Sen ve Beklenen Nesil
-I-
Sen, ey inkılâp dedikleri teknenin 50 küsur yıl içinde geliştirdiği döl! Bu sesi duymayan, bir sensin! İnsan, hayvan, cemat, nebat, bütün kadrosiyle bütün âlem, bu sesin ahenginden, az veya çok, bir nasibe mâlik... O nasip yalnız sende yok! Allah kelâmının «Belhüm adal-hayvandan aşağı» diye tarif ettiği kazurat insansın!
Kaygı ne kelime; ölüm kaygısından bile uzaksın! Sinekler gibi can verişinden belli...
Yalnız sen, biricik varlık haysiyeti olan bu kaygının dışındasın! Sefil bir hazım cihazı istirahati içinde, öleceğini bilerek, fakat ona başkalarında inanarak, bir domuzdan daha hodgâm ve mesut yaşamaktasın! Cins beyinlerin gışasına yapışarak kurtarıcı sistemlerin ruhunu aşılayan ulvî ıstırap, senden öyle tiksinir ki, rüyana bile girmez.
Sen, Allah’ın mühürlediği kalb!.. seni kim açabilir?
Büyük (!) Reşit Paşa, Ali, Fuat, Mithat Paşalar, Tevfik Fikretler, Abdullah Cevdetler, Hüseyin Cahitler ve daha kimler ve kimler boyunca yetiştirmeye ve geliştirmeye çalıştıkları bu imansızlar, çilesizler ve ıstırapsızlar nesli, şükürler olsun ki, tam 141 yıllık sistemli üreme ve üretme gayretlerinden sonra, son çeyrek asırdan beri esen, gittikçe şiddetlenen ve bir gün çürük çatılarının gűya beton tavanlarını uçuracak olan rüzgâr yüzünden D.D.T. fıskıyesine düşmüş sineklerden artık farksızdırlar.
Gelmekte olan sahici ve hakikatçi nesil, hâlâ mecnun kıvrımlarla havada uçuş tecrübesi yapan bu haşereleri, kısa bir zaman sonra yerden süpürge ve faraşla toplayacaktır.
Sen hangi piçin spermasından geldiğini, yarım asırdır nasıl yetiştirildiği, hangi teknelerde yuğurulduğunu, fakat küfür ve dalâlette bile aç bırakıldığı ve nihayet kapağı komünizmaya atmaktan başka çare bulamadığı biliyor musun?..
Beklediğimiz yeni nesil sana bunu bildirecektir.
(*) Nisan 1980
AKSİYON (*)
His İptali
Bana korkunç bir hastalık çeşidinden bahsettiler: Vücudumuz, dış tesirlere karşı hiçbir elem duymaz oluyor ve her türlü tenbih imkânının dışına çıkıyor.
Hâdise bir İngiliz Lordunda şöyle tezahür etmiş: Ayağını şöminenin ateşine doğru uzatıp dalgın dalgın gazetesini okuyan İngiliz, bir de bakmış ki, ayağını dizlerine kadar alevler sardığı halde hiçbir şeyden haberi yok... Müthiş bir his iptali... Derin komayla bayılmaktan ve hattâ ölümden beter...
İşte Türkiye’nin hali!.. Türkiye ilâhî gazabı af kabul etmez mikyasta belirten, bu, ne olduğundan habersizlik felâketi içindedir. Her tarafımıza alev alev yandığı halde dalgın dalgın gazetemizi okumaktayız.
Acı duymanın bile imtiyaz belirttiği, ilâhî rahmetten bir işaret teşkil ettiği intibak melekesinden mahrumluk... Destan mevzuu bir vaziyet...
Vaziyetimiz budur!..
Kel bir kafada gür bir saç bitmiş gibi başımızı saran anarşi bitleri bir türlü temizlenemez, hep üstünden taranır ve altından gelir, daima bünye içinden fışkırır ve dışından temizlenmesine çalışılır. Bir fâsit daire ki, boyuna sürer, gider ve hiçbir noktada kırılamaz.
Pahalılık o dereceye ulaşmıştır ki, kenar mahallelerde ahşap evlerin önünden geçerken hıçkırıklar ve iniltiler duyacağımız yerde (Petr’oil) çığlıklariyle karşılaşmaktayız. Gazeteler, kadına dişilik sanatını öğretebilecek erkek aletli ******ların reklâmlariyle donanmakta, gazinolar dolup taşmakta, lüks eşya mağazaları birbirini çiğneyici kalabalıklara sahne olmaktadır. Herkes eğlencesinde, herkes zevk ve sefasında, hazmî ve tenasülî cihazlarını tıka basa doyurmak sevdasında...
Buhran, bunalım, darlık, yokluk gibi lâflar, hakikatlerini lügat kitaplarına terketmiş kuru mefhumlar...
En ağır ve âzamî haddiyle felâket, muhakkak ve mutlak... Fakat bunun azabını çekenler nerede?:. Polisle ev ev arasanız bulamazsınız!
Bu öyle bir sırdır ki, çözüm şekillerinden başlıcası, azap çekebilme nimetinden bile mahrum bırakılmış olmamız...
Azapsızlık Azabı
Allah azap çekme ve ona göre davranma nimetini bile üzerimizden kaldırmıştır.
Duyan, hisseden, beyin sancısı çeken insanlar hesabına bu acısızlık acısının derecesini hayal edebilir misiniz?
Istırapsızlığın bu kertesi, ıstırapsızlık ıstırabının bu derecesi hangi hayale sığabilir?
Felâket tablosunun çizgilerini parmak hesabiyle tekrarlamaya ve küçük kareler içinde tek tek göstermeye ne lüzum var!.. Zaten o da kanıksanmış ve her dikkat ve ihtara sırt çevrilmiştir.
Söylenecek söz şu kadarcık:
«Bütün bunları bir vâhide irca edip (bir de toplayıp) her şeyi o vâhide çarpmanın ve kurtuluşa ne kadar imkân kalmışsa ona göre son bir hamleye girişmenin saati çalıyor.»
Bu vâhid nedir?..
Bu vâhid, İstiklâl Harbiyle bizi yoktan var ettikleri iddiasında olanların nihayet «var»dan «yok»a çevirdikleri gerçeğidir.
Bu gerçek Cumhuriyet devri boyunca gide gide, nihayet uçurum noktasını 1960’da bulduğumuz, uçurumun dibine de 1980’de vardığımız hakikati...
Nasıl Tanzimat-ı Hayriyye isimli Tanzimat-ı Şerriye başında ne maymunlaşma, ne de insanlaşma, yani ne küfür, ne de İslâm cephesinde derinliğine tek tefekkür cehdi ve hamlesi yoksa, bugün de ne sol, ne de sağ cephede hâdiselerin mihrak noktasını gösterici bir (diyalektik) mevcut değildir.
19’uncu Asır Tanzimat maymunlarının 20’inci Asır örneği, solcu goriller, nasıl ve ne yüzden meydana geldiklerinin hesabından uzak yaşarken, sağcı geçinenler de dillerine doladıkları cevhersiz bir milliyetçilik posası içinde dâvalarını temele oturtmaktan âcizdirler.
Kafası işleyen bir solcu meydana çıksa da haykırsa:
- «Efendiler! Elli küsûr yıldır ruhumuzu susuz bıraktınız! Eğer bizi; selâmet ve adalet yolunu komünizma ve materyalizmada aradığımız için su yerine gaz içmekle suçlandırıyorsanız, suyu gösterin de kana kana içelim!»
Cevap verebilirler mi?
Ama biz cevap verebiliriz.
-I-
Sen, ey inkılâp dedikleri teknenin 50 küsur yıl içinde geliştirdiği döl! Bu sesi duymayan, bir sensin! İnsan, hayvan, cemat, nebat, bütün kadrosiyle bütün âlem, bu sesin ahenginden, az veya çok, bir nasibe mâlik... O nasip yalnız sende yok! Allah kelâmının «Belhüm adal-hayvandan aşağı» diye tarif ettiği kazurat insansın!
Kaygı ne kelime; ölüm kaygısından bile uzaksın! Sinekler gibi can verişinden belli...
Yalnız sen, biricik varlık haysiyeti olan bu kaygının dışındasın! Sefil bir hazım cihazı istirahati içinde, öleceğini bilerek, fakat ona başkalarında inanarak, bir domuzdan daha hodgâm ve mesut yaşamaktasın! Cins beyinlerin gışasına yapışarak kurtarıcı sistemlerin ruhunu aşılayan ulvî ıstırap, senden öyle tiksinir ki, rüyana bile girmez.
Sen, Allah’ın mühürlediği kalb!.. seni kim açabilir?
Büyük (!) Reşit Paşa, Ali, Fuat, Mithat Paşalar, Tevfik Fikretler, Abdullah Cevdetler, Hüseyin Cahitler ve daha kimler ve kimler boyunca yetiştirmeye ve geliştirmeye çalıştıkları bu imansızlar, çilesizler ve ıstırapsızlar nesli, şükürler olsun ki, tam 141 yıllık sistemli üreme ve üretme gayretlerinden sonra, son çeyrek asırdan beri esen, gittikçe şiddetlenen ve bir gün çürük çatılarının gűya beton tavanlarını uçuracak olan rüzgâr yüzünden D.D.T. fıskıyesine düşmüş sineklerden artık farksızdırlar.
Gelmekte olan sahici ve hakikatçi nesil, hâlâ mecnun kıvrımlarla havada uçuş tecrübesi yapan bu haşereleri, kısa bir zaman sonra yerden süpürge ve faraşla toplayacaktır.
Sen hangi piçin spermasından geldiğini, yarım asırdır nasıl yetiştirildiği, hangi teknelerde yuğurulduğunu, fakat küfür ve dalâlette bile aç bırakıldığı ve nihayet kapağı komünizmaya atmaktan başka çare bulamadığı biliyor musun?..
Beklediğimiz yeni nesil sana bunu bildirecektir.
(*) Nisan 1980
AKSİYON (*)
His İptali
Bana korkunç bir hastalık çeşidinden bahsettiler: Vücudumuz, dış tesirlere karşı hiçbir elem duymaz oluyor ve her türlü tenbih imkânının dışına çıkıyor.
Hâdise bir İngiliz Lordunda şöyle tezahür etmiş: Ayağını şöminenin ateşine doğru uzatıp dalgın dalgın gazetesini okuyan İngiliz, bir de bakmış ki, ayağını dizlerine kadar alevler sardığı halde hiçbir şeyden haberi yok... Müthiş bir his iptali... Derin komayla bayılmaktan ve hattâ ölümden beter...
İşte Türkiye’nin hali!.. Türkiye ilâhî gazabı af kabul etmez mikyasta belirten, bu, ne olduğundan habersizlik felâketi içindedir. Her tarafımıza alev alev yandığı halde dalgın dalgın gazetemizi okumaktayız.
Acı duymanın bile imtiyaz belirttiği, ilâhî rahmetten bir işaret teşkil ettiği intibak melekesinden mahrumluk... Destan mevzuu bir vaziyet...
Vaziyetimiz budur!..
Kel bir kafada gür bir saç bitmiş gibi başımızı saran anarşi bitleri bir türlü temizlenemez, hep üstünden taranır ve altından gelir, daima bünye içinden fışkırır ve dışından temizlenmesine çalışılır. Bir fâsit daire ki, boyuna sürer, gider ve hiçbir noktada kırılamaz.
Pahalılık o dereceye ulaşmıştır ki, kenar mahallelerde ahşap evlerin önünden geçerken hıçkırıklar ve iniltiler duyacağımız yerde (Petr’oil) çığlıklariyle karşılaşmaktayız. Gazeteler, kadına dişilik sanatını öğretebilecek erkek aletli ******ların reklâmlariyle donanmakta, gazinolar dolup taşmakta, lüks eşya mağazaları birbirini çiğneyici kalabalıklara sahne olmaktadır. Herkes eğlencesinde, herkes zevk ve sefasında, hazmî ve tenasülî cihazlarını tıka basa doyurmak sevdasında...
Buhran, bunalım, darlık, yokluk gibi lâflar, hakikatlerini lügat kitaplarına terketmiş kuru mefhumlar...
En ağır ve âzamî haddiyle felâket, muhakkak ve mutlak... Fakat bunun azabını çekenler nerede?:. Polisle ev ev arasanız bulamazsınız!
Bu öyle bir sırdır ki, çözüm şekillerinden başlıcası, azap çekebilme nimetinden bile mahrum bırakılmış olmamız...
Azapsızlık Azabı
Allah azap çekme ve ona göre davranma nimetini bile üzerimizden kaldırmıştır.
Duyan, hisseden, beyin sancısı çeken insanlar hesabına bu acısızlık acısının derecesini hayal edebilir misiniz?
Istırapsızlığın bu kertesi, ıstırapsızlık ıstırabının bu derecesi hangi hayale sığabilir?
Felâket tablosunun çizgilerini parmak hesabiyle tekrarlamaya ve küçük kareler içinde tek tek göstermeye ne lüzum var!.. Zaten o da kanıksanmış ve her dikkat ve ihtara sırt çevrilmiştir.
Söylenecek söz şu kadarcık:
«Bütün bunları bir vâhide irca edip (bir de toplayıp) her şeyi o vâhide çarpmanın ve kurtuluşa ne kadar imkân kalmışsa ona göre son bir hamleye girişmenin saati çalıyor.»
Bu vâhid nedir?..
Bu vâhid, İstiklâl Harbiyle bizi yoktan var ettikleri iddiasında olanların nihayet «var»dan «yok»a çevirdikleri gerçeğidir.
Bu gerçek Cumhuriyet devri boyunca gide gide, nihayet uçurum noktasını 1960’da bulduğumuz, uçurumun dibine de 1980’de vardığımız hakikati...
Nasıl Tanzimat-ı Hayriyye isimli Tanzimat-ı Şerriye başında ne maymunlaşma, ne de insanlaşma, yani ne küfür, ne de İslâm cephesinde derinliğine tek tefekkür cehdi ve hamlesi yoksa, bugün de ne sol, ne de sağ cephede hâdiselerin mihrak noktasını gösterici bir (diyalektik) mevcut değildir.
19’uncu Asır Tanzimat maymunlarının 20’inci Asır örneği, solcu goriller, nasıl ve ne yüzden meydana geldiklerinin hesabından uzak yaşarken, sağcı geçinenler de dillerine doladıkları cevhersiz bir milliyetçilik posası içinde dâvalarını temele oturtmaktan âcizdirler.
Kafası işleyen bir solcu meydana çıksa da haykırsa:
- «Efendiler! Elli küsûr yıldır ruhumuzu susuz bıraktınız! Eğer bizi; selâmet ve adalet yolunu komünizma ve materyalizmada aradığımız için su yerine gaz içmekle suçlandırıyorsanız, suyu gösterin de kana kana içelim!»
Cevap verebilirler mi?
Ama biz cevap verebiliriz.