Neler yeni
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

N.Fazıl-S.Mirzabeyoğlu diyalogları

ekreme

New member
Katılım
28 Kas 2006
Mesajlar
297
Tepkime puanı
3
Puanları
0
Yaş
51
Sen ve Beklenen Nesil

-I-

Sen, ey inkılâp dedikleri teknenin 50 küsur yıl içinde geliştirdiği döl! Bu sesi duymayan, bir sensin! İnsan, hayvan, cemat, nebat, bütün kadrosiyle bütün âlem, bu sesin ahenginden, az veya çok, bir nasibe mâlik... O nasip yalnız sende yok! Allah kelâmının «Belhüm adal-hayvandan aşağı» diye tarif ettiği kazurat insansın!

Kaygı ne kelime; ölüm kaygısından bile uzaksın! Sinekler gibi can verişinden belli...

Yalnız sen, biricik varlık haysiyeti olan bu kaygının dışındasın! Sefil bir hazım cihazı istirahati içinde, öleceğini bilerek, fakat ona başkalarında inanarak, bir domuzdan daha hodgâm ve mesut yaşamaktasın! Cins beyinlerin gışasına yapışarak kurtarıcı sistemlerin ruhunu aşılayan ulvî ıstırap, senden öyle tiksinir ki, rüyana bile girmez.

Sen, Allah’ın mühürlediği kalb!.. seni kim açabilir?

Büyük (!) Reşit Paşa, Ali, Fuat, Mithat Paşalar, Tevfik Fikretler, Abdullah Cevdetler, Hüseyin Cahitler ve daha kimler ve kimler boyunca yetiştirmeye ve geliştirmeye çalıştıkları bu imansızlar, çilesizler ve ıstırapsızlar nesli, şükürler olsun ki, tam 141 yıllık sistemli üreme ve üretme gayretlerinden sonra, son çeyrek asırdan beri esen, gittikçe şiddetlenen ve bir gün çürük çatılarının gűya beton tavanlarını uçuracak olan rüzgâr yüzünden D.D.T. fıskıyesine düşmüş sineklerden artık farksızdırlar.

Gelmekte olan sahici ve hakikatçi nesil, hâlâ mecnun kıvrımlarla havada uçuş tecrübesi yapan bu haşereleri, kısa bir zaman sonra yerden süpürge ve faraşla toplayacaktır.

Sen hangi piçin spermasından geldiğini, yarım asırdır nasıl yetiştirildiği, hangi teknelerde yuğurulduğunu, fakat küfür ve dalâlette bile aç bırakıldığı ve nihayet kapağı komünizmaya atmaktan başka çare bulamadığı biliyor musun?..

Beklediğimiz yeni nesil sana bunu bildirecektir.

(*) Nisan 1980



AKSİYON (*)

His İptali

Bana korkunç bir hastalık çeşidinden bahsettiler: Vücudumuz, dış tesirlere karşı hiçbir elem duymaz oluyor ve her türlü tenbih imkânının dışına çıkıyor.

Hâdise bir İngiliz Lordunda şöyle tezahür etmiş: Ayağını şöminenin ateşine doğru uzatıp dalgın dalgın gazetesini okuyan İngiliz, bir de bakmış ki, ayağını dizlerine kadar alevler sardığı halde hiçbir şeyden haberi yok... Müthiş bir his iptali... Derin komayla bayılmaktan ve hattâ ölümden beter...

İşte Türkiye’nin hali!.. Türkiye ilâhî gazabı af kabul etmez mikyasta belirten, bu, ne olduğundan habersizlik felâketi içindedir. Her tarafımıza alev alev yandığı halde dalgın dalgın gazetemizi okumaktayız.

Acı duymanın bile imtiyaz belirttiği, ilâhî rahmetten bir işaret teşkil ettiği intibak melekesinden mahrumluk... Destan mevzuu bir vaziyet...

Vaziyetimiz budur!..

Kel bir kafada gür bir saç bitmiş gibi başımızı saran anarşi bitleri bir türlü temizlenemez, hep üstünden taranır ve altından gelir, daima bünye içinden fışkırır ve dışından temizlenmesine çalışılır. Bir fâsit daire ki, boyuna sürer, gider ve hiçbir noktada kırılamaz.

Pahalılık o dereceye ulaşmıştır ki, kenar mahallelerde ahşap evlerin önünden geçerken hıçkırıklar ve iniltiler duyacağımız yerde (Petr’oil) çığlıklariyle karşılaşmaktayız. Gazeteler, kadına dişilik sanatını öğretebilecek erkek aletli ******ların reklâmlariyle donanmakta, gazinolar dolup taşmakta, lüks eşya mağazaları birbirini çiğneyici kalabalıklara sahne olmaktadır. Herkes eğlencesinde, herkes zevk ve sefasında, hazmî ve tenasülî cihazlarını tıka basa doyurmak sevdasında...

Buhran, bunalım, darlık, yokluk gibi lâflar, hakikatlerini lügat kitaplarına terketmiş kuru mefhumlar...

En ağır ve âzamî haddiyle felâket, muhakkak ve mutlak... Fakat bunun azabını çekenler nerede?:. Polisle ev ev arasanız bulamazsınız!

Bu öyle bir sırdır ki, çözüm şekillerinden başlıcası, azap çekebilme nimetinden bile mahrum bırakılmış olmamız...



Azapsızlık Azabı

Allah azap çekme ve ona göre davranma nimetini bile üzerimizden kaldırmıştır.

Duyan, hisseden, beyin sancısı çeken insanlar hesabına bu acısızlık acısının derecesini hayal edebilir misiniz?

Istırapsızlığın bu kertesi, ıstırapsızlık ıstırabının bu derecesi hangi hayale sığabilir?

Felâket tablosunun çizgilerini parmak hesabiyle tekrarlamaya ve küçük kareler içinde tek tek göstermeye ne lüzum var!.. Zaten o da kanıksanmış ve her dikkat ve ihtara sırt çevrilmiştir.

Söylenecek söz şu kadarcık:

«Bütün bunları bir vâhide irca edip (bir de toplayıp) her şeyi o vâhide çarpmanın ve kurtuluşa ne kadar imkân kalmışsa ona göre son bir hamleye girişmenin saati çalıyor.»

Bu vâhid nedir?..

Bu vâhid, İstiklâl Harbiyle bizi yoktan var ettikleri iddiasında olanların nihayet «var»dan «yok»a çevirdikleri gerçeğidir.

Bu gerçek Cumhuriyet devri boyunca gide gide, nihayet uçurum noktasını 1960’da bulduğumuz, uçurumun dibine de 1980’de vardığımız hakikati...

Nasıl Tanzimat-ı Hayriyye isimli Tanzimat-ı Şerriye başında ne maymunlaşma, ne de insanlaşma, yani ne küfür, ne de İslâm cephesinde derinliğine tek tefekkür cehdi ve hamlesi yoksa, bugün de ne sol, ne de sağ cephede hâdiselerin mihrak noktasını gösterici bir (diyalektik) mevcut değildir.

19’uncu Asır Tanzimat maymunlarının 20’inci Asır örneği, solcu goriller, nasıl ve ne yüzden meydana geldiklerinin hesabından uzak yaşarken, sağcı geçinenler de dillerine doladıkları cevhersiz bir milliyetçilik posası içinde dâvalarını temele oturtmaktan âcizdirler.

Kafası işleyen bir solcu meydana çıksa da haykırsa:

- «Efendiler! Elli küsûr yıldır ruhumuzu susuz bıraktınız! Eğer bizi; selâmet ve adalet yolunu komünizma ve materyalizmada aradığımız için su yerine gaz içmekle suçlandırıyorsanız, suyu gösterin de kana kana içelim!»

Cevap verebilirler mi?

Ama biz cevap verebiliriz.
 

ekreme

New member
Katılım
28 Kas 2006
Mesajlar
297
Tepkime puanı
3
Puanları
0
Yaş
51
Dipsiz Boşluk

Komünistin mevcut olmayan aklı ve mevcut olmayan kafasına bir ân için yakıştırdığımız yaman suale bizde cevap hazırdır:

«Hayat pınarı İslâmiyettir ve sizi susuz bırakıp yerine gaz içmeye mecbur kılmış olanlar, işte, bu pınarı kurutan taklitçi küfür ve sahte iman yobazlarıdır!»

Muhakkak ki, komünizma ve materyalizma bâtılın son model sistemidir. Sistem olmaya sistem... İslâm ise hakkın ezelî ve ebedî sistemi... Sistemin de üstünde sistem; sistemlerin sistemi...

Bir sistem ancak mukabil ve mütekâmil bir sistemle iptâl edilebilir. Bu bakımdan (metafizik) temeli olmayan ve insan ruhunu doldurucu bir inanış cehdinden yoksun bulunan hiçbir davranış komünizmaya karşı çıkamaz. Bilhassa, topyekûn insanlığı kuşatıcı olmak kıymetinden mahrum ve beyaz, siyah, kırmızı ırk ve ayrıca zengin, fakir, kuvvetli, âciz milletler darlığı içinde mahpus hiçbir dünya görüşü komünizmanın karşısında tutunamaz. Onu, insanlığın ve insan cemiyetlerinin bugünkü hastalıklariyle beraber ancak din çapında bir inanış yenebilir. Sistemlerin sistemi olan din, bu hükmün dışındaki, vadeleri tam 1400 yıl evvel doldurulmuş, damarları ve kaynakları büsbütün kurutulmuş bulunan öbür dinler önünde ezelden ebede köprü kurucu ve dünya ile ötesinin hesabını verici İslâmiyettir.

İşte kaba softa ve ham yobaz elinde 3-5 asırdır hayatiyet ve harekîyetini kaybeden İslâm, içten bir fışkırışla kendi zâtını ihya ve insanlığa teklif edeceği yerde, Tanzimattan beri mankafa liberalizma ve kapitalizma âleminin ürettiği, insandan maymuna geçme sefil kafalar yüzünden akışını büsbütün kaybetmiş, Cumhuriyet devrinden sonra ise aynı Batı âleminin körü körüne bir cesaretle kopya edilmesi neticesinde kurutulduğuna şahit olmuştur.

Bu yüzdendir ki, minare gölgesiyle davul tozu karışımından başka bir şey olmayan devrim dedikleri Altıok reçetesi, bâtıl tarafından bile ideolocya olmak haysiyetine ulaşamamış, dipsiz bir boşluk getirmiş, ürettiği ve türettiği nesillerin beyinlerindeki girdi-çıktı’ları ütülemiş ve meydana hazmî ve tenasülî cihazlardan başka bir uzvu işlemez, dilsiz, beyinsiz, çilesiz, ürpertisiz, hamlesiz bir soy çıkmıştır.

Komünizma, devrim dedikleri devrilmenin bu ifadesinde kendisi için en verimli fideliği bulmuştur.



Aradıkları Su

Şimdi büsbütün silinip giden ve yalnız nebatî ve hayvanî faaliyet içinde hadım edilmiş bir kalabalıktan ibaret kalan Altıok nesli, düşünür gibi olanlariyle sola sapmaktan başak çare bulamamıştır. Bu vaziyette meydan yeri İslâm cephesinin yeni gençliği ile basılacak ve Tevhid bayrağı göndere asılacakken, geberen mikroplar yerine geberten basiller her tarafı sarmış; ve işte, suyu arayanların su yerine gaz içme devri açılmıştır.

Tam 44 yıl önce başlayan (Ağaç Mecmuası) kalem ve dâva faaliyetimiz ve 37 yıllık Büyük Doğu mücadelemiz, eski bir teşbihimizle küfür cumudiyesini hohlaya hohlaya erittikten sonra, şimdi din adına salıncakta kolan vuran eski kaçaklar yüzünden ortalığın çamura dönmesine şahit oldu. Ve bir taraftan olmaya ve olgunlaşmaya başlayan yeni İslâm gençliği emrine geçmesi beklenen meydan yeri, bu yüzden komünistlere açılmaya başladı. Bütün bunlar 1960 kazanında pişip bu kazanın 1968 sularında kaynamaya başlamasiyle meydana geldi.

Bu arada aziz ve münezzeh dâvamızı siyasî parti halinde aksiyon plânına dökmeye kalkışıp istikbale ait büyük ve heybetli zuhuru maskaralaştıran teşebbüsler başta olmak üzere bütün yeltenişler, bazı şeyh müsveddeleri etrafında halkalanışlar, türlü dernekleşmeler, ilham ve hayatiyetini bizden alırken, bizim düşük çocuklarımız olmaktan ileriye geçemedi.

İslâm bir tarafiyle en kolay ve ezbercilik mevzuu, bir tarafiyle de en çetin ve hakketme işi, iki cephe arzeder. Bunlar kolayda kaldılar.

Hazin hikâyesini «Rapor»larda okumuş olmanız gereken bu tecellilere mukabil, Büyük Doğu dâvası hiçbir zaman asliyet ve asaletini yitirmedi ve aşağıda çamurlu yağmur yağarken, bulutlar üstündeki güneş mahiyetini korumayı bildi. Derhal bir tasfiye ve sahtekârlarını teşhir faaliyetine girişti ve çürüklerini tek tek ayıklayıp ıskartaya çıkardı.

Böylece iş kaldı, en ince ve titiz şartlariyle yeni zuhura...



Büyük Zuhur

Büyük zuhur, Büyük Doğu hisarının ova misali, geniş avlusunda milyonlar beklerken şimdiden içeriye alınan baş örneklik birkaç gencin sıhhatle tutmuş mayası içinden heykelleşecektir.

Radyum şuaı gibi pırıltılı bu birkaç genç, yine kendileri gibi ışıklı birkaç ağabeyleriyle bir tüpe doldurulsalar, sade Türke değil, bütün İslâm âlemine ve hatta topyekûn beşeriyete, muhtaç bulunduğu yeni insan ve ruh tohumunun ilk örnekleri diye gösterilebilir.

Benim 40 yıllık mücadelemde salonları ve meydanları taşıran alkışçılar karşısında «bu manzaraya güvenmeyin; biz gerçekte bir dolmuş arabası kadrosunu aşabilmiş değiliz!» demenin sırrı işte bu «birkaç»ların çerçevesinde tecelli etmektedir.

Satrancı icat eden adama, Acem Şahı, «dile benden ne dilersen!» deyince «satrancın ilk karesine tek bir buğday tanesi koy ve ondan sonra her kareye evvelkinin bir mislini ekleyerek devam et: yani 1, 2, 4, 8, 16, 32 vesaire.» Cevabı veriliyor ve bunun yüzlerce ülkenin yetiştiremeyeceği kadar buğday tuttuğu hayretle görülüyor.

İşte, tam 40 yıldır süze süze özleştirdiğimize şahit olduğumuz bu birkaç genç ve 3-5 ağabeyleri, satranç tahtasının ilk karesindeki ilk vâhid olmak mevkiindedir. Bu vâhidi elde edebilmek için 40 yıl çalıştık, ama sonunda «evreka-buldum!» diyebilmek saadetine ulaştık. Gerisi keyfiyetini bunlarla paylaşan basit bir kemiyet meselesidir ve cevher, kan oturmuş tırnaklarımızla 40 yıl kazdığımız kuyudan çıkarılmıştır.

Bu serinin altıncısı ve sonu, bu cevherin vasıf, vazife ve memuriyetinin ne olacağının göstermeye kalıyor.

Kervan, hazırlığını bitirmek ve yola çıkmak üzeredir.

Geliyorlar!

Gözleri kara, alınları fikir çizgili, kalbleri ceylân, iradeleri çelik, imanları volkan, irfanları tarla, idrakleri bıçak, edâları şiir, diyalektikleri ipekten örgü, geliyorlar!..
ibda206.gif


nfk52.jpg

82526366ij9.jpg


ibda219.jpg
Image43.gif


ibda536.jpg

ibda097.jpg
 

ekreme

New member
Katılım
28 Kas 2006
Mesajlar
297
Tepkime puanı
3
Puanları
0
Yaş
51
Medrese-i Yusufiye

Medrese-i Yusufiye

45330005as3.jpg
 
Üst Alt