Neler yeni
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Mezhepsiz kime denir

cüneytkaya

New member
Katılım
10 Tem 2007
Mesajlar
85
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Yaş
43
Mezhepsizler değişiktir, kimi Mutezilenin, kimi Cebriyyenin, kimi Şianın, kimi Vehhabinin bazı fikirlerini, kimisi her gruptan bazı fikirleri benimsiyorlar.

Mezhepsizleri tanımak için fikirlerini, inançlarını bilmek gerekir. Fikirlerinden bazıları şöyledir:

Mezhep taassubu tabirini çok kullanırlar. İctihad kapısı açık derler, sapık görüşlerini ictihad gibi gösterirler.

Telfîkı savunurlar. Mezhepleri birleştirmeye kalkarlar. Hangi mezhepteki hüküm akıllarına yatarsa onunla amel etmeye çalışırlar.

Mezhepler bid’attir, Sahabenin mezhebi mi vardı derler.

İmam-ı a’zama, imam-ı a’zam demezler, Ebu Hanife derler.

Eshab-ı kiramdan çoğunu kötülerler. [Halbuki hepsi Cennetliktir. (Hadid 10)]

Bir kısmı, cin ve miracı inkâr eder. Bir kısmı mucizeleri, bir kısmı da kerameti inkâr eder.

Cennette de Allahü teâlâ görülmez derler. Halbuki Kıyamet suresinin (Kıyamet günü ışıl ışıl parlayan yüzler, Rablerine bakacaklardır) mealindeki 22 ve 23. âyetlerini açıklayan Peygamber efendimiz, dolunaya bakıp buyurdu ki:
(Rabbinizi de, [ahirette] böyle göreceksiniz.) [Buhari]

Günah işleyen namaz kılmayan kâfirdir, amel imandan parçadır derler.

Peygamberden, evliyadan yardım istemek şirktir, çünkü ölü işitmez derler. Halbuki Kur’anda (Onlar ölü değildir) buyuruluyor. Hadis-i şerifte de, (Kâfir ölüsü de işitir) buyuruluyor. (Buhari)

Kabir sualini, kabir azabını inkâr ederler.

Ölüye, dua fayda etmez derler. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Dirilerin duaları sebebi ile, ölülere dağlar gibi çok rahmet iner.) [Deylemi]

Sıratı, mizanı, şefaati inkâr ederler. Halbuki bunların hak olduğu âyet ve hadisle sabittir.

İskâta, telkîne ve kabir azabına inanmazlar. Halbuki bu konularda da sahih hadis-i şerifler vardır.

Yalnız Kur’an derler, bazıları da Kitap, Sünnet derler, dindeki dört delili inkâr ederler.
Bir çok hadis-i şerife uydurma damgasını basarlar, İsrailiyat derler. Halbuki hiçbir İslam âliminin kitabında uydurma hadis olmaz.

İyi iş yapan Hıristiyan ve Yahudiler de Cennete girecek derler. Halbuki Peygamber efendimiz buyuruyor ki:
(Bana iman etmeyen Yahudi ve Hıristiyan Cehenneme girecektir.) [Hakim]

Kur’an değişmiştir derler. Halbuki (Onu biz indirdik, biz koruruz) buyuruluyor. (Hicr 9)

Namaz üç vakittir derler. Hadis-i şerifte, (Namaz beş vakittir) buyuruluyor. (Buhari)

Yanlış olarak, dinimize aykırı olarak İslami görüş, İslam düşüncesi, İslam felsefesi, İslamcı, Allah’ın mucizesi gibi tabirler kullanırlar.
 

Ebrar_2007

New member
Katılım
22 Haz 2007
Mesajlar
26
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
39
Müslümanın tek bir mezhebi vardır oda kuran...Diğer mezheplerin hepsi batıldır.
 

Serhan Eðeryýlmaz

New member
Katılım
1 May 2007
Mesajlar
385
Tepkime puanı
12
Puanları
0
Yaş
36
ben mezhepsizim,ben Kuran-ı Kerim'i ve Resulullah Aleyhisselatu Vesselam'ın hadis-i şeriflerinden başka hiçbir kimsenin dediğini dinlemem,şayet bir kardeş Ayet ve Hadis-i Şerif ile bana söz söylerse boynumu eğer onu dinlerim

Kardeşim sana bir şunları demek istiyorum sen şu hadis-i şerifi bilirmisin

''Kolaylaştırınız,güçleştirmeyiniz,sevdiriniz,nefret ettirmeyiniz.'' Salat-u Selam Resulullah'a olsun

Kardeşim sen neler söylüyorsun ben yukarıda söylediklerinin bazısına katılıyorum,bazısına katılmıyorum bazısında da senin yanlış söylediğine inanıyorum sıra ile açıklayayım hepsini


1/ Diyorsun ya mezhep kapılarını çok kullanılar diye bende diyorum ki benim zaten mezhebim tok ben ağzıma bile almam bu kelimeleri

2/ Ben mezheplerin kurallarını işime geldiği gibi uygulamam zaten kendime mezhepleri veya mezhebi yaşam tarzı edinmem ben Kuran-ı Kerim'i bilirim ve Resulullah'ın hadis-i şeriflerini bilirim onlar ile amel etmek isterim

3/ Mezheler bid'at'tır sahabelerin meshebi mi vardı diyorsun ya ben o dediğine katılıyorum çünkü Resululah'ın zamanında Resulullah'ın ve Kuran-ı Kerim'in sözünden başka söz ile amel edilmiyordu,o zaman sahabeler sadece bu yol ile amel diyorlar idi

4/ Ben meshep imamlarına saygı duyarım,onlar İslam'a hizmet ettiler ama insanlar onları yanlış anladılar veya öyle işlerine geldi onlar dini hükümleri bana göre sana değil diye değil Kuran-ı Kerim'e ve Hadis-i Şeriflere göre çözmek için uğraşıyorlar idi ,ilimlerinde de büyük yol aldıklarından da mezhepçilik ortaya çıktı

5/ Eshab-ı Kiram'ın hepsini çok seviyorum (Bak bunları Meshebi olmayan müslüman söylüyor)

6/ Cin'lerinde Allah'ın kulları olduğuna inanıyorum biz başka alemiz onlar başka alem,Resulullah Alemlere rahmet olsun diye gönderildiği için yüce Allah tarafından Resulullah cinlere de nasihatte bulunmuştur,Miracında gerçek olduğuna şahadet ederim,orada yaşananları da hadis-i şerif vasıtası ile biliyorum

7/ Cennette her cuma cennettekiler Allah Teala hazretlerini görecekler,Zira senin de dediğin gibi Resulullah asbaha Ay'ı göstererek der ki ''Siz Ay'ı gördüğünüz gibi Rabbinizi de böyle apaçık göreceksiniz'' buyurmuştur

8/ Resulullah Aleyhisselatu Vesselam buyurmuştur :''Namaz kılmayanın dini yoktur'' , ama Allah Teala hazretleri buyuruyor ''Allah gönüllerden geçenleri'' bilir,sen bırakta o işi Allah kulu ile arasında halletsin Allah ile kul arasına Ayet ile Hadis-i Şerif bilen adam girebilir o da Allah veya kulu istediği takdirde nasip ile olur sen bu konuyu benim dediğim gibi konuya Hadis-i Şerif ile ayet ile gir giriyorsan diğer türlü nefsinden konuşmak insanı helaka sürükler

9/ Allah Teala Hazretleri buyuruyor :''Ne isterseniz Allah'tan isteyin.'' öte yandan Resulullah Aleyhisselatu Vesselam buyuruyor :''Bana salat-u Selam okumadan dua Allah katına ulaşmaz sema arasında döner durur.''

10/ Senin de buyurduğun gibi kabir azabı ve sualleri haktır

11/ Ölüye dua etme senin de buyurduğun gibi fayda verir zira sen Resulullah aleyhisselatu Vesselam'ın hadis-i şerifini yazmışsın,durumu açıklamışsın

12/ Sırat,mizan ve şefaat haktır sende buyurmuşsun ki bunlar Ayet ve Hadis-i Şeriflerde sabittir

13/ Kabir azabına inanırım korkarımda çok şükür ama diğer ''İskata ve Telkine'' kelimlerinin anlamını bilmiyorum açıklarsan sevinirim

14/ Yalnız Kuran-ı Kerim ve hadis-i Şerif derim ve diğer 4 delili de ayet ve hadis-i şerifi okurken uygularım sonra da meseleyi anlar ve onunla amel edebiliyorsam ederim,İslam alimleri hakkında ki görüşlerine katılıyorum,Hadis-i Şeriflere de uydurma damgasını basmam bilirim ki onları da Allah Teala hazretleri korumakta çok şükürler olsun Allah Teala hazretlerine

15/ senin dediğin o reddetiğin bilgi varya sen çok dikkat et,zira Allah Teala hazretleri buyuruyor :''Allah'a ve Ahiret gününe inanarak kim iyi iş işlerse ona mükafat vardır.'' Resulullah buyurmuştur :''(Bana iman etmeyen Yahudi ve Hıristiyan Cehenneme girecektir.) [Hakim] evet ama bir insan iyilik yapıyorsa o insan iman etmiştir burada ki nokta şudur,Yahudi veya hristiyan İslam'ın yerine içinde ki hasetten ötürü başka uydurma dinlere inanır ,böylece yanlışlığı seçer,diğer ki iyi iş işleyen hristiyan ve yahudi ise kendi dininin içeriğine haklılık ile uyar ve böylece açı doyurur,mazlumun yanında olur,oda İslam'a hizmet eder oda Allah yanındadır,Allah gönüllerde olanları bilir

16/ Kuran-ı Kerim değişmemiştir,Allah Teala hazretleri onu korumaktatır zira sende ayeti kerimeyi yazmışın (Onu biz indirdik, biz koruruz) (Hicr 9)

17/ Namaz 3 değil 5 vakittir Hadis-i şerifte, (Namaz beş vakittir) buyuruluyor. (Buhari) diye buyurmuşsun

18/ İslam ile olan her husus Allah Teala'nın biz kullarına olan rahmeti,nimeti ve lutufudur Allah'a şükürler olsun ve Allah'ın islam'ı nasip ettiği kullarına selam olsun

Bak ben mezhepsizim ama benim görüşlerimde bunlar,sen bunlar hakkında da düşün kardeşim,Allah'ın kitabı ve Allah'ın Resulunun yoludur islam'ın yolu İslam'ın kaynakları bunlardır,diğer kaynaklarda da vardır bu bilgiler yani İslam bilgilerinin kaynağı Resulullah aleyhisselatu Vesselam'ın hadis-i Şerifleri ve Allah'ın Kuran-ı Kerim'de buyurduğu ayetleridir,hadi iyi günler olsun
 

Ebrar_2007

New member
Katılım
22 Haz 2007
Mesajlar
26
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
39
Onlar hâlâ Kur'an'ı iyice düşünmüyorlar mı? Eğer o, Allah'tan başkasının katından olsaydı, kuşkusuz içinde birçok aykırılıklar (çelişkiler, ihtilaflar) bulacaklardı. (nisa :82)


Andolsun Biz Kur'an'ı zikr (öğüt alıp düşünmek) için kolaylaştırdık. Fakat öğüt alıp-düşünen var mı? (kamer 40)


'Gönülden katıksız bağlılar' olarak, O'na yönelin ve O'ndan korkup-sakının, dosdoğru namazı kılınki müşriklerden olmayın.RUM (31)


Yeryüzünde hiç bir canlı ve iki kanadıyla uçan hiç bir kuş yoktur ki, sizin gibi ümmetler olmasın. Biz Kitap'ta HİÇ BİR ŞEYİ NOKSAN BIRAKMADIK, sonra onlar Rablerine toplanacaklardır.Enam (38)
 

Caferi

Forum Þairi
Katılım
23 May 2007
Mesajlar
574
Tepkime puanı
59
Puanları
0
Yaş
43
Konum
istanbul
Web sitesi
www.websitetasarim.com
Yukarıda yazdıklarınızdan sadece Allah(c.c.)'i görme konusuna gelince.

Allah(c.c.) Mekanı yaratmıştır. Mekandan münezzehtir. Aynı şekilde Hiç bir şekilde bir benzeri yoktur. Yarattıkları ona benzemez.
Allah(c.c.) i yaratılmışlar gibi sınırlandıramayız. O madde değildir, maddeyi yaratmıştır. Cisimlerde olan noksanlıklardan münezzehtir.

Allah Teala’nın görülmesi (rü’yetullah) hakkında Ehl-i Beyt Mektebindeki akide şöyledir: Allah Teala ne dünyada ve ne de ahirette (cennette) görülemez. Çünkü Allah gözlerle görülemeyecek kadar yücedir. Görülebilen varlıklarda olan yön, boyut vb. eksikliklerden münezzehtir.
Bu hususta Ehl-i Beyt imamlarından nakledilen onlarca sahih hadis vardır.
Ehl-i Beyt İmamlarından nakledilen hadislerde özellikle şu ayeti kerimelere dikkat çekilmiştir:
“Gözler onu göremez; halbuki O gözleri görür. O, her şeyi iyice bilen her şeyden haberdardır.” (En’am: 103)
“Onlar bilgisi O’nu kapsayamaz”. (Taha: 110)
“Onun benzeri hiçbir şey yoktur...” (Şura: 11)
Bu hadisler de yer aldığı üzere Allah’ın kıyamette görülebileceği hususunda nakledilen hadisler ya doğru değil veya kalbi ru’yet gibi başka bir te’vili vardır.
Bu hususta Ehl-i Beyt Mektebinin temel hadis ve kelam kitaplarında bir çok hadis ve delil zikredilmiştir.
Biz örnek olsun diye Merhum Şeyh Saduk’un değerli Et-tevhid adlı eserinde naklettiği hadislerden birini nakletmekle yetiniyoruz:
Saduk kendi senediyle Safvan b. Yahya’dan naklediyor ki: “Bir muhaddis olan Ebu Kurre benden kendisini İmam Rıza’nın huzuruna çıkarmamı istedi. Ben de İmam’dan izin aldım İmam’ın huzuruna vardı. Helal, haram ve ahkam konularıyla ilgili bir çok soru sorduktan sonra tevhid konusuna geldi. Ebu Kurre şöyle dedi: Bize rivayet edilmiştir ki: Allah Teala kelam ve rü’yeti iki kişi arasında taksim etmiştir. Kelamı Hz. Musa’ya vermiş ve rü’yeti de Hz. Muhammed’e.
(Bunun üzerine) İmam Rıza şöyle dedi: Acaba cinlere ve insanlara “Gözler onu göremez.” “Onların bilgisi O’nu kapsayamaz.” “Onun benzeri hiçbir şey yoktur...” ayetlerini ulaştıran kimdir? Hz. Muhammed değil midir?! Nasıl bir kimse Allah tarafından geldiğini ve Allah’ın emriyle (halkı) O’na doğru çağırmakla görevli olduğunu bildirerek tüm mahlukata gelir ve “Gözler onu göremez.” “Onların bilgisi O’nu kapsayamaz.” “Onun benzeri hiçbir şey yoktur...” der, sonra da ben kendi gözümle onu gördüm ve onu bir beşer şeklinde olduğu halde bilgi ile O’nu kuşattım diyebilir?
Hiç utanmıyor musunuz? Hatta zındıklar Peygamber’e böyle bir şeyi isnat etmediler; ki Peygamber bir yandan Allah’tan bir şey getirdiğini bildirsin ve sonra başka bir yönden onun hilafına bir şey getirsin....” (Bkz. Et-tevhid: Bab Ma Cae firrü’ye)
Merhum Allame Hilli de Kelam dalında temel eserlerden olan Keşfu’l-Murat adlı kitabında şöyle diyor:
“Allah’ın varlığının vücubu (vacubil’vücut oluşu) O’nu görülebilmesini reddeder. Bil ki, bilginlerin (filozofların) çoğu O’nun görülmesinin mümkün olmadığına inanırken Mücessime Allah’ın cisim olduğuna inandıkları için görülebileceğini ileri sürmüşlerdir. Aş’rile de bu konuda tüm hekimlerle muhalefet ederek bir yandan Allah’ın mücerret olduğuna inanırken diğer yandan O’nun görülebileceğini savunmuşlardır.
Allah’ın görülmesinin muhal olduğunun delili şudur: Allah’ın vacubu’l-vücut oluşu O’nun mücerret (gayr-i maddi) olmasını ve yön ve mekandan münezzeh olmasını gerektirir. Buna göre onun görülmesi asla mümkün olmaz. Çünkü görülen her şey mutlaka şuradadır veya oradadır denerek işaret edilen bir yönde olması gerekir. Ve yine mukabil de veya mukabilin hükmünde olması gerekir. Bu manalar Allah hakkında geçerli olmadığından görülmesi de imkansızdır.” (bkz. Keşfu’l-Murat, s. 296-297)
Sonra, Allame Hilli Kur’an-i Kerim’de yer alan bazı müteşabih ayetlerin cevabını zikrediyor.
Kısacası, Ehl-i beyt mektebinde Allah’ın gözle görülmesi itikadı kesinlikle reddedilmektedir. Ve bunun Yüce Allah’a bir noksanlık getirdiği için hem dünyada hem ahirette muhal olduğuna inanılmaktadır.
Ancak kalple Allah’ı görmeye gelince bu Ehl-i Beyt imamlarından gelen hadislerde de yer aldığına göre mümkündür. Hatta kalple rü’et (kalple Allah’ı görmek) Allah’ın kendi velilerine bu dünyada ve ahirette verdiği en yüce makamlardan biridir. Ama bunun Allah’ı cisim olan gözle görmekle bir alakası yoktur.
 

Ebu Zerr

New member
Katılım
8 Haz 2007
Mesajlar
866
Tepkime puanı
40
Puanları
0
Yaş
45
Konum
Ankara
Cennet'te Allah görülecektir...
Ol der olur, gör der görülür...
Her şey O'nun dilemesi iledir birilerinin dilemesi ile değil...
 

Caferi

Forum Þairi
Katılım
23 May 2007
Mesajlar
574
Tepkime puanı
59
Puanları
0
Yaş
43
Konum
istanbul
Web sitesi
www.websitetasarim.com
Cennet'te Allah görülecektir...
Ol der olur, gör der görülür...
Her şey O'nun dilemesi iledir birilerinin dilemesi ile değil...

Pek ilmi bir açıklama oldu Ebu zerr kardeşim.

Haklısın her şey onun dilemesi iledir.
Hatta kalple rü’et (kalple Allah’ı görmek) Allah’ın kendi velilerine bu dünyada ve ahirette verdiği en yüce makamlardan biridir. Ama bunun Allah’ı cisim olan gözle görmekle bir alakası yoktur.

Allah(c.c.) Tüm eksik sıfatlardan münezzehtir. Cisimlerinde sıfatları eksiktir.
 

rusen_alp

New member
Katılım
11 Mar 2007
Mesajlar
1,475
Tepkime puanı
86
Puanları
0
Yaş
41
Konum
ruhlar aleminden
Cennet'te Allah görülecektir...
Ol der olur, gör der görülür...
Her şey O'nun dilemesi iledir birilerinin dilemesi ile değil...
Ebu Zer Allah( c.c.)'ü Cennet'te göremeyiz, çünkü O mekandan münezzehtir, eğer sen bu şekilde bir cümle kurarsan Allah'a mekan tayin etmiş olursun ki, küfre girer,Yüce Allah( c.c.)'ü biz CENNETTEN göreceğiz, cümlelere dikkat ederseniz daha güzel olur, Allah muhafaza , bazı cümleler insanı küfre götürür.
 

Caferi

Forum Þairi
Katılım
23 May 2007
Mesajlar
574
Tepkime puanı
59
Puanları
0
Yaş
43
Konum
istanbul
Web sitesi
www.websitetasarim.com
Ebu Zer Allah( c.c.)'ü Cennet'te göremeyiz, çünkü O mekandan münezzehtir, eğer sen bu şekilde bir cümle kurarsan Allah'a mekan tayin etmiş olursun ki, küfre girer,Yüce Allah( c.c.)'ü biz CENNETTEN göreceğiz, cümlelere dikkat ederseniz daha güzel olur, Allah muhafaza , bazı cümleler insanı küfre götürür.

Güzel bir konuya değinmişsin Allah(c.c.) Mekandan münezzehtir.

Aynı şekilde tüm eksik sıfatlardan da münezzehtir. Yarattığı cisimlerinde, boyu, kütlesi ve hacmi vardır. Bu cisimler mekanda bulunmaktadır.

Hiçbir şey yoktur ki onu Allah(c.c.) yaratmamış olsun. Hiçbir şey onun ilmi ve kudreti dışında gerçekleşmez.
Bu dünyadan , yahut cennetten hiçbir şekilde onu göremeyeceğiz, Ancak ve ancak kalp gözü ile Allah(c.c.)'i görürüz. Fiziksel anlamdaki görme eylemi ile değil.
 

Ebu Zerr

New member
Katılım
8 Haz 2007
Mesajlar
866
Tepkime puanı
40
Puanları
0
Yaş
45
Konum
Ankara
Ebu Zer Allah( c.c.)'ü Cennet'te göremeyiz, çünkü O mekandan münezzehtir, eğer sen bu şekilde bir cümle kurarsan Allah'a mekan tayin etmiş olursun ki, küfre girer,Yüce Allah( c.c.)'ü biz CENNETTEN göreceğiz, cümlelere dikkat ederseniz daha güzel olur, Allah muhafaza , bazı cümleler insanı küfre götürür.

Ya hu Ruşen Alp seni anlamakta zorluk çekiyorum...
Bazen ehli sünnet velcemaat takılıyorsun, bazen'de 72 millet...
Ehli Sünnet Vel cemaat Allah'ın cennete görülebileceğine inanır..
Bu konuda sahih hadisler mevcuttur...

kays bin ebı hatim'in rivayetine göre ceri bin abdullah şöyle demiştir:
Allah'ın Elçisi buyurdu ki: Sizler kıyamet gününde Rabbınızı, Bedir gecesinde şu ayı istediğiniz yerde apaçık gördüğünüz gibi göreceksiniz. O halde iyi düşünün. Güneş doğmadan ve batmadan önceki namazlarınızı kaçırıpta (şeytan) yenilmeyiniz. (Ravi Hammad'a göre bunlar sabah ile akşam namazlarıdır)

İmam-ı Azam Ebu Hanife müsned...
Buhari, müslim, tirmizi, ebu davut...
Allah'ın cennette görüleceğine dair bir çok sahih hadis vardır...
 

rusen_alp

New member
Katılım
11 Mar 2007
Mesajlar
1,475
Tepkime puanı
86
Puanları
0
Yaş
41
Konum
ruhlar aleminden
Ya hu Ruşen Alp seni anlamakta zorluk çekiyorum...
Bazen ehli sünnet velcemaat takılıyorsun, bazen'de 72 millet...
Ehli Sünnet Vel cemaat Allah'ın cennete görülebileceğine inanır..
Bu konuda sahih hadisler mevcuttur...

kays bin ebı hatim'in rivayetine göre ceri bin abdullah şöyle demiştir:
Allah'ın Elçisi buyurdu ki: Sizler kıyamet gününde Rabbınızı, Bedir gecesinde şu ayı istediğiniz yerde apaçık gördüğünüz gibi göreceksiniz. O halde iyi düşünün. Güneş doğmadan ve batmadan önceki namazlarınızı kaçırıpta (şeytan) yenilmeyiniz. (Ravi Hammad'a göre bunlar sabah ile akşam namazlarıdır)

İmam-ı Azam Ebu Hanife müsned...
Buhari, müslim, tirmizi, ebu davut...
Allah'ın cennette görüleceğine dair bir çok sahih hadis vardır...

Tamam da kardeş görüldüğü üzere Cennette olan müminlerdir,, yani müminlerin mekanı cennettir, o halde Allah'a mekan tayin edilemez, ben ruyetullah'la ilgili senin aksine bir şey söylemedim, sadece bir konuya dikkat çektim.Allah ( c.c.) cennette değil, cennetten görülecektir
 

esma_

New member
Katılım
1 May 2007
Mesajlar
66
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
40
cüneytkaya;

Mezhepsizler değişiktir, kimi Mutezilenin, kimi Cebriyyenin, kimi Şianın, kimi Vehhabinin bazı fikirlerini, kimisi her gruptan bazı fikirleri benimsiyorlar.

Mezhepsizleri tanımak için fikirlerini, inançlarını bilmek gerekir. Fikirlerinden bazıları şöyledir:

öncelikle şunu sormak istiyorum bu kanıya nereden vardınız nasıl oluyor da bir insan tüm mezhepleri aynı anda kabul edip ardından da mezhepsiz olarak bir nevi tanımlanabiliyor bu bir ikincisi f.gülenin bir yazısı vardı bulduğum an yapıştırırım orada özetle şu söyleniyor;

mezhepler dinin kolaylaştırıcılarıdır kolaylıktır diyor ve bir misalle devam ediyor bir gün bir bey eşinin süt kardeşi olduğunu öğrenmiş tabii haklı olarak çocuğunun annesi olan bu kişi ile geleceğini geçmişini düşünüp kendine sui zanda bulunup ve konuyu bir bilene anlatamaya çalışmış başlamış anlatamaya h.gülen ise cevaben şu soruyu yöneltmiş ilk olarak;sen hanefimisin şafii mi hanefi olduğunu öğrenince o halde bir şafii hoca bul ve ona anlat demiş zira hanefilerde bir kez dahi emzirse anne o vakit süt anneniz oluyor şafii mezhebinde ise yanlış hatırlamıyorsam dört kez emzirirse süt anneniz oluyormuş.....böylece konuya çözüm bulunuyormuş f.gülene göre...
afedersiniz şimdi ben işime geldiği zaman şafi kiminde hanefi kiminde başka mezhep mensubumu olacağım bu açıklamaya göre


Mezhep taassubu tabirini çok kullanırlar. İctihad kapısı açık derler, sapık görüşlerini ictihad gibi gösterirler.

afedersiniz bu sapık görüşleri sıralar mısınız size göre neler sapık neler değil

Telfîkı savunurlar. Mezhepleri birleştirmeye kalkarlar. Hangi mezhepteki hüküm akıllarına yatarsa onunla amel etmeye çalışırlar.

bir deist arakadaşım dinler tarihini araştırdıktan spnra aslında insanlığın dinleri kullandığını ....diye başlayan uzaun bir açıklama yapmıştı bu yazıları görünce ister istemez o anları yaşadım ben kendim fddahil hiç bir tanıdığımda mezheplerle ilgili böyle bir yargıya varıldığına tanık olmadım hiç kusura bakmayın az evvel verdiğim örnek mi işine geldiği gibi inancı yaşamak yoksa temel olarak kur-an hadis ve sünnetleri almak mı

Mezhepler bid’attir, Sahabenin mezhebi mi vardı derler.

İmam-ı a’zama, imam-ı a’zam demezler, Ebu Hanife derler.

Eshab-ı kiramdan çoğunu kötülerler. [Halbuki hepsi Cennetliktir. (Hadid 10)]

Bir kısmı, cin ve miracı inkâr eder. Bir kısmı mucizeleri, bir kısmı da kerameti inkâr eder.

ithamlarınıza dikkat ediniz allah muhafaza genellemenizle iftiraya ve haliyle kul hakkına giriyorsunuz bunları da ilk kez sizin bu yapıştırdığınız yazı da okuyorum

Cennette de Allahü teâlâ görülmez derler. Halbuki Kıyamet suresinin (Kıyamet günü ışıl ışıl parlayan yüzler, Rablerine bakacaklardır) mealindeki 22 ve 23. âyetlerini açıklayan Peygamber efendimiz, dolunaya bakıp buyurdu ki:
(Rabbinizi de, [ahirette] böyle göreceksiniz.) [Buhari]

sanırım bu sorunun cevabını diğer arkadaşlar vermişler....


Günah işleyen namaz kılmayan kâfirdir, amel imandan parçadır derler.

çok afedersiniz siz gerçekten mezheplerle ilgili farklı düşüncelere sahip insanlarla bunları konuştuğunuza emin misiniz yukarıya da yazdım kur-an,hadis,sünnet hiç kusura bakmayın bunların haricinde ben veya bir başkasının sizin dediğiniz hükümleri veriyor olması kendni yaradan olarak görüyor olmasıdır ki bunun manasını zaten yazmaya gerek yok öyle değil mi

Peygamberden, evliyadan yardım istemek şirktir, çünkü ölü işitmez derler. Halbuki Kur’anda (Onlar ölü değildir) buyuruluyor. Hadis-i şerifte de, (Kâfir ölüsü de işitir) buyuruluyor. (Buhari


evet bunu çok sık kullanıyorum zira biri mezar başına gidipe oradan ibret alacağına yapması gerekenleri yapacağına ipti çaputtu bilmem neydi asar da allahım diye başlayan dualarını niyaza başlarsa her daimde diyeceğim ta kiii bu sözlerimin islamda yeri olmadığını öğrenene kadar


Kabir sualini, kabir azabını inkâr ederler.
Ölüye, dua fayda etmez derler. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Dirilerin duaları sebebi ile, ölülere dağlar gibi çok rahmet iner.) [Deylemi]

Sıratı, mizanı, şefaati inkâr ederler. Halbuki bunların hak olduğu âyet ve hadisle sabittir.

İskâta, telkîne ve kabir azabına inanmazlar. Halbuki bu konularda da sahih hadis-i şerifler vardır.


cidden merak ettim siz mezhep inancının eksikliği veya yokluğundan bahsediyorsunuz öyle değil mi?

İyi iş yapan Hıristiyan ve Yahudiler de Cennete girecek derler. Halbuki Peygamber efendimiz buyuruyor ki:
(Bana iman etmeyen Yahudi ve Hıristiyan Cehenneme girecektir.) [Hakim]

Kur’an değişmiştir derler. Halbuki (Onu biz indirdik, biz koruruz) buyuruluyor. (Hicr 9)

Namaz üç vakittir derler. Hadis-i şerifte, (Namaz beş vakittir) buyuruluyor. (Buhari)

Yanlış olarak, dinimize aykırı olarak İslami görüş, İslam düşüncesi, İslam felsefesi, İslamcı, Allah’ın mucizesi gibi tabirler kullanırlar.


6yok yok bu işte kesinlikle bir yanlışlık var lütfen gerçekten mezheplerle ilgili mi yazdınız ona bir bakın ve sonra rica ederim konuyu daha esaslıca tartışalım hangi paragrafı nereden ve ne diye kesip alacağımı şaşırdım bu kadar olur pes doğrusu
 

esma_

New member
Katılım
1 May 2007
Mesajlar
66
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
40
Mezhepler aynı kutlu kaynaktan besleniyor
Mezhepler, Efendimiz'den (sallallâhu aleyhi ve sellem) sonra ortaya çıkmıştır. Efendimiz, bütün bu yol ve cetvellerin (kanalların) başı ve bu cereyanların iltika edip (buluşup) deniz haline geldiği bir ummandır.



Evet her şey, makam-ı cem'in sahibi O Zat'a dayanır ve O'ndan feyiz alır. Yani bütün mezhep imamlarımız, ellerindeki kâseyle o deryadan su almış ve onunla beslenmişlerdir.

Ancak Efendimiz'den alınan bu şeyler, mezhep imamlarının tarz-ı telakki yönüyle anlamak ve idrak farklılığıyla, yetiştiği muhit, içtimai hayatın içinde veya dışında bulunmasıyla, devlet idaresinde vazife görüp görmemesiyle, içinde yetiştiği topluluğun bedevi veya medeni olması itibariyle -naslar teferruta ait olmak şartıyla- bir kısım değişik ve farklı tevillere tabi tutulmuştur. Yani herkes kendi iklim şartlarına göre elindeki malzemeyi kullanmış ve ondan teferruata ait bir kısım farklı hükümler çıkarmıştır ki bu biraz da o muhitte öyle olması gerektiği içindir.

Mesela Ebu Hanife'nin mezhebi, Abbasiler içinde gelişmiştir. Ebu Hanife'yi ikna edemeyen Abbasi halifeleri, İmam Ebu Yusuf'u ikna etmişler ve onu şeyhülislam yapmışlardır. Ebu Yusuf, Abbasilerin içinde Hanefi fıkhını geliştirince, Hanefi mezhebinin devlet idaresiyle alakalı yönleri de oldukça seri inkişaf etmiştir. İmam Şafii ise nisbeten daha basit bir muhitte neş'et ettiği için verdiği hükümler o muhite göre daha uygun düşmüştü. Ahmet b. Hanbel'in mezhebi de daha ibtidaî bir çevrede neş'et etmiştir ki öyle bir çevre içinde uygun olan odur. Ve bu hususlar esasata değil, teferruatı anlama mevzuuna tesir etmiştir ve teferruata ait bazı farklılıklar ortaya çıkmıştır.

İşte bunun gibi faktörlerle mezhepler arasında ayrılık olmuşsa da bunlar, bir ağacın dalları gibidir ve hepsi de nas yörüngelidir.

Mezheplerin dört oluşundaki hikmet

Mezheplerin farklı olmasında büyük rahmet vardır. Onlar olmasaydı halimiz içinde çok fena olurdu. Çünkü mezhep imamları, Efendimiz'in (sallallâhu aleyhi ve sellem) umumi ahvalini anlamaları, tefsirler ve tevilleriyle, hususiyle de teferruata ait meseleleri adeta aralarında taksim etmiş gibidirler; öyle ki bunlardan birinde şahsi durumu itibariyle biraz zorlanan bir insan, diğeriyle amel ederek dinin ruhundaki yüsürden yararlanmış olur. Şimdi isterseniz bu hakikati birkaç misalle biraz daha müşahhaslaştıralım:

Bana senelerce evvel birisi gelmişti. Bu kişi haram olduğunu bilmediği için süt kardeşiyle evlenmiş ve bu hanımdan dört de çocuğu olmuştu. Bu zat, süt kardeşle evlenmenin haram olduğunu öğrenince çok perişan olmuş ve bu vaziyette bana gelip ne yapması gerektiğini sormuştu. Ben de süt annesinin onu kaç defa emzirdiğini hatırlayıp hatırlamadığını sorunca süt annesini bir defa emdiğini söylemişti. Hanefi mezhebine göre kişi süt müddeti içinde bir yudum dahi emse haramlık sabit olur. Şafii mezhebi ise Hz. Aişe'den gelen bir hadise dayanılarak süt kardeşliği için beş defa emilmesi gerektiği hükmünü verir. Bunun üzerine ben, o şahsa Şafii bir imama gidip ona durumu anlatmasını söyledim. O da imam efendiye gidip durumunu arz edince imam, süt kardeşliği için beş defa emmenin gerektiğini ve kendisi için böyle bir durum mevzu bahis olmadığı için evliliğin devam edebileceğini söylemiş.

Evet, böyle tek bir örnekte bile mezhebin nasıl rahmet olduğu açıkça görülmektedir. Ebu Hanife'nin tarz-ı telakkisi içinde meseleyi ele alsaydık, bu şahıs, dinin bu rahmet yönünden istifade edemeyecekti. Bu mevzuda Şafii mezhebini taklit ederek içindeki sıkıntısını gidermiş oldu.
Buna benzer bütün meseleleri bir noktada toplamak da mümkün değildir. Çünkü onlar, istinbat kuralları çerçevesinde Kitap ve Sünnet'ten hüküm çıkarma yoluna göre hükm- ü şer'î nasıl anlaşılıyorsa öyle anlamışlardır; anlamış ve herkes kendi tarz-ı telakkisi içinde bunu tespit etmiştir. Böylece Müslümanlara kolaylık olsun diye hak çizgisinde pek çok mezhep zuhur etmiştir. Ne var ki daha sonraları etbaları birbirine iltihak ederek çoğu terk edilmiş ve dört tanesi kalmıştır.

ÖZETLE

1- Efendimiz, bütün hak mezheplerin başı ve bu cereyanların buluşup deniz haline geldiği bir ummandır. Mezhep imamlarımız, ellerindeki kâseyle o deryadan su almış ve onunla beslenmişlerdir.

2- Mezhep imamları, içinde bulundukları şartlara göre elindeki malzemeyi kullanmış ve ondan teferruata ait bir kısım farklı hükümler çıkarmıştır ki bu biraz da o muhitte öyle olması gerektiği içindir.

3- Bazı şartlarda zor durumda kalan bir mümin, diğer mezhebin hükmüyle amel ederek dinin ruhundaki kolaylıktan yararlanmış olur.



ALINTIDIR.
Kaynak 18/05/2007 zaman gazetesi internet sitesidir.
 

cüneytkaya

New member
Katılım
10 Tem 2007
Mesajlar
85
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Yaş
43
Mezhepsiz kime denir

Mezhepsiz) tabiri dini bir tabirdir. Hakaretle falan alakası yoktur. Dini olmayana dinsiz, aklı olmayana akılsız, parası olmayana parasız, mezhebi olmayana da mezhepsiz denir. Bunun kadar tâbii [doğal] başka şey ne olabilir ki? Mesela Efgani, Abduh ve Kardavi bizim mezhebimiz yok diyorlar. Onlara, kendi söylediklerini söylemek yani mezhepsiz demek yalan ve iftira olmaz. Gerçeği açıkça söylemek olur.

Mezhepsizce kitap yazmak da dine hizmet olmaz, dini değiştirmek olur. Dört mezhebin hükümlerini bildiren bir kitap yazmak çok iyi olur. Mesela Mizan-ül-kübra, Mezahib-i erbea uygun kitaplardır. Ama her mezhebin ictihadını yazıp doğrusu budur demek yanlıştır.
 

esma_

New member
Katılım
1 May 2007
Mesajlar
66
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
40
birincisi niçin hali hazırda bulunan bir konu varken ayrı bir konu açmayı yeğlediniz?
ikincisi sizin kendi açtığınız diğer konuda ki mezhepsizlikle burada ki mezhepsizlik arasında niçin böyle bir fark var
üçüncüsü mezhepsiz demek en salt haliyle mezhep mensubu olmamak demektir peki tüm mezhepsizler ya da öyle olduğunu iddia edenler sizin o konu da ki iddialarınıza harfiyen uyanlar mı oluyor
 

sinang

New member
Katılım
10 Eyl 2006
Mesajlar
1,628
Tepkime puanı
276
Puanları
0
Konum
bezm-i ezelden
Esselamün aleyküm
Muhammed Abduh (1845-1905)

Biz Bu yazı ile Seyyid kutubun da bir yanıyla selefi olan ünlü alimi tanıtmak gayretindeyiz.

İslam düşüncesinin yeniden canlanmasında önemli katkılarda bulunan, Mısır'ın tanınmış alimlerinden, Bediüzzaman Hazretlerinin, İttihad-ı İslam'da seleflerim dediği kişiler arasında ismi zikredilen ( Divan-ı Harb-i Örfi, s. 29) Muhammed Abduh, 1845 yılında Aşağı Mısır'da, Bahire ilinin Mahalletü'n-Nasr Köyü'nde doğdu. Zengin olmalarına rağmen, fedakarlıktan hiçbir zaman kaçınmayan, adil, dürüst olarak tanınan bir babanın; iffet ve takvası ile meşhur bir annenin çocuğuydu. Küçük yaşta Kur'an-ı Kerim'i hıfzetti. Tanta'daki eğitimi sırasında zamanın şartlarına uygun eğitim vermedikleri gerekçesiyle okuldan bir süre ayrıldı. Fakat çok geçmeden yeniden okula döndü. Amcası Şeyh Derviş, geniş ufkuyla Abduh'un dini ilimlere karşı sevgi beslemesini sağladı. 1866'da İslamî ilimlerin merkezi kabul edilen Ezher Üniversitesi'ne kaydoldu. Ancak, üniversitenin o sıralardaki eğitim metodu kendisini tatmin etmedi. Bir ara dünyadan tamamen elini-eteğini çekip tasavvufa ağırlık verdi. Ancak, amcası inzivaya çekilerek tasavvufa yönelmesine müsaade etmedi.

Amcası dışında, hayat seyri üzerinde etkili olan bir başka kişi Cemaleddin Afganî'dir. Onunla tanışması (1872) hayatında adeta bir dönüm noktası teşkil eder. Afganî'nin etkisinde kalmanın ötesinde, en önemli talebesi olarak tanındı. Afganî'nin de, Abduh'un münzevi bir hayat yaşamayı terk ettirip aktif hale gelmesinde önemli etkisi oldu. 1877 yılında okulunu tamamlayarak "alim" unvanını aldı ve mezun oldu. Bir süre özel ders verdikten sonra Darü'l-Ulum'a müderris olarak atandı (1879). Bu görevi devam ederken Afganî'nin tesiriyle yayıncılık işine de girişti. Müderrisliği bir yıldan kısa sürdü ve vazifeden alınarak doğduğu mahalde ikamete mecbur edildi. Ancak, bir bakan tarafından geri çağrılarak el-Vaka'-i Mısriye isimli gazetenin başyazarlığına getirildi (1880).

İngiliz işgaline karşı çıkan ve ordu komutanlığını yapan Arabi'yi (Urabi) desteklediği gerekçesiyle sürgüne gönderildi. Evvela Suriye'ye yerleştiyse de Afgani'nin daveti üzerine Paris'e gitti. Burada, "el-Urvetü'l-Vuska" adlı dergide, İslami uyanmaya dair yazılar yazdı. Halkı, İngiliz işgaline karşı mücadele vererek, milli şuuru uyandırmaya çalıştı. İngilizler, derginin İslam ülkelerine girişini yasaklayarak yayını engellediler. Bir süre sonra derginin yayını durdu.

Abduh, 1885 yılında Beyrut'a gelerek eğitimle meşgul oldu. 1889 yılında Kahire'ye döndü. Kısa bir süre sonra da asliye hukuk mahkemesine hakim olarak atandı. Daha sonra temyiz mahkemesinde müşavir olarak çalıştı. Bu arada şeriat mahkemelerinin ıslahına dair eserini yazdı (1900). El-Ezher'in idare meclisine seçildi. Ezher'in gelişmesine katkıda bulunduğu gibi geniş bir muhite hitap edecek hale getirilmesinde de önemli katkılarda bulundu. Daha önce okutulmayan tarih, coğrafya, matematik ve felsefe gibi müspet bilimlerin okutulmalarını sağladı. Mısır'da en yüksek dini makam olan müftülüğe atandıktan (1899) sonra vefatına kadar bu görevde kaldı. Görev yaptığı süre boyunca bu makama büyük bir saygınlık kazandırdı. Müftülüğü sırasında; Müslümanların faiz ve kardan hisse alma gayr-ı Müslim ülkelerde Müslüman olmayanlar tarafından kesilen hayvanların etlerini yeme, geleneksel kıyafetler dışındaki kıyafetlerle örtünme gibi konularda ruhsat vermesi çok ciddi tartışmalara neden oldu.

Son dönemlerinde muhtelif eserler kaleme aldı. En büyük eseri olan Risaletü't-Tevhid'i yazdı. Bazı müsteşriklerin İslam'a yönelttikleri ithamlara karşı müdafaa maksadıyla, "El-İslam ve'l-Nasraniyye Ma'a'l-İlm ve'l-Medeniyye" adlı eserini neşretti. Çok önem verdiği Kur'an-ı Kerim tefsirini tamamlamak kendisine nasip olmadı. Bazı kısımlarını neşretmiş, vefatından sonra ünlü talebesi Raşid Rıza tarafından tamamlanarak yayınlanmıştır. Henüz tasarladığı çalışmaları tamamlayamadan, 1905 Temmuz'unda vefat etti. Cenazesi, hükümet yetkililerinin de hazır bulunduğu, büyük bir kalabalık kitle tarafından kaldırılarak, Kahire'deki El-Afifi mezarlığına defnedildi.

İslamiyet'in özünde; Allah'a teslimiyet, Peygamber'e (asm) hürmet ve Kur'an-ı Kerim'e meftuniyet vardır. İslam akla büyük önem verir. Bu özellik garbı anlamada kolaylık sağlar. İslam özgür irade dinidir. Halk arasında yanlış bir şekilde yerleşmiş bulunan, yanlış mukadderat inancına eleştiriler getirerek halkın iradesi ile tecelli eden yönetimin faziletlerini övdü. Doğru düşünce ve salih amel arasında dinamik bir ilişkinin var olduğunu savundu. Mantık ve düşüncenin önemine değinerek, ihmal edilen İslam felsefesinin canlanması için çaba sarf etti. Akli deliller imanı zayıflatmanın aksine, güçlenmesine vesile olur. Düşünme sanatı ve bilimi olarak gördüğü mantık ilminin değerinin tam olarak anlaşılması, İslam Kelamının daha iyi anlaşılmasına katkıda bulunacağı gibi, gerekli de olduğunu savundu.

Kur'an, bütün zamanları kapsayan değişmez bir anayasadır. İçtimai ve siyasi sıkıntıların giderilmesi, örgütlenmelerin sağlanması hususunda cevap veren bir temel kaynaktır. Batıdan iktibas edilen kanunların hiçbir ayırım gözetmeksizin uygulamaya konulması zihinsel anarşiye sebep olduğu gibi, birlik ve beraberliğin de kaybına sebep olmuştur. Müslümanlar, hali hazırda dinlerinde görünmeyen, örtülü dinamizm unsurlarını harekete geçirerek kültürel ve ahlaki kurtuluşu gerçekleştirebilirler. Bu amaç için; Kur'an ve sünnetten çıkarılacak yasalarla kamu hukukunun gözetilerek öncelikli hale getirilmesi, dört mezhep (ehl-i sünnet) alimlerinin bir araya gelerek iyi noktaların kıyaslanarak birleştirilmesi, tevhidin sağlanması üzerinde ehemmiyetle durdu. Gerektiğinde, sadece bir mezhepten istifade etmekle kalınmayıp, her dört mezhebin hükümlerini ve hatta bunların dışındaki görüşleri de bir araya getirmek suretiyle karşılaştırılmalı ve en iyi senteze bu yolla gidilmesi gerektiğini yazdı.

Abduh, içtihat kapısının açık tutulmasından yanadır. Kişi bütün kayıtlardan bağımsız olarak düşünebilmeli, serbestçe araştırma yapabilmelidir. Din otoritesi sayılan kişilerin sunmuş olduğu bilgilerin delil gösterilmeden körü körüne taklit edilmesine karşıdır. Zamanın değişen şartlarına paralel olarak, yeni yeni ortaya çıkan meselelere tatmin edici cevaplar verebilmek için içtihat kapısının açık olması gerektiğini savundu. Akılcı bir din olan İslamiyet, yeniliklere açıktır. İslam, insanları din adamı otoritesinden kurtarıp Yaratıcı ile yüz yüze getirmek suretiyle aracıları ortadan kaldırmıştır ve aracılara da gerek yoktur.

Abduh'a göre; din bilimleriyle fen bilimleri aynı kaynaktan gelmekle beraber kendilerine özgü düşünce şartları vardır. Dolayısıyla bunları, paralel yürütülmesi gereken iki ayrı akım olarak görmek gerekir. İslam'ın son din ve Hz. Muhammed'in (asm) son peygamber olmasından hareketle, insanların belli bir olgunluk seviyesine ulaştıklarından, vahiy artık gelmeyecek, dolayısıyla insanların "artık kendi ahlaki ve entelektüel salvation'larını" kendilerinin yürütebilecekleri inancını taşır. Dinler tarihindeki gelişmelerden örnekler vererek, zamanla insaniyetteki tekamüle paralel olarak, dini kaidelerin kurallarının sertlikten yumuşamaya doğru bir seyir takip ettiğini belirtir. İnsanların akli olgunluğa eriştikleri bir zamanda İslam nazil oldu. En son gelen İslam, insanda var olan his ve duyarlılıkları birleştiren akla hitap etti. Aklı tabiatla uzlaştırdı. Esrar perdeleri ile beraber aracıları da ortadan kaldırdı. İnsanlar melekeleri vasıtasıyla günümüzde Allah'a daha da yakın oldular.

Her şeyin önceden yaratıldığı, hür iradenin etkisinin olup olmadığı konularının tartışılmasında ahlakı ön plana çıkardı. Allah'ın her şeyi ezelden bilmesi; kulunun kendi iradesi ile ne yapacağını, mükafat veya mücazata muhatap olacağını bilmesi, kulun hür iradesi ile hareket etmesine mani teşkil etmez. İnsanı, her hangi bir şeye zorlamadığı gibi alıkoymaz da. Hür iradeyi kabul etmemek, insanın amellerinin kendisinden olmadığını savunmak, sorumluluğu ortadan kaldırır. Oysaki dinen kul ancak, yaptıklarından sorumludur. Zamanla toplumda teşekkül eden "kadercilik" halkın sömürülmesinde, yöneticiler tarafından bir araç olarak kullanıldığını ve İslamiyet ile çeliştiğini savundu.

Dindeki ıslahatı, ahlaki bir reform olarak telakki eder. Yapılmak istenen şey insanları inançları vasıtasıyla iyi ahlak sahibi olmalarını sağlayarak, sosyal durumlarını daha iyi bir seviyeye getirmektir. Bir taraftan dindeki yanlış telakki ve inanışlar düzeltilirken, yanlış anlamalar tashih edilirken diğer yandan da insanların daha ahlaklı hale gelmeleri sağlanır. Kur'an-ı Kerim, dünya ve ahret saadetini netice veren ve insanlara kılavuzluk etmek maksadıyla gönderilen kutsal bir kitaptır. Önemli olan husus, Kur'anın lafzi manasına takılıp kalmadan özünü kavramaya çalışmaktır.

Abduh ve Afganî, gerek Emevi-Abbasi ve gerekse sonraki dönemlerde hilafetin saltanata dönüşmesinden sonra, saltanat otoritesini sağlama babında, bazı alimlerin meşrulaştırma amacını taşıyan ve sonraki dönemlerde taklit edilen görüşlerinin neticesi olarak yerleşmiş bulunan, siyasi anlamdaki itaatkarlıkla mücadele ettiler. Müslümanları bu taklit zincirlerinden kurtarmak için büyük zorluklarla mücadele ettiler. Meşvereti esas alan meclisin teşekkülüne destek verdiler. Dört halifeden sonra ideal şeklin bozulduğunu, hanedana dönüşerek asli özelliğini kaybettiğini, despotlara hizmet eden bir araç haline düşürüldüğünü savundular. Bunun İslam dünyasında normal bir hükümet şekli almasını da bir kısım ulemanın yanlışlarına ve emirlere bağımlılıklarına dayandırırlar. Bu duruma ulema sebep olduğu gibi, kurtuluş da ancak, ulemanın öncülüğünde gerçekleştirilebilirdi.

Abduh'a göre İslam'daki devlet yönetimi şer'i değil, toplumsal bir durum arz eder. Şeriata göre; halifenin, yöneticinin, hakimin ve müftünün makamlarının ayrıcalıkları yoktur. Fakat, şeriat onların ödev ve sorumluluklarını belirlemiştir. Batıdaki durumun aksine, halifelik teokratik bir sistem değildir. Teokratik sistemde, Tanrı hükümlerini doğrudan doğruya yöneticilere bildirir. Halk otomatikman itaat etmek ve boyun eğmekle yükümlüdür. Böyle bir sistemde halk yöneticiyi, Tanrı buyrukların düşmanı dahi bilse karşı çıkamaz. Yönetenlerin her hal ve davranışları dini hüküm şeklindedir. Buna karşılık İslam'da günahkar yöneticiye boyun eğmek caiz değildir. Eğer yöneticinin yaptıkları sürekli olarak şeriata aykırılık teşkil ediyorsa, halk onu iktidardan alma hakkına sahiptir. Nasıl ki, ümmet ve temsilcileri onu bu makama getirmişlerse aynı şekilde, menfaatleri gereği onun yönetimine son verme hakkına da sahiptirler.

Meşrutiyetten yana tavır koymuştur. Yöneticiler, bilirkişilere danışarak şeriatı izlemek suretiyle adaletle yönetebileceklerine inanıyordu. Buna en uygun yönetim şekli o zaman için meşrutiyet idi. Halkın yönetime katılması için önce mahalli şuralar aracılığıyla yardımlaşarak halkın genelinin fikri alınmalı ve daha sonra seçimle teşekkül edecek bir meclisin, halkın ve devletin problemlerini çözmesi gerektiğini savundu. Bu durumun gerçekleşebilmesi için de halkın eğitiminin şart olduğunu belirtmiştir.



salvation = özellikle dinî ("ruhun kurtuluşu") veya diğer alanlarda "bataktan kurtarma/kurtarılma" anlamlarında kullanınız ("to salvage" fiilinden)... Ancak, çok emin olmadıkça, ve özellikle de sıradan günlük olaylarda, "rescue" (imdadına yetişme/kurtarma) veya "save" gibi daha bildik sözcükleri önplana alınız... (Örneğin, batmakta olan bir gemiden yolcuları kurtarmak için "rescue/save"; batık bir gemiyi [geride ne kalmışsa] çıkarmak için "to salvage")...
 

chamdali

New member
Katılım
28 Nis 2006
Mesajlar
647
Tepkime puanı
123
Puanları
0
Mezhepsiz) tabiri dini bir tabirdir. Hakaretle falan alakası yoktur. Dini olmayana dinsiz, aklı olmayana akılsız, parası olmayana parasız, mezhebi olmayana da mezhepsiz denir. Bunun kadar tâbii [doğal] başka şey ne olabilir ki? Mesela Efgani, Abduh ve Kardavi bizim mezhebimiz yok diyorlar. Onlara, kendi söylediklerini söylemek yani mezhepsiz demek yalan ve iftira olmaz. Gerçeği açıkça söylemek olur.

Mezhepsizce kitap yazmak da dine hizmet olmaz, dini değiştirmek olur. Dört mezhebin hükümlerini bildiren bir kitap yazmak çok iyi olur. Mesela Mizan-ül-kübra, Mezahib-i erbea uygun kitaplardır. Ama her mezhebin ictihadını yazıp doğrusu budur demek yanlıştır.

Mezhepsiz kimse yoktur. Herkesin tuttuğu bir yol vardır. Ama siz alternatifleri dörde indirince diğerleri otomatikman mezhepsiz oluyor. Ya da sapık mezhep oluyor.

Ben şahsen dört mezhepten birine tabi olmaktan da alternatifleri dörde indirmekten de Allah'a sığınırım.

Doğru görüş hangisi ise ona tabi olurum. Kimin söylediği önemli değil.
 

Ebu Zerr

New member
Katılım
8 Haz 2007
Mesajlar
866
Tepkime puanı
40
Puanları
0
Yaş
45
Konum
Ankara
Tamam da kardeş görüldüğü üzere Cennette olan müminlerdir,, yani müminlerin mekanı cennettir, o halde Allah'a mekan tayin edilemez, ben ruyetullah'la ilgili senin aksine bir şey söylemedim, sadece bir konuya dikkat çektim.Allah ( c.c.) cennette değil, cennetten görülecektir

Bakın güzel kardeşim şu zannalrınızı millete dayatmaktan, milleti itham etmekten vazgeçin...Kim nerede Allah'a mekan isnad etti, kıyası fasid'lerinizi kutsamamızı beklemeyin...Ben dedim ki Allah cennette görülecek, sen diyordun ki Allah'a mekan isnad etme...Sonra diyorsun ki Allah cennette değil cennetten görülecek, iyi de zaten gören cennette...
 

Caferi

Forum Þairi
Katılım
23 May 2007
Mesajlar
574
Tepkime puanı
59
Puanları
0
Yaş
43
Konum
istanbul
Web sitesi
www.websitetasarim.com
Bakın güzel kardeşim şu zannalrınızı millete dayatmaktan, milleti itham etmekten vazgeçin...Kim nerede Allah'a mekan isnad etti, kıyası fasid'lerinizi kutsamamızı beklemeyin...Ben dedim ki Allah cennette görülecek, sen diyordun ki Allah'a mekan isnad etme...Sonra diyorsun ki Allah cennette değil cennetten görülecek, iyi de zaten gören cennette...

Bu görme konusunda bir yanlış anlaşılma var.

Ruhsen kardeşimiz, Allah(c.c.) mekandan münezzehtir diyerekten. Allah(c.c.) i cennet mekanında göremeyiz. Fakat biz cennet mekanında bulunduğumuz için onu cennetten görürüz diyor.

Ha şimdi durum dahada karmaşık bir hal aldı. Mekanda iken gördüklerimiz mekan ile sınırlıdır. Mekan dışını nasıl göreceğiz?.

Her şey Allah(c.c.)'in rızası ile olur. O'nun ilmi ile her şey gerçekleşebilir. Lakin onu görebileceğimize dair Ehlisünnet tarafından kabul edilen hadisler insan sözüdür. Ebu Hureyye dedi diye Allah(c.c.)'i görebilecek değiliz.

Sonsuzluk kavramını düşündükten sonra Allah(c.c.) görüp göremeyeceğinizi düşünün derim.
 
Üst Alt