Neler yeni
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Çocukta Uyum Ve Davraniş Bozukluklari

Çocukta Uyum Ve Davraniş Bozukluklari

  • Alt ıslatma(enuresis)

    Kullanılan: 0 0.0%
  • Dışkı kaçırma(encopresis)

    Kullanılan: 0 0.0%
  • Parmak emme

    Kullanılan: 0 0.0%
  • Tırnak yeme

    Kullanılan: 0 0.0%
  • Çocukta tikler

    Kullanılan: 0 0.0%
  • Yalan söyleme

    Kullanılan: 1 100.0%
  • Çalma-hırsızlık

    Kullanılan: 0 0.0%

  • Kullanılan toplam oy
    1

ayyþe

New member
Katılım
9 Haz 2007
Mesajlar
448
Tepkime puanı
7
Puanları
0
Yaş
35
Konum
bilmem...bir garip halden...
Selamünaleyküm
Bir çok çocukta görülebilen uyum ve davranış bozukluklarından hangisini en çok merak ediyorsunuz?
Anne baba olan yada ilerde olacak olanların başına gelebilecek ,bu uyum ve davranış bozuklukları neden olur?nasıl tedavi edilir? Hakındaki bilgiler anketteki oylarınız doğrultusunda,en çok oy olan konu ilk önce mantığıyla,sizlere sunulacaktır.Faydalı olması dileğiyle....
İyi oylamalar:)
dua ile...
NOT:Bu anket daha önce hanımlar özel bölümünde yayınlanmıştır!!
 

Elifnisa

New member
Katılım
29 Eki 2007
Mesajlar
483
Tepkime puanı
241
Puanları
0
Yaş
43
Konum
istanbul
merhaba,
ben 10 aylık bir kız çocuğu annesiyim size başımızdan geçen hadiseyi anlatmak istiyorum.
kızım 31 haftalık 1500 gr. olarak dünyaya geldi ve doğal olarak küveze alındı. Allahında yardımıyla çok çabuk bir şekilde sağlığına kavuştu fakat hala daha yaşadığı sorunlar var.
mesela kızım asla temassız kalamıyor mutlaka birisi ya elini tutacak yada saçlarını okşayacak.
kendi kendine oynarken bile 5 dk sonra yanımıza gelip onu sevmemizi istiyor.
bunu doktorumuz onun anne karnında gelişimini tamamlamayıp soğuk bir ortamda temas olmadan büyütülmeye çalışılmasından kaynaklandıgını soyledi
ileriki hayatında da bu sorunu yaşayacağını söyledi.
Allah o kadar güzel yaratmışki insan oglunu, her şeyin zamanı var. bir bebek anne karnında 9 ay kalmadığı zaman ve küvez gibi bir ortamda büyüdüğü zaman gelişiminde bir çok aksilik çıkıyor.
doktorlar her şeyi geç yapacağını söylediler ama çok şükür aşırı ilgimizle geç bir sey yasamadık.
şuanda da ileriki hayatında zorluklar çekmesin diye ilgimizi üzerinden eksik etmiyoruz.
gerçi bu olay beni birazda korkutuyor ileride çok şımarık olması tedirgin ediyor o nedenle araştırmalar yapıyor ileriki hayatını etkileyecek her türlü kötü şeyden uzak tutmaya çalışıyorum.
 

beyza

New member
Katılım
26 Eyl 2007
Mesajlar
169
Tepkime puanı
6
Puanları
0
Yaş
41
elifnisa kardeşim derim ki okuduğum ve arkadaşlarımın edindiği tecrübeler doğrultusunda bebek her ağladığın kucağınıza almayın ve kendinize bu kadar bağımlı halde büyütmemeye çalışın..eğer ki her ağladığında kucaklayacak olursanınz büyüdükçe istekleri de farklılaşağı için her isteiğini yapmak zorunda kalırsınız..tahminim bi anne için çocuğu ağladığında kucağa almamak çok zor bir durumdur ama biraz sabredin ilerde meyvalarını alacaksınızdır..tabi uygulamak ya da uygulamamak size kalmış..isterseniz bu bilgilerin doğruluğunu bir doktordan da alabilirsiniz.yardımcı olurum size

Rabbim sizi çocuğuna bağışlasın ve hayırlı ömürler verdin inş.

dua ve selametle..
 

ayyþe

New member
Katılım
9 Haz 2007
Mesajlar
448
Tepkime puanı
7
Puanları
0
Yaş
35
Konum
bilmem...bir garip halden...
YALAN SÖYLEME
Ana babaların birçoğu çocuğun gerçeğe sadık kalmasını çok erken bir dönemde ister. Oysa 3 yaş çocuğunun inanılmayacak öyküler uydurması ve taklit oyunlarından hoşlanması doğaldır. Çocuk zeki ve hayal gücü zengin olduğu ölçüde bunda başarılı olur. Öykü uydurmak ve taklit oyunu yalan söylemek değildir ve bunu engelleyici hiçbir girişimde bulunulmamalıdır.
Yaşamın ilk 5 yılında çocuğun yalan söylemesi konusunda endişe etmeye gerek yoktur. Gerçeğe sadık kalma giderek gelişen bir olgudur. Çocuğun gerçeğe sadık kalmasında ısrar etmek ve çocuğa yalan söylediğini kanıtlama girişiminde bulunmak yanlıştır. Çocuk açıkça bir yalan söylediğinde endişe ile karşılanmamalıdır. Ancak çocuk 4 yaşına geldiğinde yalan salt övünmekten öte bir amaçla söylenmişse, düş gücü ürünü ya da bir şaka değilse o zaman annenin çocuğa, eğer doğruyu söylemese ona ne zaman inanacağını bilemeyeceğini söylemesi yeterlidir. Sert cezalar suçlanmadan kaçmak için çocuğun yalan söylemesine yol açar.

ÇOCUK YALAN SÖYLEMEYİ NASIL ÖĞRENİR?
Görünürde yalan tam anlamıyla yalan olmasa bile, çocuğa ilk yalan söyleme yolunu öğretir. Bu bir hazırlık bir yalan tohumudur.
7 yaş sonrasında uydurmalar uzun süre semboller, fanteziler şeklinde görülür. Bu dönemde çocuk kendisini çok uzun düşlere kaptırır; güçlü, kahraman, çok beğenilen biri ya da umutsuzluk içinde mutsuz biridir.
Çocuğa yalanı öğreten 2. yolda taklittir. İlk önce diğer çocukları taklit eden çocuk, hemen sonra yalanın onlara bazı olanak ve avantajlar sağladığını saptar.
Yetişkinleri taklitte çocuğu yalana iten başka bir etkendir. Yetişkinler kendi aralarında daha da önemlisi, çocuklara yalan söylerler. Bunun da ötesinde bazen yetişkinler çocuktan yalan söylemesini isterler. Örneğin “dün evdeydik diyeceksin” ya da, “bunu yaptığımı babana söylemeyeceksin” gibi tembihlerle çocuğu yalana iterler.
Yalan söylemenin empoze edilişi açık bir şekilde olamayabilir, istemediği bir yere gitmemek için başının ağrıdığını söyleyen anne, sofrada çocuğun ellerini yıkayıp yıkamadığını sorduğunda, çocuk yemeğe başlamak için olumlu yanıt verecektir. Bundan sonra her durumda istediğine uygun yanıt arayacak ve bundan suçluluk duymayacaktır.
Yalana yol açan başka bir olay, suçu çocuğa baskıyla kabul ettirmektir.

YALAN SÖYLEMENİN NEDENLERİ
Zihinsel düzeyi düşük olan çocukların gerçeğe çok aykırı yanlalar söyledikleri, buna karşılık normal ve üstün zekâya sahip olanların ise mantığa daha uygun yalanlar söyledikleri ve ayrıntılı öyküler uydurdukları saptanmıştır.
Aileye bağlılık, dayanışma, verilmiş söze saygı gibi durumlar yaşan söylemeye neden olabilir.
Çocuk çekindiği için yalan söyleyebilir.
Bazen de çocuk kendisine fazla karışıldığı içinde yalan söyleyebilir.
Bunun yanı sıra iyi gelişmemiş ahlak bilinci ve grup içinde statü kaybetme endişesi, bazen çocuğa içinde bulunduğu bazı durumları utanç verici gibi gösterebilir.

HALUK YAVUZER
(ÇOCUK PSİKOLOJİSİ)
 

ayyþe

New member
Katılım
9 Haz 2007
Mesajlar
448
Tepkime puanı
7
Puanları
0
Yaş
35
Konum
bilmem...bir garip halden...
YALANLA MÜCADELE NASIL OLMALIDIR?
Küçük çocuğun sözde yalanları(1) ahlaki bir hata gibi görülmemelidir. Böyle bir davranış karşısında değer yargılarını anlatmak ya da kızgınlıkla cezalandırmak yanlış olur. Çocuğa doğru söylemenin övülmeye değer bir davranış olduğu önceden anlatılmalıdır.
Yetişkinler çocuğa iyi birer örnek olmalı ve davranışlarında, çocuklarında görmek istemedikleri hatalara yer vermemelidirler.
Patolojik yalan(2) karşısında hem psikolojik durum, hem de eğitsel etkiler üzerinde durulması gerekir. Öncelikle nöro-biyolojik muayene yapılmalıdır. Bunun yanı sıra yeniden eğitime başvurulmalıdır.
Sık sık ne yaptıkları yada ne gördükleri çocuklara anlattırılmamalı, çeşitli bahanelerle davranışlarının nedenleri hataları sorulmalıdır. Artık yalan söylemedikleri saptanınca, eğitimde doruyu söylemenin gereklikliliği üzerinde yeniden durulmalıdır. Aşırı duygusal çocuğun, kaygı ve çekingenlik yüzünden yalan söylendiği bilinmeli, bunu gidermek için ona güven verilmeli, öfke ve kınama tepkilerinden kaçınılmalıdır.
Oluşmuş bir yalanla mücadele, kötünün iyisini yapmaktan başka bir şey değildir. Yalan söyleme davranışını iyileştirmek, önlemekten daha zordur. Önemli olan çocuğu yalana itecek durumlara meydan vermemektir.
Ve yalanın engellenme biçimi çocukta gerilim yaratabilir. Aşırı kızgınlık, çocuğun yalanını engellemek açısından olumsuz bir davranıştır. Bu yolla ortaya çıkan suçluluk duygusu, çocuğu yalandan uzaklaştıracak yerde, onu yalana daha çok yaklaştırır.
Genelde yalan bir hata gibi görülür ve suçluluk duygusu itirafla son bulur. Çocuğun itiraf etmesine yardımcı olunmalıdır. Ancak çocuğu kendisi ve çevresiyle barıştırmazsa, itirafın değeri yoktur.
Yalan söyleyen çocuk bu mücadeleyi anlamalı, onun iyiliği için böyle davranıldığını bilmelidir. Burada bir güç göstergesi değil yardım söz konusu olmalı ve ona güven verilmelidir.
Kısaca, yalancılık olayı çevresel ilişkilerle birlikte ele alınmalıdır. Öncelikle yalancılığın çocukta gelişmesini kolaylaştıran nedenlerin bulunması gerekir. Sonra da aile çevresiyle iş birliği yapılıp, çocuğa doğruluğun yararları, getireceği haz ve avantajlar elle tutulur biçimde öğretilmelidir.
_________________________________________________________________________
Çocukta yalanlar 3’e ayrılır:
(1)Küçük çocukların sözde yalanları: Çocuk psikologlarına göre, çocuk 7 yaş öncesinde yalan söylemez. Bazı uzmanlarsa, ilk yalanın 6 yaş dolaylarında görüldüğünü savunurlar. Çocukların gerçek dış konuşmaları çok sık görülür. Burada hemen "yalan" damgasını vurmak doğru değildir. Çocukta gerçeklik duygusunun zamana içinde kazanıldığını unutmamak gerekir. 3-4 yaş çocuklarının sıklıkla söyledikleri yalanlar aslında gerçek anlamda yalan değildir. Sahte ya da görünürde başka bir deyişle, "sözde" yalanlardır. Bu tür "sözde" yalan gerçek yalandan farklıdır; Gerçek yalanla yüzeysel benzerliği çoğunlukla karıştırılmasına neden olur. Eğitimsel yanlışlıklar, sosyal ve moral anlam verme, kınama, üzüntüyle karşılama, bu tür yalanları doğurur. Örneğin; Masada bardağı deviren çocuk, bundan kardeşinin sorumlu olduğunu söyleyebilir. Görünürde yalan bazen oyun niteliği taşır. Çocuk, çevresindeki kişiler ya da kendisiyle ilgili olaylara ince ayrıntılar katarak bunları süsler. Gerçeğe bir anlamda bağlı kalabildiği gibi, tümüyle başka bir olayı da yaratabilir. Bu tür uydurmalar 7 yaş öncesi çocuklarda sıklıkla görülür. Uydurmalar zamanla gelişebilir ve bir öykü gibi tamamlanabilir. Bu hayal gücü ürünlerinin özelliği, ikinci bir kişinin yaratılmasıdır. Çocuk, çoğunlukla kendisiyle aynı yaş ve cinsiyette bir kardeş, kuzen, arkadaş yaratır. Çocuk, duygu ve deneyimlerinin bir bölümünü, sorumluluklarının bazılarını ona aktarır. Tek çocuk ya da kardeşlerin kendisinden çok büyük olanlar da bu daha sıktır. Örneğin, 3 yaşında bir erkek çocuğun kendisinden 7 yaş büyük bir kardeşi vardır. Oyun arkadaşı olmayan bu çocuk, kendisiyle aynı yaşta sembolik bir arkadaş yaratır. Kendisi bir şey istediğini de bu hayal ürünü arkadaş da ister ve bu istek çocuk tarafından hemen ailesine bildirilir. Çocuk, bazen arkadaşının anne ve babasının ona armağan verdiklerini söyler. Aslında bu, kendi anne babasından istediği bir şeydir. Çocuk, ailesiyle yaptığı bir gezide korktuğu için ata binmez. Ancak ertesi gün arkadaşının kahramanlık öykülerini ayrıntılarıyla anlatır. 4 yaşına doğru çocuk artık arkadaşından pek söz etmemeye başlar. Anne ve babası kendisine arkadaşının ne yaptığını sorduğunda "o trafik kazasında öldü" yanıtını verir. "sözde" yalanlar, çocuk düşüncesinin kendiliğinden ve özgün ürünleridir. Çocuk psikolojik gereksinmeleri nedeniyle gerçek dışı fikir, bilgi ya da hayallere sığınabilir. Çocuk, kurduğu hayalleri gerçek gibi kabul eder.

(2)Patolojik Yalan: Duygulanım bozukluğunun bir belirtisi olarak görülür. Aşağılık duygusu ve güç sistemi, bazı patolojik yalanların temel nedenini oluştururlar.
Patolojik yalanla çocuk sevinçli ve kaygısız görünür ki, bu kaygısızlık dikkat çekicidir. Çocuk, okulla ilgilenmez, aile içindeki olaylara kayıtsızdır, sosyal değişikliklerle yetinir, gerçek arkadaşlığı aramaz. Yaşından aşağı görünür, davranışları oldukça çocuksudur. Duygusal ve ahlaki bakımdan olgunluğa ulaşamamıştır. Çocukta yalanın alışılmamış sıklığı, sürekli hırsızlıkların ortaya çıkışı, alarma geçirilmesi gereken durumlardır. Patolojik yalanın gerçeğe benzerliği önemli özelliklerindedir. Çocuk, inanılmak için yalan söyler ve bu amaçla önlemler alır. Yararsızlık da bir başka özelliktir. Bir kez uydurmak alışkanlık haline geldi mi, hiç bir yarar sağamazsa bile yinelenir. Bazen de çocuk ilginç olmak için yalan söyler. Patolojik yalan üzücü, sıkıntı veren bir gerçeğin reddini belirtebilir. Hatta çatışma objesi hakkında olabilir, örneğin, kardeşi daha fazla ilgi gören bir çocuk, kardeşinin hasta olduğuna ya a öldüğünü anlatabilir. Patolojik yalan, duygulanımda bir gerilemenin ifadesidir. Patolojik yalanla basit yalan arasındaki farklar şunlardır: Olağan yalancılıkta gerçek, bencilce bir sonuca ulaşmak için bilerek saptırılır.



3. Alışkanlık Haline Gelen Yalan: Çocuğun gerçekle gerçek olmayanı ayırt etmesinden sonra, yalanın hala süregelmesi halinde, yalanın temelinde çevreyle olan olumsuz ilişkiler yatıyor demektir. Burada uydurma sözler anlatma, öyküler icat etme ya da kendi yararına bazı şeyleri reddetme gibi hayali yalandan daha önemli yalanlar söz konusudur. Bu tür yalan, birtakım bencilce sonuçları elde etme amacıyla, bilerek ya da isteyerek başkalarını aldatmaktır. Bu anlamdaki yalancılığın "kendini kontrol edememek ve aşırı bencillik" ile yakından bir ilgisi vardır. Alışkanlık halinde yalan söyleyen çocukların kişiliklerinde bu iki özellik vardır. Bu durum, çocukların eğitiminde onları sosyalleştirme işini gerektiği gibi başarılmadığının işaretidir. Bir başka deyişle, çocuk başkalarının hak ve çıkarlarını hiç olmasa kendisindeki kadar değer vermesini öğrenememiştir. R. Allendy' e göre, yalana neden olan 4 etken: aşağılık duygusu, suçluluk duygusu saldırganlık ve kıskançlıktır. Olması gereken eğitimsel koşullarda yetişmiş normal çocuk yalan söylemez. Eğitimci ve yetişkinlerin kendileri ve çevreleriyle barış içinde olan çocukların yalana en az başvuranlar olduklarını unutmamaları gerekir. Bu tür aldatma olan derste kopya çekmekle bencillik arasında sıkı bir bağlantı vardır. Yine yalancılık, hırsızlık, okuldan kaçma gibi davranış bozukluklarıyla yakından ilgilidir. Bu tür çocuklar ceza tehlikesinden korunabilmek için çekinmeden yalana başvurur, olanı, olduğu gibi değil de, büyüklerin istedikleri gibi göstermekten çekinmezler. Çocuk, ergenlik dönemine girdiğinde yalanın türü ve içeriği değişir. Genç, nezaket ve gönül alma gibi nedenlerle özel ve tümüyle bilinçli bir davranışla yalana başvurur ki bu tür yalan "sosyal yalan" adını alır.

HALUK YAVUZER
(ÇOCUK PSİKOLOJİSİ)
 

Elifnisa

New member
Katılım
29 Eki 2007
Mesajlar
483
Tepkime puanı
241
Puanları
0
Yaş
43
Konum
istanbul
elifnisa kardeşim derim ki okuduğum ve arkadaşlarımın edindiği tecrübeler doğrultusunda bebek her ağladığın kucağınıza almayın ve kendinize bu kadar bağımlı halde büyütmemeye çalışın..eğer ki her ağladığında kucaklayacak olursanınz büyüdükçe istekleri de farklılaşağı için her isteiğini yapmak zorunda kalırsınız..tahminim bi anne için çocuğu ağladığında kucağa almamak çok zor bir durumdur ama biraz sabredin ilerde meyvalarını alacaksınızdır..tabi uygulamak ya da uygulamamak size kalmış..isterseniz bu bilgilerin doğruluğunu bir doktordan da alabilirsiniz.yardımcı olurum size

Rabbim sizi çocuğuna bağışlasın ve hayırlı ömürler verdin inş.

dua ve selametle..


londralı araştırmacı james robert son 6 yıldır ağlayan bebeklerle ilgili bir çalışma yapmış ve elektronik dinleme araçları kullanarak yüzlerce bebeğin günlük bağırışları arasında her birinin ne zaman ve ne kadar ağladığını gözlemledi. elde ettiği bulgular ağlamaların jet noktaya ulaştığı bu dönemin "jet hastalığı" nın bebeklerlerdeki karşılığı olabileceğine inanmasına yol açtı.
onun görüşüne göre bebekler yaklaşık 6 haftalık olduklarında vucutlarında iç karmaşaya yol açabilecek değişiklikler yaşarlar. beyinleri gece ve gündüz ritmine uyum sağlamak için düzenlemeler yapar ve 4 saatlik döngüler içinde uyanıp kalmak yerine gündüz daha uzun uyanık kalmalarını ve gece daha fazla uyumalarını sağlayacak daha ileri bir düzeye geçerler. yani daha açık olmam gerekirse beyza kardeşim nasılki yetişkinler vücutlarında değişikler yaşadığında hırcın ve uykulu bir dönem geçiriyorsa bebeklerde de aynıdır. içlerinde bir çok yeni düzenleme gerçekleşiyorken kendilerini yorgun ve sinirli hissederler.
göründüğü gibi anne ve babaların bu ilk dönemlerdeki ağlamalara yapabilecekleri pek bir şey yoktur ve bununla yaşamayı öğrenmek zorundadırlar.
james robertin söylediği ana babalar ağlamanın bir hastalık yada hastalık belirtisi oldugunu unutuup cogu bebeğin yasadıgı bir durum oldugu gorusune kapılmakta. bebekler rahim ortanından gelmekte ve ilk aylar süresince cok onemli değişiklikler ve duzenlemeler gcirmekte. anne babaların gorevı bunlar olurken onlara yardımcı olmaktır şımarmasın diye aglamaya terk etmesi degil.
bu kişi bu düşünceye bır gecede ulasmamıs dikkatınizi cekerim .

her agladıgında kucaga almak acaba bebeklerı sımartırmı?
bebeklerin sıra sıra karyolalar içinde uzun süreler hemen hemen hiç ilgilenilmeden bırakıldıgı romen yetimhanelerini ziyaret edenlerın verdıgı bılgıler soyle: " aglamalar gercektende sona ermekte fakat bebekler ÇEKİNGEN, İLGİSİZ VE TEPKİSİZ" olmaktadılar.
anne ve babaların aglayan bebeklerıne hızlı ve hassas bir bicimde tepki vermelerinin onların kendilerini iyi hissetmelerini saglamaktadır. bu bebekler anne babalarıyla kendılerını daha guvende ve daha mutlu hissetmekte boylece daha az aglamaktalar (örnek: kızım bebekken surekli koynumda idi. 1500 gr agırlıgında oldugu ıcın 4 ay boyunca her agladıgında koynumuza alır oraya bir maymun gibi sokulur uyurdu... 4 ayı gectikten sonra kendi basına oynamaya baslamıstı ve asla yalnız oynamak ıstemezdi her zaman ayaklarımın dibinde olmalıydı... bu şekilde 1 yasına geldi. doktorlar onun premature iken normal bir bebek gibi buyumesine aşırı ilgimizi ve sevgimizi bağdaştırdılar her zaman. kızım bebekkende suanda da sadece acıktıgında veya canı yandıgında ağlar... o kadar ilgi ve alakaya ragmen onun asla şımarıklık derecesinde agladıgını gormedim... benim korkum genc kızlıga geçisinde bu kadar ilgiyi kullanırmı kullanmazmı idi fakat duha abinin dediği gibi onu Allaha iyi bir kul olarak yetiştirirsek elbetteki bunu kullanmayacaktır"

james roberte geri dönelim:) bu kişinin vardığı sonuc sudur; " yüzlerce bebek arasında yaptıgım deneyler sonucunda vardıgım sonuc kesin olarak sudurki; bir bebegin yaklasık 5 dakikadan fazla AĞLAMAYA TERK EDİLMEMESİ GEREKTİĞİ (lutfen arkadaslarınıza bunu soyleyin beyza kardeşim)
her seyden once bebekler isteyerek aglamadıklarını soyleyen james robert şımamadıklarını ve kimseyi etkilemeye çalışmadıkları. hatta ilk donemdeki aglamaları onların kontrolunde bile değil. james robet" bu yuzden benim düşüncem bebeklerin cok uzun sure aglamasına izin verilmemesi gerektiğidir ve zaten annelerin cogunlugu da buna izin vermezler."


not: ders notlarımdan türkçeye çeviri yapmaya çalıstım umarım devrik cumle cok kullanmamısımdır.:(
sayıgılar.
 

istanbluerdem

New member
Katılım
28 Ara 2007
Mesajlar
887
Tepkime puanı
168
Puanları
0
Konum
hayatýn ýcýnden
dfhshhhthytg.jpg
AİLEDE VE TOPLUMDA meydana gelen olumlu ve olumsuz bütün olaylardan her insan gibi çocuk da etkilenir. Ancak çocuklar yetişkinler gibi yeterli tecrübe birikimine, gelişmiş mantığa ve güçlenmiş bir iradeye sahip olmadıkları için karşılaştıkları olumsuz şartları, âni değişiklikleri ve zorlukları anne baba desteği olmadan kolay aşamazlar. Aile büyüklerinden birinin ölümü, babanın işini kaybetmesi, yeni bir eve taşınılması, okulunun değiştirilmesi, yeni bir kardeşin dünyaya gelmesi gibi beklenmedik olayları ve değişiklikleri çocuklar kolay kabullenemez, uyum sağlamakta zorluk çekerler. Anne ve babadan destek gören, sevilen, özgüven duygusu gelişmiş bir çocuk kısa sürede yeni duruma uyum sağlayabilir. Uyum sağlayıncaya kadar geçen süre içinde gösterilen davranış bozuklukları ruh sağlığına zarar vermeyen geçici uyum bozukluklarıdır. Bunlar aslında çocuğun sosyal gelişimi için faydalı tecrübelerdir.

Psikologlar, bir davranış bozukluğunu yorumlarken çocuğun yaşını ve davranış bozukluğuna yol açan olayın ciddiyetini gözönünde bulundururlar. Örnek verecek olursak, iki yaşına kadar bebeklerde parmak emme fazla ciddiye alınacak bir davranış bozukluğu değildir. Nöropsikoloji uzmanları bunun ana rahmindeki bir alışkanlığın devamı olduğunu söylerken, gelişim psikolojisi uzmanları da çevreyi ve vücudunu tanıma girişimi olarak değerlendirirler. Memeden kesilen bir bebeğin yeni duruma uyum sağlayıncaya kadar parmağını emmesi normal sayılır. Yine korktuğunda, acıktığında, anneyi özlediğinde, uykuya dalarken parmak emmesi bir rahatlama şeklidir; davranış bozukluğu sayılmaz. Üç yaşındaki bir çocuğunun isteği yerine getirilmediği zaman ağlayıp sızlanması, yatıp yuvarlanması eğitim eksikliğine verilir ve fazla yadırganmaz. Ancak aynı hareketler on yaşındaki bir çocukta davranış bozukluğu kabul edilir.

Parmak Emme: Bir yaşından veya sütten kesilmeden sonra devam eden parmak emme, anne-çocuk ilişkisindeki yetersizliğe ve güven duygusunun eksikliğine işaret eder. İleri yaşlarda ortaya çıkan parmak emme, daha ciddi ruhsal bozuklukların belirtisi sayıldığından, profesyonel yardım gerektirir.

Saç Koparma (Trikotillomani): İki yaşından önce görülen saç ve seyrek olarak kaş yolma davranışı zeka geriliğinin ve gelişim bozukluğunun işareti sayılabilir. İki yaşından sonra ortaya çıkan saç yolma, anne-çocuk ilişkisinde çatışmalar olduğunu gösterir. Duygularını ifade etmede güçlük çeken, yasak ve baskı altında büyüyen kız çocuklarında saç koparma davranışına daha sık rastlanmaktadır. Korkularını, endişelerini, öfkelerini rahatça ifade etmelerine izin verilmeyen çocuklar, saçlarını veya kaşlarını yolarak, saldırganlık ve kızgınlık duygularını kendilerine yöneltmektedirler. Konuşamayan, isteklerini anlatmakta güçlük çeken zihin özürlü çocuklarda da saç koparma vak’alarına sık rastlanmaktadır.
Tırnak Yeme: Kızgınlığını, sıkıntısını, korkusunu rahatça dile getirmesine izin verilmeyen ve kızgınlığı ceza ile bastırılan çocuklar, saç koparmada olduğu gibi, tırnak yiyerek saldırganlık duygularını kendilerine yöneltirler.

Toprak Yeme (Pika): İlk bir yıl içinde bebekler eline geçeni ağzına götürerek sertliğini, yumuşaklığını, yenip yenmediğini deneyerek öğrenmek isterler. Bu tür geçici denemeler ilk aylarda eşyayı tanıma ve keşfetme olarak değerlendirilebilir. Bir yaşından sonra devam etmesi hâlinde uyum bozukluğu olarak ele alınmalıdır. Yeterince beslenemeyen, ilgi ve sevgi eksikliği içinde olan çocuklar, evde ve bahçede ellerine geçirdikleri toprak, kum, kireç, hatta dışkı gibi zararlı şeyleri ağzına götürüp yiyebilirler. Seyrek de olsa mobilya kenarlarını kemiren çocuklara rastlanmaktadır. ‘Pika’ denilen bu davranış bozukluğu, daha çok anne sütü ile beslenmeyen, sevgiden, ilgiden ve şefkatten uzak büyüyen, güven duygusu gelişmemiş çocuklarda görülmektedir.

Altını Islatma ve Kirletme (Enuresis ve Enkopresis): Normal olarak çocuklar iki yaşını tamamladığında küçük ve büyük abdestlerini bilinçli olarak tutabilmektedirler. Soya çekime, beslenmeye ve iklime bağlı olarak bu süreç üç yaşına kadar uzayabilir. Dört yaşından sonra devam eden altını ıslatmalar ve kirletmeler normal değildir. Eğer çocuk küçük abdestini tutmayı hiç öğrenememiş ise, zeka geriliği veya organik bir rahatsızlığından dolayı kaslarını kontrol edemiyor olabilir. Laboratuvar testlerinin normal çıkması hâlinde psikolojik sebepler aranır. Eğer çocuk uzun bir süre altını kuru tutmayı öğrenmiş, sonra altını ıslatmaya veya kirletmeye başlamış ise, altını ıslatmaya başladığı zaman bir hastalık geçirip geçirmediğine bakılır. Sonradan altını ıslatma veya kirletmenin sebebi çoğu zaman psikolojiktir. Kardeş kıskançlığı, aileden birinin ölümü, boşanma, annenin tedavisi uzun süren bir hastalığa yakalanması gibi olaylar altını ıslatmayı başlatan tetikleyici sebepler arasında sayılabilir.

Öfke Patlamaları (Tempertantrum): Duyguları bastırılan, ruhsal gerginliğini ve kızgınlığını ifade etmesine izin verilmeyen çocuklar birikmiş saldırganlık duygularını uzun süre taşıyamazlar. Bir olayı veya yerine getirilmeyen bir isteklerini bahane ederek birikmiş sıkıntılarını öfke patlaması şeklinde boşaltırlar. Ağlayarak kendilerini yerden yere atarlar, kafalarını yere, duvara veya sert bir cisme vururlar. Ayrıca hatalı eğitim sonucu kural tanımayan, her isteği yerine getirilen, aşırı şımartılmış çocuklar da yerine getiremeyecekleri bir kural veya aşamayacakları bir engelle karşılaştıklarında öfke nöbeti geçirebilirler.

Hırsızlık (Kleptomani): Çocuklar beş yaşına kadar ben-merkezci bir kişiliğe sahiptirler, mülkiyete ve kişilik haklarına ait kurallara uymazlar. Üç yaşındaki bir çocuk kendi oyuncağını karşısındaki çocukla paylaşmak istemediği gibi, onun elindeki oyuncağa da sahip olmak ister. Bunun yadırganacak bir tarafı yoktur. Ancak, anne babaların okul öncesi (3-5 yaş) çocuklara başkasına ait bir oyuncağın veya eşyanın habersiz alınamayacağını öğretmeleri gerekir. Eğer çocuğunuz oyun sırasında arkadaşlarına ait bir oyuncağı cebine veya çantasına saklayıp eve getirir ve siz de bunu farkederseniz, başkasına ait birşeyi habersiz almanın doğru bir davranış olmadığını, mutlaka geri vermesi gerektiğini anlatmalısınız. Buna hırsızlık denildiğini ve çok çirkin bir davranış olduğunu söyleyerek çocuğu utandırmanız ve suçlamanız gerekmez. Çünkü, gerçekte çocuğun amacı hırsızlık değildir. Eğer uyarılarınıza ve telkinlerinize rağmen başkalarına ait şeyleri habersiz almaya ve odasına saklamaya devam ederse çocukta bir güven eksikliği ve aşağılık duygusu var demektir. Yeterli sevgi ve ilgi görmeyen çocuklar anne ve babaya ait saat, gözlük, kalem, mücevher, makyaj malzemesi gibi şeyleri kendi odalarına saklayarak ruhsal açlıklarını gidermeye çalışırlar.
Okul öncesi çocuklarda ara sıra görülen ve amacı hırsızlık olmayan vak’alar geçici olup anne babadan yeterli ilgi ve sevgi gördüğünde kendiliğinden kaybolmaktadır. Asıl ciddiye almamız gereken, okul çağında görülen hırsızlık olaylarıdır. Çocuk ihtiyacı olduğu için değil, ruhsal açlığını gidermek için sıra arkadaşının kalem, silgi, açacak gibi eşyalarını çalmaktadır. Anne babasının cebinden veya cüzdanından para çalıp bununla arkadaşlarına kola ve yiyecek ısmarlayan bir çocuk, arkadaşlarının ilgisini çekmek ve onların gözünde değer kazanmak istemektedir. Çocuk evde bulamadığı sevgi ve ilgiyi arkadaşlarında aramaktadır.
Kendileriyle konuşulmadan, onayları alınmadan yatılı okula verilen çocuklar evde istenmedikleri ve sevilmedikleri için yatılı okula verildiklerini düşünürler. Kendilerini değersiz hisseden, güven duygusu gelişmemiş bu çocukların da sık sık kuralları çiğnedikleri, derslerini ihmal ettikleri ve hırsızlık yaptıkları bilinmektedir.

Yalan: Çocuk, okul öncesi (3-5 yaş arası) dönemde gerçek dışı simgelerle gerçek simgeleri birbirinden ayıracak zihinsel olgunluğa ulaşmadığından anlattığı gerçek dışı şeyler yalan olarak değerlendirilmez. Bazen rüyalarını ve hayallerini de gerçekmiş gibi anlatabilir. Dikkat çekmek için uydurduğu hikâyeler de yalandan uzaktır. Çünkü burada amacı sizi aldatmak değil, kendisiyle meşgul olmanızı ve ona zaman ayırmanızı sağlamaya çalışmaktır.
Tabiatta, yani yaratılışta yalan yoktur. Hadiste, her çocuk fıtrat üzere doğar, buyurulur. Bu, her çocuk yalandan, günahtan, ikiyüzlülükten uzak olarak dünyaya gelir demektir de. Çocuk zamanla yalanı bizden öğrenir. Eğer çocuğumuz yalan söylüyor ise, önce kendimizi, sonra arkadaşlarını ve çevresini gözden geçirmemiz gerekir.

Saldırganlık, Oyunbozanlık, İnatçılık (Asosyalite): Oyun çocuğun en ciddi işidir ve en etkili eğitim aracıdır. Oyundan zevk almayan çocuk yoktur. Çocuk oyun vasıtasıyla birikmiş enerjisini boşaltır, sinirlerini ve kaslarını geliştirir, el becerileri kazanır, yeteneklerini gösterme fırsatı bulur. Paylaşmayı, kurallara uymayı, sırasını beklemeyi, kendisine verilen rolü yerine getirmeyi, sabretmeyi öğrenir. Çünkü ister aletli, ister aletsiz oynansın, kuralsız oyun yoktur.
Eğer bir çocuk oyunun kurallarına uymuyor, kendisine verilen rolü yerine getirmiyor, yenilgiyi kabul etmiyor, saldırgan ve inatçı bir kişilik sergiliyor ise, ailenin verdiği eğitimde yanlışlar var demektir. Bu çocukların kısa zamanda adı oyunbozan ve mızıkçıya çıkar, arkadaşları tarafından oyuna alınmaz. Her isteği yerine getirilen, şımartılmış, ‘dediğim dedik’ çocuklar grup oyunlarına uyum sağlamakta zorluk çekerler.

Uyku Bozukluğu: Bebeklerin uyku ve uyanıklık saatlerini ayarlama ve bir düzene sokma ilk aylarda zor olabilir. Ancak zamanla anne-bebek ilişkisi yerine oturunca, uyku saatleri de bir düzene girecektir. Bebek geceleri birkaç defa ağlayarak uyanabilir. Meme verilip altı temizlendiğinde tekrar uykuya dalar. İleriki aylarda diş çıkarma, yeterince beslenememe, karın ağrısı ve kulak iltihabı, ilgi eksikliği, fazla ses ve ışık gibi sebeplerle uykuda düzensizlikler ortaya çıkabilir. Annenin uyku konusundaki titizliği, yeterince uyumadığı endişesi, uyutmak için gösterdiği çaba bebekte duygusal bir gerginliğe yol açar ve uykuya gitmeyi zorlaştırır.
Uyku öncesinde anne tarafından söylenen sevgi içerikli ninnilerin ve masalların bebeği rahatlattığı, uykuya gitmeyi kolaylaştırdığı bilinmektedir. Bugün çok az anne bebeğine ninni söylemekte ve masal anlatmaktadır. Ana Baba Okulu’nda ders verdiğim sıralarda bir anne çocuğuna masal kasetleri aldığını ve uyku öncesinde bunları dinlettiğini söylemişti. Bir çocuk psikoloğu olarak okuma tembelliğinden kaynaklanan bu tür mekanik araçları faydalı bulmuyorum. Kasetteki yabancı ses ne kadar güzel ve profesyonelce olursa olsun, annenin sesindeki sevgiyi, şefkati ve sıcaklığı veremez. Ezberinde masal olmayan anneler, masal kitapları satın almalı, uyku saatinde çocuğun başucuna oturarak bunları okumalıdır.
Gece korkuları, anne baba ile aynı yatakta yatma istekleri, uykuya gitmede inatçılık anne-çocuk ilişkisindeki bozukluğun işareti sayılabilir.
İştahsızlık, Yemekte Nazlanma: Kadınlar arasında kilolu çocuklara özenme oldukça yaygındır. Kilolu çocuğun annesine, “Ne iyi bakmışsın, maşallah tosun gibi, tüh tüh nazar değmesin” diyerek iltifat edilir. Zayıf çocuğun annesine de “Geçmiş olsun kardeş, bebeğin bir rahatsızlığı mı var, pek zayıf yavrucak” diyerek ima yollu dokundurmalar yapılır. Kilo ile sağlığın doğrudan bir ilgisi yoktur. Çocuk acıkmadıkça ve yeme isteği duymadıkça yemek yemeye zorlanmamalıdır. Çocuğa kilo kazandırmak için ağzına mama ve yemek tıkıştıran, arkasından kaşıkla kovalayan annelerin sayısı az değildir. Annelerin yemek konusundaki bu zorlamaları çocuğu iştahsız ve inatçı yapmaktadır.

İçe Kapanıklık: Psikolojide saldırganlık ve kural tanımama madalyonun bir yüzü ise; diğer yüzü içe kapanıklık ve çekingenliktir. Yani, çekingenlik de saldırganlık kadar problem sayılmaktadır. Ancak çoğu ailelerde çekingenlik efendilik ve uysallık olarak yorumlanmakta, “Çocuğum çok usludur, hiç yaramazlık yapmaz, sözümden dışarı çıkmaz” diyerek içe kapanıklığı övülmektedir. Duyguları ve haklı tepkileri ceza ile bastırılan, yanlışları kınama ve suçlama ile karşılanan çocuklar zamanla kendilerine olan güvenlerini kaybeder, yanlış yapmamak için susmayı ve içlerine kapanmayı tercih ederler.

Kibrit ve Ateşle Oynama: Küçük çocuklarda kibrit ve çakmakla oynamak, bunlarla kâğıt yakmak sık görülen, bazen yangına sebebiyet veren ciddi bir olaydır. Zekâ geriliği olan, duygularını ve isteklerini ifade etmekte zorlanan çocuklar ateşle oynamanın getireceği tehlikeli sonucu kestiremezler. İçlerinde anne babaya karşı kin ve intikam hissi duyan mutsuz çocuklar, farkında olmadan, içlerindeki saldırganlık duygusunu yangın çıkararak açığa vurabilir.

Evden Kaçma: Uyum ve davranış bozuklukları içinde en ciddi olanı evden kaçmadır. Anne baba olmanın sorumluluğunu yerine getiremeyen, cehalet ve sefaletin hüküm sürdüğü ailelerde çocukların bir değeri yoktur. İşsiz, alkolik, ruh sağlığı bozuk bir baba akşam ekmek bekleyen karısını ve çocuklarını döverek evi yaşanmaz hâle getirir. Bu tip adamlar çoğu kez evden kaçan çocuğunu arama zahmetine bile katlanmazlar. Tinerci olarak isimlendirilen ‘köprü altı çocukları’ sosyo-ekonomik seviyesi düşük mutsuz ailelerden gelmektedir.
Evden kaçmanın psikolojik, sosyal ve organik (zihinsel) olmak üzere çeşitli sebepleri vardır. Bazen çocuklar sevilip sevilmediklerini denemek için birkaç saat gözden kaybolur, kuytu bir köşede, bir bodrumda veya arkadaşlarıyla oyuna dalmış olarak bulunur. Okul başarısı düşük, aldığı zayıf karne yüzünden dayak yiyeceğinden korkan çocuklar da evden kaçma eylemine girebilir.
Okuldan Kaçma: Okul başarısı düşük çocuklarda sık rastlanan bir davranış bozukluğudur. Okulda yaşadığı problemleri anne ve babalarına açma cesareti gösteremeyen çocuklar, birbirini ayartarak okuldan kaçar, sinema ve kafe gibi eğlence yerlerinde vakit geçirir; dönüş saatinde eve gelerek kaçamaklarını belli etmezler. Çocuğunun okuldan kaçtığını öğrenen anne ve babalar, dayak ve şiddete başvurmadan, okulun PDR (psikolojik danışmanlık ve rehberlik) uzmanıyla görüşmeli, birlikte çözüm aramalıdır.

Uyum ve Davranış Bozukluklarının
Ortak Dili
Anne ve babaların, çoğu kez farkında olmadan yaptıkları eğitim hataları üstüste biriktiği zaman çocuk bunları taşıyamaz, uyum ve davranış bozukluğu olarak açığa vurur. Okul öncesi çocuklarda uyum ve davranış bozuklukları çoğu kez dışarıdan anlaşılamaz, ancak bir uzman kişi tarafından fark edilebilir. Çocuklar dil ile ifade edemedikleri şuur altına sinmiş olan korkularını, bilinçsiz olarak, çizdikleri resimlerde belli ederler.
Anne babalara yardımcı olmak için çocukların çizdiği insan resimlerinden birkaç örnek verelim.
Ağzın büyük çizilmesi: Anne ve babanın azarlamalarından, kınamalarından ve suçlamalarından korkma.
Ağzın küçük çizilmesi: Zorla yemek yedirilen çocuklarda iştahsızlık.
Ellerin büyük çizilmesi: Dayaktan ve cezadan korkma.
Ellerin küçük çizilmesi: Kendi başına bir iş becerememe, yetersizlik ve güvensizlik.
Dişlerin büyük çizilmesi: Saldırganlık ve kızgınlık eğilimleri.
Göz, burun ve kulağın olmaması: İçe kapanıklık, özgüven eksikliği, gerçeklerden kaçma, dış dünyadan kopup hayallere sığınma.
Uyum ve davranış bozukluklarının ortak özelliği güven eksikliğidir. Çocuğun kendine ve çevresine güveni yoktur. Sıkıntılarını ve endişelerini söz ile ifade edemediği için vücut dili ile dışa yansıtmaktadır.
Hiçbir işimiz çocuk eğitiminden ve sorumluluğundan daha önemli değildir. Çocuklarımıza zaman ayıralım. Her gün birlikte olduğumuz, oyun oynadığımız, gezmeye çıktığımız veya sohbet ettiğimiz bir ortak zamanımız olsun. Zamanın uzunluğu önemli değildir, kalitesi önemlidir. Öyle anneler vardır ki, bütün gün çocuklarıyla beraberdir, ama günü bağırma, çatışma ve hır-gür ile geçtiği için zamanın uzunluğu eğitim açısından bir kıymet ifade etmez. Çoğu anne babalar ise çocuklarına zaman ayırmadıkları ve kendi hallerine bıraktıkları için onları yeterince tanımıyorlar. Tanımadıkları için de ortaya çıkan problemleri çözmede yetersiz kalıyorlar.
Uyum ve davranış bozuklukları ruh sağlığının tehlikede olduğunu gösteren işaretlerdir. İlk işareti alan anne ve babalar, başka işaretleri beklemeden nerede yanlış yaptığını bulmaya çalışmalı, gerekirse bir uzmandan psikolojik yardım alarak hatasını tamir etme yoluna gitmelidir.
 
Üst Alt