. Ayrıca bk. İbni Mâce, Zühd 6


Açıklamalar

Peygamber Efendimiz’in hadislerinde hem fakirlere hem de zenginlere yönelik müjdeler vardır. Bu kısa hadis, fakirler için müjde ihtiva eden rivayetlerden biridir. Ancak, konuyla ilgili bir çok rivayette, müjdelenen fakir ve zenginlerin vasıflarından da bahsedilir. Temel nitelik olarak, sabreden fakirlerle, varlıklı olmanın gereğini yerine getiren dürüst ve şükreden zenginlerin öne geçirildiğini görürüz. Buna göre her fakirin her zenginden daha önce cennete gireceği gibi bir genel hükme varılması söz konusu olamaz. Cennete en son girecek nice fakir bulunduğu gibi, cennete ilk girecek olan nice zengin vardır. Çünkü Peygamberimiz’in doğru ve güvenilir tüccarın peygamberler, sıddîkler ve şehitlerle birlikte haşrolunacağına dair hadisini (Süyûtî, el-Fethu’l-kebîr, II,40) ve benzer rivayetleri de hatırdan çıkarmamak gerekir.

Kıyamet gününde fakirlerin hesabının zenginlere göre daha kolay ve süratli olacağı çeşitli rivayetlerde belirtilir. Çünkü insanlar, bu dünyada sahip oldukları her şeyin hesabını Allah huzurunda verecekler, mal mülk ve zenginlik cinsinden olan varlıklarını nereden ve nasıl kazandıklarından, nereye sarfettiklerinden sorumlu tutulacaklardır. Fakirlerin cennete girişinin zenginlerden beş yüz sene gibi gerçekten çok önemli bir zaman farkıyla önce olacağını göz önüne alarak, dinin fakirliği teşvik ettiği sanılabilir. Oysa burada esas dikkatimizi çekmesi gereken şey, zenginlerin hesabının çetin olacağı ve içine haram karışmamış bir zenginliğin zor bulunacağı gerçeğinin kavranılmasıdır. Kaldı ki, âhiretteki sene hesabının dünya ile kıyas edilmeyeceği de bir başka gerçektir. Kur’ân-ı Kerîm’de: “Muhakkak ki Rabbinin nezdinde bir gün, sizin saymakta olduklarınızdan bin yıl gibidir” [Hac sûresi (22), 47] buyurulur.

Netice itibariyle, burada anılan fakirler ve zenginler hakkındaki hükümlerin fakir ve zenginler sınıfının bütün fertlerini kapsamadığını belirtmek gerekir. Çünkü her insan grubu içinde iyiler de kötüler de bulunabilir. Fakat hükmün genele göre olduğu gerçeğini düşünürsek, çoğunluğu itibariyle zenginlerin fakirlerden daha sonra cennete gireceklerini ve girmelerinin zor olacağını söylemek mümkündür.

Hadisten Öğrendiklerimiz

1. Sabırlı ve iyi işler işleyen fakirler, sahip oldukları nimetin kadrini ve kıymetini bilmeyen ve şükrünü yerine getirmeyen zenginlerden daha üstündür.

2. Sayılan niteliklere sahip fakirler, zenginlerden daha önce cennete girerler.

3. Dünyada zühde yönelik bir hayatı tercih edenler, fakir olsun zengin olsun daha üstündürler.
 

Muhamed Dolaku

New member
Katılım
2 Tem 2011
Mesajlar
5,395
Tepkime puanı
158
Puanları
0
Yaş
78
489. İbni Abbâs ve İmrân İbni Husayn radıyallahu anhüm’den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Cenneti yakından tanıdım; orada bulunanların çoğunluğunun fakirler olduğunu gördüm. Cehennemi de yakından tanıdım; orada bulunanların çoğunluğunun da kadınlar olduğunu gördüm.”

Buhârî, Nikâh 88, Rikak l6, 5l, Bed’ü’l-halk 8; Müslim, Zikr 94. Ayrıca bk. Tirmizî, Cehennem 11

Açıklamalar

Peygamberimiz’in cennet ve cehennemi yakından bilip tanıması, orada bulunanları görmesi olayı, bazı rivayetlerden anlaşılacağı gibi, Mi’rac gecesinde veya bir güneş tutulması sırasında küsûf namazı kılarken, kendisinin önüne cennet ve cehennem getirilip gösterilmek ya da aradaki perde kaldırılmak suretiyle gerçekleşti. Bu durumun hem mi’rac esnasında, hem de küsûf namazı kılarken ayrı ayrı zamanlarda, bir kaç defa gerçekleşmiş olduğu da düşünülebilir.

Fakirlerin cennete girmesi ve sayı olarak çoğunluğu oluşturması sadece fakirlikleri sebebiyle değil,daha iyi müslüman olmaları sebebiyledir. Aksi takdirde, iyi ve güzel davranışlar ortaya koymayanların fakirlikleri sebebiyle üstünlüğü söz konusu değildir. Tıpkı zenginlerin sadece zenginlikleri sebebiyle üstünlüklerinin söz konusu olmayışı gibi. Burada fakir olanların dünyaya aşırı derecede düşkün olmayışları methedilirken, zenginlerin de dünyaya aşırı derecede hırslı oluşları kötülenmekte, bu durum onların cennette daha az sayıda olmalarına sebep gösterilmektedir. Çünkü, dünyadaki bir çok kötülüğün temelinde dünya nimetlerine aşırı düşkünlük vardır. Bu düşkünlük, insanın helâl ve haram konusunda hassasiyetini ya ortadan kaldırmakta ya da zayıflatmaktadır. Her iki halde kişinin cennete girmesi de zorlaşmaktadır.

Peygamber Efendimiz’in cehennemde sayıca kadınların çok olduğunu ifade etmesi, onların hissiyâtı ve psikolojik yapısı hesaba katılmak suretiyle, cehenneme girmelerine sebep olacak davranışlardan uzak durmaları, iyi ve güzel işler yapmalarını teşvik olarak kabul edilmiştir. Burada, cehennem ehlinin çoğunluğunu kadınların teşkil ettiği söylenirken, bazı sahih rivayetlerde de cennette bir erkek için birden çok hanım olduğu ifade edilir. Bu takdirde, cennetteki kadınların sayısı erkeklerden belki bir kaç kat daha fazla olmalıdır. Nitekim İbni Hacer el-Askalânî, Ebû Hüreyre’nin bu hadislere dayanarak, cennette kadınların erkeklerden daha çok olacağı hükmüne vardığını nakleder. Sanki bu rivayetler arasında bir çelişki varmış gibi görülebilir. Oysa bir grup insanın cehennemde fazla olması, cennette az olmasını gerektirmez. Bu durum, kadınlar için olduğu gibi zenginler ve fakirler için de böyledir. Yani fakirlerin cennette çok oluşu zenginlerin orada az olmasını, zenginlerin cehennemde çok oluşu da fakirlerin orada az olmasını gerektirmez. Bu çeşit hadisleri, toplumda çok belirgin kesimleri iyiliklere teşvik ve kötülüklerden sakındırma yönleriyle de değerlendirmek gerekir.

Hadisten Öğrendiklerimiz

1. Fakirler, cennet ehlinin çoğunluğunu teşkil ederler.

2. Fakirlik, başlı başına cennete girmeye bir sebep teşkil etmez. Onları cennete götüren sâlih amelleri, iyi ve güzel davranışlarıdır.

3. Zenginlerin mes’uliyeti daha çok ve hesapları daha zordur. Sorumluluğunu yerine getiren ve hesabını veren herkes gibi zenginler de cennete girerler.

4. Dinimiz dünyada sürekli bir kazanma hırsı içinde olmayı, helâle ve harama riayet etmeksizin malı mülkü, zenginliği artırmayı özendirmez.

5. Kadınlar kendilerini cehennemden koruyacak iyi ve güzel işler yapmaya özendirilmiş, Peygamberimiz tebliğ görevini yerine getirirken, kadınların psikolojisini her zaman dikkate almıştır.
 

Muhamed Dolaku

New member
Katılım
2 Tem 2011
Mesajlar
5,395
Tepkime puanı
158
Puanları
0
Yaş
78
490. Üsâme İbni Zeyd radıyallahu anhümâ’dan rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Cennetin kapısında durdum, oraya girenlerin çoğunluğu dünyada bir şeyleri bulunmayan yoksullardı. Varlıklı kimseler ise, hesaba çekilmek üzere alıkonulmuşlardı. Şu kadar var ki, onlardan cehennemlik olanların cehenneme sevkedilmeleri emrolunmuştu.”

Buhârî, Nikâh 87, Rikak 51; Müslim, Zikr 93


Açıklamalar

Buhârî ve Müslim’in rivayetlerinin devamında, “Cehennemin kapısında durdum, oraya girenlerin çoğu kadınlardı” ilâvesi de bulunmaktadır. Hadisimiz, daha önce 260 numara ile geçmiş, orada da bu ilâve yer almıştı. Peygamber Efendimiz’in cennetin ve cehennemin kapısında durarak, oraya girenleri görmesi olayı, bazı rivayetlerden anladığımız üzere mi’racda gerçekleşmiştir. Bir önceki hadisin açıklamasında da ifade ettiğimiz gibi, fakir ve yoksulların zenginlerden daha önce ve çoğunlukla cennete girmelerinin sebebi onların sadece fakirlikleri değildir. Bunun yanında onların iyi ve güzel davranışları, yani iyi müslüman olmalarıdır. İyi ve güzel işler yapan, iyi müslüman olan zenginler de aynı şekilde cennete gireceklerdir. Şu kadar var ki, dünyada herhangi bir mala ve mülke sahip olmayan fakirlerin hesabı zenginlere göre daha kolaydır. Şüphesiz mal ve zenginlik, dünyada bir çok iyiliği yapmaya vesiledir. Bunun yanında pek çok kötülüğün kaynağı da, kişinin helâl olmayan yollardan elde ettiği servet ve bu servetin sebep olduğu şımarıklık ve taşkınlıktır. Bu durum, hem kişinin Allah huzurundaki hesabını güçleştirmekte, hem de cehenneme girmesine sebep teşkil etmektedir. Bütün bunların fakirler ve zenginler hakkında genel hükümler olmadığını bir kere daha hatırlatmalıyız.

Hadisten Öğrendiklerimiz

1. Peygamber Efendimiz cenneti ve cehennemi görmüş ve haklarında bilgi vermiştir.

2. Fakirler cennete daha erken girecek ve orada çoğunlukta olacaklardır.

3. Zenginlik, mal, mülk ve evlat çokluğu kıyamet gününde fayda vermez.
 

Muhamed Dolaku

New member
Katılım
2 Tem 2011
Mesajlar
5,395
Tepkime puanı
158
Puanları
0
Yaş
78
491. Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Şâirlerin söylediği sözlerin en doğrusu, Lebîd’in şu sözüdür: Biliniz ki, Allah’tan başka her şey yok olacaktır.”

Buhârî, Menâkıbu’l-ensâr 26, Edeb 90, Rikak 29; Müslim, Birr 2-6. Ayrıca bk. Tirmizî, Edeb 70; İbni Mâce, Edeb 41

Açıklamalar

Peygamber Efendimiz’in sözünü beğendiği Lebîd İbni Rebîa, Câhiliye döneminin önde gelen şâirlerinden biriydi. Daha sonra Peygamberimiz’in huzuruna gelerek müslüman oldu. Böylece sahâbe-i kirâmdan olma şerefini kazandı. Lebîd’in, kendilerine “muammerûn” denilen uzun ömürlülerden biri olduğunu görmekteyiz. Öldüğünde yaşının 150’nin üzerinde olduğu nakledilir. Müslüman olduktan sonra şiir yazıp söylememiş, “Allah bana Kur’an’ı öğrettikten sonra ben artık şiir söylemedim” diyerek, bunun sebebini açıklamıştır. Onun bu davranışı şahsî tercihi olup, İslâm’ın şiiri yasakladığı gibi bir anlama gelmez. Bunun aksine dinimiz yüksek gaye ve ideallere yönelik şiiri teşvik bile etmiş, Peygamberimiz’in “Resûlullah’ın şâiri” diye anılan Hassân İbni Sâbit’e karşı davranışı ve onu bu alanda yönlendirişi konuya nasıl bakmamız gerektiğini öğretmiştir.

Şâir Lebîd’in bu mısraı, Kur’an’ın insanlığa getirdiği tevhid inancının ruhuna, Allah’tan başka her şeyin geçici olduğu anlayışına tam uygun düşmektedir. Nitekim Cenâb-ı Hak: “Yeryüzünde bulunan her canlı yok olacak. Ancak azamet ve ikram sahibi Rabbinin zâtı bâkî kalacak” [Rahmân sûresi (55), 26-27] ve “Allah’tan başka tanrı yoktur. O’nun zâtından başka her şey helâk olacaktır” [Kasas sûresi (28), 88] gibi Kur’an âyetlerinde bu gerçeği kullarına öğretmiştir. Peygamber Efendimiz’in Lebîd’in bu sözünü sevmesinin sebebi böylece anlaşılmış olmakta, aynı zamanda şâirlerin şiirlerinde işlemeleri gereken fikirlere de ışık tutmaktadır.

Hadisten Öğrendiklerimiz

1. Dünya ve içindekiler geçicidir. Dünyaya bağlanıp kalınmasının dinimizde hoş karşılanmayış sebebi budur.

2. Doğru bir sözü ve şiiri hakikate delil göstermek câizdir.
 

Muhamed Dolaku

New member
Katılım
2 Tem 2011
Mesajlar
5,395
Tepkime puanı
158
Puanları
0
Yaş
78
56. AÇLIĞIN VE SÂDE YAŞAMANIN ÜSTÜNLÜĞÜ


YİYECEK, İÇECEK, GİYECEK VE BUNLAR DIŞINDA NEFSİN
HOŞLANDIĞI ŞEYLERDE ORTA YOLU TUTMANIN VE ŞEHEVÎ
ARZULARI TERKETMENİN ÜSTÜNLÜĞÜ


Âyetler

1. “Nihayet onların peşinden öyle bir nesil geldi ki, bunlar namazı bıraktılar; nefislerinin arzularına uydular. Bu yüzden ileride sapıklıklarının cezasını çekecekler. Ancak tevbe eden, inanan ve iyi iş yapanlar, onlar cennete girecekler ve hiç haksızlığa uğratılmayacaklardır.” Meryem sûresi (19), 59-60

Tâbiîn döneminin önde gelen müfessirlerinden Mücâhid, bu âyette bahsedilen namazsız ve nefislerinin arzularına uyan nesillerin kıyamete yakın bir zamanda ortaya çıkacağını, Muhammed ümmetinin iyi ve güzel işler yapan sâlih kişilerinin gittikçe azalacağını söyler. Bu âyetle yahudilerden sonra gelen hıristiyanların kastedildiğini söyleyenler de olmuştur. Âyet, namazı terketmenin büyük günahlardan biri olduğuna ve böyle bir kimsenin Allah tarafından cezalandırılacağına delil teşkil eder. Çünkü namaz kılmamak ve nefislerin arzusuna uymak sapıklık çeşitlerinden biridir. Peygamberimiz’in bir hadislerinden açıkça anladığımız gibi, kişinin Allah huzurunda hesaba çekileceği ilk ibadeti namazı olacaktır. Çünkü gerçek anlamda kılınan namaz kulluğun ölçüsü olduğu gibi, insanı her türlü kötülük ve çirkinliklerden alıkoyan odur. İyi terbiye edilmemiş bir nefis insanı çoğu kere kötülük ve çirkinliklere, şehevî ve hayvânî duygulara uymaya yöneltir. Bu sebeple nefsin arzu ve isteklerine boyun eğmemek, dinimizin öncelikle üzerinde durduğu terbiye unsurlarının başında gelir. İnsan ibadetlerini ihmal etmiş, nefsinin arzularına uymuş olsa bile, hatasını anladığı anda Allah’a yönelip tövbe eder. Allah, kullarının samimiyetle yaptıkları tövbeleri kabul eder ve hiçbir kuluna en küçük bir haksızlık yapmaz.

2. “Derken, Kârûn, ihtişamı içinde kavminin karşısına çıktı. Dünya hayatını arzulayanlar: Keşke Kârûn’a verilenin benzeri bizim de olsaydı; doğrusu o çok şanslı, dediler. Kendilerine ilim verilmiş olanlar ise şöyle dediler: Yazıklar olsun size! İman edip iyi işler yapanlara göre Allah’ın mükâfatı daha üstündür.” Kasas sûresi (28), 79-80

Kârûn, Hz. Mûsâ zamanında yaşadı; hatta onun amcazâdesi olduğu rivayet edilir. Önce Hz.Mûsâ’ya iman ettiği halde hırsı ve kıskançlığı yüzünden münafıklığa düştü. Son derece zengin ve zengin olduğu kadar da cimri biri olduğu ve bu zenginliği içinde nasıl helâk olup gittiği bir ibret tablosu olarak insanlığın hafızasına nakşolunmuştur. Onun, kavmi Benî İsrâil’in karşısına çıktığında beraberinde eğerleri altından yapılmış ve her birinin üzerinde kırmızı kadifeden örtüler bulunan dört bin binit hayvanı, bin katır, katırlar üzerine bindirilmiş üç yüz câriye ve pek çok zinet eşyası ile çeşitli zenginlikleri olduğu nakledilir. Bazı rivayetlerde bu sayılanlardan çok daha fazlasına yer verildiğini de görmekteyiz. Dünyaya ve dünyalıklara düşkün olanlar, bu ihtişamı görünce, imrenmişlerdi. Ama onlar, Kârûn’un bu hesapsız serveti içinde helak olup gittiğini, malının, mülkünün ve zenginliğinin kendisini kurtarmadığını, aksine yok olmasının temel sebebi olduğunu da gözleriyle gördüler.

Kendilerine ilim verilenler, yani İsrâiloğulları içinde Allah’ın emrini bilenler ve inananlar ise, böyle bir tercihin yanlış olduğunu onlara hatırlatarak üzüntülerini ortaya koydular. Çünkü Benî İsrâil âlimleri, her milletin içindeki benzerleri gibi, insanların özendikleri bu dünya nimetlerinin geçici olduğunu biliyorlardı. Bu sebeple, Allah’ın rızâsının ve sevabının daha kalıcı ve insanı ebedî mutluluğa kavuşturucu olduğunu onlara haber verdiler.

3. “Sonra, o gün, size verilen nimetten elbette hesaba çekileceksiniz. Tekâsür sûresi (102), 8

Nimet, bu dünyada kendisinden lezzet alınan ve hoşlanılan her şeydir. Hayat, sıhhat, âfiyet, içilen bir yudum tatlı ve soğuk su dahi bu nimete dahildir. Buna göre, yeryüzünde nimete sahip olmayan kimse yoktur. O halde kimler, hangi nimetlerden hesaba çekilecektir? Allah’ın nimetlerine karşı nankörlük yapanlar, bu dünyada bütün çabaları, gayretleri ve himmetleri zevk ve safa içinde yaşamak, yemek içmek, gezip eğlenmek, şehvetlerini tatmin, nefislerinin dünyalık arzularını yerine getirmekten ibaret olanlardır. Onlar, dinden tamamen gâfil olan kâfirler ve dînî sorumluluklarını yerine getirmeyen fâsık mü’minlerdir. Her türlü nimetin Allah’tan geldiğini bilen, bunun karşılığında şükreden, ilme, iyi ve güzel işlere yönelen kimseler, Allah’a karşı vazifelerini yerine getirmiş olurlar. Böyle olanlar sorumluluklarını yerine getirmiş, Allah’ın huzuruna yüzü ak olarak çıkmayı hak etmiş olurlar.

4. “Her kim bu çarçabuk geçen dünyayı dilerse ona, yani dilediğimiz kimseye dilediğimiz kadarını dünyada hemen verir, sonra da onu, kınanmış ve kovulmuş olarak gireceği cehenneme sokarız.” İsrâ sûresi (17), 18

İnsanlardan bazısı sadece bu dünya için çalışır, çalışmasının karşılığını da ölmeden bu dünyada almak isterse, Allah ona karşılığını burada, bu dünyada peşin verir. Fakat herkese, aynı seviyede ve kişinin istediği kadar değil, Cenâb-ı Hak kendi dilediği kadar verir. Çünkü herhangi bir işin kıymeti o işi yapanın isteği ile değil, çalıştıranın kabulü ile karara bağlanır. Bununla beraber herkesin yaptığı işin karşılığı tam olarak verilir ve hiçbirinin hakkı yenilmez, hiç kimseye zulmedilmez. Aceleci olmak ve her şeyin karşılığını bu dünyada almak başlangıçta hoş görünse de, sonu oldukça acıklıdır. Bu acıklı sonu hak edenlerin münâfıklar olduğu ifade edilir. Dünyada kendilerine nimet verilenlerin bir kısmı bunları kötü ve çirkin, haram olan yollarda sarfetmek suretiyle kendi elleriyle cehenneme hazırlık yapmış olurlar. Fakat Allah’a hakkıyla inananlar ve imanlarının şuurunda olanlar verilen her nimetin kıymetini bilir, onu yerli yerine harcar ve bir hesap gününün olduğuna, her şeyin hesabının orada sorulacağına inanırlar. Ayrıca mü’minler, dünya hayatının geçici, âhiretin ise ebedî olduğunun bilinci içinde hareket ederler.
 
Üst Alt