Neler yeni
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Talak 1

bekir

sadece bir kul
Yönetici
Katılım
10 Eyl 2007
Mesajlar
8,132
Tepkime puanı
5,971
Puanları
113
Konum
Daðlardan, yaylalardan
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif] Ey Peygamber! ünvanıyla anılan ve ta'zim edilen Peygamberlerin sonuncusu! Burada önce Peygamber'e nida ile başlanması onun, ümmetin tebliğcisi ve önderi olduğunu göstermesi yanında, beyan edilecek boşama tarzının onun şeriatına ait Allah tarafından gönderilen yeni bir hüküm olması hasebiyle, duyurma ve tebliğine itina gösterilmesi hususunda bir tenbih ifade etmektedir. Yoksa açıklanacak hüküm, Peygamber'in kendisine mahsus olmayıp umumidir. Onun için hitab genelleştirilerek buyuruluyor ki kadınları boşadığınız vakit yani boşamak istediğiniz takdirde onların iddetlerini gözeterek boşayın, yani âdetleri olan sayılı hayız günlerini hesab ederek ondan önce temiz zamanında bir talak ile boşayın. İşte talak verilecek olunca onun en güzel ve sünnet olan şekli, kadını âdetinden önce temiz bulunduğu esnada cinsel ilişkide bulunmaksızın bir talak ile boşamaktır. Binaenaleyh "Sana âdet görmekden soruyorlar. Deki: "O eziyettir." Âdet halinde kadınlardan çekilin, temizleninceye kadar onlara yaklaşmayın.." (Bakara, 2/222) emri gereğince hem tabii olarak hem de şeriate göre uzaklaşma zamanı olup beklemek gerekeceğinden hayız günlerinde veya cinsel ilişki meydana gelmiş temizlik zamanı içinde boşayıp salıvermek, bu emre ters düşeceği için haramdır, bid'attır, çirkindir ve günahtır. Üç talak birden boşamak ise daha çirkin ve daha günahtır. Bu boşama şeklinde esas itibariyle talak vuku bulduğu gibi yapılan fiil de günah sayılmaktadır. Çünkü asıl boşama, erkeklerin iradesine bırakılmış olduğu için onu gerçekleştirmekle meydana gelir, batıl olmaz ise de çirkin surette veya lüzumundan fazla, hem emre hem hikmet ve maslahata ters düşen bir zarar, bir nankörlük ve bir ahlâksızlıktır. [/FONT]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]Bunun hikmeti: "O'nun âyetlerinden biri de, kendileriyle kaynaşmanız için size kendi nefislerinizden eşler yaratması ve aranıza sevgi ve merhamet koymasıdır." (Rûm, 30/21) buyurulduğu üzere evlilikten maksat, karı ve koca arasında Allah Teâlâ'nın yaratmış olduğu arzunun tatmini ile sevgi ve merhamet üzerine bir aile kurmak, onun hukuk ve vazifelerini yüklenerek "iffetli yaşamak , zina etmemek..." (Nisâ, 4/24) âyeti gereğince iffet ve iyilikle temiz bir cinsel ilişki ve üreme gayesine hizmet olduğu cihetle, karı koca arasında insanlık hali ufak tefek dedikodu ve az çok kırgınlık yahut önemsiz meseleler dolayısıyla sıkıntı veya ferahlık gerektiren geçici haller eksik olmasa bile, tabii arzu ve sükun kesilmedikçe aile binasının yıkılmaması lazım gelir. Fakat o istek ve sükun kesilecek olursa o vakit temel çürümüş ve karı koca arasında bir nevi tabii bir boşama vuku bulmuş olacağından, şer'i boşama da mümkün olabilir. Böyle bir halde devam etmek başlangıçtan daha kolay olduğu cihetle kadının kusur ve kabahati olmadıkça tabii arzunun kaybolmasına karşılık, dini, ahlâkı ve edebi ile takva hissi ve vefa şuuru, önceki hakların ihlâl edilmesine ve aile binasının yıkılmasına razı oluvermez. Lakin iş yalnız arzunun kesilmesinden ibaret olmayıp bir de kadının kocasına karşı kibir ve geçimsizliği, yahut düşmanlık kasdı yüz göstermeye ve istenilen dostluk ve hoşgörü yerine, böylece kin ve nefret girmeye başlarsa, işte o zaman erkeğin "onlardan sakının" emri gereğince korunmakla emrolunduğu düşmanlık ve geçimsizlik mahzurunun tabii şekillerinden birisi olan boşama, şer'i bir ihtiyaç halini alır. Yoksa kızgınlık veya şehvet düşkünlüğü neticesi meydana gelen boşama, bir evin yıkımı ve nikah nimeti için nankörlük olur. Bir çok durumda da önceden ihtiyaç olduğu zannedilir de sonradan pişman olunur. O yüzden talak verileceği zaman iyi ve çok düşünmeli, bütün ruh halleri, din ve ahlâk esasları hesaba katılmalıdır. İcab ettiği zaman telafi edilebilmesi için şeriatın bahşettiği fırsatlar elden kaçırılmamalıdır. Zira ruhda gizli kalan arzular, kapalı işlerden olduğu için hiddet ve nefret zamanında hissedilemez de sonradan deprenir, zararlara, günahlara sürükler ve Allah'ın neler yaratacağı bilinmez. Onun için ihtiyaç anında meşru kılınmış bulunan talakın verilmesinde mekruh ve güzel olan çeşitleri vardır. Evvela kadına yaklaşmanın mekruh olduğu âdet günlerinde boşamak haramdır. Boşama vuku bulursa da boşayan burada emredilen şeklin tersine hareket etmiş olmasından dolayı günaha girmiş olur. Çünkü yaklaşmanın caiz olmadığı ve tabii arzuya zıt olan o eziyetli halde kadındaki isteksizliğin geçici olma ihtimaline binaen kat'i ve daimi olduğuna hükmedilemez. Muhtemeldir ki, onu boşayan on gün sonra gönlünde heyecan duyacak ve yaptığına pişman olacaktır. Hem bir gün bile olsa beraber yaşamış olduğu karısını öyle bir durumda boşayıp bırakıvermek, aynı zamanda alçaklıktan başka bir şey değildir. Aynı şekilde temiz halde iken cinsi münasebette bulunduktan sonra boşamak da mekruhtur. Çünkü cinsi münasebet arzunun varlığını gösterir. Ondan sonra duyulan isteksizlik de geçici bir gevşemeden ibaret olabileceği cihetle, tabii arzunun silinmiş olduğuna hükmetmek doğru olmaz. Herhangi bir durumda üç talakı birden vermek ise, büsbütün hiddete kapılarak ve her ihtiyatı elden bırakarak bu çirkinlikleri bir defada üç kere tekrar etmek, şeriatın emrine kat kat muhalefet edip ailenin menfaatı için şer'in bahşetmiş olduğu her fırsatı elden kaçırmak olacağından dolayı kat kat çirkin ve günahtır. Bunun bu kadar çirkin ve günah olması da, nikahı düşürmek demek olan boşamanın meydana gelmesi sebebiyledir. Yoksa lağvedilir, çirkin ve günah olmasının mânâsı kalmazdı. İşte boşamanın meşru olması zarar ve fesad için değil, aile içerisinde ortaya çıkan sevgisizlik ve geçimsizlik sakıncalarını defetmek için mümkün olduğu kadar bir ıslah tecrübesi yapılmak suretiyle iki tarafın ruh hallerinin birbirinden ayrılmaya ne derece müsaid olabileceğini göstermek hikmetiyle ilgili olduğundan boşama ihtiyacını duyan kimsenin bunu en güzel şekilde kullanması emredilerek buyurulmuştur ki, "o kadınları boşadığınız, yani boşamak istediğiniz takdirde." Bu şart önce, boşamanın yalnız erkeklere ait ve onların iradelerinde bulunan bir iş olduğunu gösterir. Koca karısını boşayınca boşama, şer'i bir hak olarak sabit olur. Aksi halde olmaz. Bundan dolayıdır ki bir hadiste "Boşama, o hakkı alan kimseye aittir." buyurulmuştur. O halde kadının bunda doğrudan doğruya bir tercih hakkı yoktur. Meğer ki dilediği zaman kadına kendisini boşamakta serbest olduğuna dair, nikah zamanında veya sonra erkek tarafından bir hak tanınmış olsun. Bu olmadığı takdirde kadın ancak hul ile (fidye vermek suretiyle) kendisini kurtarmak için müracaat edebilir. Nitekim bu husus, "O zaman kadının (ayrılmak için) verdiği fidyede ikisine de bir günah yoktur.." (Bakara, 2/ 229) âyetinde de açıkça ifade edilmiştir. Bu durumda hakim, Hanefilere göre ya iki taraftan da hakem tayin ederek, ya da doğrudan sulh girişiminde bulunarak koca tarafına fidye verme teklifini yapar. Kocanın veya vekilinin teklifi kabul etmesi de bir tür boşama sayılır. Şâfiîlere göre ise fesholur. Bazı âlimler, "Eğer aralalarının açılmasından endişe duyarsanız, erkeğin ailesinden bir hakem ve kadının ailesinden bir hakem gönderin..." (Nisa, 4/35) emrine nazaran hakimin fesh ve ayrılma hakkını da kabul etmişlerdir. Hanefiler bunun, inninlik (cimadan acizlik) veya cüzzam gibi habis bir hastalık halinde kabul edilebileceğini ileri sürmüşlerdir. İkincisi, "Boşadığınız zaman." şartı, boşamanın dinî yönden Allah Teâlâ katında istenilen ve övülen bir şey olmayıp, "İki şerden en hafifi tercih edilir." hükmünce nihayet bir izinden ibaret olduğuna da işaret eder. Çünkü kayıtsız ve şartsız boşamayı teşvik mânâsı içeren hiçbir delil yoktur. Bilakis mübah olmakla beraber buğzedilen bir şey olduğu ifade edilmiştir. Bu konuda Ebu Davud ve İbnü Mâce'nin rivayet ettikleri bir hadisde "Allah (c.c)'ın yanında mübahların en nefret edileni boşamadır." denilmiş, diğer birinde de "Allah katında en sevimsiz helal boşamadır." şeklinde zikredilmiştir. Bu hadislerde mübah ve helal tabirlerinin bulunmasından dolayı bir takımları, boşamanın esasen mübah olduğunu ileri sürmüşlerse de İbnü Hümam'ın tahkikine göre en doğrusu şudur: "Boşama aslında nikah nimetine nankörlük olduğundan dolayı sakıncalıdır. Çünkü Resulullah (s.a.v) buyurmuştur ki: "Çok boşayana ve aşırı derecede zevkine düşkün olandan her birine Allah lanet etmiştir." Onun için ihtiyaç olmayınca talak, mekruh olur. Bundan dolayı buğzedilmiş olduğu söylenmiştir. Mübah tabir edilmesi, ancak ihtiyaç zamanlarında mübah olması hasebiyledir. Beyhakî de nefretin, sünnete riâyet edilmeyerek boşamanın gerçekleştirilmesi durumunda söz konusu olduğunu söylemiştir. Şâfiîlerden İbnü Hacer'in beyanına göre; "Boşama bazen vacib, bazen mendub, bazen de haram veya mekruh olur. Vacib olan; îlâ yemini yapıp da yaklaşma arzusu bulunmayan kimsenin karısını dört ay bekletmemek için yaptığı boşama ve iki hakemin boşama görüşünde bulunmamaları halindeki talak gibi. Mendub olan talak: Kadının haklarını yerine getirmekten kocanın, gerekse kayıtsızlıktan dolayı olsun aciz olması veya kadının âdet yönüyle kendisiyle geçinmeye zorlanamayacak derecede huysuz olması, yahut kadının ahlâka aykırı durumları korkulacak derecede olmamakla beraber pek iffetli olmaması halindeki boşama gibi. Ancak bu son durumda boşama vuku bulunca kadının ahlâksızlığa düşeceğinden korkulur veya ayrılığına dayanamayarak erkeğin onunla ahlâksız yollara sapması, yahut zorluk çekmesi düşünülür, halbuki boşama olmadığı takdirde bu korkular ortaya çıkmayacak olursa o vakit talak mendub değil, harama yol açacağı cihetle mekruh, belki de haram olur. Nitekim bid'i talak, yani bu âyette emredilenin tersine, kadının âdet görmesi esnasında vuku bulan veya üç talak birden verilmek suretiyle gerçekleştirilen talak, haramdır. Bütün bu hallerin dışında meydana gelen boşamalar da mekruhtur. Çünkü nakledildiği gibi sahih hadiste "Helaller içinde Allah'a en sevimsiz olanı talaktır." buyurulması kerahetini ifade eder. Çünkü kerahetin helal ile bir arada bulunabilmesi itibariyle, helal ile buğzun birleşmesinden ilk akla gelen kerahet olur. O halde helal yönünü kuvvetlendiren sebepler bir araya geldikçe kuvvetlerinin derecesine göre kademe kademe mübah, mendub ve vacib mertebelerine doğru çıkar. Kerahet tarafını kuvvetlendiren sebepler toplandıkça da buğz (nefret), haram mertebesine varır. Buna göre helal veya mübah tabiri boşamanın vuku bulmasına işaret olup, haram olan talakın dahi verilmesiyle boşamanın meydana geleceğini gösterir. Nitekim bid'i talakın bile vuku bulacağı hakkında fakihler, icma bulunduğunu belirtmektedirler. Buna karşı İbnü Teymiyye ve İbnü Kayyim el-Cevziyye bid'i talaktan sayılan üç talak birden verip boşamanın haram olması sebebiyle, böyle bir boşamada birden fazla talakın vuku bulmaması cihetini ictihad edilmesi gereken bir mesele gibi göstererek gündeme getirmek ve böylece pek önemli bir noktaya parmak basmak istemişlerse de, bütün mezheblerin ittifakla söz birliği ettiği bir meselede, usulen ictihadın caiz olamayacağı ileri sürülerek iltifat edilmemiştir.[/FONT]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif] Fakihler boşamayı hükmü yönünden ric'i ve bayin diye iki kısma, bayini de hafif ve galiz diye iki çeşide ayırmışlardır. Boşama şekli yönüyle de, mesnun ve bid'i olmak üzere iki nev'e, mesnunu ahsen ve hasen, bid'iyi de ehaff ve eşedd diye yine iki kısma ayırmışlardır. Mesnun: Boşayacak kimselere şer'an emir ve tavsiye edilip boşamada takip edilmesi gereken şekildir. Bu şeklin en güzeli de, söz konusu âyette emredildiği gibi temiz anında bir ric'i talakla boşamaktır. Talaklardan her birini kadının temiz zamanlarında vermek üzere ayrı ayrı üç talaka kadar varmak pek güzel olmamakla beraber hasen sayılır. Bid'î talak ise, bunların tersine hayız halinde veya cinsî münasebetin vuku bulduğu temiz zamanında boşamak, yahut her ne vakit olursa olsun üç talak birden boşama şeklidir ki bu hepsinden daha şiddetlidir. Bu sûrenin inişine kadar boşama şekillerinin güzeline ve çirkinine bakılmıyordu. Ancak sûrede bunların ayırd edilmelerinin esasları anlatılmıştır. Asıl talak, ne men ne de tavsiye edilmemekle beraber, verilmek istenildiği takdirde emredilen en güzel şeklin şu olduğu ifade edilmiştir: O kadınları, yani kendileriyle cinsî münasebette bulunup da boşamak ihtiyacını duyduğunuz kadınları, boşamak istediğiniz takdirde "bundan böyle onları iddetlerini gözeterek boşayın." Bunun, "Sayılı hayız günlerinin önünde yaklaşma imkanı olup da yaklaşılmamış olan temizlik halinde temiz olarak boşayınız." mânâsına olduğunda ittifak vardır. Ancak bu âyeti bazıları, hayızları önünde, bazıları da temizlik halinde yaklaşmayarak şeklinde tefsir etmişlerdir. Bu iki mânâ da birbirine yakındır. Çünkü hayzın önü, geleceği ve gayesi temizliktir. Abdullah b. Mes'ud (r.a)'dan "Yaklaşmadan temiz olarak," İbnü Abbas (r.a)'dan "İddetlerinin önünde" diye nakledilmiştir. Mücahid demiştir ki: "İbnü Abbas'ın yanındaydım, bir adam geldi, karısını üç talakla boşamış olduğunu söyledi. O sükut etti, hatta biz zannettik ki karısını ona geri verecektir. Sonra dedi ki: "Biriniz gider ahmakça iş yapar, sonrada gelir ey İbnü Abbas der. Halbuki Allah Teâlâ, "Kim Allah'tan korkarsa, Allah ona bir çıkış yolu ihsan eder." (Talâk, 65/2) buyurmuştur. Sen ise Allah'tan korkmamışsın. Şimdi ise ben sana çıkış yolu bulamam, Rabbine isyan etmişsin, karın senden bâyin talakla boş olmuştur. Çünkü Allah Teâlâ, "Ey peygamber! Kadınları boşadığınız zaman onları iddetleri içinde boşayın." buyurmuştur." Dahhak'tan : "İddet kar'; kar' hayızdır. Temiz, cima etmeden temiz olandır, sonra da üç hayız beklemektir. Katade'den "onları iddetleri içinde boşayın." âyeti, hayızdan temizlendiğinde "yaklaşmaksızın" keyfiyeti de, temiz olduğu vakit dokunmadan bir talak verir, bir talak daha boşamak icabederse, diğer bir hayız görünceye kadar bırakır, temizlendiği zaman ikinci talakı verir. Üçüncüsünü de vermek isterse, bir hayız görünceye kadar mühlet verir, temizlenince üçüncü talakı da verir. Sonra kadın bir hayız daha iddet bekler, ondan sonra isterse başka kocaya gider." İbnü Sirin'den: "Kadını, temiz haldeyken cima etmeyerek ve hamile olmadığı belirlenmiş durumda boşar." Hasan ve İbnü Sirin'den: "Allah'ın emrettiği gibi iddetinin önünde" boşar. Allah'ın zikrettiği iddetin dışında gerek bir, gerek iki, gerek üç talakla boşamak mekruh olur." Görülüyor ki, bütün bu rivayetler, hayzın geçmesi gözetilerek ondan sonra "Cima etmeden temiz olarak" boşamak mânâsında birleşmiş bulunuyorlar. Bununla beraber Mâliki ve Şâfiî bunlardan, iddet müddetinin temizlik olduğu sonucunu çıkarmışlar, Hanefi imamları ise onun hayz olduğunu beyan etmişlerdir. Bundan dolayı iddet, temizliktir diyenler sebebiyle "temizlik vaktinde" demeyi daha doğru bularak bu anlamı tercih etmişlerdir. İlk bakışta bu ifade uygun gibi görünürse de bundan "cimanın olmaması" kaydını çıkarmak müşkildir. Bu anlam, "De ki: O, bir ezadır. Ay halinde olan kadınlardan uzak durun. Temizleninceye kadar onlara yaklaşmayın.." (Bakara, 2/222) emri gereğince temizliğe girinceye kadar hayzın hükmüdür. Temizliğe kadar sayıp beklemek temizliğin değil, tabii olarak ve şeriate göre hayzın gereğidir. O halde iddetin temizlik değil, hayız olması lazım gelir. Temizlik iddetin esası değil, gayesidir. de ittifakla kasdedilen temizlik, iddetin kendisi değil, önünde gayesi olması itibarıyladır. ile beraber tamamından Lazımi mânâ olarak sabittir. Hayız müddetinin başlıca iki unsuru vardır. Birisi cimada bulunmamak, diğeri de önünde temizliğe kavuşmaktır. İşte kasdedilen mânâ da kadını, bekleme müddeti olan hayzı bitirip, temizlik vaktine girmişken, cimada bulunulmadığı takdirde boşamak olduğundan "cima etmeden temiz olarak" denilmekle bu iki unsurun ikisinin de kasdedilmiş olduğuna tenbih edildiği gibi "iddetlerinin önünde" ifadesiyle de bu anlatılmıştır. Bu mânânın anlaşılması için "lâm"ın mânâlarındaki ihtimallere de dikkat etmek gerekmektedir. Bu lâm, ta'lil, akibet, tevkıt yahut da sıla için olabilir. Ta'lil için olursa, beklediklerinden dolayı yani sayılı hayız günlerini bitirip temizlenmişken zevciyyet muamelesinin istenilmemesinden dolayı boşayınız demek olur. Akıbet mânâsına alınırsa, hayızlarının sonunda boşayınız anlamına gelir. "Geçen on (gün) içinde" gibi vakitle ilgili olursa temizlik vaktinde demek doğru görünürse de, hayız vaktinde demek doğru değildir. Esasen "Hayızları bittiği zaman" demek gerekmektedir. İddet lafzı, hayız müddetinin tamamını içine alır. İhsâ (saymak) emrinde de buna işaret vardır. Bunun için müfessirlerin bir kısmı, "İddetlerinin beklemek" diye bir muzaf takdirini göstermişlerdir. de böyle demektir. Burada zikredilen "kubül" ve "istikbâl"in hayızdan önce de sonra da olması doğrudur. Zemahşerî gibi bazıları da müteallak takdiriyle hal yapmışlardır ki bu durumda "lâm"ın tevkit veya sıla mânâlarına gelme ihtimâli vardır. Buna göre iddetlerini veya iddet vakitlerini karşılarlarken mânâsını ifade edip, bekleyecekleri hayızdan önceki temizlikleri halinde verilen talakın da sünnete uygun olduğunu ve iddetin hayız ile başlayacağını gösterir. Cima etmemek kaydının gerekli olduğu bilhassa hadisle beyan buyurulmuştur. Buharî ve diğerleri şöyle rivayet etmişlerdir. "İbnü Ömer (r.a) karısını hayızlı iken boşamıştı. Hz. Ömer bunu Resulullah'a söyledi, Resulullah da ona kızdı, sonra da dedi ki: "O kadına dönsün, sonra onu temizlenip peşinden bir hayız daha görüp temizlenene kadar tutsun. O zaman yine boşaması gerekirse, onu, temiz olduğu halde dokunmadan önce (İbnü Mâce'nin rivayetinde "cima'da bulunmadan önce" boşasın. İşte Allah'ın emrettiği iddet budur." İbnü Ömer'in bu boşamasını Talak Sûresi'nin inişine sebeb olarak gösterenler olmuşsa da rivayetin tarzından da anlaşıldığına göre bu hadise, sûrenin inişinden sonra meydana gelmiş göründüğünden doğrusu, sûrenin iniş sebebi değil, belki bu hadis ile tefsirine sebeb olmuştur. [/FONT]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]İşte kadınları boşadığınız zaman böyle iddetlerini gözeterek temiz olduklarında dokunmaksızın boşayın ve iddeti sayın yani yazıp eksiksiz olarak tamamiyle sayın. Bakara Sûresi'nde geçen "Boşanmış kadınlar, bizzat kendileri üç aybaşı hali veya üç temizlik müddeti beklerler..." (Bakara, 2/228) âyeti gereğince boşanmış kadınların iddet müddeti tam üç yani üç âdet beklemeleridir. Bu iddeti saymada geriye dönüşün mümkün olmasına, nafaka ve ikâmet esnasında talakı, temiz zamanlara dağıtmaya riâyet gibi bir takım faydaları vardır.
[/FONT]

>>>
 

bekir

sadece bir kul
Yönetici
Katılım
10 Eyl 2007
Mesajlar
8,132
Tepkime puanı
5,971
Puanları
113
Konum
Daðlardan, yaylalardan
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]Ve Rabbiniz Allah'tan korkun yani sizi erkek, onları kadın yaratmış ve sizleri yetiştirip nikah nimetine ve boşama selahiyyetine nail etmiş olan Rabbinizin azabından korkun da emirlerine dikkat edin, iddeti ne eksik sayın ne de uzatın. Gerek boşamada gerekse iddette kadınları zarara sokmaya kalkışmayın. Onları evlerinden çıkarmayın. O boşayıp da iddet bekletmekte olduğunuz kadınları evlerinden hiçbir sebeple çıkarmayın. Bu evler, boşanıncaya kadar onların kocalarıyla ikâmet ettikleri meskenleridir. Çıkarmanın nehyedilmesinden anlaşıldığı gibi evlerin, erkeklere ait olmakla beraber "o kadınların evleri" şeklinde kadınlara muzaf kılınması, iddetleri sona erinceye kadar boşanmış kadınların da kendi mülkleri gibi onlarda oturma haklarının bulunduğunu beyan ederek çıkarma yasağını tekid etmektedir. Şu halde evin ödünç veya kiralık olup da asıl sahibine teslimi gerekiyorsa bu durumda da kocaların onlara kiralama veya satın alma yahut da başka bir yolla mesken tedarik etmeleri lazımdır. Âyette yer alan "Onları çıkarmayın." nehyinin bağlantısız olarak bir taraftan Allah'tan korkmayı beyan etmesi, bir taraftan da başlangıç cümlesi halinde getirilmesi, bunun müstakil olarak istenilmiş olduğunu yeniden hissettirmek suretiyle önemini göstermektedir. Burada iddetten asıl maksadın nesebin ve kadınların korunması hususlarına diyaneten olduğu gibi hukuken ve kazaen dahi itina gösterme hikmeti vardır. Çıkarmayın demek, gadab, nefret veya darlığa binaen mesken ihtiyacı yahut sırf düşüncesizlik gibi bir sebeble çıkarıvermekten mantık yönüyle nehyedildiği gibi kendiliklerinden çıkıp gitmelerine izin vermeyin mânâsını da içine almaktadır. Çünkü onların, izin verilse bile çıkıp gitmelerinin caiz olmadığı şu hususla anlatılmaktadır. Onlar da çıkmasınlar, yahut çıkmazlar. Bu sıga, hem nehy-i gaib müennes, çoğul, hem de fiil-i muzari nefy-i istikbal müennes çoğul olabileceğinden nehye de, nefye de ihtimali vardır. Böyle nefiy (olumsuzluk) şekliyle yapılan nehiyin, açık nehiyden daha fasih olduğu da bilinmektedir. Yani kocaları izin verse bile bir zaruret olmadıkça çıkmaları, haramdır. Çıkmamalıdırlar ve çıkmazlar. Apaçık bir edebsizlik yapmaları hali bir yana, geçimsizlik ve dikbaşlılık yapıp da ihtiyaçları yok iken çıkıp gitmeleridir ki bu durumda başka bir kabahat yapmamış olsalar bile kendiliklerinden çıkmakla fahiş bir terbiyesizlik yapmış olurlar. Bu istisnanın "çıkmasınlar" ifadesine bağlanması daha doğrudur. Ancak yukarısına veya her ikisine bağlanma ihtimali de vardır. Çıkmaya bağlandığı takdirde dikbaşlılıkla çıkmanın sanki açık bir fuhuş gibi aşırı bir kötülük olacağını göstermekle yasaklamada mübalağa ifade eder ki İbnü Ömer. Süddi, İbnü Sâib ve Nehaî'den rivayet edilen de budur. Ebu Hanife de bu görüştedir. Çıkıp giderlerse iddet hakkından kurtulmuş olmazlarsa da, ev ve nafaka hakları düşer. Çıkarmaya bağlandığı takdirde ise, açık fahişelik, zina, hırsızlık su-i kast gibi bariz bir hıyanet, bir isyan ve hatta ağır sövüp soyma gibi fahiş eziyyetlerin olması düşünülmektedir. Böyle açık bir fenalığa giriştikleri görüldüğü vakit, çıkarılmaları, ihrac nehyinden istisna edilmiş olur. Bu takdirde fahişe tabirinde ilk akla gelen mânâ, zinadır. Katade, Hasen, Şa'bi, Zeyd b. Eslem, Dahhâk, İkrime, Hammad ve Leys'ten rivayet edilen ve İbnü Mes'ud ile İbnü Abbas'ın görüşü olduğu ileri sürülen de budur. Ebu Yusuf da bu görüşü tercih etmiştir. Denilmiştir ki: bu takdirde haddin (cezanın) yerine getirilmesi için çıkarılırlar. Bazıları da bunun, gerek koca ve gerek akrabasına karşı fahiş sözlerle ağzını bozmak mânâsına geldiğini İbnü Abbas'tan rivayet etmişlerdi. Said b. Müseyyeb'ten nakledildiğine göre fahişe, her günaha denilmektedir. Bundan dolayı bazıları, bunun cezayı gerektiren zina, hırsızlık ve bunların dışında her günahı kapsayarak istisnanın tamamına bağlı olduğunu kabul etmişlerdir. Taberi de bu görüşü benimseyerek demiştir ki: "Bence doğru olan, burada fahişenin günah olduğunu ileri sürenlerin görüşüdür. Çünkü fahişe, haddini aşmış olan her çirkin iş demektir. Binaenaleyh zina, hırsızlık, aile fertlerine eziyet ve iddet beklemesi gereken evden çıkıp gitmek gibi işlerden her hangi birisini kadın iddet içinde yaparsa, bu durumda kocası onu evden çıkarabilir." Bu istisnanın, yukarıdaki "Onları boşayın." emrine bağlanma ihtimali de yok değildir. "Onları çıkarmayın." Cümlesinin yukarıda geçen Allah'tan korkma hükmünü açıklaması itibariyle herhangi bir yere bağlanmamasından dolayı buna engel de olmaz. Bu durumda mânâ şöyle olur: Bu emirleri ve nehiyleri gözeterek boşayın, ancak boşadığınız takdirde o kadınlar açık bir fuhş ve ahlâksızlığa düşecek olurlarsa başka. O takdirde iddetlerini gözeterek dahi boşamak istemeyin. Müfessirler, âyetteki istisnanın bu şekilde bir bağlanma ihtimali olduğunu söylememişlerse de, yukarıda İbnü Hacer'den nakledildiği üzere boşandığı takdirde ahlâksızlık korkusu ortaya çıkan ve boşanmadığı takdirde mazbut kalacak olan kadını boşamamak tavsiye edilmiş ve bu bir hadisle de delillendirilmiştir. Ebu Davud ve Nesai'nin İbnü Abbas'tan yaptıkları rivayete göre: "Bir adam Resulullah'a gelmiş, "Benim bir karım var "El uzatanın elini geri çevirmez." demiş. Resulullah da, "Onu boşa!" buyurmuş, adam da "Korkarım gönlüm ardında kalır, sabredemem." diye karşılık vermiş. Bunun üzerine Resulullah "Öyle ise onu sıkı tut." buyurmuş." Nesâi bu hadisin merfu olmayıp mürsel olduğunu söylemiştir. Yani İbnü Abbas bunu Resulullah'tan bizzat dinlememiş, vasıta ile işitmiştir. Ancak, kendi işitmiş kadar kuvvetli olduğuna itimadından dolayı vasıtayı açıklamayıp, merfu gibi nakletmiştir. Böyle sahabe mürselleriyle merfu hadis gibi amel etmek ittifakla caiz olduğundan buradan şu hükümler çıkarılmıştır: Birincisi, iffetli olmayan bir kadını boşama emri. İkincisi, zahiri duruma nazaran boşandığı takdirde ahlâksızlık korkusu bulunup, ancak boşanmadığı zaman böyle bir korkudan uzak tutma imkanı olursa boşamayıp sıkı tutma emridir. Bu iki hususdan delalet yoluyla bir hüküm daha anlaşılmış olur ki o da şudur: İffetli olan bir kadının, boşandığı takdirde ihtiyaç sebebiyle ahlâksızlığa düşeceği anlaşılırsa, onu boşamak günahtır. İşte bu istisnanın yukarıya da bağlanması ihtimalinde âyet, o hadisten çıkarılan hükümleri de ifade etmiş olacaktır. [/FONT]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]Ve işte bunlar, talak hakkındaki bu emirler ve bu nehiylerle meşru kılınan ve öğretilen hükümler Allah'ın hududlarıdır. Allah'ın kulları için koyduğu sınırlardır ve her kim Allah'ın koyduğu sınırlara tecavüz ederse yani bu hükümlerden bir şey ihlal ederse muhakkak nefsine zulmetmiş olur, kendisine dünyevî, uhrevî zarar vermiş olur bilmezsin belki Allah ondan sonra bir emir ihdas eder, o haddi aşmanın arkasından bir hadise, bir iş çıkarır, kalbini çevirir, bir takım meşakkatler, ızdıraplar verir, yaptığın zulme, haddini aşarak verdiğin talaka pişman olursun, dönmek istersin, iş işten geçmiş bulunduğu için geri dönemez, telâfi edemezsin, perişan olur, zararını ve vebalini kendin çekersin. Nitekim "Kimse yarın ne kazanacağını bilemez." (Lokman, 31/34) âyetinde de bu durum açıkça ifade edilmektedir. Onun için her hangi bir sebeble eşini boşayacak olan kimse öfkeyle her şeyi kesip atıvermemeli, ilerisini hesaba katmalı da Allah'ın bu emir ve nehiylerle tayin ettiği sınırını aşmamalı, önce iddetini gözeterek temiz bir halde talak vermeli ve iddeti saymalıdır. Şayet ayrılmak gerekirse bununla hem maksad hasıl olur, hem de bir tecrübeye imkan bırakılarak ruhi görüntüleri seyretmeye, düşünüp uyanmaya ve pişmanlık duyulursa geri dönmeye fırsat tanınmış olur. Çünkü üçe ulaşmadıkça öyle açık bir boşama ric'i olacağından hükmü ilerde geleceği gibi iddetin sonun kadar seçmeli olup istenildiğinde geri dönebilmek, olmazsa ayrılmaktır. Bu hikmetlerden dolayı haddi aşmaksızın iddetlerine karşı böyle bir talakla boşayın, iddeti zabtedip sayın ve Allah'tan korkup takva ile hareket edin. Onları evlerinden çıkarmayın, onlar da çıkmasınlar. [/FONT]
 

bekir

sadece bir kul
Yönetici
Katılım
10 Eyl 2007
Mesajlar
8,132
Tepkime puanı
5,971
Puanları
113
Konum
Daðlardan, yaylalardan
Talak 2

Talak 2

[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]Neticesine gelince: Şu şart ile ya tutmak ya da salıvermek arasında tercih söz konusudur. Sonra ecellerine yettiklerinde, yani iddetlerinin sonuna geldiklerinde. Bu şart, geri dönüşün nihayeti, ayrılığın başlangıcı olan vakti göstermek içindir. Binaenaleyh iddet müddeti içerisinde her zaman dönme hakkı sabittir. Lakin iddet bitince tercih hakkı ortadan kalkar, ayrılık gerekir. Kadının izniyle nikah tazelenmedikçe birleşme mümkün olmaz. Henüz iddet çıkmadan sona erdiği zaman ise, durum kendisini göstereceğinden o vakit ya iyilikle onları tutun, bırakmayıp güzel ve meşru şekilde geçinmek, iki tarafın haline münasip harcamalarda bulunarak ve iskanı temin ederek nikahlarınızda tutun. "tutun" Buyurulmasından anlaşılan, dönüşün sözlü olmasının şart olmayıp, fiilen de olabileceğidir. İmam-ı Azam'ın görüşü budur. Yahut iyilikle onlardan ayrılın, buradaki tahyir (istediğini seçmeyi teklif etmek) içindir. Yani tutmakla salıvermek arasında muhayyersiniz. Ancak tutmayı, ya da salıvermeyi tercih etseniz de bunları iyilikle yapmakla sorumlusunuz. Ayrılacaksanız o zaman güzellikle ayrılın, tatlı dille hakkını vererek ve zarara sokmaktan sakınarak, mesela geçinme niyeti olmadığı halde iddetini uzatmak için müracaat edip de, sonra yine boşamak gibi zarar verici hilelere sapmayarak güzelce çıkarıp gönderin, yani "Ve onları güzel şekilde serbest bırakın." (Ahzab, 33/49) âyetine riâyet edin hem içinizden adalet sahibi iki erkeği şahit getirin; geriye dönüp tutmayı tercih ettiğiniz takdirde dönüşe, ayrılmayı tercih ettiğiniz takdirde de ayrılığa şehadet etmek üzere müslümanlardan adalet sahibi, doğruyu söyleyen ve doğru yol üzerinde bulunan en az iki erkeği hazır bulundurup şahid kılın ki, töhmete veya çekişmeye fırsat kalmasın, gerektiği zaman şahidlik yapsınlar. Buradaki "şahit getirin" emri "Onları tutun veya onlardan ayrılın." emirlerine bağlanmış olup "Alış veriş yaptığınız zaman şahid tutun.." (Bakara, 2/282) âyeti gibi nedb (yapılmasını uygun görmek) içindir. Genellikle âlimlerin görüşü budur. Şafiî, eski görüşünde "şahid bulundurmanın dönüşte vacib" olduğunu savunmuş ise de, yeni görüşünde o da, mendub olduğunu söylemiştir. Alûsî bu konuda zayıf bulduğu şöyle bir görüşü nakletmiş ve demiştir ki : "Tabersi," açıkça bunun boşama esnasında şahid getirmekle emredilmesini, bu görüşün ehl-i beyt imamlarından rivayet edildiğini ve vücub ifade edip boşamanın sahih olmasında şart olduğunu" zannetmiştir." Ben bu meseleyi uzun zamandan beri düşünür, söz konusu âyette buna bir ihtimal olup olmadığını ve güvenilir müctehidlerden bu görüşü benimseyenin bulunup bulunmadığını araştırırdım. Adlı tefsirin müellifi ve bir Şia âlimi olan bu Tabersi'nin, rivayet ve dirayetteki selahiyetinin neden ibaret olduğunu ve ehl-i beytin imamlarıyla kimleri kasdettiğini gereği gibi öğrenemedim. Ancak açık dediği husus açık değildir. Zira "şahid getirin" emrinin talaka ait olması için, yukarıda geçen "Onları boşayın." emrine bağlanması gerekir. Bu ise, kolayca anlaşılır olmayıp, pek uzak bir durumdur. Zahir (anlaşılır) olan, yakınındaki "tutun" veya "ayrılın" emirlerine bağlanmış olmasıdır Şayet bu, talakın sıhhatinin şartı olacak derecede vücub ifade etseydi, "sayın" emrinden önce zikredilmesi gerekir ve bu âyete tehir edilmesinin bir hikmeti olmazdı. Hem yakınına, hem uzağına bağlanma ihtimalinin caiz olduğunu göstermek için tehir edildiği söylenecek olursa denilebilir ki, bu bir ihtimal olabilirse, de buna anlaşılır demek doğru olmayacağı gibi, bu durumda hem boşama, hem tutma hem de ayrılma konusunda aynı mahiyette olması gerekirdi. Halbuki emrin herbirine göre vücub ifade etmesi ve bu vücubun, talakın sıhhatinin şartı olacak derecede farz durumda bulunması, tutma veya ayrılmada muhayyerlik emrine ters düşeceği gibi öteden beri izah edilegelen sünnet şekli üzere boşamanın cereyan tarzına ve ric'i talakın sağlayacağı faydaya da ters düşmektedir. Ayrıca boşama esnasında şahid tutulmayıp da iddetten sonra imsak veya müfarakat için şahid getirildiği takdirde sahih farzedilen talakın hükümsüz kalması gibi bir tenakuza yol açacağı da ortadadır. Gerçi aksine delil bulunmadıkça emirde asıl olan vücub ifade etmesidir. Ancak ihtimali içinde olan vücub boşamanın sıhhatinin şartı olacak derecede kesin farz mânâsını ifade edemeyeceği gibi, her vacib de, zıddının hükümsüzlüğünü gerektirmez. Bununla beraber iddetin sonuna kadar dönülmeyince ayrılığın gerçekleşmesi yönünden şahid getirmenin vacib olduğunu söylemenin de mânâsız olacağı düşüncesiyle bütün müctehidler, ayrılıkta şahid getirme emrinin (Bakara, 2/282) âyetinde olduğu gibi nedb ifade ettiği hususunda ittifak halindedirler. Şu halde en yakın ve en açık olan ihtimalde emir nedb için oldukça, en uzak olan ihtimalde vücub için olmasının, hem de bu vücubun farziyyet derecesinde sıhhatinin şartı sayılmasının doğru olamayacağı basit bir düşünce ile anlaşılmış olur. Ancak denilebilir ki imsak veya müfarakatta şahid getirmek mendub olunca boşamada niye olmasın? Evet bunun da mendup olduğunda şüphe yoktur. Zira bu "şahid getirin" emrinin yukarıya bağlanma ihtimali, uzak olmakla beraber bunun, delalet yönüyle ve öncelikle sabit olacağında da şüphe etmemek gerekir. Şu emrin vücub için olduğunda ihtilaf yoktur. "Şehadeti de Allah için doğru yapın!" Yukarıdaki emirlerin hepsi boşayanlara ait olduğu gibi bu emir de şahidleredir. Şu hitab da, hepsi içindir. Size söylenen bu işittikleriniz, gerek talak verecek olanlara ve gerek şahitlik edenlere hitab edilen bu emirlerle yapılan tebliğ; yani iddet bekleyerek boşamak, iddeti saymak, Allah'tan korkup günahtan sakınmak evden çıkarmamak, çıkmamak, sınırları aşmayıp sonunu hesaba katmak ve sonra iddet müddeti bitince, ya hakkıyla, güzelce tutmak ya da daha fazla bekletmeyip hakkını vererek güzellikle ayrılmak, bunlara şahid tutmak ve şehadeti de zamanında dosdoğru yapmak, işte bunların hepsi ve her biri öyle bir derstir ki bununla sizlerden, Allah'a ve ahiret gününe iman eden kimselere vaaz ediliyor, öğüt veriliyor çünkü bunlara riayet edip korunarak faydalanacak olanlar, Allah'a ve ahirete imanı olan veya iman kabiliyeti silinmemiş bulunan kimselerdir. İman yeteneği kalmamış, kalbleri kararmış ve mühürlenmiş olanlar ne Allah'tan korkar, ne ahireti sayar, ne de nasihat dinlerler, onlar kendi nefislerinin havasına giderler. Her kim de Allah'a ittika ederse Allah'ın gadabından korkar, isyandan sakınır ve öğütlerini tutarsa, Allah onun için bir çıkış yolu yaratır. [/FONT]
 

bekir

sadece bir kul
Yönetici
Katılım
10 Eyl 2007
Mesajlar
8,132
Tepkime puanı
5,971
Puanları
113
Konum
Daðlardan, yaylalardan
Talak 3

Talak 3

[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]onu düştüğü darlıktan ve aile yüzünden çekmekte bulunduğu sıkıntılardan kurtulup çıkacağı bir yol, bir çare gösterir ve onu hatırına gelmeyen yönden rızıklandırır. Onun için boşayan da boşanan da, ayrılan da ayrılmayan da, Allah'tan korktuğu takdirde gam yemesin, Allah ona da bir çare yaratır ve ummadığı yerden nasibini verir. [/FONT] [FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]Rivayet edilmiştir ki: "Resulullah (s.a.v) âyetini okumuş ve demiştir ki: "(Allah) hem dünya şüphelerinden, hem ölümün sıkıntısından hem de kıyamet gününün şiddetinden bir çıkış yolu (yaratır.)" Bir de Ebu Zerr'den şöyle rivayet edilmiştir: "Resulullah âyetini okuyordu, tekrar tekrar okumaya başladı, hatta beni uyku bastı da buyurdu ki: "Ey Ebu Zerr, insanların hepsi bunu tutsaydı, kendilerine yeterdi." Ve her kim Allah'a tevekkül ederse başına gelen herhangi bir şeye karşı O'nun kudretine itimad edip, yapacağı işte kendini O'nun emrine teslim ederek hükmünce giderse O, ona yeter. Allah onun işlerinin hakkından gelir. Hesabına kâfidir. "Yani elde ettiği şeyler konusunda Allah'a güvenirse kendisinin önem verdiği şeylerde de Allah ona kâfidir." Razî tefsirinde zikredildiği üzere onun için Resulullah (s.a.v) buyurmuştur ki: "İnsanların en kuvvetlisi olmayı arzu eden, Allah'a dayansın." Her halde Allah emrini yerine getirir. Muradını muhakkak yapar, hiç bir işinden geri kalmaz, hepsinin hakkından gelir. Hükmünü istediği gibi yürütür. Kendisine tevekkül edilse de, edilmese de yürütür. Nihayet her şeyin sonu gelir. Dünyada acı da geçer, tatlı da geçer, sıkıntı da geçer, refah da geçer. Ecel gelince takdir edilen ölüm, dakika geçirmeksizin pençesini takar, akibet gelir çatar. İyiler iyiliği ile, kötüler kötülüğü ile kalır. Herkes ameliyle toplanır. Ancak Allah'a tevekkül de, O'nun emridir. Tevekkül edenin muradı da, Allah'ın irade ve rızasına teslim olmaktan ibaret olursa, Allah da onun mükafatını büyütür. Hakikat, Allah her şey için bir ölçü takdir etmiştir, bir sınır ve miktar tahsis etmiştir ki o şeyi ona göre yürütür. O sınır ve miktardan ileri geçirmez. Bu hüküm öyle bir kanundur ki her şey hakkında geçerlidir. Ve her şeyin hükmü, kıymeti Allah'ın ona tahsis ettiği ölçü ile uygunluk arzetmektedir. Gerçekte bir şeyi bilmek de onu, o ölçü ve sınırıyla seçmek demektir. Bu cihetle sebeplerin bir dereceye kadar kıymet ve itibarı yok değilse de, bunlar, zatî (aslî) değil, değişken ve sınırlıdır. Tesir ve hüküm onun değil, Allah'ındır. Asıl ilim ve kudretine itimad edilecek; işler, hüküm ve iradesine havale edilecek hakim, sebepler değil, sebepleri yaratan Allah'tır. Her şey geçer, leh ve aleyhte olan her sebep tükenir, takdir edilen kaderi biter, başında ve sonunda bütün kudretiyle Allah kalır. Hem Allah takdir buyurmamışsa hiçbir şey diğerinde tesirini gösteremez. Takdir buyurmuş ise, Allah'tan başka hiçbir şey de onun önüne geçemez. Ateş, Allah'ın yak dediğini kendi miktarınca dediği kadar yakabilir. Rızık da Allah'ın doyur dediğini kendi miktarınca dediği kadar doyurabilir. Demek ki sebeplere itimad sonlu, Allah'a itimad sonsuzdur. O halde kuvvet ve kesin bilgi, sebeplere güvenmekte değil, Allah'a dayanmaktadır. Tevekkül de gururla kendini sayıp koyuvermek değil, Allah'ın gösterdiği yolda gücü yettiği kadar vazifesine önem vermek, takva sahibi olmak, kusurunu itiraf ile beraber, Allah'ın kudretine itimad edip netice hakkında telaşa düşmeksizin, O'nun iradesine teslim olmaktır. Önce "Kim Allah'tan korkarsa" sonra da "Kim Allah'a dayanırsa." buyurulmasında buna bir işaret vardır. Hz. Peygamber (s.a.v)'in hadisinde "Deveyi bağla da tevekkül et." buyurulması da bu mânâyı hatırlatmaktadır. Allah Teâlâ her şeye bir ölçü takdir ettiği için her şey gibi insana da gerek cinsine, gerek nevine, gerek toplumuna gerek ferdine, gerek rızıklarına gerek fiillerine, gerek sözlerine gerek hallerine hep birer miktar takdir buyurmuş ve birer sınır koymuştur ki, Allah'tan korkma ve O'na tevekkül bile o ölçü ve değer dairesinde cereyan eder. Binaenaleyh, erkeğin de dişinin de birer miktarı ve her birinin fiil ve hallerinde birer sınırı vardır. O sınırı aşmaya kalkışan kendine zulmetmiş olur. Bu suretle Allah Teâlâ, iddete, çıkarmaya, çıkmaya, kavuşmaya, ayrılığa, kederlere, sevinçlere, nasip ve rızıklara hep birer miktar ve sınır takdir buyurmuştur. Bundan dolayı boşanan kadınların iddetlerini de hayızlı, hayızsız ve hamile olup olmamalarına göre ayrı ayrı birer miktar ile takdir etmiş, nafaka ve oturacakları evleri ona uygun olarak emretmiştir. Bu sebeple "Hakikat, Allah her şey için bir ölçü takdir etmiştir." hükmü, hem kendinden öncesini hülasa ve takviye etmektedir, hem de kendinden sonrakine bir mukaddime ve tenbihtir. Allah'ın takdiri böyle her şeyi önünden, arkasından ve hatıra gelmeyen yönlerden bağlar. [/FONT]
 
Üst Alt