Neler yeni
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Türk / Islâm âlimleri

alptraum

New member
Katılım
1 Ocak 2005
Mesajlar
2,908
Tepkime puanı
166
Puanları
0
Yaş
38
Konum
Aþk`dan
Web sitesi
www.muhakeme.net
CABİR B. HAYYAN -

İslâm kimyacılarının en ünlüsü, tabiat filozofu ve çok yönlü âlim.

Ebu Müsa Cabir b. Hayyan b. Abdillah el-Küfi (ö. 200 / 815). Hayatı hakkında pek az şey bilinmektedir. Onunla ilgili ilk kaynaklarda yer alan bilgiler tam bir belirsizlik içindedir, aynı zamanda bunlar hayat hikayesine efsanevi birtakım unsurların da karışmış olduğunu gösterir. Cabir'in klasik anlamdaki tasavvufla herhangi bir ilişkisinin bulunduğunu söylemek güçtür. Bu durum, simya gibi kimyanın da bir bakıma batıni-sırri bir ilim kabul edilmesinden veya bulduğu formüllerin başkalarının eline geçmemesi için çalışmalarını gizlilik içinde sürdürmesinden yahut da hocası Cafer es-Sadık'a benzer biçimde zahidane bir hayat yaşamasından kaynaklanmış olabilir. Bazı müellifler Cabir b. Hayyan'ı öldüğü yer olan Horasan'ın Tüs şehrine nisbetle Tüsi şeklinde anarlar. Bazıları ise Sinan b. Sabit b. Kurre'nin soyundan gelen Harranlı bir Sabit olduğunu iddia ederler; fakat bu görüşü destekleyecek herhangi bir delil mevcut değildir.

Hakkında toplanabilen dağınık ve yer yer çelişkili bilgilerden. Cabir'in babası Hayyan'ın aslen Yemen'in Ezd kabilesinden olup Küfede attarlık yaptığı. VIII.. yüzyılda Emevi hanedanının yıkılmasıyla sonuçlanan olaylarda Abbasileri desteklediği, hatta "dai" sıfatıyla Horasan'a gönderildiği ve daha sonra orada Emevi valisi tarafından 107 (725) yılında idam ettirildiği öğrenilmektedir. Buna göre Cabir'in VIII.. yüzyılın ilk çeyreğinde doğduğunu söylemek mümkündür.Doğum yerinin Küfe mi Tüs mu olduğu meselesi de ayrı bir tartışma konusudur. Kesin bir sonuca varılamamakla birlikte babasının Horasan bölgesinde bulunduğu sıralarda Tüs'ta doğduğu kabul edilebilir.

Hayatının önemli bir kısmını Küfe'de geçiren Cabir, burada Cafer es-Sadıktan faydalanma imkânı bulmuş, ayrıca şehrin havası kimya araştırmalarına elverişli olduğu için bu şehirde oturmayı tercih etmiştir. İbnü'n-Nedim'in verdiği bilgiye göre Irak Büveyhi Hükümdarı Bahtiyar zamanında (967-978) Küfe'de tonozlu bir yapı ortaya çıkarılmış ve içinde 200 batman altın bulunan bir havanla bir potaya rastlanarak Cabir'in evinin de burada olduğu tesbit edilmiştir. Çalışmalarını bir süre Bağdat'ta Bermekiler'in himayesinde sürdüren Cabir. bu ailenin devlet yönetiminden uzaklaştırılmasından sonra tekrar Küfe'ye dönmüş ve burada Me'mün dönemine kadar araştırmalarına gizlilik içinde devam etmiştir.

Başlangıçtan beri Cabir'in şahsiyeti hakkında çeşitli iddialar ortaya atılmıştır. Şiiler onun altıncı imam Cafer es-Sadık'ın talebesi ve bablardan biri olduğunu, eserlerinde kullandığı. "Efendim Ca'fer bana dedi ki" ifadesiyle Cafer es-Sadık'ı kastettiğini ileri sürerken karşıt görüşlüler de burada kastedilen şahsın Bermeki ailesinden Vezir Ca'fer b. Yahya olduğunu savunurlar. Oysa her iki görüşün de doğruluğunu gösteren belgeler vardır. Çünkü eserlerinde her vesile ile Cafer es - Sadık'ın talebesi olduğunu vurgularken bir zamanlar hizmetinde bulunduğu Cafer b. Yahya ile olan yakın ilişkilerinden de söz eder.

Cabir sahip olduğu bütün bilgileri "hikmetin kaynağı" diye nitelendirdiği İmam Ca'fer es-Sadık'tan aldığını söyler. Ayrıca hocaları arasında uzun bir ömür sürdüğü rivayet edilen Harbi el-Himyeri'yi anar ve birçok ilmin yanı sıra Himyeri dilini de ondan öğrendiğini açıklar. Hocalarından bir diğeri ise Muaviye'nin torunu Halid b. Yezid'in üstadı Marianus'un talebesi olan bir rahiptir. Bunlardan başka lakabı "Üzünü'l - himar el - Mantıkı" olan bir hocasından da söz eder. Kaynaklar onun yönetimin baskısından korktuğu için uzun süre bir yerde ikamet edemediğini ve sürekli seyahat etmek zorunda kaldığını yazar; kendisi de Irak ve Suriye'de bulunduğunu. Mısır ve Hindistan'a seyahatler yaptığını anlatır.

Her ne kadar Cabir'in çalışmaları tıp, astronomi, matematik, felsefe ve dönemin diğer ilim alanlarına yayılmışsa da o birinci derecede bir kimyacı olarak kabul edilir. Onun kimya tarihindeki seçkin yerini ilk tesbit eden ve kimyayı sistemli bir deneysel bilim haline getirdiğini ilk gören E. J. Holmyard'dır. Bu araştırmacı. İlimler tarihinde Cabir'in yalnız kimyacı değil ayrıca tabip, filozof ve astronomi bilgini sıfatlarıyla da özel bir ye sahip olduğu görüşündedir. E. 0. Lippmann ise Cabir'in kimya tarihindeki yerinin Boyle, Priestley ve Lavoisier modern kimyanın kurucuları ile denk olduğunu söylemektedir. Gerçekten de Cabir tabiat bilimlerinde deneysel metodun önemini tam olarak kavramış ve bu metodu bütün çalışmalarında uygulamıştır. Onun, "Bu kitapta duyduklarımızı bize söylenenleri yahut okuduklarımızı değil ancak tecrübe ettikten sonra gözlediğimiz şeylerin özelliklerini zikrettik" şeklindeki ifadesi, deneysel metoda verdiği önemi göstermektedir. Bu sebeple bütün Ortaçağ kimyacıları büyük ölçüde Cabir in tesirinde kalmışlar, Ebü Bekir Razi ve İbn Sina gibi filozof ve bilginler onu üstat olarak tanımışlardır: hatta Bacon bile ondan 'üstatların üstadı"diye söz etmiştir.

Cabir'in tabiat felsefesi, geleneksel küçük âlem (insan) -büyük âlem (kâinat) anlayışına ve semavi güçlerin yeryüzündeki hadiselere tesiri fikrine dayanır. Ayrıca kâinatın nicelik boyutu üzerinde ısrarla durması ve ilim anlayışında ölçme ve deneye büyük önem vermesi de kâinattaki temel faktörün sayı olduğu şeklindeki Pisagorcu teorinin onun biat felsefesindeki bir yansımasıdır.

Kâinatta maden, bitki ve hayvan şeklinde sıralanan varlık mertebeleri içinde madenler seviyesinin Cabir'in eserlerinde de özel bir yeri vardır. Madenleri yalnızca oluşumları açısından değil dönüşümleri açısından da ele alınmış olması Cabir in kimya çalışmalarının hareket noktasını teşkil eder. Cabir'in kimyasına göre bütün madenler kükürt ve civanın farklı oranlar ve özel semavi etkiler altında birleşmesinin (izdivaç) sonucunda oluşurlar. Madenler asılları itibariyle gezegenlerin yeryüzündeki nişanlarıdır ve bu yönleriyle yalnızca yeryüzü- ne ait olmayan birer cevherdirler. Ancak madenlerin oluşma ve dönüşme süreçlerinde esas olan cıva ve kükürdün bilinen kimya elementleri olarak değil erkek ve dişi prensipleri gibi birer oluş prensibi şeklinde anlaşılması gerekmektedir. Madenler arasındaki farklılıklar, ihtiva ettikleri cıva-kükürt oranı ile, oluşumu gerçekleştiren semavi etkilerdeki farklılıktan doğmaktadır. Binlerce yıl toprak altında çeşitli etkilerle evrimleşen madenlerin en mükemmeli altındır. Simyacının yaptığı iş ise asırlar alan bu oluşma sürecini çabuklaştırmaktan ibarettir. Dolayısıyla kimyacı değersiz madenleri altına dönüştürürken söz konusu semavi etkileri kontrol edebilir olmalıdır. Bu yaklaşımın tabii bir neticesi olarak madenlerin zahiri ve fiziki özelliklerinin yanı sıra ruhi özelliklerinin de bulunduğu sonucuna varan Cabir, iksir kavramıyla bu görüşünü temellendirmiştir. Madenlerin dönüştürülmesi işleminde mutlaka uygulanması gereken iksir yalnızca madeni bir cevher özelliği taşımaz, nebati ve hayvani özellikler de taşır. Bu sebeple fiziki bir varlığı dönüştürme işleminde, semavi etkiler ve kimyacının manevi yoğunlaşmasının yanı sıra madende var sayılan canlılık boyutu da sürece katılmış olmakta ve böylece kimyevi dönüşüm basit anlamda fiziki bir süreç olmaktan çıkmaktadır.

Cabir teorisinin bir diğer ayırıcı özelliği, maddenin sahip olduğu kuruluk, yaşlık, sıcaklık ve soğukluk şeklindeki dört tabiatın, 1,3, 5,8 sayılarının her elementte değişen oranları ile bunların değişmez toplamı olan 17 sayısıyla irtibatlı olmasıdır. Böylece madenlerin oluşumunda belli oranlarda katkısı olan bu nitelikler her elemente belirli sayısal değerler kazandırır. Cabir, madde ve kainatın teşekkülünde 17 sayısının anahtar rolünün yanı sıra her elementte var olan 7 güç ve her gücün sahip olduğu 4 yoğunluk derecesinin çarpımından elde edilen 28 sayısını da mükemmel bir sayı kabul eder. 28 sayısı sadece 1, 2. 4. 7, 14 şeklindeki bölümlerinin toplamı değil aynı zamanda Arap alfabesindeki harflerin de sayısıdır. Bunun yanı sıra 17 ve 28 sayıları 3+5+1 +8=17 ve 4+9+2+ 7 + 6 28 dizilerinin toplam olacak şekilde ve gnomonik tarzda bölümlenmiş bir "sihirli kare' oluşturur; bu karede sayıların sağdan sola ve yukarıdan aşağıya toplamı daima 15 sonucunu verir. Sayılar, harfler, nitelikler ve tabii nesneler arasında kurulan bu ilişkilerde ideal hedef bütün tabii nesnelerin bir katalogunu çıkarmaktır. Bu katalogda her cevhere ait temel ve özel nitelikler yer alır ve bu nitelikler ölçme ve deneyin de konusu olacak şekilde nicelikleri açısından tesbit edilmiş olur. Cabir tarafından kullanılan sayı dizilerinin Pisagorcu telakkilerle, eski Babil ve hatta Çin kültürüyle ilgili olduğu anlaşılmıştır. Cabir, kozmolojisinde önemli bir rolü olan dört unsur ve iddia edilenin aksine her birinin birer cevher olduğunu savunduğu dört tabiat yanında "heba" adını verdiği beşinci bir tabiat daha kabul etmiştir. Aslında Aristo felsefesinde 'felek cismi" veya beşinci tabiat" da denilen "esir"den tamamen farklı olmak kaydıyla kendisi de buna "cirmü'l-felek" yahut "aydınlatıcı büyük felek cisminin nefsi" adını verir. Bu tabiat veya cevher, dünyadaki dört unsurun aksine, Yeni Eflatunculuktaki uknumlardan (asıl) biri sayılır ve maddi unsurların da aslını teşkil eder. "0 her şeyin aslıdır; o her şeydir ve her şey ondadır. Her şey ona döner. Yüce Allah'ın yapıp yarattığı şekilde her şey ondan gelir ve ona döner" .

Cabir'in kozmolojisindeki bu "beyaz heba " veya cevher, Manihaizm'deki' nur'un karşılığı gibi görünmektedir; ancak yine de Cabir'i düalist saymak doğru değildir. Ona göre bu cevher evrende, önce içinde bulunduğumuz âlemi kuşatan, aydınlatıcı ve en büyük felekte gayri maddi olarak ortaya çıkar, daha sonra belirli bir form ve renk alarak maddeye dönüşür. Böylece bu asli varlık gayri maddi mertebede basit bir cevher, maddi mertebede ise birleşik, hareketli, zaman ve mekânla ilişkili halde bulunur. İlk mertebede iken fiili olarak nefis, kuvve halinde ise cisimdir: böylece cisim bu duyulur olmayan ve akılla kavranabilen manevi özün duyulur olana dönüşmüş şeklidir. Bu suretle Cabir'in kozmolojisi monizme ulaşır. Bu felsefeye göre Aristo geleneğindeki düşüncenin aksine, en değerli varlık ne yalnız ruh ne de yalnız ceset olup ruhla cesedin birlikte meydana getirdiği varlıktır. Buradan insanın bütünüyle ruhani varlıklardan daha üstün tutulduğu anlaşılmaktadır ki, bu da Kur'an-ı Kerim'in insana bakış esprisiyle tam bir uyum arz etmektedir.

Cabir'e göre duyulur olmayanda duyulura, yani nefiste cisim olmaya doğru bir arzu (şevk) vardır. Cabir kimyasının temeli olan "mizan ilmi"ni, nefsin farklı tabiat ve kemiyetteki cisme yahut unsurlara dönme arzusuna dayandırmıştır. Tabii niteliklerin nicelik diliyle ifadesi anlamına gelen mizan, her cismin klasik fizikte kabul edilen dört unsurunun oranını tesbit ederek bu cismin terkibini yenilemeyi amaçlayan bir teoridir. Bu teoriyle kimyager (es- san'avi) cisimde hâsıl olan bütün değişmeleri yönlendirebilir ve bu şekilde eski kimyacıların peşine düştüğü iksirleri elde edebilir. Buna göre kimyagerin madenleri, bitkileri, hatta hayvanları oluşturan unsurlara ve onların keyfiyetleri arasındaki ilişkilere müdahale ederek mesela güçlüyü zayıflatması, zayıfı güçlendirmesi, bozuğu düzeltmesi, düzgünü bozması mümkündür. Bu üç varlık âlemindeki unsurları etkileme gücüne sahip olan kişi bütün ilimlere ulaşmış, mahlûkatın bilgisini, tabiattaki işleyişi kavramış olur. Cabir'in mizan teorisi ve bu teoriye dayanan kimya sistemi onu "ilmü'l-hayas" denilen başka bir sisteme götürdü ve bu sistemle Cabir maden, bitki ve hayvanların özelliklerini (havas), aralarındaki benzerlik ve farklılıkları ve bunların pratik ve tıbbi bakımdan taşıdıkları önemi araştırdı. Kitab'l-Havas adlı risalesinde havas kavramıyla illet kavramı arasında ilişki kurarak havassın varlığını reddeden din âlimleriyle havassın illetlerini kavramayı beşeri idrakin üstünde gören filozofları eleştirmiştir. Cabir, havassın ve onların illetlerinin doğru olarak bilinmesi halinde tabiatın taklit edilebileceğini ileri sürüyordu. P. Kraus; bu iddianın temelinde sanatı "tabiatı taklit", felsefeyi de "Tanrı'nın işine benzer işler yaparak, O'na yaklaşma" şeklinde açıklayan Platonist felsefenin bulunduğunu söyler. Ancak Cabir tabiatı iyileştirmenin, hatta tabiatta bulunmayan canlılar türetmenin mümkün olduğundan söz ederek Eflatun'dan daha ileri gitmiştir.

Cabir maddi alemde matematiğe dayanan bir düzen bulunduğunu savunur. Buna göre bütün tabii olaylar nicelik ve sayı kanunlarına irca edilebilir. Eşyanın özellikleri de ölçülmeye elverişlidir; bu özellikler sayısal nisbetlere dayanır ve rakamlarla ifade edilebilir. Aynı şekilde gramerle fizik arasında da bir uyum vardır. Çünkü gerek dil gerekse tabiat benzer kanunlarla ortaya çıkmıştır; dolayısıyla bunlar benzer metotlarla incelenebilirler. Dört unsurun farklı nitelikleri olan tabiatlar (sıcaklık, soğukluk, kuruluk, yaşlık) fiziki âlemin oluşumunu sağladığı gibi harflerin birleşimi de dili meydana getirir. Cabir'e göre diller tesadüfen veya insanların düşünüp tasarlamaları sonucu ortaya çıkmamıştır; aksine bazı araştırmacıların 'manevi enerji" diye açıkladıkları "tabii nefs"in arzu ve isteğiyle doğmuşlardır. Şu halde dil araz olmayıp nefsin bütün arzuları gibi bir cevherdir. Dil ve fiziki dünya arasındaki paralellik fikri Cabir'i, tabiatta bulunmayan yeni cisimleri oluşturmak mümkün olduğu gibi yeni dillerin de oluşturulabileceği sonucuna götürmüştür. Şu var ki böyle bir yeni dili ancak son derece üstün bir insan ortaya çıkarabilir.

(Devam ediyor..)

(Bilim ve Teknolojinin Gelişimi ile İslam Bilginlerinin Yeri, Lütfi GÖKER, 98-100)
 

alptraum

New member
Katılım
1 Ocak 2005
Mesajlar
2,908
Tepkime puanı
166
Puanları
0
Yaş
38
Konum
Aþk`dan
Web sitesi
www.muhakeme.net
CABİR B. HAYYAN -

(Devamı..)

Öte yandan Cabir, Aristo'nun kategorilerini batıni bir üslupla yorumlamaktadır. Buna göre cevheri; 'boşlukların (halel) kendisiyle dolduğu, her çeşit surete girebilen, her şey kendisinde olan, her şeyin kendisinden teşekkül ettiği ve kendisine ayrıştığı varlık" diye tarif eder. Zamanı da kısaca 'hareketin sayısı' veya "olayların bir halden başka hale dönüşerek içinde vuku bulduğu hakikat' şeklinde yorumlar. Şu halde oluş ve bozuluş dünyasında zaman, varlıklardaki nicelik ve nitelik değişikliklerinin içinde olup bittiği kategoridir. Ancak varlık değişse de zaman birdir, değişmez; aksi halde her şeyin kendine göre başka şeylerden farklı bir zamanı olması gerekirdi.

Cabir Kitabü'l-Isti'mal'de, Eflatun' un tenasüh nazariyesinin önde gelen düşünürlerin bir kesimince yanlış anlaşıldığını ve bu yanlışlığın sonraki dönemlerde de sürdüğünü iddia ederek söz konusu nazariyeyi batıni felsefedeki devir sistemiyle açıklamaya çalışmıştır. Buna göre oluş (kevn) zorunlu olduğu gibi devir yani oluşun tekrarı da zorunludur. Yıldızlar kevn ve fesat âleminin üstünde oldukları için hareketleri ve bu hareketin zamanı, dolayısıyla da devri sabittir. Buna karşılık oluş ve bozuluş dünyasındaki her kişinin devri, kendi özel durumuna göre bir diğerininkinden farklıdır. Cabir'e göre bazı düşünürler Eflatun'un devir (tenasüh) görüşünü, bir kişinin başka bir kişi veya bir hayvanın suretine girmesi şeklinde açıklamışlarsa da hakikat ehli devri, 'kişinin tenasüh ve düşüşü (rüsüb) sırasında meydana gelen gerileyişinden önceki ilk suretine dönmesi" olarak anlamışlardır. Öyle görünüyor ki Cabir, bu son ifadede geçen "tenasüh" kelimesini Eflatun felsefesindeki 'ruhun bu dünyaya inerek beden kalıbı içine girmesi' anlamıyla sınırlamıştır. Ruh için bir düşüş ve gerileme olan bu durum onun 'mizaç"ına aykırı olduğundan kendisine elem verir ve ruh bu elemden kurtulmanın sağlayacağı hazzı arar. Nitekim yüksek mertebedeki varlıklarda böyle bir durum söz konusu olmadığından onlar tenasüh ve yeniden oluşu da yaşamazlar. Düşüşü yaşayan varlık ise yeniden eski durumuna, 'ilkler'in âlemine yükselerek devrini tamamlar.

Cabir Latin dünyasında Geber adıyla tanınmıştır. Batı'da XIII ve XIV. yüzyıllarda ortaya çıkan Geber külliyatının, kimya ilminin sonraki altı asırlık gelişmesinde çok önemli roller oynadığı anlaşılmaktadır. Summa Perfectionis magisterii, Liber de investigatione perfectionis, Liber de inventione veritatis, Liber fornacum ve Testamentum Geberi adlı eserlerden oluşan bu külliyatın Cabir külliyatı ile bağlantısı eskiden beri tartışılmıştır. Bu konudaki en önemli çalışma 1893 yılında M. Berthelot tarafından yapılmış. Cabir'in eserleriyle Latin Geber külliyatı arasında önemli farklar olduğu, Arapça ve Latince külliyatların farklı yazarların kaleminden çıktığı ileri sürülmüştür. Bu karşılaştırmanın sonuçları arasında, Latin Geber'in modern kimyanın doğmasında Cabir'den daha önemli bir role sahip olduğu iddiası da yer alır. Ancak Arap kimya geleneğinin de Latin dünyasında tanındığının bir işareti olarak hiç olmazsa Cabir'in Kitabüs-Seb'în adlı eserinin Latinceye tercüme edildiği kabul edilmektedir. Ayrıca Latin Geber'e ait eserlerin Cabir'e nisbet edilen eserler arasında yer almayışı da Geber külliyatının başka bir çerçevede değerlendirilmesi gerektiği kanaatini destekler mahiyettedir. Ancak Corbin'in de işaret ettiği gibi Berthelot ve onun peşinden gidenlerin vardıkları sonuçları nihai sonuçlar olarak görmek yanıltıcı olabilir.

Eserleri.

Cabir'in kaleminden çıkan veya ona nisbet edilen eserler çok geniş bir külliyat meydana getirmiştir. Bu eserlerin en eski listesine el-Fihrist'te rastlanmaktadır. İbnün-Nedim, bizzat gördüğü eserlere ve güvendiği kimselerin verdiği bilgilere dayanarak bu konuda biri büyük, diğeri küçük iki liste bulunduğunu, büyük olanın Cabir'in bütün eserlerini, küçük listenin ise sadece kimyayı ilgilendirenleri ihtiva ettiğini söyler. Daha sonra Cabir'den naklen onun 300 felsefe, 300 mekanik ve 500 tıp kitabı ile sanatlar ve savaş araçları üzerine 1300 risale kaleme aldığını anlatır. Bu külliyat içinden genellikle birbirleriyle pek fazla irtibatı olmayan 112 kitap simya alanına aittir ve bunlarda Antikçağ Helenistik dönem simyacılarına sıkça göndermelerde bulunulur. Ayrıca külliyattan yetmiş kitap, Cabir'in kimya alanındaki deneye dayanan çalışmalarının ve sistematiğinin bir ürünü olarak bilinir. Onun tabiat felsefesi hakkındaki düşünceleri, kimya ve esrarlı ilimlerle ilgili görüşleri Kütübü'l-Mevazin adıyla anılan 144 kitapta yer almaktadır.

Cabir'e nisbet edilen eserlerin ona ait olmadığı ve hatta bir kişiye ait olamayacağı, daha sonraki dönemlerde bir ekol tarafından kaleme alındığı şeklindeki J. Ruska ve P. Kraus'a ait iddialar Fuat Sezgin tarafından eleştirilmiştir. Özellikle Kraus'a göre Cabir külliyatının muhtevasında bu eserlerin II (VIII) yüzyıla ait olamayacağını gösteren birçok delil yer almaktadır. Bu deliller ışığında külliyatın yazılış tarihini III. (IX.) yüzyıldan geriye götürmek imkânsızdır ve hatta bazı ipuçları külliyatı IV. (X.) yüzyıla kadar götürmemizi mümkün kılmaktadır. Cabir'in gerek tarihi şahsiyetini gerekse eserlerini bir uydurmadan ibaret sayan bu yaklaşıma Fuat Sezgin ciddi gerekçelerle karşı çıkmıştır. Sezgin'e göre Cabir külliyatında yer alan ilim-felsefi malzeme ve iktibasların III. (IX.) yüzyıldan geriye gitmediği şeklindeki ön yargılı hipotezi terk ettiğimiz takdirde, Cabir'in eserleri II. (VIII.) ve hatta I. (VII.) yüzyıldaki ilmi ve felsefi literatür hakkında paha biçilmez bir kaynak olacaktır. Cabir'in kullandığı kaynaklar, tercüme faaliyeti Huneyn b. İshak ve kurduğu okulla zirvesine çıkmadan çok önce Arapçaya tercüme edilmiş Helenistik sahte eserler literatürü idi ve Cabir'in Helenistik kültüre dayalı bilgi ve aktarmaları bu erken tercümelere dayanmaktadır. Esasen Cabir'in ilmi ve felsefi başarısının önemi de her şeyden önce eserlerinin II. (VIII.) yüzyılda kaleme alınmış olmasındadır.

Eski ve yeni birçok bibliyografik kaynakta Cabir'e isnat edilen eserlerin çeşitli listeleri yer almakta ve yeni listeler içinde P. Kraus'un hazırladığının en genişi olduğu görülmektedir. Fuat Sezgin, büyük ölçüde Kraus'un çalışmalarını esas alarak Cabir'in günümüze kadar ulaşan eserlerinin isimlerini, çeşitli yazmaların bulunduğu yerleri, isim ve nüsha farklarını, neşirleri içeren geniş bir bibliyografya vermiş ve buna Kraus'un listesinde bulunmayan bazı eserleri de katmıştır. Sezgin'in eserinde ayrıca Cabir b. Hayyan üzerine yapılmış modern çalışmaların da bir listesi yer almaktadır. Cabir'e ait eserlerin on bir tanesi Holmyard tarafından neşredilmiştir. P. Kraus da Muhtaru Resa'ili Cabir b. Hayyan içinde beş risalesinin tam metni ile on üç eserinden bazı seçme metinleri yayımlamıştır. Ayrıca Ebu Ride Cabir'e ait beş felsefi risaleyi Zeitschrif t für Geschichte der Arabisch-Islamischen Wissenschaften 'de neşretmiştir.
(T.D.V.İslam Ans. 6 /533-537)


Câbir bin Hayyân Kimyaya Hangi Bilgileri Kazandırmıştır?

Kimyada geniş uygulama alanı olan aşağıdaki kimyasal işlemler, uygulamaları ile birlikte kimyaya îlk defa kazandırmıştır. Bunlar :

Arıtma yollarından

Kilsleştirme

Kalsinasyon

Oksitlenme

Süblinasyon

Billûrlaştırma ve

Kimyasal yanma olayının açıklanması.

Bunların dışında: günümüz kimyasının temel bilgilerinden olan aşağıdaki bilgileri de kimyaya ilk defa kazandırmıştır. Bunlar :

Sirkeden asetik asit elde etme yollarını açıklamıştır. Nitrik asit, maizerin, vitriol yağı, gümüş nitrat bileşiklerini ilk olarak keşfettiği söylenir. Eserlerinde kimyaya ait ilk sembolleri de ilk defa kullanmıştır.

Başta Câbir ve diğer İslâm kimyacılarının eserlerinden alınmış ve kimyanın temel terimlerinden olan; alcool, Alembic, alkali (al-kali), antimoni, alidol, reagler, tutti...

gibi Arapça terimler, Latince yazım şekilleri ile kimyaya kazandırılmıştır.

Bugünün kimyasına «Modern Kimya» adı verilmektedir. Kimyanın tarihi gelişimini konu eden eserler, modern kimya (tecrübî kimya kurucu olarak Fransız kimyacı Lavolsier (1743-1794) ile başlatır.

Gerçekte, Gabir bin Hayyân tarafından ortaya konan eserleri değerlendirdiğimizde, günümüzde kimya laboratuarı tanımına uygun ilk laboratuarın, Kûfe'de faaliyet halinde olduğunu görmekteyiz. Bu durumda, günümüzde modern kimyanın ilk önderi olarak gösterilen Fransız Lavoisier'dan yıllarca önce modern kimyanın ilk örnekleri, Harran'da ve Kûfe'de ortaya konmuş olmaktadır.

Son yüzyılın araştırmaları şu gerçeği ortaya koymuştur.

Modern kimyanın ilk öndenleri Câbir bin Hayyân, Beyrûnî ve İbn-i Sina'dır. Lavoisier'in 1774 yılında yazdığı Kimya Bilimine Giriş (Troite Elementaire de Chimee) adlı eserinde; ne yeni bir kimyasal madde-bileşik adı ve ne de kimyaya ait yeni bir kavram ifade eden bilgiler vardır. Lavoisier'in bu eserinde yaptığı, kendisinden önce var olan kimya bilgilerini sistematize edip açıklamıştır. Bu arada, kimyasal madde ve bileşiklerin yeni sembolleri vardır... Eğer modern (tercübî) kimya bu ise bir sözümüz yoktur. Ancak, Câbir tarafından ortaya konan eserler bütünüyle değerlendirildiğinde moderr kimyanın ilk önderinin Câbir bin Hayyân olduğu gerçeği ortaya çıkar.

Câbir'e ait eserleri incelemiş olan Alman müsteşrik Paul Kraus, şu bilgileri verir: Câbir’in kimyası, eski kimyadan (el-simya) bize kalan bilgilerden tamamen farklıdır. Ayrıca felsefî bir nazariyeye müstenit tecrübî bir bilimdir.

Câbir'in külliyatına ait birçok eser. Doğu bilim dünyasına ait eserlerle zengin; Berlin Paris ve Leyden kütüphanelerinde mevcuttur. Paul Krauş'un belirttiğine göre bu eserlerin pekçoğu 12. yüzyıl başlarından itibaren Latinceye tercüme edilmiştir.

Müsteşrik Philip K. Hitti de : “Batı'da yazar olarak Câ*bir'in adını taşıyan 22 eser adının bilindiğini, bu eserlerin de muhtelif tarihlerde Avrupa'da yayınlandığını” kaydeder.

(Bitti..)

(Bilim ve Teknolojinin Gelişimi ile İslam Bilginlerinin Yeri, Lütfi GÖKER, 98-100)
 

alptraum

New member
Katılım
1 Ocak 2005
Mesajlar
2,908
Tepkime puanı
166
Puanları
0
Yaş
38
Konum
Aþk`dan
Web sitesi
www.muhakeme.net
CAFER ES-SADIK (Ö. 148/765)

İsnaaşeriyye'nin altıncı, İsmailiyye'nin beşinci imamı, Ca'feri fıkhının kurucusu.

Ebu Abdillah Ca'fer b. Muhammed el-Bakır b. Alt Zeynil'abidin. 80 (699) veya 83 (702) yılında Medine'de doğdu. Babası İsnaaşeriyye'nin beşinci imamı Muhammed el-Bakır, annesi Hz. Ebu Bekir'in torunu olan Kasım b. Muhammed'in kızı Ümmü Ferve'dir. Böylece Cafer es-Sadık'ın soyu baba tarafından Hz. Ali'ye, anne tarafından da Hz. Ebu Bekir'e ulaşmaktadır. Künyesi büyük oğlu İsmail'e nisbetle Ebu İsmail ise de onun kendisinden önce vefat etmesi sebebiyle daha çok Ebu Abdullah, bazen da Ebu Musa diye anılmıştır. Lakaplarının en meşhuru Sadık olup Sâbir, Fazıl, Tahir ve Atır lakaplarıyla da zikredilmiştir.

Dedesi Zeynelabidin'in ölümü sırasında on beş yaşında olan Cafer es-Sadık, ilk bilgileri ondan ve babası Muhammed el-Bakır'dan aldı. Babasının on dokuz yıl süren imametinden sonra kendisi de otuz dört yıl aynı vazifeyi devam ettirdi.
Şii âlimler, Hz. Ali'nin Hasan ve Hüseyin'i kendisinden sonra imam tayin ettiği gibi Muhammed el-Bakır'ın da oğlu Cafer'i imam olarak belirlediği görüşündedirler. Onlara göre Bakır, 'Biz yeryüzünde güçsüz düşürülenlere lütufta bulunmak, onları önderler yapmak, yine onları varisler yapmak istiyoruz." (el-Kasas 28/5) mealindeki ayette ifade edilen kimseler arasında Cafer es-Sadık'ın da bulunduğunu belirtmiş, vefatı sırasında ona, mensuplarına karşı iyi davranmasını tavsiye etmiş ve kendisine "kaim"in kim olacağı sorulduğunda eliyle Cafer'e dokunarak, "Hz. Peygamber'in al-i beytinin kaimi budur' diye cevap vermiştir. Onun bu ifadeleri, Cafer es-Sadık'ın imameti konusunda mütevatir deliller olarak kabul edilmiştir. Uzun süren imamet devresinde çeşitli kesimlere mensup geniş İslam toplumuyla iyi münasebetler kuran Cafer es-Sadık, Sünni kaynaklarda da daima hürmetle anılan ilmi bir şahsiyet olarak benimsenmiştir. Emevi ve Abbasi devirlerin idrak eden ve mensubu olduğu Haşimiler'in imamı olarak onların durumunu korumaya çalışan Cafer, amcası Zeyd b. Ali'nin isyan edip öldürülmesinden sonra (122/740) ağırlaşan şartların tesiriyle siyasetten tamamen uzaklaşmış, Medine'de ilimle meşgul olmuş ve bu şekilde Emeviler'in baskılarından kurtulabilmiştir. Abbasiler devrinde de siyasi- idari tutum açısından önemli bir değişikliğin olmadığını görerek kendisini ilme vakfetmiştir. Özellikle amcazadeleri Muhammed en-Nefsüzzekiyye ile ibrahim b. Abdullah'ın 145 (762) yılındaki isyanlarına muhalefet etmiş, onlara başarılı olamayıp öldürülebileceklerini söylemiştir. Hadiselerin Cafer es-Sadık'ın tahmin ettiği istikamette gelişmesi, daha sonra Şia tarafından onun geleceği bilmesi şeklinde değerlendirilmiştir.

Cafer es-Sadık Medine'de vefat etti. Sii rivayetler onun Abbasi Halifesi Ebu Cafer el-Mansur tarafından zehirlenerek öldürüldüğü şeklindedir. Cenazesi Cennetü'l-Baki'da babası Muhammed el-Bakır ve dedesi Zeynelabidin'in kabirlerinin yanına defnedildi. Mezarı Vehhabiler'in tahribine kadar ziyaret mahalli olarak kalmıştır, Cafer es-Sadık'ın, amcası Hüseyin b. Ali Zeynelabidin'in kızı olan ilk hanımı Fatıma'dan İsmail, Abdullah, Ümmü Ferve; Hamide el-Berberiyye adlı ikinci hanımından Musa, İshak, Fatıma, Muhammed; diğer hanımlarından da Abbas, Ali ve Esma olmak üzere on çocuğu olmuştur. Ölümünden sonra Şia, oğulları İsmail adına kurulan İsmailiyye ve Musa el-Kazım'ı imam tanıyan İsnaaşeriyye olmak üzere iki büyük gruba ayrıldı.

Hadis, tefsir, fıkıh, akaid, cedel, lügat ve tarih gibi alanlarda yoğun bir faaliyetin görüldüğü, değişik fikir ve görüşlerin fırkalaşmayı meydana getirmeye başladığı II. (VIII.) yüzyılda İslami konulardaki düşüncelerini daha toplayıcı bir tarzda ortaya koyan Cafer es-Sadık, bununla birlikte sapık fırkalarla mücadele etmekten de geri durmamıştır. Bu sebeple çağdaşlarının takdirini kazanmış, ancak çeşitli zümreler onun farklı meziyetlerini ön plana çıkarmışlardır. İsnaaşeriyye'ye göre o bütün gizli, felsefi, tasavvufi, fıkhi, kimyevi ve tabii ilimlere, ayrıca Zebur, Tevrat, İncil'e ve İbrahim'in suhufuna, Hz. Fatıma'nın mushafına, her türlü helal ve harama, geçmiş ve gelecekteki bilgi ve haberleri ihtiva eden cefr ilmine vakıftır; ilahi ilimlerin taşıyıcısı ve Şia'nın altıncı imamıdır. Ayrıca Kur'an-ı Kerim'de yer alan Musa ve Hızır kıssasındaki ihtilafta her ikisinin de haberdar olmadığı hususları bilen, başlangıçtan kıyamete kadar olmuş ve olacak her şeyi Hz. Peygamberden veraset yoluyla öğrenmiş olan kimsedir. Hattabiyye, Bezigıyye, Umeyriyye, Navüsiyye ve Mufaddaliyye gibi müfrit Şii fırkaları, İsmailiyye imamları ve dolayısıyla Cafer es-sadık hakkında bundan daha aşırı fikirler ileri sürerken onun Ali'den üstün, mehdi, peygamber ve hatta ilah olduğunu iddia etmişlerdir. Buna karşılık Ehl-i sünnet Cafer'i hadisle uğraşan, fıkıhta müctehid derecesine ulaşmış, sezgi gücü yüksek, doğru sözlü, nakline ve görüşlerine güvenilir bir hadis ve fıkıh âlimi olarak değerlendirmektedir.

Hadis ilminde sika kabul edilen Cafer es-sadık'ın kendilerinden hadis rivayet ettiği kimselerin başında babası ile anne tarafından dedesi olan Kasım b. Muhammed b. Ebu Bekir gelmektedir. Bunlardan başka Ubeydullah b. Ebu Rafi, Urve b. Zübeyr, İkrime el-Berberi, Ata b. Ebu Rebah, Nafi' ve Zühri'den de rivayette bulunmuştur. Malik b. Enes, Süfyan es-Seyri, Süfyan b. Uyeyne, Ebu Hanife, Iktedir bn Cüreyc, Ebu Asım en-Nebil, Yahya b. Said el-Ensari, Yahya el-Kattan, oğulları İsmail, Muhammed, Musa el-Kazım, İshak ve Şia kaynaklarında sayıları 4000'e ulaştığı belirtilen kimseler kendisinden hadis dinlemiş ve rivayette bulunmuşlardır. Rivayetleri Buhari'nin el-Cami'ü's-sahihi dışında Kütüb-i Sitte'de yer almıştır. Buhari'nin bu eserinde Cafer'den rivayette bulunmaması, onun hadis konusunda zayıf oluşu yüzünden değil meclisine girip çıkan bazı kimselerin kendisinin söylemediği münker ve mevzu hadisleri ona isnat etmeleri sebebiyledir. Nitekim Buhari el - Edebü 'l- müfred'inde ve diğer eserlerinde onun rivayetlerine yer vermiştir. Cafer es-sadık'ın Ebu Hanife ile Medine ve Irak'ta, Amr b. Ubeyd, Vasıl b. Ata ve Hafs b. Salim ile de Mekke'- de ilmi münakaşalar yaptığı bilinmektedir, Zürare b. A'yen ile kardeşleri Bekir ve Hamran, Cemil b. Salih, Muhammed b. Müslim et-Taifi. Büreyd b. Muaviye, Hişam b. Hakem, Hişam b. Salim, Ebü Basir, Muhammed el-Halebi, Abdullah b. Sinan. Ebü's-Sabbah el-Kinani öğrencilerinden bazılarıdır.

Cafer es-Sadık tasavvuf tarihinde de önemli bir yere sahiptir. İlk sufilerin hayat hikâyelerini anlatan Ebu Nasır es-Serrac, Ebu Talib el-Mekki, Muhammed b. Hüseyin es-Sülemi ve Abdülkerim el-Kuşeyri gibi mutasavvıf müelliflerin ondan hiç bahsetmemiş veya nadiren atıfta bulunmuş olmalarına karşılık Ebu Nuaym el-İsfahani, Hilyetü'l- evliya'da kendisine geniş yer ayırmıştır. Attar ise Tezkiretül-Evliya adlı eserine onunla başlar. Bütün sufilerin evliyadan saydıkları Cafer es-Sadık tarikat silsilelerinde de önemli bir yer tutar. Nakşibendiyye ve Bektaşiyye mensupları ona tarikat silsilelerinde yer verir. Beyazid-i Bistami'yi onun müridi olarak görürler. Bir tarikat olmaktan çok tasavvufi bir tavrı ifade eden Aşkıyye mensupları silsilelerini Cafer es-Sadık'la başlatırlar. Ni'metullahiyye, Nürbahşiyye ve Zehebiyye gibi şii tarikatları da onun tasavvuf bakımından önemini kabul etmişlerdir. Bununla beraber genel olarak Şia Cafer es-Sadık'ın tasavvufla hiçbir ilgisinin bulunmadığını, sufileri kendisine düşman bildiğini ve onlarla mücadele etmeyi dini bir görev saydığını ileri sürerler. Cefr, havas, tılsım gibi birtakım gizli ilimlerin, gaybi ve geleceği bilme ile ilgili bazı olağan üstü yeteneklerin ona nisbet edilmesi, daha ziyade son dönem mutasavvıfları için ilgi çekici olmuş, bu ise birçok hurafi inanç ve uygulamaların ortaya çıkmasına yol açmıştır.

İnsanların din konusunda bilmeleri zaruri olan başlıca hususları, Allah'ı kâinatın yaratıcısı ve yöneticisi olarak tanımak. O'nun nimetlerini ve O'na karşı yapılması gereken vazifeleri bilmek, küfür ve irtidada sebep olacak şeylere vakıf olmak şeklinde gösteren Cafer es-Sadık'a göre Allah hiçbir şeye benzemez, hiçbir şey de O'na benzemez. Allah kulların tasavvur ettiği her türlü hayal ve vehmin ötesindedir, gözler O'nu idrak edemez. Cafer, Hz. Peygamberin mi'rac'da Allah'ı görüp görmediği hususu kendisine sorulduğunda "kalbiyle gördü" şeklinde cevap vermiştir. İnsanların ihtiyar fiillerinin kendilerine nisbet edileceğini, fiillerin hayır veya şer olmasından dolayı mükafat ve ceza göreceklerini belirten Cafer es-Sadık, kıyamet gününde Allah'ın bütün mahlukatı toplayacağını, onları emirlerini yerine getirmemekten dolayı mesul tutacağını, iradeleri dışında maruz kaldıkları şeylerden dolayı ise sorumlu tutmayacağını söylemiştir. Büyük günah işleyen kimsenin durumu hakkında ona nisbet edilen görüş, günahkâr müminin günahı miktarınca azap gördükten sonra cehennemden çıkıp cennete gireceği şeklindedir. Ona göre büyük günahlar şirk, Allah'ın rahmetinden ümit kesmek, ebeveyne itaatsizlik, adam öldürmek, namuslu kadınlara zina isnadında bulunmak, yetim malı yemek, savaştan kaçmak, yalan yere yemin etmek, riba, zina, hıyanet. Zekât vermemek, yalancı şahitlik, içki içmek, namazı terk etmek, ahdi bozmak, akrabalık münasebetini kesmek, yalan söylemek. Allah'a karşı nankörlük, ölçü ve tartıda hile yapmak, livata ve bidat olmak üzere yirmiyi aşkındır.

Kur'an-ı Kerim tefsirinin re'ye dayandırılmasını tasvip etmeyen Cafer es-Sadık, böyle bir tefsirde isabet edilse bile sahibinin Allah katında bir ecir elde edemeyeceğini söylemiştir. Re'y ile yapılan tefsiri tamamıyla kabul veya reddetmeyen İmamiyye ise imamların beyanına aykırı olan açıklamalara karşı çıkmaktadır.

Cafer es-Sadıktan nakledilen, "Takıyye benim ve atalarımın dinidir", "takıyyeye uymayanın dini yoktur" ve, "Durumumuzu ifşa eden onu inkar eden gibidir" şeklindeki sözler, başkalarının bilmediği, kendisinin de yayılmasını istemediği ve özellikle devlet yönetimini ilgilendiren bazı düşüncelerinin bulunduğu izlenimini vermektedir. Fakat muhtemel tehlikeleri önlemek amacıyla konulan bu prensip, daha sonraki Şii fırkalarınca zaman zaman istismar edilmiş, sübjektif sebeplerle inançlarını gizleme, prensiplere aykırı davranma ve taahhütlerini yerine getirmeme gibi uygulamalara yol açmıştır. Beda konusundaki Şii düşüncesi de oğlu İsmail'in erken ölümü dolayısıyla ona nisbet edilmiştir. Gerekli şartlar hazırlanmadan devlet reisine isyan etmenin faydadan çok zarar getireceğini düşünen Cafer es-Sadık, babası Muhammed el-Bakır ve dedesi Zeynelabidin'in yolunu takip ederek fitneden mümkün olduğu kadar uzaklaşmaya gayret göstermiş, Muhammed en-Nefsüzzekiyye ile kardeşi İbrahim b. Abdullah'ı da bu sebeple isyandan vazgeçirmeye çalışmıştır Ehl-i sünnet kaynaklarında ise Cafer es-Sadık rec'at, beda, tenasüh, gaybet, hulül ve teşbih ile ilgili hususlardan tamamen tenzih edilmiştir. Şia'ya göre imamların bilgisi hata ihtimali bulunmayan ledünni bilgi türün den olduğu için Cafer es-Sadık'ın fıkıh la ilgili görüşleri de delillerinden istinbat edilerek ulaşılmış akli bilgiler olmayıp Hz. Peygamberden kendisine intikal eden ilahi bilginin sonucudur. Bu sebeple o helal ve haramlarla ilgili gerçekleri bilmek için diğer müctehidler gibi ictihad ederek belli bir hükme ulaşma durumunda değildir. Ehl-i sünnet âlimleri ise Cafer es-Sadık'ı, başta Kitap ve Sünnet olmak üzere dayanacağı kaynakları ve ictihadında uygulayacağı metotları bulunan ve kesinlikle masum olmayan bir müctehid olarak kabul etmektedirler.

Şia grupları Cafer es-Sadık'a pek çok mucize isnat etmiş, bütün dua ve dileklerinin kabul olunduğunu, dünyadaki bütün lisanları bildiğini iddia ederek hemen her konuda söylenmiş hikmetli sözlerinin bulunduğunu ileri sürmüşlerdir. Bu sözlere 'nesrü'd-dürer" (saçılmış inciler) denilmektedir.

Cafer es-Sadık'ın tabii ilimler ve özellikle kimya konusunda geniş çalışmaları bulunduğu, nitrik asit ve kezzap ile tuz ruhunun karışımından meydana gelen ve altın eritmeye mahsus bir sıvı olan 'aqua regia"yı (el -maü'l -meliki, kral suyu) keşfettiği ve kimya konusundaki bilgilerini kabiliyetli gördüğü öğrencisi Cabir b. Hayyan'a öğrettiği yaygın rivayetler arasındadır yer alır. Ancak bu rivayetlerin doğruluğu çok şüphelidir. J. F. Ruska, P. Kraus gibi bazı şarkiyatçılar kimya, cefr, havas gibi konularda Cafer'e isnat edilen rivayetlerin asılsız olduğunu ileri sürmüşlerdir. Ruska'ya göre o dönemde Medine'de kimya ile ilgilenmeyi mümkün kılacak şartlar mevcut değildi; ayrıca "bu takva ehli insanlar"ın teorik veya pratik kimya bilgilerine ulaşmaları imkansızdı. Ancak bazı araştırmacılar, Cafer'in genellikle Medine'de yaşamakla birlikte Irak'a giderek bir süre orada kaldığını ve kimya, tıp, astronomiye özel merakı olan ve bu alanda birkaç kitabın Arapça'ya çevrilmesini sağlayan Halid b. Yezid'in (Muviye'nin torunu) halasının oğlu olduğunu dikkate alarak kimya ile ilgilenmiş olabileceğini belirtmişlerdir. Bununla birlikte gerek kimya gerekse cefr, tılsım, havas, hurüf gibi sırri ilimlerde uzman olduğu, kitaplar yazdığı, öğrenciler yetiştirdiği, keşifler yaptığı yolundaki iddialar tamamen asılsız olmasa bile büyük ölçüde mübalağalıdır. Bu hususta kendisine isnat edilen görüş, bilgi ve eserlerin çoğu, aslında sonraki Şii- Batıni zümrelere ait olup Cafer'in bütün müslümanlar nezdinde saygı gören kişiliğini istismar etmek üzere ona izafe edilmiştir. Nitekim Buhari'nin, Cafer'in yanına girip çıkanların onun ağzından hadis uydurduklarını göz önünde bulundurarak ondan nakledilen hadislere itibar etmemesi de daha hayatta iken çevresinin kendisi hakkında yakıştırmalar yapmaya başladığını göstermektedir.

Eserleri. Cafer es-Sadık'ın yüzlerce kitap ve risale yazdığı ileri sürülmektedir. Bunların büyük bir kısmının ona nisbeti şüpheli olup yaşadığı dönem, çevresi, ilmi ve dini şahsiyeti dikkate alınırsa bilhassa kimya ve cefr gibi konulara dair kitapların onun telifleri olması imkansız gibidir. Bu konuda hayli müsamahakar olanlar bile Cafer'in bu alanlarda eser yazıp yazmadığının bilinmediğini söylemektedirler. Aslında Cafer'in öğrencisi olduğunu söyleyen ve onu söz konusu ilimlerde otorite kabul eden Cabir b. Hayyan'ın bu ilimlerle ilgili bir tek eserinin bile adını zikretmemesi, bu eserler üzerindeki tereddütleri daha da arttırmıştır.

Cafer es-Sadık'ın zamanımıza ulaşan eserleri şunlardır:

1.Mişbahu'ş-şeria ve miftahul-hakika. Cafer es-Sadık'ın dini ve ahlaki muhtevalı sözlerinin 100 babda ele alındığı bu eserin çeşitli yazma nüshaları British Museum'da, Meşhed ve Haydarabad Osmaniye Üniversitesi kütüphanelerinde bulunmaktadır. Kitap Delhi (1856), Tebriz (1278) ve Tahran'da (1314) yayımlanmış, ayrıca Farsça tercüme ve şerhiyle birlikte Hasan el-Mustafavi tarafından neşredilmiştir (Tahran 1363 hş.).

2. Tefsirü1-Kur'an. En eski nüshası hicri X. asra ait olan bu eserin Bankipür, Bohar ve Aligarh kütüphanelerinde yazmaları mevcuttur.

3. Kitabü'l-Cefr. el -hafiyefi'l-cefr, el-hafiye fi ilmi'l-hurüf veya el -Hafiye adlarıyla da anılan eserin yazma nüshaları British Museum'da, İskenderiye el-Mektebetü'l-belediyye, Darü'l- kütübi'l-Misriyye (Talat). Süleymaniye (Carullah) ve Köprülü kütüphanelerinde bulunmaktadır.

4. İhtilacü'l-aza'. İnsan organlarındaki titremeler ve bunların sebep olduğu hastalıklardan bahseden eserin yazma nüshaları Berlin Staatsbibliothek ile Gotha, Topkapı ve Kastamonu kütüphanelerinde mevcuttur.

5. Heyakil'ün-nur (es-Seb'a). Tılsımdan bahseden bu eserin iki nüshası Bibliotheque Nationale ve Cambridge Üniversitesi Kütüphanesi'ndedir.

6. Esrarü'l-vahy. Hicri X ve XIII. yüzyılda istinsah edilen iki yazması Süleymaniye Kütüphanesi'nde bulunan küçük bir risaledir.

7. Havass'ül Kur'anil-azim. Hicri IV ve XI. yüzyılda istinsah edilmiş nüshalarının bulunduğu bilinen risalenin bir yazması Darü'l - kütübi'z-Zahiriyye'dedir.

8. Kitabüt-Tevhid ve'l-ihlilce.

9. Risaletü'l- vesaya ve'l-fusul.

10. Dua'ül-cevşen.

(T.D.V. İslam Ans.7/1-5)
 

alptraum

New member
Katılım
1 Ocak 2005
Mesajlar
2,908
Tepkime puanı
166
Puanları
0
Yaş
38
Konum
Aþk`dan
Web sitesi
www.muhakeme.net
CAHIZ

Arap edebiyatının en büyük nesir yazarlarından ve Mu'tezile kelamcılarından biri.

Ebu Osman Amr b. Bahr b. Mahbub el-Cahız el-Kinani, 150-160 (767-777) yılları arasında Basra'da doğduğu tahmin edilmektedir. İlk kaynaklara dayanarak biyografisini yazan Sendübi'ye göre dedesi Mahbub deve çobanı bir zenci idi. Buna göre Cahız bir Arap - zenci melezi olmalıdır. "Cahız" lakabı kendisine patlak gözlü olmasından dolayı verilmiştir.

Küçük yaştan itibaren ilim öğrenmeye karşı şiddetli bir arzusu olan Cahiz'in gençliğinde, en parlak devrini yaşayan Basra'da çok canlı bir ilim ve kültür hayatı vardı. Halil b. Ahmed, Sibeveyhi, Ahfeş, Ebu Ubeyde Ma'mer b. Müsenna, Ebu Zeyd el-Ensari, Asmai gibi birçok büyük âlim Basra'da bulunuyordu. Cahız bu âlimlerin derslerine devam ederek gramer, şiir, tarih ve edebiyat öğrendi Bir yandan da geçimini sağlamak için ticaretle uğraştı. Bu arada Basra Camii'ndeki ilmi ve edebi meclislere, Basra panayırının kurulduğu, çöl Arapları'nın geldiği, şairlerin ve hatiplerin şiirlerin ve hutbelerini okudukları Mirbed'e devam etti. Fasih Arapça'yı onlardan öğrendi Ayrıca kelamcıların, çeşitli mezhep mensuplarının, müslümanlarla diğer dinlere mensup olanların ve Şuubiyye'nin aralarında tartıştıkları meseleleri dinledi. Âlimlerin ve ediplerin meclislerin katılmak için bazen Küfe'ye ve Bağdat' kadar gitti.

Cahız eserlerini 200 (815) yılından daha önce yazmaya başlamış olmalıdır. Zira hilafet ve diğer konularla ilgili eserlerini Halife Me'mün tarafından beğenilmesi ve kendisinin Bağdat'a çağrılması 200 yılına rastlar. Cahız bundan sonra zaman zaman Bağdat ve Samerra'da halifenin ve devlet büyüklerinin muhitinde kalmış ve çeşitli eserler yazıp onlar takdim ederek oldukça büyük bir yekûn tutan caizeler almıştır. Bu durum, 247 (861) yılında Halife Mütevekkil-Alellah ile Feth b. Hakan el-Farisi'nin Samerra yakınında öldürülmelerine kadar deva etmiştir.

Cahız Bağdat'ta bulunduğu sırada bilhassa Aristo'dan yapılan tercümelerden faydalanmıştır. Vedia Taha Necm bu konuyu Menkulatü'l- Cahiz 'an Aristo fi Kitabi'l-Hayevan adlı eserinde ele almıştır. Edindiği bu kültür Nazzam, Sümame b. Eşres gibi Mutezile büyüklerinin tesiri altında teşekkül eden kelama dair fikirlerinin olgunlaşmasın yardım etti. Me'mün devrinde bir ara Divanü'r-resail başkanlığına getirildiyse de birkaç gün sonra bu görevden istifa etti. Daha sonra bu makamda İbrahim b. Abbas es-SÜLİ'ye vekâlet ettiği bilinmektedir. Geçimini, eserlerini ithaf ettiği kimselerden aldığı caizelerle sağlaya Cahız'ın, Kitabü'l-Hayevan, Kitabü'l- Beyan, Kitabü'z-Zer' ve'n-nahl adlı eserlerinin her biri için 5000 dinar mükâfat aldığı rivayet edilir.

Cahız'ın asıl parlak devri, 220-233 (835-847) yılları arasında vezirlik makamında bulunan İbnü'z-Zeyyat Muhammed b. Abdülmelik zamanına rastlar. Bu sırada kaleme aldığı birçok risalesini İbnü'z-Zeyyat' ithaf etti. Onun bu devirde yaşadığı müreffeh hayatı ve sahip olduğu itibarı Hatib el-Bağdadi'nin naklettiği bir hadise göstermektedir. Cahız bu arada Şam. Humus ve Antakya'yı ziyaret etti. 233 (847) yılında İbnü'z-Zeyyat öldürülünce kendisi de yakalanıp hapsedildi. Daha sonra Ahmed b. Ebu Duad onu affetti. Bunun üzerine eserlerinin bir kısmını İbn Ebu Duad ve oğlu Muhammed'e ithaf etti. Bir ara Halife Mütevekkil-Alellah, Cahız'ı çocuklarına hoca tayin etmek istediyse de çirkin yüzlü olduğu için bundan vazgeçti. İbn Ebu Duad ve oğlunun ölmesinden sonra ise Halife Mütevekkil-Alellah ile Feth b. Hakan'ın himayelerini gördü ve bazı eserlerini onlara ithaf etti. Bu sırada Feth ile birlikte Şam'a gitti. Hayatının sonuna doğru felç olan Cahız, ayrıca damla hastalığından mustarip ve çok yaşlanmış olarak Basra'ya çekildi. Bir ara Halife Mütevekkil-Alellah kendisini Samerra'ya davet ettiyse de bu davete icabet edemedi. 255 yılı Muharreminde (Ocak 869) doksan beş yaşlarında iken Basra'da vefat etti.

Patlak gözlü, ince boyunlu, kalın dudaklı, esmer tenli, kısa boylu olan Cahız neşeli, şakacı, zeki, nüktedan, biraz cimri ve tartışmadan hoşlanan bir kimse idi. Çirkinliğine rağmen meziyetleriyle kendisini sevdirmiş, en yüksek makamlarda bulunan devlet adamları ile münasebet kurabilmiştir. Kaynaklarda onun evlendiğine ve çocuk sahibi olduğuna dair bilgi yoktur. Meymun b. Harun'un rivayetine göre bir cariyesi, bir de hizmetçisi vardı. Diğer bir rivayete göre ise satın aldığı bir Türk cariyeden bir oğlu olmuştur.

ÜSLUBU VE ŞAHSİYETİ

Cahız'ın İslam düşünce tarihinde önemli bir yeri bulunmakla beraber onun asıl şöhreti yazarlığı ve edipliği dolayısıyladır. Halife Me'mün ile Cahız'dan bahseden müellifler onun üslubunu takdir etmişlerdir. Her ne kadar daha önce İbnü'l-Mukaffa', Sehl b. Harun gibi büyük nesir ustaları yetişmişse de Arap nesrine mükemmel şeklini veren Cahız olmuştur. Onun üslubunda lüzumsuz seciler ve sunilik yoktur. Geniş eserlerinde konu dağınıklığına rastlanmakla beraber risalelerinde bu durum görülmez. Üslubundaki ahengi, seci yerine aynı fikri iki değişik şekilde ifade etmek suretiyle sağlamıştır. Böylece kendisinden önceki nesirciler gibi kısa ve özlü ifade yerine konuyu biraz daha uzun bir tarzda ele almayı tercih etmiştir.

Cahız'a göre kitap, okuyan ve dinleyenlerin kolayca anlayabilmeleri için açık bir ifade ile yazılmalı ve manayı açıklayan gerekli ayrıntılardan mahrum olmamalıdır. Eğer müellif özlü anlatımı tercih ederse kendisini sadece yüksek kültürlü kişiler anlayabilir.

Arap ve İslam kültürünün altın çağında yaşayan Cahız bu kültürün en büyük temsilcilerinden biri olmuş, hem dini hem din dışı alanlarda eserler vermiştir. İslam akılcılığının beşiği olan Basra'da doğması ve elde ettiği diğer imkânlar onu büyük zekâlardan biri yapmıştır. Dini- siyasi sahadaki eserlerinde İslam'ın ilk devirlerindeki meseleleri, din dışı eserlerinde ise İslam kültürünü ve hümanizmasını inceledi. Günümüze pek azı ulaşan eserlerinden çıkan sonuca göre Cahız, imanın sınırlarını aşmadan tabii hadiseleri, eski tarihi, gerçek gibi nakledilmiş efsanevi rivayetleri büyük bir ustalıkla tenkit süzgecinden geçirir ve bunların akla uygun çözüm yollarını arar. Nakledilen hadiselerin kabul edilebilmesi için çok meşhur olmalarının ve senedlere dayanmalarının yeterli olmadığını, bazen Önemsiz ve yanlış olan bir şeyin büyük şöhret kazanabileceğini söyler. Cahız çok kimse tarafından rivayet edilen hususların muhteva bakımından psikolojik bir tenkide tabi tutulması gerektiği kanaatindedir. Bu görüşünden ve şakacı tabiatından dolayı muhaddisler onu güvenilir bir kişi olarak kabul etmemişlerdir. İbn Asakir'in bir kaydına göre şifahi rivayete pek itimat etmezdi. Cahız Arap mirasından, eski Yunan- Hint kültüründen faydalı gördüğü şeyleri dindaşlarına öğretmeye çalışmış, bununla beraber bazen Aristo gibi büyük otoriteleri tenkit etmekten de geri kalmamıştır.

Cahız'ın en çok dikkat çeken taraflarından biri de psikolojik tahlilleridir. Bu tahlillere bilhassa küçük risalelerinde rastlanır. Tabii çevrenin insan ve hayvanlara etkisi üzerinde ısrarla duran Cahız, bu hususta sosyal çevrenin etkisinden de önemle söz ederken Kitabü'l-Beyan'da şarkıcı bir cariyeyi örnek olarak ele alır, onun mesleği ve aldığı terbiye gereği dürüst bir hayat yaşamasının mümkün olmadığını söyler. Cahız, birçok İslam müellifinin aksine, edebi eserlerinde yaşadığı toplumdan, toplum hayatından söz etmeyi ihmal etmez ve günlük hayatın birçok meselesini ele alır. Şu var ki o her şeyden önce Arap kültürünün ateşli bir savunucusudur. Eserlerinde verdiği örnek insan tipleri hep Araplar'dan seçilmiştir. Cahız aynı zamanda hilafetin kuvvetli bir müdafii olduğu için eserlerinde devletin gelişmesinde etkili olan unsurları darıltmamaya çalışmış, hatta fırsat düştükçe onları övmüştür.


ESERLERİ

Cahız, Arap edebiyatında en çok eser veren müellifler arasında yer alır. Kitaplarının sayısı hakkında kesin bir şey söylemek mümkün değildir. Sıbt İbnü'l-Cevzi, onun 360 eseri olduğunu ve bunların çoğunu Bağdat'ta Ebu Hanife Türbesi Kütüphanesi'nde gördüğünü söyler. Cahız'ın, eserlerini genellikle belirli adlar altında zikretmeyip çeşitli yerlerde farklı isimlerle kaydettiği veya onları yeniden telif ettiği, gençliğinde bazı eserlerini İbnü'l-Mukaffa' ve Halil b. Ahmed gibi âlimlerin adlarıyla yazdığı, bu arada başkalarının onun şöhretinden istifade için kendi kitaplarını Cahız'a isnat ettikleri de bilinmektedir. Pellat tarafından eserleri üzerinde yapılan son araştırmada 244 kitap adı tesbit edilmiştir. Eserlerinin yirmi beş kadarı günümüze tam, altmış beş kadarı da eksik olarak gelebilmiştir. Bir kısmı küçük risaleler halinde kaleme alınmış olan bu eserler, değişik araştırmacılar tarafından Mecmuatu resa'ili'l-Cahız veya Resailü'l-Cahiz) adlarıyla bir araya getirilerek neşredilmiştir. Brockelmann onun eserlerinden tesbit edebildiklerini konularına göre tasnif etmeye çalışmıştır. Cahız'ın hemen hepsi ansiklopedik mahiyette olan eserlerini konularına göre kesin sınırlarla tasnif etmek güçse de bunların belli başlılarını aşağıdaki gruplar altında ele almak mümkündür:

A) Dil ve Edebiyat:

1. el-Beyan ve't- tebyin. Arap dilinin özellikleri üzerinde duran ve Araplar'ın şiir ve hitabetteki kabiliyetlerini ortaya koyan Cahız'ın bu konudaki en önemli eseridir. Tarihi ehemmiyeti olan çeşitli vesika ve kayıtları da ihtiva eden ve birçok defa basılan eserin en iyi neşri Abdüsselam Harun tarafından dört cilt halinde yapılmıştır.

2. Kitabü Ayi'l-Kur'an. Kur'an-ı Kerim'in Arap gramerine uygunluğundan, belagat ve icazından bahseder. 3. Risale fi'i-belağa ve'l-icaz.

B) Kelam ve Mezhepler Tarihi:

1. el- 'Osmaniyye. Şiilerin iddialarına karşı ilk üç halifeyi savunan bir eserdir. Cahız bu kitabında daha sonraki kelamcıların aksine sosyopsikolojik ve tarihi deliller kullanır.

2. Kitab fi'l-Abbdsiyye. Hilafetin Hz. Abbas'ın soyundan gelenlerin hakkı olduğunu iddia edenlerin görüşlerini konu edinir.

3. Tasvibü Alİ fL tahkimi'1-hakemeyn. Hakem yakasında Hariciler'e karşı Hz. Ali'yi savunan eser, onun bu olayda en uygun yolu takip ettiğini ispata çalışır. Eserde ayrıca her iki tarafa mensup askerler psikolojik ve sosyolojik özellikleri açısından tahlile tabi tutulur.

4. Faziletü'l-Mutezile.

5. Kitabü'r-Red ala ashabi'l-ilham. İlhamı bilgi vasıtalarından biri olarak kabul edenleri reddetmek amacıyla yazılan eser, konunun işlenişi bakımından Cahız'ın orijinal teliflerinden biridir.

6. Kitabü Halkı'l-Kur'an. Kur'an-ı Kerim'in mahlûk olduğu tezini müdafaa eder.

7. Hucecü'n -nübüvve'. Peygamberliğin ve mucizelerin lüzumuna dairdir.

8. Tafdilü sına'ati'l-kelam.

9. er-Red alen-nasara ve'l-yehud. Cahız bu reddiyesinde, Kur'an-ı Kerim'in yahudi ve hıristiyanlara dair verdiği bilgilerin yanlışlığını iddia eden hıristiyanların yönelttikleri altı soruya cevap vermektedir. Eserin temel özelliği, bu soruları cevaplandırması dolayısıyla, İslam'a dil uzatan hıristiyanların kendi dinlerinin savunulacak bir yanı olmadığını onlara göstermesidir. Bir diğer özelliği de İslamın ortaya çıkışından miladi IX. yüzyıla kadar geçen dönemde gayri müslimlerin sosyal durumları hakkında bilgi vermesidir. Cahız'ın reddiyesinin asıl metni günümüze ulaşmamıştır. Sadece Ubeydullah b. Hassan tarafından seçilmiş bazı kısımları mevcuttur. Eser Ezher Kütüphanesi ile Ahmed Teymur Paşa Kütüphanesi'nde bulunmaktadır. Eldeki reddiyenin büyük bir kısmı, Müberred'in el-Kamil adlı eserinin kenarında, daha sonra da J. Finkel tarafından neşredilen Selasü resa'il (Kahire 1926) içinde yer almaktadır. Finkel bu reddiyeyi "A Risala of Al-Jahiz" adıyla İngilizceye de çevirmiştir. J. Finkel'in neşri esas alınarak I. S. Allouche tarafından "Un trait de polmique Christiano-Musulmane au IX siecIe" adıyla Fransızca'ya tercüme edilen eserin tahkikli neşri Abdüsselam Harun ve Muhammed Abdullah es-serkavi tarafından yapılmış, bu neşirden Osman Cilacı tarafından Hıristiyanlığa Reddiye adıyla Türkçeye çevrilmiştir (Konya 1992).

10. Risale ila Ahmed b. Ebi Du'ad fi Kitabi'r-Red ale'l-Müşebbihe. Cahız'ın, muhaddislerin ve Şia'nın teşbih'e dair fikirlerini red için kaleme almış olduğu eserini tanıtmak ve onların Mu'tezile'ye karşı tehlike oluşturduklarını belirtmek üzere ibn Ebu Duad'a hitaben yazdığı mektup tarzında bir eserdir .

11. Risale fi beyani mezahibi'ş-Şi'a.

C) Tarih ve Siyaset.

1. Risale fi Beni Ümeyye.

2. Kitabü Cemhereti'l-müluk

3. Kitabü'l-Mülük ve'l-ümemi's-salife ve'l-bakıye.

D) Ahlak.

1. et-Tac fi ahlaki'l-mülük'. Halife Mütevekkil-Alellah'ın veziri Feth b. Hakan'a ithaf edilen, siyasetname türüne de giren bir eserdir. Eser bir girişle dört bölümden oluşur. Özellikle Emeviler ve Abbasiler'de eğlence ve müsiki ile ilgili adet ve uygulamaların, folklorik bilgilerin yer aldığı üçüncü bölüm kültür tarihi bakımından büyük değer taşır.

2. Kitübü'l-Mehasin ve'l-azdad. İnsanların iyi ve kötü davranışlarını psikolojik tahliller sonucu tenkide tabi tutan bir eserdir.

3. Risale fi'n-nübl ve't-tenebbül ve zemmi'l-kibr.

4. Risale fil -fasl ma beyne'l-adave ve'l-hased. Psikolojik davranışların tahlil edildiği edebi bir eserdir. Cahiz bu konuda Risale fi kitmani's -sır ve hıfzi'l-lisan, Risale fi zemmi ahlaki'l-küttab ve Kitabü'l-Hicab ve zemmüh adlı eserleri de kaleme almıştır.

E) Sanat ve Ticaret.

1. Kitabü't-Tebassur bit- ticare. Ziynet eşyası, mücevherat ve ıtriyat gibi değerli ticari malların yapımı, kaliteleri, alım ve satımı vb. konuları işleyen bir eserdir

2. Risale fi sınaati'1-kuvvad. Halife çocuklarına muhtelif ilim ve sanatların öğretilmesini tavsiye ettiği ve çeşitli mesleklerden on bir kişiye kendi mesleklerinin terim ve ifadeleriyle bir savaş sahnesini hikâye ettirdiği risalesidir.

3. Risale fi medhi'ttüccar ve zemmi 'ameli's-sultan. Serbest meslek sahiplerini öven, buna karşılık devlet işlerinde ve sultanın maiyetinde çalışanları yeren bir risaledir.

4. Kitabü'l-Muallimin. Çocuk terbiyesine dairdir.

5. Kitabü Gışşi's-sına'at. Çeşitli mesleklerin hilelerini anlatır.

6. Risale fi tabakati'l-muğannin. Musiki alanında şöhret bulmuş şarkıcıların isimlerini ihtiva eden bir listedir 7. Kitabü'l-Kıyan. Eserde içkili şarkılı toplantı düzenleyenler eleştirilmektedir. Ancak cariyelerin erkekler arasında örtünmeye riayet etmeden şarkı söylemelerinin sakıncalı olmadığı belirtilmekte ve İran kültüründe edebin, Grek kültüründe ise felsefenin bir bölümü sayılan müziğin meşruiyetiyle güzellik ve aşkla ilişkisi üzerinde durulmaktadır.

F) Diğer Eserleri.

1. Kitba'1-Hayevan'. Cahız'ın en önemli eseri sayılır. Zoolojinin çeşitli bölümlerine, hayvan türlerinin evrimine, iklim ve muhitin tesirine dair müellifin geniş bilgisi yanında tecrübeye de dayanan ansiklopedik mahiyette bir eserdir.

2-Kitabu'l-Buhala. Cimriliği tahlil ederek toplumdaki çeşitli sınıftan cimrileri ve özellikle Araplar'dan başka milletleri hicveder. Cemiyet hayatını inceleyen ve edebiyat tarihi için de değerli bir kaynak olan eser ilk defa G. von Vioten tarafından yayımlanmıştır.

3. Kitabü't- Terbi' ve't-tedvir. Felsefe, kozmoloji, astroloji, sihir ve müzik gibi konularda ilmi tartışmaya zemin teşkil edecek soruların yer aldığı, bilhassa eski Yunan ve İran müzisyenleriyle musiki form ve aletlerinden bahseden bir eserdir.

4. Feza'ilü'l-Etrak'. İslam âleminde Türklere dair yazılan en eski eserdir, kitabı Ramazan Şeşen Hilafet Ordusunun Menkıbeleri ve Türklerin Faziletleri adıyla Türkçeye çevirmiştir. (Ankara 1967).

5. Fahrü's-südan 'ale'l-bizan. Zencilerin beyazlara karşı üstünlük iddialarını ele alır.

6. Kitabü'r-Racul ve'l- mer 'e. Erkekle kadın arasındaki farklardan bahseder.

7. Müfaharetü'l-cevari ve'l-ğılman.

8. el-Bursan vel- urcan ve'l-'umyan vel-hulan. Sakat ve hastalıklı olan meşhur kişileri konu edinir.

9. Kitabül-'Arab ve'l-meva1i Müellif bu eserinde Araplar'ın üstünlüğünü ispata çalışır.

10.Kitabü'l-Esma' ve'l-künü vel-elkab ve'l-enbaz.

11. Kitabü'z-Zer' ven-nahl ve'z-zeytün ve'l-a'nab. Bitkilere dair önemli bir eser olup zamanımıza kadar gelmemiştir.

12. Kitabü'l-Kavl fi'l-bigal. Kitabü'l-Hayevan'a ek olarak yazılmış olup katırları konu edinir.

13. Kitabü'l-Büldan. Kitabü'l-Emsar ve'aca'ibü'l-büldan adıyla da bilinen eser, Mekke. Medine, Basra ve Kufe gibi şehirlerin ahalisinden ve onların meziyetinden bahseden bir coğrafya ve folklor kitabıdır.

ŞÖHRETİ VE TESİRİ

Çirkinliği yanında nükteciliğiyle de Arap edebiyatında birçok fıkra ve hikâyeye konu olan Cahız, daha hayatta iken şöhretin zirvesine ulaşmış nadir şahsiyetlerden biridir. Çağdaşı Ebu Hiffan'a, "Cahız seni perişan etti. Onu niçin hicvetmiyorsun?" denildiğinde, "Benim aklımdan zorum mu var! Vallahi, sabahleyin aleyhimde bir risale yazsa, akşam olmadan şöhreti Çin'e ulaşır." cevabını vermiştir.

Cahız, bir beytinde ''Benden önce birçok kimse önemli mesafeler katettiyse de, önemi yok, ben yavaş yavaş yürüyerek onların hepsini geçtim'' der.

Üç büyük şahsiyete sahip olduğu için Arap milletine gıpta ettiğini söyleyen Sabit b. Kurre, çeşitli üstünlüklerini anlattığı Hz. Ömer ile Hasan-ı Basri'den sonra üçüncü kişi olarak, Müslümanların hatibi, edibi ve kelamcıların hocası saydığı Cahız'ın adını zikreder.

Daha sonraki nesiller içinde kendisini taklit eden el-Kamil müellifi Müberred, coğrafyacı İbnü'l-Fakih İbrahim b. Muhammed el-Beyhaki, meşhur edip Ebu Mansur es-Sealibi eserlerinden iktibaslarda bulunan başta Ali b.Hüseyin el-Mes'udi olmak üzere Kazvini ve Demiri gibi birçok takipçisi olap Cahız, İslam kültürünün zayıfladığı çağlarda ihmal edilmişse de, XIX. yüzyılda Avrupa'da başlayan Şarkiyat incelemeleri ve İslam dünyasındaki uyanış ile eserleri araştırılarak birçoğu yayımlanmış, bir kısmı da Batı dillerine ve Türkçe'ye tercüme edilmiştir.

Cahız ve eserleri konusunda önemli çalışmalar yapılmış ve bunların bir kısmını Batı kültürüne kazandırmıştır. Bunun dışında, Cahız'ın hayatını, eserlerini ve ilmi şahsiyetini inceleyen çeşitli araştırmalar da mevcuttur."

(T.D.V.İslam Ans. 7/20-23)
 

alptraum

New member
Katılım
1 Ocak 2005
Mesajlar
2,908
Tepkime puanı
166
Puanları
0
Yaş
38
Konum
Aþk`dan
Web sitesi
www.muhakeme.net
CEZERİ -

(xıı - xııı. yüzyıl) mekanik alanında eser veren bir islam bilgini.

İsmail b. Rezzaz Bediuzzaman Ebu'l-İzz İsmal b. er-Rezzaz el-Cezeri, Hayatı hakkında, kitabının girişindeki kısa açıklamanın dışında bilgi yoktur. 1181-1206 yılları arasında Amidde (Diyarbakır) Artuklu hanedanının himayesinde bulunduğunu söyleyen Cezeri, 1205' te tamamladığı Kitab fi-marifeti'l-hi-yeli'l-hendesiyye (el-Cami beyne'l-il mi ve'l-ameli'n- nafi fi sınati'l- hiyel) adlı ünlü eserini Emir Nasıruddin Mahmud'un isteği üzerine kaleme almıştır.

Kitap altı kısma ayrılmış olup ilk dört kısım onar, son iki kısım da beşer bölümden meydana gelmektedir. Bu kısımlar su saatleri ve kandil saatleri, ziyafetlerde kullanılan kaplar ve sürahiler, el yıkama ve kan alma için kullanılan kaplar, çeşmeler ve mekanik yollarla hareket eden (otomatik) müzik aletleri, su pompalayan makineler, muhtelif aletler üzerinedir. Kitapta her aletin şekli renkli mürekkeplerle çizilmiş ve çalışması ayrıntılı olarak izah edilmiştir: bu ayrıntılar da çeşitli renklerle gösterilmiştir. Ayrıca şekillerde Arap harfleri kullanılarak bazı parçalar işaretlenmiş ve metinde bunlara göndermeler yapılarak açıklamaların anlaşılması kolaylaştırılmıştır. Bazı nüshalarda ise bu harflerin ebced değerleri göz önüne alınmış, bazılarında da henüz açıklanamayan gizli bir harf sistemi kullanılmıştır. Metinde aletlerin genel açıklaması verildikten sonra imal sırasına göre parçaların teker teker yapımı anlatılarak bunların montaj usulü açıklanmış ve en sonra da o aletin çalışması hakkında bilgi verilmiştir. Bütün bu özelliklerin dışında kitabın bazı nüshalarında sanat tarihçilerinin ilgisini çekecek düzeyde süslemeler vardır.

Eserin bazı bölümleri ilk defa E. Wiedemann ve F. Hauser tarafından Almanca'ya çevrilerek 1908-1921 yılları arasında muhtelif dergilerde makaleler halinde. Bu çalışmadan elli yıl kadar sonra 1974'te Donald R. Hill kitabın İngilizce'ye tam tercümesini yapmış ve eseri açıklamalı notlar la birlikte tek bir cilt halinde neşretmiştir. Araştırmacılar kitabın mevcut on dört nüshasından Oxford Bodleian Kütüphanesi'nde bulunan ve 'Bodleian nüshası" olarak adlandırılan metni esas almışlardır. Daha sonra Ahmed Yusuf el-Hasan, Bodleian nüshasından başka İstanbul'da bulunan üç nüshayı esas alarak daha otantik bir metin meydana getirmiş ve bu çalışmasını söz konusu İstanbul nüshalarında görülen el-Cami beynel-ilmi vel-ameli'n- nafi fi sınaati'l-hiyel adıyla yayımlamıştır (Halep 1979).

Eserin yakın zamanlara kadar bilinmeyen iki nüshadaki çizimlerde bazı boyut tutarsızlıkları ve aletlerin yerleştirilişindeki karmaşık noktalar birer kusur gibi görünürse de metinle beraber dikkate alındığında bunun aşıldığı ve Cezeri'nin gayesine ulaştığı söylenebilir. Gerçekten kitapta anlatılan su saatlerinden biri 1976'da Dünya İslam Festivali için Londra Bilim Müzesi'nde, diğeri de 1 /2 ölçeğinde İstanbul Teknik Üniversitesi'nde yeniden yapılmış ve çalıştırılmıştır. İstanbul nüshaları, Bodleian nüshasından daha iyi olduğu için Ahmed Yusuf el-Hasan neşrinin önceki yayınlarda karanlık kalmış bazı noktalara ışık tutacağı tabiidir. Bu çalışmalarla bilim dünyasına tanıtılan Cezeri ve kitabı hakkında çeşitli yorumlar ve değerlendirmeler yapılmıştır. Ancak bunlardan önce kitabının mukaddimesinde yer alan Cezeri'nin şu görüşleri dikkate alınmalıdır: 'Benden çok evvel gelen âlimlerin kitaplarını ve onları takip edenlerin çalışmalarını gözden geçirdim... Nihayet nakillerden kurtuldum, başkalarının yaptıklarından sıyrıldım ve problemlere kendi gözümle bakabildim... Uygulamaya dönüştürülemeyen her teknik ilmin doğru ile yanlış arasında muallâkta kaldığını gördüm". kendisinin Helenistik çağdan XIII. yüzyıla kadar uzanan bir mühendislik geleneğinin İslam dünyasındaki bir devamı olduğunun bilincindedir. İslam dünyasında Musaoğulları ( BENİ MUSA) ile başlayan bu gelenek Cezeri'de zirveye ulaşmıştır. Cezeri kendi yaptığı abidevi su saatinin Pseudo-Archimedes'in yaptığı su saatine dayandığını söyler. Kitabının dördüncü kısmında çeşmeler üzerindeki çalışmaları sırasında Musaoğulları'ndan ve ayrıca Bizanslı Apollonios'un otomatik müzik aletleri üzerine yazdığı eserden de bahseder. Bu arada kimin tarafından yapıldığı bilinmeyen aletleri de zikretmiştir. Cezeri esas itibariyle bir mucit değil bir mühendistir ve görevinin kendinden öncekilerin yapmış oldukları aletleri mükemmelleştirmek olduğu kanaatindedir. Bu noktadan bakıldığında eserinde teori ile pratiğin eşit ağırlıkta olduğu, hatta bazı yazarlara göre aletleri yapmak için gerekli pratik bilgi ve kuralların ağır bastığı hissedilir. Gerçekten de o. çalışmasının pratik hayatta işe yarar bilgiler türünden olduğunu özellikle belirtir.

Su ve kandil saatleri Cezeri'nin gücünü ifade eden karmaşık aletlerdir. Su terfi makineleri ekonomik yönden daha önemli olmakla beraber kitapta bunlara saatler kadar önem verilmemiştir. Metal döküm tekniğine ait bilgiler ileri bir mühendislik seviyesini ifade etmektedir. Cezeri'nin aletleri yer çekimi kuvvetiyle çalışır ve bu kuvvet düşürülen bir ağırlık, boşalan bir kaptaki şamandıra veya batan bir cisimle elde edilir. Cezeri, kullandığı makine parçalarını ve imal usullerini de en ince ayrıntılarına kadar tanımlamıştır. Büyük bir kısmı bugünkü Avrupa mühendislik terminolojisine giren makine parçaları üzerine yaptığı çalışmaların en önemlileri şunlardır: Konik yanalar, kapalı kum kutularında pirinç ve bakır döküm, tekerleklerin balansı, ahşap şablon kullanılması, aletlerin kağıttan maketlerinin yapılması, su akıtan savakların ayar edilmesi, çarpılmayı en aza indirmek için ahşabın tabakalar halinde kullanılması, gerçek anlamda emme borusunun kullanılması, suyunu belli bir zaman aralığı ile boşaltan kaplar ve daire sektörü dişliler. Bunlardan bir kısmının yüzyıllar sonra Avrupa'da adeta yeniden keşfedildiği bilinen tarihi bir gerçektir. Mesela kapalı kum kutuları ile döküm Avrupa'da 1500 yıllarında başlamıştır. Konik vanalardan ilk söz eden Leonardo da Vinci'dir. Su saatinde seviye kontrol cihazına benzer ve buhar kazanlarında kullanılacak bir aletin patenti İngiltere'de 1784 yılında alınmıştır.

Cezeri'nin makinelerinden sadece biri, su çarkı ile işleyen tulumba modern mühendisliğin gelişmesine doğrudan doğruya katkıda bulunmuştur. Bu makine, a) Çift etki ilkesinin uygulanması, b) Dönme hareketinin ileri-geri harekete çevrilmesi, c) Emme borusunun bilinen ilk kullanılışı olmasından dolayı çok önemlidir. Dolayısıyla buhar makinesinin ve emme basma tulumbanın ilk örneği sayılabilir. Söz konusu makinede akan suyun çevirdiği çark düşey düzlemde bir dişliyi, bu dişli de yatay düzlemdeki diğer bir dişliyi döndürmektedir. Yatay dişlinin çevresine yakın bir yerde düşey bir pim bulunmaktadır. Bu pime ortası yarık ve diğer ucu yine bir pimle sabitleştirilmiş bir çubuk geçirilmiş ve bu çubuğa da tulumbaların piston kolları bağlanmıştır. Yatay dişli dönünce yarık çubuk açısal bir hareket yapmakta, piston kolları da ileri geri gidip gelerek tulumbaları çalıştırmaktadır.

Cezeri'nin kitabı, 1990 yılında Kültür Bakanlığı tarafından mikrofilm usulüyle basılmış ancak hala tercüme edilmemiştir.

(T.D.V. İslam Ans. 7 / 505-506)

Cezeri, bir robot yaparak Artuklu hükümdarı Mahmud bin Mehmed'e takdim etti. Robot, otomatik olarak hareket ediyor ve kendi kendine bazı hareketler yapıyordu. Bunu gören Sultan hayretler içinde kaldı ve takdirlerini belirterek, emeğinin karşılığını göreceğini söyleyerek yaptıklarını ve buluşlarını bir kitap halinde yazmasını emretti. Cezeri bu emir üzerine, kendisini ilim dünyasında meşhur eden Kitab-ül-Cami Beyn-el-İlmi vel-Amel-in-Nafi fi Sınaat-il-Hiyel kitabını yazdı.

Cezeri, eserde yer alan bütün şekilleri bizzat çizmiş, renklendirmiş ve yaldızlamıştır. Eseri incelendiğinde, yaptığı makineler, kendi kendine öten tavus kuşları, otomatik saatler, robot filler, ele su döken robot insanlar, Cezeri'nin ne büyük bir su mühendisi olduğunu ortaya koymaktadır.

Cezeri'nin saatleri çalıştırma sistemi, genelde aynı mil üzerindeki bir göstergeyle üstünden, ucuna ağırlık asılı bir kayış geçen kasnak biçiminde idi. Ağırlığın düşüş hızı, yüzen bir cisimle kontrol edilmektedir. Yüzen cisim, kayışın öbür ucuna bağlanmakta ve içinde bulunduğu kap, ağır ağır boşaltılmaktadır. Bazı zamanlarda, devrilebilen bir kova otomatik olarak dolmakta ve devrilince bir mandalı iterek, dişlinin bir diş ilerlemesini sağlamaktadır. Yaptığı makineler, mandal dişli, palanga ve kaldıraçlardan meydana gelmektedir. Bu sisteminde görüldüğü gibi günümüzde motorlu araçlarda kullanılan krank milini ilk defa Cezeri kullanmıştır.

Cezeri, kitabında on değişik saatin nasıl yapıldığını anlatmaktadır. Bunlardan birisi tavuskuşu saatidir. Saatin cephesi 420 cm yüksekliğindedir ve üç diş içerisinde anne, baba ve yavru tavuskuşları vardır. Her yarım saatte bir, sabit seviyeli bir kaptan akan su, eksantrik yataklanmış kayık şeklindeki kaba dolmakta, kap dolunca, devrilmekte, akan su bir çarkı döndürerek alttaki tavuskuşu da dönmekte, yavrular kavga etmekte, üstteki anne tavuskuşu ise 180° geri dönerek eski yerine gelmekte, kap tekrar dolmaya başlayınca kabın içerisindeki şamandıra yükselerek, anne tavuskuşunu yavaş yavaş döndürerek gagası ile dakikaları göstermesini sağlamaktadır. Bu olay her yarım saatte bir tekrarlanmakta ve cephedeki on deliğin yarısı açılarak yarım saatin geçtiği gösterilmektedir. Bu saat 1/2 ölçeğinde İstanbul Teknik Üniversitesinde yapılmış ve çalıştırılmıştır.

Fil saati adını verdiği aletinin tertibatı daha karışıktır. Burada da benzer tertibatı ile yarım saatte bir ejderhanın ağzına bir top düşmekte, filin üzerinde oturan adam kazma ile file vurmakta, elindeki sopa ile de saati göstermektedir. Benzer tertibat balıklı adam diye isimlendirilen robotta da yapılmıştır. Robot, elinde tuttuğu balıkla bardağı karşısındakine sunmaktadır. Hacamat yani kan aldırırken alınan kanın miktarını ölçmek için kullanılan alette ise, şamandıralar yardımıyla alınan kanın miktarı ölçülmekte, üst taraftaki sekreter, elindeki çubukla kanın hacmini göstermektedir. Bütün bunlar Cezeri'nin ilim tarihindeki yerini, batılılardan çok önceleri ilmin doğuda ne kadar geliştiğini ve batıyı aydınlattığını göstermektedir.

Cezeri'nin kitabı 20. asrın başından itibaren batıda büyük alaka gördü. Bilhassa Prof. Wiedmann bu eseri inceleyerek Almanca'ya çevirmiştir. Prof. Wiedmann; "On dokuzuncu asra kadar yazılan teknik eserler arasında, astronomiye ait olanlar hesaba katılmazsa, Cezeri'nin bu eseri en önemli ve en yüksek seviyede olanıdır." demektedir.

Cezeri'nin kitabının İngilizce tercümesine bir önsöz yazan meşhur bilim tarihçisi Prof. White Jr. önsözün bir yerinde; "Batılı bilginler konik sübabların ilk defa Leonardo'nun çizimlerinde görüldüğünü öğretirler. Halbuki Cezeri'nin resimlerinde de bunlar gözükmektedir. Bunun gibi segmant dişlileri de, ilk defa açıkça Cezeri'nin eserlerinde görülmektedir. Batıda ise bunlar, Giovanni Dondi'nin 1364 senesinde bitirdiği astronomik saat ile 1501 senesinde büyük fen mühendisi Francescio Giorgio'nun eserlerinde ortaya çıkmış ve genel Avrupa dizayn literatürüne girmiştir." Demekte ve bir çok tertibatın Leonardo ve diğerlerinden çok önce Cezeri tarafından yapıldığı açıklanmaktadır.

(Yeni Rehber Ansiklopedisi; 4/345-347 )
 

alptraum

New member
Katılım
1 Ocak 2005
Mesajlar
2,908
Tepkime puanı
166
Puanları
0
Yaş
38
Konum
Aþk`dan
Web sitesi
www.muhakeme.net
CELALEDDİN ES-SÜYUTÎ


Asıl adı Abdurrahman'dır. Celaleddin lakabı babası tarafından kendisine verildi. Künyesi, Celaleddin Ebü'l-Fazl Abdurrahman bin Kemaleddin Ebi Bekr bin Muhammed el-Huzayri es-Süyutî el-Şafii şeklindedir.

Abdurrahman, 1445 yılında Mısır'ın Esyut şehrinde doğdu. Süyutî lakabının sebebi doğduğu bu yerden kaynaklanmaktadır. Babası Kemaleddin Ebi Bekr, Şafii mezhebi fıkıh alimlerindendir; ayrıca başka ilimlerde de önemli bir yeri vardır. Abdurrahman, henüz altı yaşında iken babası vefat etti. Babasının sadık dostlarından Kadı İzzeddin Ahmed bin İbrahim Kinani himayesinde yetişti. Bu hocası tarafından kendisine Ebü'l-Fazl künyesi verildi.

Abdurrahman, çok sayıda eser okudu. Genç yaşta tefsir, hadis, fıkıh, nahiv, meani, bedi, beyan,lügat ve daha bir çok dalda ihtisas sahibi oldu. İlk eserini on yedi yaşında yazdı. Hadis ve Arapça ilimler alanında zamanın önemli alimlerinden kabul edilen Takiyüddin Şibli el-Hanefi'den dört yıl boyunca ders aldı. Yine allamelerden Muhyiddin Kafiyeci'nin yanında on dört yıl kaldı. Hocasından, tefsir, usul, Arapça, meani ve diğer alanlarda dersler alarak icazet (diploma) aldı.

Kısa zamanda şöhret sahibi oldu. Derslerini takib eden talebelerinin yanında bazı müderrisler de iştirak etti. Özellikle hadis konusunda uzmanlaştı ve bu alanda verdiği fetvalar büyük kabul gördü. Kuvvetli hafızaya sahip olması, eserleri çok kısa sürede okuyup içeriklerine hakim olması, sorulan her soruya cevap vermesine imkan sağladı. Hatta bir eserle ilgili olarak sorulan soruya, kaçıncı sayfa ve satırda olduğunu bilecek ve gösterecek şekilde bir nimete mazhar oldu. İki yüz bin hadis ezberledi.

Genç yaşta Şam, Hicaz, Yemen, Hindistan ve Sudan'ı gezdi. Hac farizası için gittiği Mekke'de bir süre kaldı. Bunların dışında Dimyat, Feyyun ve İskenderiye gibi Mısır'ın bazı bölgelerini de dolaştı.

Hadis alanında önemli bir birikime sahip olduktan sonra ders vermeye başladı. Hocalığının yanında bir çok eser de yazdı. Ömrünün sonuna kadar eser yazmaya devam etti. Bu maksatla Nil Nehri adacıklarından biri olan Er-Ravza'daki evinde adeta inziva hayatı yaşayarak eser yazdı. Eserlerine kaydedeceği Hadis-i Şerifleri mana aleminde Peygamber Efendimiz(S.A.V.)'in tasdikine sunduktan sonra yazdı.


Süyutî, ilmi kariyerinin yanında örnek ahlakı ile de herkesin sevgisini kazandı. Kimseden ihsan ve hediye talep etmediği gibi kabul de etmedi. Çok büyük geçim sıkıntısı çektiği zaman, çok zengin olan kütüphanesinden bazı kitapları satma pahasına da olsa hediye kabul etmemeyi tercih etti. 1505 yılında Mısır'da vefat ederek Hakk'ın rahmetine kavuştu. Türbesi, Kahire'de Babü'l-Karafe civarındadır.

Eserleri:

Celaleddin Süyutî, muhtelif ilim dallarında altı yüze yakın eser yazdı. Eserlerinin önemli bir kısmının derleme olması ve değişik kaynaklardan aldıklarını aktarması, çalışmalarına bir eksiklik getirmediği gibi, bazı konuların günümüze kadar ulaştırılıp insanların istifadesine sunulmasında önemli katkısı oldu. Hemen her konuda eser yazdı. Eserlerini; Kur'anî ilimler, hadis, fıkıh, dil ve edebiyat, usul beyan ve tasavvuf, muhtelif meseleler olmak üzere altı sınıfa ayırdı.

Tercümanü'l-Kur'an fi-tefsiri'l-müsned, ed-Dürrü'l-Mensur, Lübabü'l-nukul fi ashabi'n-nüzul kaleme aldığı tefsir kitaplarındandır. Camiü's-Sağîr adlı hadis kitabı, hadisi şerifleri alfabetik sıraya göre tasnif etmesiyle maruftur. Hadislerin sıhhat dereceleri belirtilmiştir. Allame Münavi'nin camiu's-sağir üzerine yaptığı şerhi Feyzu'l Kadir Osmanlı ulemasının alaka gösterdiği kitaplardandır. Münavi bazı hadislerin sıhhatı konusunda es-suyuti'ye itiraz etmektedir. El-Müzhir fi ulumi'llüğa adlı eseri, dil bilgisi ve lügat çalışması ile ilgili alanlar için zengin muhteviyatlı ve ansiklopedik bir eserdir.

Süyutî, Bunların dışında tarih, ahlak, tıp ve daha birçok alanda önemli eserler vücuda getirerek büyük bir miras bırakmıştır.
 

alptraum

New member
Katılım
1 Ocak 2005
Mesajlar
2,908
Tepkime puanı
166
Puanları
0
Yaş
38
Konum
Aþk`dan
Web sitesi
www.muhakeme.net
EBÛ CAFER HÂZİN-ö. 360/971 [?]-

İlk devir matematikçi ve astronomlarından.

Hayatı hakkında fazla bilgi yoktur. Nisbesinden Horasan menşeli ve muhtemelen Merv yakınlarındaki Sâgan yöresinden olduğu anlaşılmaktadır. Kendisinin Sâmânî Emîri 1. Mansûr b. Nûh zamanında (961-976) Buhara'da bulunduğu ve bu hanedana Nîşâbur'da vezirlik yaptığı kaydedilmektedir. Ünlü Horasanlı filozof Ebû Zeyd el-Belhî'nin onun için Aristo'nun es-Semâ ve'l-âlem (De Caelo etMundo) kitabının başlangıç bölümüne şerh yazmış olması bu vezirlik dönemine rastlasa gerektir. İbnü'l-Esîr de Hâzin'in, Büveyhî Emîri Rüknüddevle tarafından Sâmânî Emîri Nûh b. Nasr'ın kumandanlarından Ebû Ali Ahmed b. Muhtâc ile barış görüşmelerinde bulunmak üzere elçi olarak görevlendirdiğini bildirmektedir. Hâzin, Emîr Rüknüddevle'ye olan bu yakınlığı sayesinde Rey'deki Büveyhî Veziri Ebü'l-Fazl İbnü'l-Amîd'in himayesine girmiş ve ondan sonraki hayatını orada astronomi gözlemleri yaparak ve kitap yazarak geçirmiştir. Mîzânü'l-hikme adlı eserin sahibi olan Abdurrahman el-Hâzinî ile (Vl./ XII. yüzyıl) karıştırılmaması gereken Ebû Ca'fer el-Hâzin'in 350-360 (961-971) yılları arasında öldüğü sanılmaktadır.

Hâzin'in Nîşâbur'da iken dönemin önde gelen filozoflarından Ebü'l-Hasan el-Âmirî ile görüşmüş olması muhtemeldir. Gerek Ebû Zeyd el-Belhi’nin gerekse Âmirî'nin riyâzî ilimlere karşı duyduğu ilgiyi Hâzin'in etkisine bağlamak mümkün görünmektedir. Âmirî'nin çeşitli eserlerinde rastlanan astronomi ve geometri te*rimlerinin onun etkisiyle açıklanabileceği anlaşılmakta, Belhî’nin de Suverü'l-ekâlîm adlı eserinde Hâzin'in haritalarından faydalandığı bilinmektedir. İbnü'l-Kıftî Hâ*zin'in aritmetik, geometri ve astronomiye dayanarak yapılan hesaplamalarda (ilmü't-teysîr) uzman olduğunu, ayrıca astronomi gözlemleriyle ilgili teorik ve pratik disiplinleri iyi bildiğini kaydetmekte, onun Zîcü'şşafâih ve Kitâbü'l-Mesâ'ili'l-'adediyye adlı eserlerini kaydettikten sonra da en iyi çalışmasının, o güne kadar yazılanların en mükemmeli kabul edilen Zîcü's-safâ'ih olduğunu söylemektedir. Hâzin, kendi zamanında ve kendinden sonraki dönemlerde ileri gelen âlimler tarafından matematik ve astronomi alanlarında otorite kabul edilmiştir. Kendisinden çeşitli vesilelerle alıntı yapan veya bazı teoremlerde fikirlerini tartışan matematikçiler arasında Ebû Nasr İbn İrak, Bîrûnî, Ebü'l-Cûd Muhammed b. Leys, Ömer Hayyâm ve Nasîrüddîn-i Tûsî gibi önemli kişiler bulunmaktadır. İbn Haldun da Mukaddime'sinde iklimler üzerine bilgi verirken Ca'fer el-Hâzin adıyla andığı Hâzin'den astronomi ilminin ileri gelenlerinden biri diye söz etmekte ve onun yedi iklime uygun olarak yaptığı enlem ve bölge ölçümlerine ilişkin tespitlerini aktarmaktadır.

Ebû Ca'fer el-Hâzin'in matematik sahasındaki çalışmaları, zamanımıza parça parça gelen risalelerinden veya kendisin*den alıntı yapan âlimlerin eserlerinden hareketle tespit edilebilmektedir. Meselâ Ömer Hayyâm, Şerhu mâ eşkele min müsâderâti Kitabi Öklîdis adlı eserinin önsözünde Hâzin'i, Öklid'in beşinci postulasını ispata çalışan İslâm matematikçilerinin arasında ilk sıraya koymakta olduğu. Ömer Hayyâm'ın şahitliği, Hâzin'in beşinci postulayı bir postula olarak değil bir teori olarak ele aldığını ve ispatlamaya çalıştığını göstermektedir. İslâm matematiğinde Hâzin'in bu çalışması muhtemelen paraleller teorisi konusunda yapılan ilk orijinal ve önemli çalışmalardan biridir. Yunan matematiğinde, öncüleri Eudoxos ve Arşimed olan "tüketme" (ifna, exhaustion) usulü ile cisimlerin hacimlerini hesaplama yöntemini geliştiren İslâm matematikçilerinden biri de Hâzin'dir. Özellikle o, "bir parabolün kendi ekseni etrafında dönmesinden ortaya çıkan cismin hacmi" problemiyle uğraşan Sabit b. Kurre'nin uzun ve karmaşık olan tekniğini tekrar ele almış, böylece kendisinden sonra meseleyi yeniden inceleyerek Sabit b. Kurre'nin çalışmalarını daha ileriye götüren Sâbit'in torunu İbrahim b. Sinan ve İbnü'l-Heysem'e yardımcı olmuştur.

Hâzin, Diophantos'un Aritmetica adlı eserinin Kustâ b. Lûkâ tercümesinden esinlenerek ve Hârizmî-Ebû Kâmil cebrine ve kendi zamanındaki temsilcilerine tepki olarak yeni bir cebir anlayışı geliştirdi. Onun yaklaşımı şu şekilde özetlenebilir:

Bir denklemi gerçekleyen sayı rasyonel sayı kümesinin bir elemanı ise o denklem cebrin, tam sayılar kümesinin bir elemanı ise hesabın (sayı bilimi) konusudur. Bu noktada Hâzin, Öklid'i takip ederek hesabı "doğru parçaları ile temsili mümkün olan tam sayılar kümesi" şeklinde sınırlandırdı; dolayısıyla çalışmalarında sayı biliminin kavramlarını esas alıp her türlü rasyonel çözümü dışta bıraktı. Benimsediği yöntem gereği çalışmalarını, çözümü tam sayı olabilecek belirsiz denklem (el-muâdelâtü's-seyyâle) tipleri üzerine kaydırdı ve yukarıda ifade edilen sayı anlayışına uygun olarak bu denklemlerin analizinde. Diophantos'un Aritmetica'da sergilediği ve İslâm cebircilerinin, en çok da Kerecî'nin "istikra" yöntemi adıyla ele aldığı belirsiz denklem tipi için pozitif rasyonel sayı araştırmayı değil tam sayı tespit etmeyi hedefledi. Bu çerçevede özellikle Pisagor üçlüleri üzerinde durdu ve rasyonel kenarlı dik açılı üçgen teorisini geliştirip en yüksek noktasına ulaştırdı. Hâzin'in bu tavrına, Diophantos'un Aritmeticası’nı Öklid'in Ele*mentler "i (Uşûlü'l-hendese) ışığında okuma denilebilir. Onun, özellikle belirsiz denklemlerin analizi konusunda takındığı tavrı Ebû Saîd es-Siczî, İbnü'l-Heysem ve Ebü'l-Cûd b. Leys gibi İslâm matematikçileriyle XVII. yüzyıl Avrupa matema*tikçilerinden Bachet de Meziriac ve Pierre de Fermat da benimsemişlerdir.

Hâzin'in cebir alanında yaptığı orijinal çalışmalardan biri, modern matematik tarihinde …3'ün imkânsızlığı" şeklinde ifade edilen ve adına "Fermat'nın Son Teoremi" denilen denklem hakkındadır. Bu denklemin kökü Mezopotamya'ya, Pisagor üçlüleri*ne ve Diophantos'a kadar gider. Ancak eski dönemde, tesbit edilebildiği kadarıyla denklemin sadece n = 2 hali üzerinde durulmuştur. İslâm matematikçileri ise başta Hâmid b. Hıdır el-Hucendî ve Hâzin olmak üzere denklemin daha çok n = 3 ve n = 4 halleriyle ilgilenmişler ve ortaya çıkan sonucu tartışmışlardır. Özel*likle Hâzin, Pisagor üçlüleri konusu üzerinde çalışırken Pisagor denkleminin kuvvetini ikiden üçe çıkararak x3 +y3 =z3'ün imkânsızlığını ispatladığını ileri sürmüş, ayrıca Hucendî'nin aynı konuda verdiği geometrik ispatın yanlış olduğunu göstermeye çalışmıştır. Yine Pisagor üçlüleri üzerinde çalışırken daha sonra İbnü'l-Havvâm ve Fermat ile büyük bir gelişme gösteren sayıların toplamı teorisine dahil "herhangi bir doğal sayının iki doğal sayının kareleri toplamı olarak ifadesi" gibi problemlerle de ilgilenmiştir. Hâzin bunlardan başka "Uyumlu Sayılar Teorisi" içine giren denklemler hakkında da çeşitli çalışmalar yapmış ve ilk defa bu tür denklemlerin sınırlarını tam olarak belirleyip bunu rasyonel kenarlı dik açılı üçgenler teorisinin esas konusu kabul etmiştir.

………Ömer Hayyâm'ın bildirdiğine göre Mâhânî, Archimedes'in İslâm âleminde Kitâb fi'l-küre ve'l-üstüvâne adıyla bili*nen eserinin ikinci makalesinin dördüncü teoreminde (şekl) bulunan bir öncülü (mukaddime) tahlil ederken ax3 + bx2 = c şeklinde üçüncü dereceden (kübik) bir denk*lemle karşılaşmış ve onu uzun çabasına rağmen çözemediği için çözümsüz problem (mümtene) olarak kabul etmiştir. Daha sonra gelen Hâzin ise matematik tarihinde "Mâhânî denklemi" diye adlandırılan bu denklemi koni kesitleri yardımıyla çözmüştür. Yine Ömer Hayyâm'dan öğrenildiğine göre kübik denklemlerin çözümü konusunda Hâzin'in gerçekleştirdiği bu ilk başarının ardından birçok hendeseci bu denklemlerin değişik türlerini sistematik olmasa da Hâzin'in yöntemiyle çözmeyi başarmıştır.

Nasîrüddîn-i Tûsî, Kitâbü Şekli'l-kattâ’ adlı eserinde eş-şeklül-muğni’yi iş*lerken konuyla ilgili değişik İslâm matematikçilerinin ispatlarını zikretmekte ve bu arada Hâzin'in el-Metâlibü'l- cüz'iyye, meylü'l-müyûli'l-cüz'iyye ve'l-metâli fi'l-küreti'l-müstakime adlı eserinden iktibas ettiği küresel dik açılarda sinüs teoreminin ispatını vermektedir. Söz konusu alıntıdan Hazin’in bu eserinin küresel trigonometriyle ilgili olduğu anlaşılmaktadır. Nasîrüddîn-i Tûsî, Benî Musa'*nın geometri sahasındaki eserinin tahririnde de "s = 1/2 (a + b + c) ise bir üçgenin alanının genel formülü √s(s-a) (s-b) (s-c)'dir" şeklinde ifade edilen Heron formülüne değişik bir çözüm vermekte ve bunun muhtemelen Hâzin'e ait olduğunu söylemektedir. Yapılan araştırmalara göre Hâ*zin'in bu çözümü Heron'a Benî Mûsâ'nınkinden daha yakındır. Ayrıca Hazin’in kullandığı şekil ve harfler Heron'un Dioptra adlı eserinde bulunan şekil ve harflerle aynı iken Benî Musa'nın kitabının Latince tercümesinde bunlar mevcut değildir. Bu durum. Hâzin ile Benî Musa'nın Heron formülü hakkındaki kaynaklarının farklı olduğunu göstermektedir.

Klasik biyografi eserlerinden ve Hâzin'den alıntı yapan kaynaklardan onun doğrudan rasat faaliyetlerinde bulunan bir astronom olduğu öğrenilmektedir. Bîrûnî, Tahdîdü nihâyâti'l-emâkin'inde Büveyhîler zamanında Ebü'l-Fazl İbnü'l-Amîd'in Rey'de bir rasathane kurduğunu ve burada Ebü'l-Fazl el-Herevî ile Hâzin'in 12 Rebîülâhir 348'de (22 Haziran 959) güneşin irtifaını rasat ettiklerini belirtmektedir. Bu bilgi, ayrıca Herevîve Hâzin'in yönetimleri altında bir grup astronomun çalıştığını ve düzenli rasat faaliyetlerinde bulunduğunu göstermektedir. Hâzin, bir veya birkaç defa ekliptiğin eğiminin tesbiti çalışmalarına da katılmıştır. Bîrûnî aynı eserinde, Herevî'nin 348 (959) yılında yaptığı gözlemler sonucunda ekliptiğin eğimi için e = 23° 40' değerini tesbit ederken Hâzin'in heyet başkanı olduğunu da yazmaktadır. Yine Bîrûnî, Hâzin'in ekliptiğin eğimini belirleme yöntemleriy*le İbrahim b. Sinan'ın yöntemlerinin benzerliğine de dikkat. Bîrûnî, bundan başka el-Âşârü'l-bâkıye, el-Kânûnü'l-Mesûdî ve Tahdîdü nihâyâti'l-emâkin adlı eserlerinde, Hâzin'in Batlamyus'unkinden farklı "homocentric" bir güneş modeli ileri sürdüğünü belirtmektedir. Bîrûnî'nin ayrıntılı bir şekilde anlattığı bu sistemin benzerleri daha sonra Avrupa'da Levi ben Gerson (ö. 1344) ve Hesseli Henry (ö. 1397) tarafından tekrar ortaya konmuştur. Ancak Hâzin ile bu iki Batılı bilim adamının düşünceleri arasında herhangi bir ilişki olduğunu belirlemek zordur.

(Devam ediyor..)
 

alptraum

New member
Katılım
1 Ocak 2005
Mesajlar
2,908
Tepkime puanı
166
Puanları
0
Yaş
38
Konum
Aþk`dan
Web sitesi
www.muhakeme.net
EBÛ CAFER HÂZİN-ö. 360/971 [?]-

(Devamı..)

ESERLERİ:

Ebû Ca'fer el-Hâzin'in mate*matik ve astronomi konularında telif et*tiği eserlerden ikisi tamamen, ikisi de kıs*men günümüze ulaşmıştır. Diğerlerinin bazıları yapılan alıntılardan tanınmakta, geriye kalanların ise sadece adlarının anlamlarından konuları tahmin edilebilmektedir.

A) Matematik.

1. Tefsîru şadri'l-makâleti'l-'âşire min Kitabi Öklîdis. Öklid'in Elementler'inin, irrasyonel sayıların geometrik nicelik (el-adedü'l-muttasıl = sürekli sayı) açısından bir incelemesi olan onuncu makalesinin tanımlarla ilgili giriş bölümünün tefsiridir. İbnü'n-Nedîm'in Şerhu Kitabi Öklîdis adıyla andığı eserin zamanımıza birçok nüshası gelmiştir.

2. Kitâbü'l-Mesâ'ili'l-'adediyye. İbnü'n-Nedîm ve İbnü'l-Kiftî'den öğrenilen isminden anlaşıldığına göre bazı problemlerin sayısal (nümerik) analiziyle ilgilidir.

3. Risâletü Ebî Cafer el-Hâzin fi'l-müsellesâti'l-kâ'imeti'z-zevâyâ ve'l-müntekati'l-edlâ’. Rasyonel kenarlı dik açılı üçgen teorisi hakkında olup Hâzin'in Pisagor üçlüleri üzerine yaptığı orijinal çalışmaları ihtiva eder. Fr. Woepcke tarafından Fransızca'ya tercüme edilen risaleyi Âdil Enbûbâ yayımlamıştır (bk. bibi).

4. el-Burhân 'ala şekli's-sâbi min Kitabi Benî Mûsâ. Benî Musa'nın geometri alanındaki eserinin Nasîrüddîn-i Tûsî tarafından yapılan tahririnde Heron formülü üzerine Hâzin'e atfedilerek ortaya konulan bir ispattır.

5. Kitâbü'l-Uşûli'l-hendesiyye. Ebû Nasr İbn İrak'ın, Hâzin'in Zîcü'ş-şafâ’ih'i üzerine kaleme aldığı Risale fî tashîh mâ vaka’a li-Ebî Ca'fer el-Hâzin mine's-sehv fî Zîci's-safâ'ih adlı eserinde zikrettiği Hâzin'in başka bir çalışmasıdır. İbn Irak'a göre Hâzin kitabında Menelaos'u eleştirmiştir.

6. el-Metâlibü'l-cüz'iyye, meylü'l-müyûli'l-cüz’iyye ve'l-metâlic fi'l-küreti'l-müstakime. Nasîrüddîn-i Tûsi’nin Kitâbü Şekli'l-katta’ adlı eserinden varlığı öğrenilen ve küresel trigonometriyle ilgili olduğu sanılan eser bazı kaynaklarda Kitâb fî meyli'l-eczâ’ adıyla kaydedilmiştir. Ebû Nasr'ın yukarıdaki eserinde bildirdiğine göre Hâzin, Menelaos'un trigonometriyle ilgili olan Kitâbü'l-Üker'inin de bazı noktalarına bir tenkit yazmıştır. Ancak günümüze ulaşmayan bu çalışmasının adı da bi*linmemektedir.

B) Astronomi.

1. Zîcü'ş-safâiih. Hâzin'in en iyi tanınan eseridir. Bîrûnî'nin Tahdîdü nihâyâti'l-emâkin'inde bildirdiğine göre İbnü'l-Amîd için kaleme alınmış olan eserin sadece çok küçük bir parçası zamanımıza ulaşmıştır. Berlin Kütüphanesi'nde kayıtlı bulunan astronomi aletleriyle ilgili iki küçük risale de ondan birer parça olmalıdır. Bîrûnî araştırmalarında yer yer bu zîcden alıntılar yapmakta, ayrıca bazı konularda Hâzin'in fikirlerini eleştirmektedir. Bîrûnî'ye göre Hâzin bu eserdeki bazı astronomik hesaplarda Ebû Ma'şer el-Belhi nin tesbitlerini tenkit etmiştir. Ebü'l-Cûd ise, "Hâzin bu eserde bir derecelik açının kirişini hesaplamıştır; bu da onun muhtemelen bir dar açıyı üç eşit parçaya bölme işini başardığını gösterir" demektedir. Bîrûnî'nin hocası Ebû Nasr İbn Irak, bu zîc üzerine Risale fî tashihi mâ vakaa’ li-Ebî Ca'fer el-Hâzin mine's-sehv fî Zîci'ş-şafâ'ih adıyla bir çalışma yapmış ve Hâzin'in düştüğü teorik ve pratik hataları düzeltmeye gayret etmiştir. Ancak burada vurgulanması gereken husus şudur: Zîcler genellikle metin ve tablolar halinde iki kısımdan oluşur. Söz konusu zîc de muhtemelen böyle idi. Dolayısıyla İbn Irak ile Bîrûnî'nin alıntıları, tartışmaları ve düzeltmeleri sadece metin kısmının bazı ayrıntılarıyla ilgili olduğu için bunlar eser hakkında tam bir bilgi edinmemize yardım etmemektedir. Bîrûnî el-Âsârü'l-bâkıye'sinde, bu zîcin aynı zamanda feleklerin hareketini açıklayan yeni bir yorum ihtiva ettiğini bildirmektedir. İbn İrak, yukarıdaki çalışmasından başka ayrıca İstidrâk 'alâ mes'ele min Zîci'ş-şafâih adıyla zîcdeki bir geometri problemini de ele almıştır.

2. Tefsîrü'l-Mecistî. Batlamyus'un el-Mecistî adlı eserinin (Almagest) şerhidir. İbn Irak'ın Cedvelü't-takvîm ve Bîrûnî'nin Tahdî*dü nihâyâti'l-emâkin ile el-Kânûnü'l-Mes'ûdi’sinden öğrenildiğine göre, Hâzin bu eserinde Benî Musa'nın Bağdat'ta yaptığı bazı ölçümlerle Ali b. îsâ el-Usturlâbî ve Sened b. Ali gibi kişilerden oluşan bir grubun yine Bağdat'ta yaptığı astronomik gözlemlerden bahsetmektedir. Kitabın bir parçası zamanımıza ulaşmış ve Rüşdî Râşid tarafından matematiksel tahlil açısından.

3. el-Medhalü'l-kebîr ilâ İlmi'n-nücûm. Hakkında Bîrûnî tarafından el-Âşârü'l-bâkıye'de bilgi verilen eser astroloji sahasında olup tarihleme usullerini incelemiş, ayrıca muharrem ayının ilk gününü tayin etmede kullanılan yöntemleri tartışmıştır.

4. Kitâbü'l-Eb'âd ve'l-ecrâm. Bîrûnî'nin el-Kanûnü'l-Mesûdî'si ile Haraki'nin Münteha'l-idrak’inde bahsi geçen bu eserinde Hâzin anlatılanlara göre yıldızlar arasındaki uzaklıkları vermektedir; ancak verdiği değerlerin kendi tesbitleri olup olmadığını belirtmediği gibi bunları nasıl elde ettiğini de açıklamamaktadır.

5. Risale ti halli't-ta’dîl. Adına Bîrûnî'nin Makale fî istihrâci'l-evfâr'ında rastlanmaktadır.

6. Makale fi ennehû yümkin en yütevehhem ihtilâf ü hareketi'ş-şems alâ merkezi'l-âlem. Bîrûnî tarafından Tahdîdü nihâyâti'l-emâkin, el-Kânûnü'l-Mescûdî ve el-Aşârü'l-bâkiye'de bu isimle bahsedilen eser, bazı kaynaklarda kısaca Risale fi hareketi'ş-şems adıyla verilmektedir.

7. Makale fi'l-burhân alâ bazı şan'ati'l-usturlâb. Semev'el el-Mağribî tarafından Keşfü avâri'l-müneccimîn adlı eserinde Hâzin'e atfedilerek kaydedilmiştir.

8. Kitâbü'l-'Âlemin. Dünya tarihinin kronolojisini tesbite çalışan bir astronomi cetvelidir. Paris Bibliotheque Nationale'de kayıtlı bulunan anonim bir zîcde ondan yapılmış birçok alıntı yer almaktadır.

9. 'Amelü's-safîhati'l-âfâkıyye. Bîrûnî tarafından Kitâbü İsticâbi'l-vücûh adlı eserinde zikredilmiştir.

10. Kitâbü'l-Beyân. Semev'el bunu Keşfü avâri'l-müneccimîn adlı eserinde anmak*tadır.

11. et-Tahayyür fî tashihi târîhi't-Tûfân. Adından anlaşıldığına göre Nûh tufanının tarihi hakkında bir çalışmadır.

12. Sırrü'l-âlemin. İbnü'l-Heysem'in ve Haraki'nin konuyla ilgili orijinal çalışmalarına kaynaklık eden eser. Batlamyus'un âlemin oluşumu ve gezegenlerle ilgili var sayımlarını ele alır ve bunları geliştirir.

13. Tefsîrü'l-makâleti'l-ûlâ mine'l-Mecistî. Bîrûnî'nin Tahdîdü nihâyâti'l-emâkin’de bu isimle andığı eser muhtemelen Tefsîrü'l-Mecistî'nin bir parçasıdır.

Wiedemann, İbnü'l-Ekfânî'nin İrşâdü'l-kâsıd’ını ve diğer bazı klasik eserleri kaynak göstererek Hâzin'e Kitâbül-Âlâti'l-acîbe er-raşadiyye adlı bir eser daha nisbet etmekteyse de bu çalışma aslında isim benzerliğinden dolayı karıştırılan Abdurrahman el-Hâzinî'ye aittir.

(Bitti.)

(T.D.V. İslam Ans. 16/126-129)
 

alptraum

New member
Katılım
1 Ocak 2005
Mesajlar
2,908
Tepkime puanı
166
Puanları
0
Yaş
38
Konum
Aþk`dan
Web sitesi
www.muhakeme.net
EBÛ CA'FER MUHAMMED B. MUSA EL-HÂRİZMÎ

İslâm Dünyası'nda cebir ilminin kurucusu kabul edilen matematikçi, astronom ve coğrafyacı.

Aslen Hârizmlidir; çok defa isim ve künyesinden dolayı Benî Mûsâ kardeşlerden Ebû Ca'fer Muhammed b. Mûsâ ile ve nisbesinden dolayı Mefâtîhu'l-'ulûm'un yazarı Ebû Abdullah Muhammed b. Ahmed el-Hârizmî ile karıştırılmıştır. Latince kaynaklarda adı Alkarismi, Algoritmi, Algorismi veya Algorism şeklinde geçer. Klasik kaynaklardan İbnü'n-Nedîm ve İbnü'l-Kıftî onu Ebû Ca'fer künyesiyle anarken Kâdî Sâid el-Endelûsî bir yerde Hârizmî, iki yerde Ebû Cafer olarak zikreder. Kitaplarından birinin anonim bir şerhinde ise Ebû Bekir künyesi yer almaktadır; bu, muhtemelen onun cebir kitabının şârihi olan Huzâî'nin verdiği bir künyedir ve IV. (X.) yüzyılda yaşayan edebiyatçı Ebû Bekir Muhammed b. Abbas el-Hârizmi’nin künyesiyle karıştırılmasından kaynaklanmıştır.

Tarihçi Taberî 210 (825-26) yılı olaylarını anlatırken, "Muhammed b. Mûsâ el-Hârizmî'den rivayet edildiği üzere..." diyerek Hârizmî'den nakilde bulunur; 232 (846-47) yılında meydana gelen olaylardan söz ederken de Halife Vâsik Billâh'ın hastalığı sırasında yanına çağırdığı astrologları sayar ve Hârizmî'nin adını Muhammed b. Mûsâ el-Hârizmî el-Mecûsî el-Kutrubbullî şeklinde verir. G. Toomer, Kutrubbullî nisbesine bakarak Hârizmî'nin Bağdat yakınlarındaki Kutrubbul bölgesinden geldiğini, dolayısıyla onun değil atalarının Hârizm menşeli olduğunu söylemekte, Mecûsî lakabından da Zerdüşt dinine mensup olabileceği sonucunu çıkarıp bu nisbenin aynı zamanda onun Fars kökenli olduğuna delâlet edebileceğini ileri sürmektedir. Öte yandan cebir kitabının önsözünden hareketle de onun Sünnî olduğunu, dolayısıyla Taberi’nin ifadesinin en azından Hârizmi’nin gençliğinde Zerdüşt dinine mensup bulunduğunu gösterebileceğini belirtmektedir. Ancak Toomer'in iki ayrı şahsı aynı kişi sanarak hataya düştüğü anlaşılmaktadır. Gerçekte Taberî eserinde iki defa zikrettiği Hârizmî'nin adını yukarıda da ifade edildiği gibi doğru olarak vermiş, fakat ikincisini yazarken Muhammed b. Mûsâ el-Hârizmî'den sonra gelen "el-Mecûsî el-Kutrubbullî" adlı şahsın önündeki atıf "vav"ı düşmüş ve bu durum söz konusu hataya yol açmıştır.

Hârizmî'nin tarihteki şöhretinin aksine hayatı hakkında bilinenler son derece azdır. Tabakat kitapları onunla ilgili çok kısa bilgi verir; tarih ve coğrafya eserlerinde ise ancak dolaylı bazı atıflar bulunmaktadır. Mevcut bilgilere göre Hârizmî Bağdat'ta yaşamış ve Me'mûn döneminde (813-833), aynı zamanda önemli üyelerinden biri olduğu Beytü'l-hikme'nin kütüphanesinde görev yapmıştır. Onun günümüze intikal eden eserlerini bu dönemde kaleme alıp Halife Me'mûn'a sunduğu görülür. Bazı tarihî kaynaklarda, astronom Hârizmî'nin Vâsik'in hilâfetinin ilk yılında (227/842) siyasî bir görevle Kuzey Kafkasya'da yer alan Hazar Devleti'ne gönderildiği kaydedilmekteyse de söz konusu kişi, aynı halife tarafından Bizans'a da gönderilmiş olan Ebû Ca'fer Muhammed b. Musa'dır. Ancak Taberî'nin verdiği bilgilerden Hârizmî'nin de Halife Vâsik zamanında hizmetine devam ettiği ve hatta onun ölümünde (232/847) yanında bulunduğu anlaşılmaktadır. Rivayete göre halife hasta yatağında aralarında Hârizmi’nin de yer aldığı ünlü müneccimleri çağırtmış, onlar da yaptıkları astrolojik hesaplardan sonra halifeye elli yıl daha sağlıklı bir ömür süreceğini bildirmişler, ancak halife bu olaydan on gün sonra ölmüştür Buna göre Hârizmi nin 232 (847) yılından sonra vefat ettiği söylenebilir.

Eserlerİ:

1.Zîcü's-Sind-Hind (Zîcü'l-Hârizmî). Halife Mansûr zamanında 154 (770–71) yılı civarında, bir Hint heyetinin beraberinde Bağdat'a getirdiği Brahmagupta'nın Sidhanta adlı kitabına veya ondan kaynaklanan ve aynı ismi taşıyan başka bir esere dayanır (Sindhind, Sanskritçe Sidhanta tabirinden bozmadır). Kâdî Sâid, Tabakâtü'l-ümem adlı eserinde Halife Mansûr dönemine rastlayan 156 (773) yılında Hindistan'dan gelen bir heyetin getirdiği Sindhind adlı astronomi kitabının Muhammed b. İbrahim el-Fezârî tarafından Arapçaya çevrildiğini, daha sonra Me'mûn döneminde Hârizmi’nin bu zîci ihtisar ettiğini ve ayrıca ona dayanarak İslâm ülkeleri için kendi zîcini hazırladığını yazmaktadır. Kâdî Sâid'e göre Hârizmî bu zîcinde Hint sisteminde büyük değişikler yapmış ve bazı astronomi konularında İran sistemini, bazılarında da Batlamyus sistemini esas almıştır; ayrıca kendisi de birçok keşifte bulunmuş ve esere yeni bilgiler eklemiştir. Ancak Kâdî Sâid bu zîcin, bütün özelliklerine rağmen Hârizmî'nin geometri konusundaki bilgisinin zayıflığı ve astronomi ilminden uzaklığı sebebiyle çeşitli yanlışlar ihtiva ettiğini ve bunların daha sonra gelen Sindhind ekolü takipçileri tarafından düzeltilerek cetvelin daha kullanışlı bir hale getirildiğini de yazmaktadır. Günümüz araştırmacıları, Hârizmî'nin bu zîci Me'mûn döneminde ve ilmî kariyerinin ilk yıllarında hazırladığı kanısındadırlar. Zîcin en önemli yanı, tam anlamıyla otantik sayılmasa da zamanımıza gelen ilk İslâm astronomi eseri olmasıdır. Yedi gezegenin hareketleriyle ilgili cetveller ve denklem tabloları, eserde Hint unsurlarının yanı sıra Batlamyus'unkileri andırır cetvellerin kullanıldığını ve eserde bunlardan başka ekliptik, güneş tutulması ve benzeri astronomik olayların hesabına dair çeşitli trigonometrik bilgilerin de yer alması, Hârizmi’nin Batlamyus cetvellerinin İskenderiyeli Theon versiyonunu bildiğini göstermektedir. Eserde bir de İran dönemine ait Zîcü'ş-Şâh'tan alınma cetvele rastlanmakta, ancak birbirinden farklı bu unsurların (Hint-İran-Grek) uzlaştırılmadığı görülmektedir. Öte yandan verilen bilgilerin ne kadarının aktarma, ne kadarının yeni yapılan rasatlara dayandığı da açık değildir. Çünkü zîc orijinal bir rasat ve hesaplama ihtiva etmemekte, ancak mukaddimesinden Hârizmî'nin Me'mûn döneminde Bağdat'ta ekliptiğin eğimini belirlemek için yapılan rasatları tartıştığı öğrenilmektedir. Burada eğimin doğruya yakın bir şekilde 23° 33' olarak verilmesine karşılık cetvellerde daha yanlış bir tesbit olan İskenderiyeli Theon'un 23° 51' değeri yer almaktadır. Bu gibi çelişkili hususlar zîcin orijinal yapısının saptanmasını zorlaştırmaktadır. İbnü'n-Nedîm'in iki nüsha halinde düzenlendiğini belirttiği eserin aslı günümüze ulaşmamıştır; İbnü'l-Kıftî de ez-Zîcü'l-evvel ve ez-Zîcü'ş-sânî şeklinde iki müstakil kitaptan söz etmektedir. Mevcut en eski nüsha. XII. yüzyılda Bathlı Adelard tarafından yapılan Latince tercümeye aittir. Ancak Adelard'ın tercümesi de X. yüzyılda yaşamış Endülüslü astronom Mesleme b. Ahmed el-Mecrîtî'nin tahririnden öğrencisi Ebü'l-Kâsım İbnü's-Saffâr'ın (ö. 426/1035) yaptığı tahrire dayanmaktadır; dolayısıyla bu düzenlemelerle eserin aslı arasındaki uygunluğu veya farkları tesbit etmek mümkün değildir. Sadece zîcin ilk dönem astronomları tarafından yapılan şerhlerinin artakalan parçalarından orijinali hakkında bazı fikirler elde edilebilmektedir. Meselâ X. yüzyılda yaşayan İbnü'l-Müsennâ' nın şerhinden, Hârizmî'nin sinüs cetvellerini Hint parametresi olan 150 tabanına bağladığı öğrenilmektedir; zamanımıza gelen nüshada ise sinüs cetvelleri Grek parametresi olan (Bâbil geleneğinin devamı) altmış tabanına bağlıdır. Yine aynı kaynaktan, orijinal cetvellerde başlangıç tarihi olarak Mecrîtî'nin nüshasındaki gibi hicretin (14 Temmuz 622) değil, Sâsânî Kralı III. Yezdicerd'in tahta çıktığı 16 Haziran 632 gününün alındığı da öğrenilmektedir. Zîcin her ne kadar zamanımıza güvenilir bir nüshası gelmemişse de daha sonra yapılan iktibaslardan İslâm âleminde çok geniş bir alanda kullanıldığı anlaşılmaktadır. Esere başvuran astronomlardan özellikle Bîrûnî ve İbn Yûnus zikredilmelidir. Ayrıca üzerine çeşitli şerhlerin ve açıklamaların kaleme alındığı, eleştirilerin yapıldığı ve bunlara karşı cevabî eserlerin telif edildiği görülmektedir. Ünlü astronomi âlimleri Fergânî ile Muhammed b. Abdülazîz el-Hâşimî, ikisi de Ta’lîl li-Zîci'l-Hârizmî adını taşıyan birer şerh yazmışlardır. Hârizmî'nin bizzat rasat yaptığını belirten ve zîcini iki kez zikreden Bîrûnî ise eserin aslına getirilen eleştirilere cevap vermek üzere el-Mesâ'ilü'l-müfîde ve'l-cevabâ-tü's-sedîde fî cileli Zîci Hârizmî ve İbtâlü'l-bühtân bi-îrâdi'l-burhân alâ a’mâli'l-Hârizmî fî Zîcih adıyla iki çalışma yapmıştır. Zîcü Sind-Hind'in Latince tercümesi H. Suter tarafından gerekli açıklamalarla Die astronomischen Tafeln des Muhammed ibn Müşâ al-Khwörizmi adıyla neşredilmiştir (Kopenhag 1914). O. Neugebauer de The Astronomical Tables of al-Khârizmi adıyla eseri bir giriş ve açıklayıcı notlar ekleyerek tercüme etmiştir. Ayrıca başta İbnü'l-Müsennâ'nın yazdığı şerh olmak üzere eserin aslıyla ilgili muahhar kaynaklar üzerine Batılı ilim adamları tarafından çok sayıda inceleme yapılmıştır.

...

(Devam ediyor..)

(T.D.V. İslam Ans. 16/224-227)
 

alptraum

New member
Katılım
1 Ocak 2005
Mesajlar
2,908
Tepkime puanı
166
Puanları
0
Yaş
38
Konum
Aþk`dan
Web sitesi
www.muhakeme.net
EBÛ CA'FER MUHAMMED B. MUSA EL-HÂRİZMÎ (Bir önceden devam..)

İslâm Dünyası'nda cebir ilminin kurucusu kabul edilen matematikçi, astronom ve coğrafyacı.

2.Kitâbü'l-Muhtaşar fî hisâbi'l-cebr ve'l-mukabele. Düzenli biçimde telif edilmiş, adında "cebir" kelimesini taşıyan ilk matematik kitabıdır. Hârizmî'nin bu eseriyle ilimler tarihindeki asıl ününü kazandığı cebir ilmi ilk defa hisâb ilminden ayrılmış ve ilk kez cebir bir ilmin adı olarak kullanılmıştır. Ondan sonra gelen bütün İslâm cebircileri bu eseri kendi çalışmalarına temel almışlar, hatta içerdiği problem ve örnekleri dahi aynen muhafaza etmişlerdir. Her ne kadar genel kabul cebiri Hârizmî'nin keşfettiği şeklinde ise de Hârizmî ve çağdaşı İbn Türk'ten önce İslâm dünyasında sözlü bir cebir geleneği vardı. Hârizmî tarafından tesbit edilen ilk İslâm cebri, muhtevası ve konuları itibariyle daha önceki Hint ve Grek cebrinden gerçekte daha basitti. Ancak usul olarak onun cebri nisbeten sistemli idi; Diophantus'unki gibi aritmetiksel niceliğe dayalı dağınık bir yapıdan çok yeni bir bilim formu içinde ortaya konmuştu ve cebirsel nicelik kavramını esas alıyordu. Hârizmfnin bu kitabının anonim şerhinin Haydarâbâd'da bulunan nüshasındaki bir kayda göre Hz. Ömer döneminde Medine'ye bir grup İranlı matematikçi gelmiş ve Hz. Ali'nin teklifi üzerine halife bunlardan, hazineden ödenecek ücret karşılığında bazı sahabelere "cebir ve mukabele" öğretmelerini istemiş ve ilk önce Hz. Ali beş gün içinde bu ilmi onlardan öğrenmiştir. Ancak insanlar öğrendiklerini kaydetmeyip birbirlerine şifahî olarak aktarmakla yetinmişler, daha sonra Me'mûn Hârizmi’den bu ilmi yazıya geçirmesini istemiş, o da bu konuda bir kitap yazmıştır. Yazmada verilen bu bilgiler başka belgelerle temellendirilmedikçe ihtiyatla karşılanmalıdır. Ancak bu kayıt. Hârizmî'den önce İslâm dünyasında şifahî bir cebir geleneğinin varlığına işaret etmesi bakımından dikkat çekicidir ve Hârizmi’nin Kitâbü'l-Muhtasar'ın önsözünde yer alan eserin Me'mûn'un isteği üzerine yazıldığı yolundaki açıklaması ile mevcut birikimi ima eden, "Bir ilim adamı ya kendinden önce kimsenin tesbit edemediği bir konuda eser kaleme alır, ya kendinden önceki ilim adamlarının kapalı bıraktığı konulan açıklar, kolaylaştırır ve anlaşılır kılar, veya daha önce yazılmış eserlerde bulunan eksiklikleri giderir, yanlışları düzeltir" görüşü de bunu desteklemektedir.

Bu çerçevede değişik başlıklar altında çeşitli vasiyet problemlerini cebir ve mukabele yöntemiyle çözer. Hârizmî'nin geliştirdiği cebir her şeyden önce ikinci derece denklemlerle sınırlı bir cebirdir. Bunun yanında negatif sayılar hiç kullanılmamış, dolayısıyla denklemlerin tesbitinde pozitif kökleri bulmakla yetinilmiştir. Ayrıca eserde sayılar dâhil hiçbir aritmetiksel ve cebirsel işlem için sembol kullanılmamış ve bütün işlemler sözel olarak ifade edilmiştir. Hârizmî, Mezopotamya-Grek geleneğinin aritmetiksel niceliğiyle Mısır-Grek geleneğinin geometrik niceliği yanında cebirsel niceliği açık şekilde ilk ortaya koyan ve cebirsel denklemleri çözerken analitik çözüm yanında geometrik çizimi de kullanan ilk matematikçidir. Onun bu ilme yaptığı başka bir önemli katkı ise kitabında Hint aritmetiğine uyguladığı yöntemin benzerini, cebirsel denklemleri çözerken yapılacak işlemleri bir sıra düzenine koymak suretiyle cebire de uygu*lamasıdır. Bu usule daha sonra matema*tik tarihinde ona izafeten "algoritma" (Hârizmiyyât, Harzemiyye; düzenli hesap tekniği) denilmiştir. Zîcü's-Sind-Hind gibi önsözünde Halife Me'mûn zamanında telif edildiği belirtilen bu eser de Hârizmî'nin ilk teliflerindendir ve Hint hisâbiyla ilgili olan kitabından önce yazılmıştır. Ancak İbnü'n-Nedîm ve Kâdî Sâid el-Endelüsî eseri doğrudan zikretmezler; sadece İbnü'n-Nedîm'in şerhleri dolayısıyla adını andığı kitaptan ilk bahseden İbnü'l-KıftTdir. Bîrûnî de eseri anarak bir alıntı yapmıştır. El-Fihrist'te verilen bilgiye göre Hârizmî'nin eseri Abdullah b. Hüseyin es-Saydenânî, Sinan b. Feth el-Harrânî ve Ebü'l-Vefâ el-Bûzcânî tarafından şerh edilmiştir; ancak üç şerh de zamanımıza ulaşmamıştır. Öte yan*dan Ebû Kâmil Şücâ’ da Kitâbü'l-Ve*sâyâ bi'l-Cebr ve'l-mukâbele'nin önsözünde, Kitâbü'l-Cebr ve'l-mukâbele'sini Hârizmî'nin eserinin bir şerhi olarak tanıtmaktadır. Bunlardan başka klasik kaynaklarda adı geçmeyen Muhammed b. Ahmed el-Huzâi’nin Şerhu Muhtasari'l-Cebr ve'l-mukâbele li-Ebî Bekr Muhammed b. Mûsâ el-Hârizmî ve Tekmile alâ Şerhi Kitâbi'l-Cebr ve'l-mukâbele li'l-Hârizmî adlı eserleri de zikredilmelidir. Ancak Huzâi’nin şerhi daha çok kitabın "Vesâyâ" bölümü üzerine yoğunlaşmıştır; bu sebeple cebir tarihinden çok fıkıh açısından önemlidir. Eserin tamamı 1145'te Chesterli Robert ve birinci bölümü Cremonalı Gerard (ö. 1187) tarafından Latince'ye tercüme edilmiş, bunların ilkini Robert of Chester's Latin Translation of the Algebra of al-Khowarizmi (New York 1915) adıyla L. C. Karpinski. ikincisini G. Libri yayımlamıştır. Ayrıca eser, Frederick Rosen tarafından 1831'de Londra'da Arapça ve İngilizce tercümesiyle birlikte, Mustafa Müşerrefe ve Muhammed Mürsî Ahmed tarafından da 1939'da Kahire'de Arapça olarak tekrar yayımlanmıştır; ancak her iki neşir de eserin başka yazmalarının bulunmasına rağmen sadece Bodleian nüshasına dayanmaktadır. Salomon Gandz, 1932 ve 1938'de kitabın "Misâha" ve "Veşâyâ" fasıllarını yayımlamış ve bu fasılları 150 yılında yazıldığını iddia ettiği Mishnat ha-Middot adlı İbrânîce bir kitapla karşılaştırmıştır. Gandz'ın bu karşılaştırmadaki niyeti, Hârizmî'nin verdiği bilgileri büyük oranda İbranî kaynaklarına götürmeye çalışmaktı. Ancak Gad Sarfatti adında İsrailli bir bilim adamı Mathematical Terminology in Hebrew Scientific Literatüre of the Middle Ages (Jerusalem 1968) adlı ese*rinde. Gandz'ın temel aldığı İbrânîce kitabın İslâm'ın ilk dönemlerinde yazılmış olduğunu ortaya koymuştur. Ayrıca Hüseyin Hidîv Cem tarafından Farsça'ya tercüme edilen (Cebr ve Mukabele, Tahran 1348, 1362 hş.) Hârizmî'nin bu eseri üzerinde değişik dillerde yapılmış çok sayıda çalışma mevcuttur; bunların sonuncusu Rosen neşrine yapılmış bazı ilâvelerle Pakistan'da yayımlanmıştır.

3.Kitâbü'l-Hisâbi'l-Hindî. İslâm dünyasına Hint rakamları ve ondalık sayı sistemi Hârizmi’nin bu eseriyle girmiştir. Aslı kayıp olan kitabın XII. yüzyılda yapılmış Latince bir tercümesi Cambridge Kütüphanesi'nde bulunarak B. Boncompagni tarafından Algoritmi de numero indorum adıyla neşredilmiş (Roma 1857), daha sonra da Kurt Vogel Mohammed İbn Musa Alchwarizmi's Algorismus adıyla aynı yazmanın tıpkıbasımını yayımlamıştır. En yeni çalışma, Andre Allard'ın Fransızca tercüme ve açıklamasıyla birlikte yaptığı tenkitli neşirdir (Muhammed İbn Müsâ al-Kwârizmi, Le calcul indien \Algorismus\, Paris 1992).

4.Kitâbü'l-Cem’ ve't-tefrîk. Günümüze ulaşmayan bu kitabı Abdülkâdir b. Tâhir el-Bağdâdî et-Tekmile fi'l-hisâb adlı eserinde zikretmekte ve ondan yaptığı bir alıntıyı vermektedir. Bu alıntıdan eserin el hesabıyla (hisâbü'l-yed) ilgili olduğu anlaşılmaktadır. İbnü'n-Nedîm, bu eserin Abdullah b. Hüseyin es-Saydenânî ve Sinan b. Feth el-Harrânî tarafından şerh edildiğini belirtmektedir. Altın Orda hükümdarı Özbek Han'ın (1315-1341) Kırım valisi Tülek Timur'a ithaf edilen müellifi meçhul et-Tuhfe fi'l-hisâb adlı eserde de Hârizmî'nin bu kitabından bahsedilmektedir. Ebû Kâmil'e atfedilen ve günümüzde sadece Liber augmenti et di-minutionis isimli Latince tercümesiyle tanınan el-Cem’ ve't-tefrîk adlı kitabın aslında Hârizmi’ye ait olduğu düşünülebilir.

5.Kitâbü'l-Coğrafya (Kitaba Sûreti'l-arz). İlk İslâm coğrafyacıları arasında yer alan Hârizmî'nin bu kitabı şehirlerin ve belirli bazı bölgelerin koordinatlarını vermektedir. Coğrafi yerler Grek geleneği takip edilerek yedi bölgeye ayrılmıştır. Eser altı kısımdan oluşur ve bunlar sırasıyla şehirlerin dökümünü, dağlan, denizleri, adaları, bazı coğrafî bölgelerin merkezî noktalarını ve nehirleri ele alır. Her kısımda gerekli coğrafî bilgiler düzenli bir şekilde verilmeye çalışılmıştır. Hârizmi’nin bu tertibi, daha sonraki İslâm coğrafyacılarının yaptıkları çalışmalara örnek olmuştur. Eserin kaynakları konusunda ilim tarihçileri arasında değişik görüşler bulunmaktadır. Bazılarına göre Hârizmî İslâm medeniyetinden önceki eserleri, özellikle Grek kaynaklarını kullanmış, bunun yanında Me'mûn döneminde Bağdat'ta coğrafya alanında yapılan araştırmaları da değerlendirmiştir. Nitekim Kitâbü'l-Coğrafya ile Batlamyus'un Kitâbü'l-Coğrafya'sı arasında bazı ilişkiler mevcuttur. Her iki eserde de bir dünya haritası ve bölgelere göre düzenlenmiş ana coğrafî merkezlerin koordinat noktaları bulunmaktadır. Batlamyus'un eserinde yer alan coğrafî bölgelerin birçoğu Hârizmî'nin eserinde de mevcuttur. Koordinatların bazıları aynı olmakla birlikte Kitâbü'l-Coğrafya'da sistematik bir değişiklik görülmektedir; dolayısıyla eseri Batlamyus'un Kitâbü'l-Coğrafya'sının doğrudan bir tercümesi olarak kabul eden görüş pek tutarlı değildir. Öte yandan her iki eserde yer alan dünya haritaları da birbirinden büyük ölçüde farklıdır ve Hârizmi nin haritası İslâm medeniye*tinin yayıldığı coğrafî bölge hakkında verilen bilgilerin çokluğu ve doğruluğu açısından Batlamyus'unkinden daha üstündür. Özellikle Akdeniz, Afrika ve Uzakdoğu hakkında Hârizmî'nin haritası tartışılmaz bir üstünlüğe ve özgünlüğe sahip*tir. Ancak Avrupa hakkında verilen bilgiler yanlışları ile beraber Batlamyus'un bir tekrarından ibarettir. Kitap, mevcut tek yazmasına dayanılarak Hans von Mzik tarafından Das Kitâb Sürat al-Ard des Abü Ğacfar Muhammad ibn Müsâ al-Huwârizmi adıyla neşredilmiştir (Leipzig 1926). Eser ve Hârizmî hakkında klasikleşmiş bir çalışma da C. A. Nallino imzasını taşımaktadır ("Al-Khuwârizmi e il suo rifacimento della Geografîa di Tolomeo", Raccolta di Şeritti editi e inediti adlı eseri içinde, Roma 1944, V, 458-532).

6.Risale fi'stihrâci târîhi'l-Yehûd. İbrânîlerin kullandığı takvimin pratik astronomi anlayışı çerçevesinde ele alındığı bir çalışmadır. Bugün Antikçağ İbranî takvim sistemi için önemli bir kaynak olan eserde. İbranî takviminin değişik cepheleri hakkında sağlıklı bilgiler ve ayrıca güneş ile ay arasındaki ortalama boylamı belirleme kuralları verilmiştir. Eser astronomiyle ilgili değişik risalelerle birlikte basılmıştır (er-Resâ'ilü'l-müteferrika fi'l-hey'e, Haydarâbâd 1948).

7.Kitâbü't-Târîh. Zamanımıza ulaşmamıştır; ancak daha sonraki birçok İslâm tarihçisinin yaptığı alıntılar, belli bir dönem tarih sahasında kaynak bir eser olarak kullanıldığını göstermektedir. Mevcut alıntılardan Hârizmi'nin de çağdaşı Ebû Ma'şer el-Belhî gibi astrolojik kaidelerle tarih arasında belirli bir ilişki kurmaya çalıştığı anlaşılmaktadır.

8-9. Kitâbü Ameli'l-usturlâb ve Kitâbü'l-l Amel bi'l-usturlâb. Her ikisi de günümüze intikal etmemiştir. Sadece Fergânî'ye nisbet edilen bir yazmada, Hârizmî'nin astronomi problemlerini usturlap yolu ile nasıl çözdüğünü açıklayan bir parça mevcuttur; ancak bu parçanın muhtevasında bir yenilik yoktur ve verilen bilgilerin konuyla ilgili daha önceki eserlerden derlenmiş olduğu anlaşılmaktadır.

10. Amelü's-sâa fî basiti'r-ruhâme. Klasik kaynaklarda adı geçen eserin konusu mermer yüzey üzerine güneş saati yapmakla ilgilidir.

11. Zarâ’if min 'ameli Muhammed b. Mûsâ el-Hârizmî fî ma’rifeti's-semt bi'l-usturlâb. Klasik kaynaklarda zikredilmeyen eserin zamanımıza bir nüshası gelmiştir. Bu muhtemelen Hârizmi'nin bugüne ulaşmayan meçhul bir eserinin bir parçasıdır.

(Bitti.)
 

alptraum

New member
Katılım
1 Ocak 2005
Mesajlar
2,908
Tepkime puanı
166
Puanları
0
Yaş
38
Konum
Aþk`dan
Web sitesi
www.muhakeme.net
EBHERÎ

Filozof, Astronomi Âlimi ve Matematikçi

Esirüddi el-Mufaddal bin Ömer es-Semerkandi el-Ebherî. Hayatı hakkında yeterli bilgi yoktur. Aslen Semerkant'lı bir aileye mensup olan Ebherî Musul'da doğdu. Bazı kaynaklar da bu nisbe yanlış olarak Ebehrî şeklinde geçmektedir. Bu arada çağdaş İranlı yazarlardan birçoğu, Ebherî nisbesine dayanarak onun Zencan ve İsfahan'a bağlı iki Ebher'den birinde doğmuş olduğunu iddia eder; ancak modern kaynakların bazılarının kaydettiği gibi bizzat Ebherî'nin Semerkand nisbesini kullandığı dikkate alınırsa ailesinin aslen Semerkant'lı olduğu anlaşılır. Seyfü'l-gullab müellifi Muhammed Fevzi ise Ebherî nisbesinin üç ayrı anlamı bulunduğunu belirterek bunları bir beldeye mensup olma, bir kabileye mensup olma ve "Beyazîde" olduğu gibi bir niteliği belirtme şeklinde sıraladıktan sonra Ebherî nisbesinin beldeye değil kabile ye mensubiyet ifade ettiğini söyler; ona göre Esîrüddin Ebher kabilesine mensuptur. Mehmet Sadettin Aygen Büyük Filozof Esirüddin Ebherî adlı eserinde, Ebherî'nin Afyonkarahisar ilinin Çay ilçesi yakınında Eber gölü civarındaki Eber köyünden (Şimdiki Doğanlı) olduğunu ve türbesinin de orada bulunduğunu iddia ediyorsa da şimdilik bu iddia "ebher" ile "eber" kelimeleri arasındaki ses benzerliğinin ötesinde bir anlam taşımamaktadır.

Ebherî ilk tahsilini Musul'da yaptı, daha sonra Horasan ve Bağdat'a giderek öğrenimini tamamladı. O dönemin en ünlü bilginlerinden olan Kemaleddin İbn Yunus'un talebesi, İbn Hallikan'ın da hocası oldu. Bir süre Musul sarayında himaye gördü; 625'te (1228) Musul'dan Erbil'e geçerek oraya yerleşti. Ebheri ayrıca Anadolu'ya da seyahatlerde bulunmuş, buradaki Türk beylerinin saraylarında ağırlanmış, ilim ve kültürün gelişmesine ve ilim adamlarına büyük değer veren beylerin teşvik ve destekleriyle felsefe ve müsbet ilimler alanında dersler vermiştir. Ölümüyle ilgili olarak kaynaklarda 661 (1263) ve 663 (1265) gibi farklı tarihler zikredilmektedir.

Eserleri: Felsefe ve Mantık

Felsefede Farabi ve İbn Sina geleneğinin XIII. yüzyıldaki en başarılı temsilcilerinden olan Ebherî, özellikle Hidâyetü'l-hikme ve İsügüci adlı eserleriyle İslam dünyasında pek az bilgine nasip olacak derecede büyük bir üne kavuşmuştur. Bu iki eserin ortak özelliği, asırlarca medreselerde ders kitabı olarak okutulmaları ve üzerlerine birçok şerh ve haşiyenin yazılmış olmasıdır.

1- Hidayetü'l-hikme. Klasik İslam felsefesinin problemleri üzerinde bir çalışma olan eser mantık, tabiiyyat ve ilahiyyat şeklinde üç ana kısma ayrılmıştır. Muhtelif baskıları bulunan bu kitabın İstanbul başta olmak üzere dünyanın birçok yerinde yazma nüshaları vardır. Esere ne kadar çok değer verildiği, üzerine yazılan şerh ve haşiyelerden anlaşılmaktadır. Bunların en meşhurları; Kadı Mir Hüseyin b. Muinüddin el-Meybedi (el-Meybüdi) el-Hüseyni ile (Ö. 880/ 1475) Sadreddin-i Şirazi (Ö. 1050/1640) tarafından yapılanlardır. Özellikle Kadı Mir şerhine birçok haşiye yazılmıştır. Bu haşiyelerin en önemlileri arasında Muslihuddin-i Lari (ö. 979/ 1572), Nasrullah b. Muhammed el-Halhali, Lütfullah b. İlyas er-Rûmi (ö. 929/ 1522), Pir Muhammed b. Alaeddin Ali el-Fenari ve Emir Fahreddin el-Esterabadi (ö. 1040/ 1630) gibi ünlü bilginlerin haşiyeleri zikredilebilir. Bunlardan Lari'nin haşiyesi üzerine İsmail Gelenbevi (ö. 1205/1791) bir talikat yazmıştır. Hidayetü'l - hikme'nin diğer önemli bir şerhi de Mevlanazade Ahmed b. Mahmud el-Herevi elHarziyanî'ye aittir. Bu şerh mantık kısmı hariç eserin son iki bölümü üzerine yapılmıştır. Mevlanazade'nin şerhine de birçok haşiye yazılmıştır. Bunlardan kayda değer olanları arasında Hıdır Şah b. Abdüllatif (ö. 853/ 1449), Fatih Sultan Mehmed döneminin ünlü alimlerinden Hocazade Muslihuddin Mustafa Efendi, Kadızade-i Rümi adıyla bilinen Müsa b. Muhammed ve Muhammed b. Mahmud et-Vefai'nin haşiyeleri sayılabilir. Son haşiye Hocazade'ninkini tamamlar niteliktedir. Vefai bu haşiyeyi Vezir Ayas Paşa için yazmış ve 924 (1518) yılında tamamlamıştır. Ayrıca Mevlanazade'nin şerhi üzerine II. Bayezid'in hocalarından Selahaddin'in de bir haşiyesi vardır ki Hocazade bazı noktalarda onu tenkit etmiştir. Hidayetü'l-hikme üzerine yazılan, Emirek Şemseddin Muhammed b. Mübarek Şah el-Buhari, Sadeddin Mesud b. Muhammed el-Kazvini ve Muinüddin es-Salimi'nin şerhleri de kayda değer görülmektedir.

2. İsaguci. er-Risaer-Risdammed el-Kazvtştir. Hiddletü'l-Esiriyye fil-mantık adıyla da bilinir. Mantığın bütün konularını kapsamakla birlikte son derece muhtasar bir eser olup medreselerde mantık alanında okutulan ilk kitap olması bakımından önemlidir. İsaguci, mantıkçılar nezdinde en çok değer verilen, yine aynı derecede mühim birçok şerh ve haşiyeye konu olan başlıca mantık kitaplarındandır. Esere Batı dünyasında da ilgi duyulmuş, Latince başta olmak üzere bazı Batı dillerine tercüme edilmiştir..

3. Tenzilü'l - efkar fi ta'dili'l esrar. Ebü'l-Ferec tarafından Süryaniceye çevrilmiştir.

4. Keşfül- haka'ik fi tahriri-dekaik. 663 (1264) yılında istinsah edilmiş bir nüshası Süleymaniye Kütüphanesi'nde kayıtlıdır

5. Kitabü-l Metali

6. Kitabü Beyani'l-esrar

7. Telhisül-hakaik

8. Zübdetül-esrar

9. Tehzibü'n-nüket

10. Risale fi Fesadi'l-ebhas elleti vadaaha mübrizü'l-cedeliyyin

11. Risale Müştemile ala semani' aşera mes'eletin fi'l-ke1am... Filozoflar, kelamcılar ve çeşitli din veya mezheplere mensup olanlar arasında ihtilaf konusu olan on sekiz meseleyi halletmek maksadıyla yazılmış bir eserdir.

12. Merasıdü'l-makasıd

Astronomi:

1-Muhtasar fi ilm'i-hey'e. Astronominin temel problemlerini ihtiva eden eser yirmi iki bölümden ibarettir.

2-ez-Zîcü'ş-Şamil. Ebu'l Vefa el-Büzcânî'nin aynı adı taşıyan eseri üzerine yazılmış bir şerhtir.

3-Risale fi'l-usturlab

4-Dirayetü'l-eflak

5-ez-Zicü'l-Mülahhas. Ez-Zicü'l ihtisari ve ez-zicü'l Esiri adlarıyla da anılır.

6-Mülahhas fi sınâati'l-Mecisti

Geometri:

1-Islahu Kitabi'l-Ustukusât fi'L hendese li- Uklidus

2-Risale fi Berkâri'l-maktu


(T.D.V.İslam Ans. 10/75-76)
 

alptraum

New member
Katılım
1 Ocak 2005
Mesajlar
2,908
Tepkime puanı
166
Puanları
0
Yaş
38
Konum
Aþk`dan
Web sitesi
www.muhakeme.net
EBU KAMİL ŞÜCA -

Doğu'da ve Batı'da etkili olmuş İslam matematikçisi.

Ebu Kamil Şüca b. Eslem b. Muhammed b. Şüca' el-Hasib el-Mısri. Cebir alanında Muhammed b. Müsael-Harizmi'den sonra eserleri zamanımıza ulaşan ilk matematikçi olup eski İslam cebir geleneğinin son temsilcisidir. Harizmi, Abdülhamid b. Vasi b. Türk ve Sind b. Ali gibi kendinden önceki İslam matematikçilerinin yanı sıra eski Yunan matematiğinden, özellikle Heron ve Öklid'den (Euclides) etkilenmiş olması muhtemeldir.

İlk dönem klasik kaynaklarında bilgi bulunmadığı için hayatı hakkında hemen hemen hiçbir şey bilinmemekte, yakın yıllara ait çalışmaların bazılarında Ahmed b. Tolun zamanında (868-884) Kahire'de yaşadığı ve gemi inşaat mühendisi veya yapımcısı olarak, bazılarında ise bazı valilerin yanında muhasip olarak çalıştığı söylenmektedir. Ancak Harizmi'den sonra geldiği (ö. 236 /850 )ve Kitabü'l-Cebr ve'l-mukabele adlı eserinin de Ali b. Ahmed el-İmrani el-Mevsıli (ö. 344/955) tarafından şerh edildiği göz önüne alınırsa Ebü Kamil'in bu iki zatın ölüm tarihleri arasındaki zaman diliminde yaşadığı kabul edilebilir.

Eserleri

Ebü Kamil'den bahseden ilk kaynak İbnü'n-Nedim'in el-Fihristi olup ona Kitabü'l-Felah, Kitabü Miftahi'l-Felah, Kitabü'l- Cebr ve'l-mukabele, Kitabü'l - 'Asir, Kitabü't- Tayr, Kitabü'l-Cem' ve't- tefrik, Kitabü'l - Hata'eyn, Kitabü'l-Misaha ve'l-hendese ve Kitabü'l - Kifaye adlı eserleri nisbet etmektedir.

Bunlardan Kitabü'l-Cebr ve'l-mukabele ile Kitabü'l-Misaha ve'l hendese dışındakilerin Arapça metinleri bugüne ulaşmamıştır.

1. Kitabü'l-Cebr ve'l-mukabele. Ebu Kamil'in en önemli ve en ünlü eseri olup Kitabü'ş-Şamil adıyla da bilinmektedir. Uzun zamandan beri Latince ve İbranice tercümeleri aracılığıyla tanınan eser, Ali b. Ahmed el-İmrani 'den başka İstahri (IV./ X. yüzyıl), Ebu'l-Kasım el-Kureşi ve İbrahim b. Ömer es-Sûbint (ö. 858/1454) tarafından da şerh edilmiştir; ancak bunların hiçbiri zamanımıza ulaşmamıştır. İbn Haldun bu eseri, Harizmi'in kitabından sonra cebir alanında yapılmış en güzel çalışma olarak nitelendirmekte, şerhlerinin en güzeli olarak da Kureşi'ninkini göstermektedir (Mukaddime, III, 1129). Daha sonra İslam matematikçileri ve Katib Çelebi de Ebu Kamil'in bu kitabını Harizmi'ninkinden sonra cebir sahasında yazılmış en önemli eserlerin başında zikretmişlerdir. Kitabü'l-Cebr ve'l-mukabele üç bölümden oluşmaktadır. Birinci bölümde temel cebirsel ifadeler ve işlemlerle basit (müfredat) ve katışık (mukterenat) denklemler incelenmekte, dolayısıyla bu bölüm yapı bakımından Harizmi'nin eserinin ilk bölümünü andırmaktadır. Ebu Kamilin burada ele aldığı konulara getirdiği en önemli yenilik, irrasyonel sayıları mukterenat denklemlerin kökleri yanında katsayılarında da kullanmasıdır. Eserin ikinci bölümünde cebirsel yöntemlerin geometrik problemlere uygulanması gösterilmektedir. Ancak burada kullanılan geometri Harizmi'ninki değil Öklid'inkidir. Üçüncü bölümde ise modern matematikte 'diofantik denklemler" adı verilen belirsiz denklemler ele alınmıştır. Matematik tarihçilerince kabul edilen genel görüş. Ebu Kamilin belirsiz denklemlerin çözümünde bağımsız olduğu şeklindedir. Eserin son kısımlarında bazı cebirsel problemler ele alınmakta ve sonlu dizilerin toplamıyla ilgili bazı kurallar incelenmektedir. Ayrıca bu kısımlarda Harizmi' nin bugün mevcut olmayan başka bir eserinden de alıntılar yapılmıştır. Eserde Harizmi'nin daha önce ortaya koyduğu cebir bilgileri tekrar ele alınmış, ayrıca bunlara yeni bilgiler eklenmiştir. Ebu Kamil bu çalışmasında Harizmi'nin eserinin yarısını kaplayan muamelat, mesaha ve vesaya problemlerine yer vermemiş. bu tür konular için ayrı bir kitap telif etmiştir. Bu tutumu ile cebirin bağımsız bir alan olduğunu vurgulamak istediği söylenebilir. Bu konuda Ebu Kamil cebir ilmine Harizmi den farklı bir şekilde yaklaşmaktadır. Ona göre cebir bilinmeyenin tesbitinde kullanılan bir yoldur ve muhtevası gereği diğer bilinmeyeni tesbit etme yollarından farklıdır. Ayrıca cebir tarihinde ilk defa cebirin hesabı da ihtiva edecek şekilde genişletilebileceğini görmüştür. Harizmi problemleri ve çözümlerini tek bir yolla sergilemiş, böylece cebir sürekli bir tekrar niteliği kazanmıştır. Ebu Kamil ise cebirin mekanik bir işlem olmadığını, tam tersine sürekli yaratıcılık gerektiren bir alan olduğunu vurgulamış ve daima ortaya koyduğu çözümlerle oynayarak genel sonuçlar vermeye çalışmıştır. Ayrıca bu eseriyle cebiri ve dayandığı ilkeleri Öklid geometrisi üzerine oturtarak sıkı mantık kurallarına bağlamış ve her türlü cebirsel ifadenin geometrik açıklamasını vermiştir. Yine Harizmi den farklı olarak irrasyonel sayıları geniş biçimde cebirsel denklemlere uygulamıştır. Bunlardan başka İslam cebir tarihinde ilk defa X üzeri 2'den büyük kuvvetleri kullanan matematikçi de Ebu Kamil'dir. Kuvvetlerin toplamı kaidesinden hareketle cebirsel işlemlerde X üzeri 8'e kadar olan kuvvetlere geniş bir şekilde yer vermiştir. Ancak cebirin cezir, mal ve adet, müfred gibi temel kavramlarında Harizmi yi takip etmiş, temel cebirsel ifade ve denklemlerin yanında karekök ile yapılan toplama ve çıkarma formüllerini de açık olarak vermiştir. Kitabü'l- Cebrin iki Arapça nüshası ile bir İbranice ve bir Latince tercümesi ele geçmiş olup Arapça nüshalarından sadece Beyazıt Devlet Kütüphanesindeki nüsha (Kara Mustafa Paşa, nr. 379, 111 varak) tamdır ve Fuat Sezgin tarafından tıpkıbasım olarak yayımlanmıştır (Frankfurt 1986). Meşhed'de Asitan-ı Kuds Kütüphanesi'nde bulunan diğer nüsha ise eksiktir. Mantualı Mordekhai Finzi'nin (ö. 1460 (?)) yaptığı İbranice tercüme, ilk önce J. Weinberg tarafından Almanca (1935), daha sonra da Martin Levy tarafından İngilizce(1966) tercümesiyle birlikte yayımlanmıştır; ancak Arapça metne göre İbranice metin eksik görünmektedir. Latince tercüme ise aslı üç bölüm olan eserin sadece ilk iki bölümünü ihtiva etmektedir. Bu tercüme L. C. Karpinski tarafından incelenerek Almancaya tercüme edilmiş ve bir makale ile ilim alemine tanıtılmıştır (1911-1912)

2. Kitabü't-Tara'if fil-hisab. el-Fihrist'te zikredilmeyen kitap, belirsiz denklemlerle çözülebilen problemler konusunda zamanımıza ulaşan en eski Arapça eserdir. Bu tür problemlerle daha önce Diophantos (III. yüzyıl), Kusta b. Luka tarafından Sina'atul cebr adıyla Arapça'ya tercüme edilen Aritmetica adlı eserinde ilgilenmiştir. Ancak Diophantos büyük oranda. denklemlerin kökünü gerçekleyen rasyonel sayıları dikkate almıştır. Ebu Kamil ise çözümü gerçekleyen bütün tam sayıları incelemeye çalışmaktadır. Bilindiği kadarıyla Hintli matematikçi Aryabhat da (V. yüzyıl) belirsiz denklemleri ele almış ve çözümlerinde sürekli kesirleri esas tutan "kuttaka' (dağılma) yöntemini kullanmıştır. Daha sonra yine bir Hintli matematikçi olan Bhaskara, 1150 yılında kaleme aldığı Vijaganita adlı eserinde belirsiz denklemlerin tam sayılarla çözümünü geniş bir şekilde incelemiştir. Bununla birlikte Ebu Kamil'in Hint yöntemlerini bilip bilemediği tartışmalıdır. Ancak onun Hintlileri takip ederek problemlerinde bilinmeyen değerlerin yerine büyük oranda kuş kullandığı görülmektedir. Dolayısıyla Ebu Kamil ile Hintli matematikçilerin problemleri arasında bir şekil benzerliği vardır; ayrıca et-Tara'ifin mevcut tek yazmasında görülen meçhul bir şarihin düştüğü notlardan hareketle Ebu Kamil'in bu metotlardan haberdar olduğu da düşünülebilir. Ancak genel kanaat onun bu tür problemlerden haberdar olduğu, fakat çözümlerinde tamamen bağımsız hareket ettiği şeklindedir. Ebu Kamil'in incelediği problemlerin tamamı, iki denklemden oluşan birinci dereceden üç, dört ve beş bilinmeyenli bir denklem sistemine indirgenmektedir. Bu sebeple zikrettiği problemler, modern matematik diliyle

ax + by + cz +...= 100
x+ y + z +...= 100

şeklinde ifade edilebilir. Denklem sistemindeki x, y, z gibi bilinmeyen değerlerin karşılığı ise tam sayı olmak zorundadır; çünkü bizzat kendisi denklemlerdeki bilinmeyen değerlerin yerine kuş, kılıç, kargı, adam. kadın ve çocuk gibi varlıkların konulabileceğini ifade etmektedir. Yine kendi ifadesinden bu tür problemlerin o dönemde yaygın olarak kullanıldığı, ancak denklemin çözümünde birden fazla yol mevcut olduğu halde bir tek çözümle yetinildiği anlaşılmaktadır. Ebu Kamilin bu tür problemlerin çözümünde takip ettiği genel yöntem tamamen cebirseldir ve ayrıca son derece düzenli ve sistematik bir yola sahiptir. Denklemlerde bilinmeyen değerlerin lafzi sembolleri x = şey, y = dinar (altın para), z = fels (bakır para) ve dördüncü değer = hatem olarak verilmekte ve bu dört tabir başka hiçbir anlamda kullanılmamaktadır. Sabit sayıya ise dirhem veya adet kelimeleriyle işaret edilir ve sayılar da kelimelerle gösterilir; cetveller ve eserin son sayfasında verilen rakamlar dışında Hint rakamları kullanılmaz. Leiden ve Paris'te iki nüshası bulunan Kitabü't-Tara 'if' in ilk defa Mantualı Mordekhai Anzi tarafından İbraniceye tercüme edildiği bilinmekteyse de G. Sacerdote, bu tercümenin doğrudan Arapçadan değil İspanyolcadan yapılmış olabileceğini belirtmiş, H. Suter de daha sonra bu görüşü doğrulamıştır. Buna göre eserin ilk önce İspanyolcaya çevrilmiş olması gerekmektedir. Ayrıca Sutere göre Paris Bibliothque Nationale'de kayıtlı yazma da et-Tara'if'in Latince tercümesidir. Eserin Arapça metni Ahmed Selim Saidan tarafından yayımlanmıştır.

3. Risale fil -muhammes vel- mu'aşşer. Dördüncü dereceden ve irrasyonel katsayılı ikinci dereceden katışık denklemlerin çözümlerini ihtiva eden bu kitapta cebirsel yöntemler geometrik problemlere uygulanmıştır. Dikkati çeken bir nokta, sabit sayının o güne kadar yapıldığı gibi "1" rakamı veya bir harf ile gösterilmeyip 10" rakamı ile gösterilmiş olmasıdır. İbraniceye de tercüme edilmiş olan eser Latince versiyonundan Almancaya çevrilerek şerh edilmiştir. G. Sacerdote ise eseri İtalyancaya tercüme edip incelemiştir . Sacerdote'nin işaret ettiği gibi Pizalı Leonardo, Practica geometriae adlı eserinde Ebu Kamil'in bu çalışmasından faydalanmış ve bazı alıntılar yapmıştır.

Ebu Kamil'in klasik ve modern kaynaklarda zikredilen diğer eserleri de şöyle sıralanabilir:

1. Kitabü'l-Cemc ve't-tefrik. Hesapta kullanılan dört işlem kurallarından bahseder. Dolayısıyla hisabü'l -hindi'en ziyade hisabü'l- hevaiye ait olması gerekir. İbnü'n-Nedim el-Fihrist'inde Harizmi'ye de benzer isimde bir eser nisbet eder; bunların her ikisi de zamanımıza ulaşmamıştır. Ancak bu isme karşılık olan Latince Liber augmeııti el diminutionis adında bir kitapla aynı konuda iki de İbranice çalışma mevcuttur. Bunlardan en az biri Harizmi'nin veya Ebü Kamil'in kitabının tercümesi olabilir.

2. Kitabü'l- Hata'eyn. Bilinmeyenin tesbitinde çift yanlış yönteminin kullanımından bahsetmektedir,

3. Kemalü'l- cebr ve temamih ve'z - ziyade fi usülih. Kitabü'l-Kamil adıyla da bilinmektedir. Katib Çelebi'nin zikrettiği bu eser. Salih Zeki'ye göre Ebu Kamil'in cebir üzerine kaleme aldığı ilk çalışmasıdır. Yine Salih Zeki'ye göre Ebü Kamil bu kitabında zımnen Harizmi'ye öncelik iddiasında bulunmaktadır. Taşköprizade de Miftahu's - saade'sinin, "ilmü'l- cebr ve'l-mukabele" maddesinde, cebir sahasındaki "mebsut" eserlerin ikincisi olarak Kitabü'l- Kamil 'i kaydetmektedir.

4. Kitabü'l-Vesaya bi'l-cebr ve'lmukabele.

5. Kitabü'l- Vesaya bi'l-cüzür. Katib Çelebi tarafından zikredilen eserin Musul'da bir nüshası bulunmaktadır

6. Kitabü'l-Misaha ve'l-hendese. Yer ölçümü ve geometriyle ilgili bir eserdir. Fuat Sezgin'in Misahatü'l-arazin adıyla zikrettiği eserle aynı olmalıdır.

Ebu Kamil, yukarıda özetlenen cebri ile Kereci başta olmak üzere kendinden sonra gelen birçok İslam matematikçisini etkilemiştir. Ortaçağ Avrupa matematiğinin kurucusu kabul edilen Pizalı Leonardo Fibonacci'nin (6. 1240 1?)) Liber abaci, Practica geometriae ve Liber quadratorum adlı kitapları ile Boncompagni tarafından Scritti I ve Scritti II adı altında yayımlanan yazılarından, Ebu Kamil'in cebrinden derin biçimde etkilenmiş olduğu anlaşılmaktadır, Ebu Kamil cebir ilmine Harizmi'ye göre daha nazari, Öklid'e göre ise daha ameli bir yaklaşım getirmiş, böylece uygulama yönü ağır basan eski Babil-Harizmi cebir geleneğiyle teorik Yunan cebir geleneği arasında bir sentez yaparak formel cebirin gelişmesine önemli katkılarda bulunmuştur.

(T.D.V.İslam Ans. 10/173-174)
 

alptraum

New member
Katılım
1 Ocak 2005
Mesajlar
2,908
Tepkime puanı
166
Puanları
0
Yaş
38
Konum
Aþk`dan
Web sitesi
www.muhakeme.net
EBÛ'L-KASIM ZEHRÂVİ (930-1013m)

Cerrahlığı müstakil bir ilim haline getiren büyük operatör.

Bir dünya düşünün ki, temizlik yapmak şöyle dursun, onu yapmaya bile günah diyor. Doktorluğu en şerefsiz bir meslek, adeta cellatlık sayıyor. O kadar ki, tıp fakültelerini dahi kapattırıyor.

Böyle bir şey olabilir mi diyeceksiniz? Evet, ne yazık ki, tarih bu çirkin gerçeği yaşamıştır. Ortaçağın Avrupası, bu akıl ve insanlık dışı yaşayışın içindeydi. Avrupalı papazlar, 1163 tarihinde "Papazlar Meclisi"nde aldıkları bir kararla, tıpla ilgili bütün okulları kapattırmışlardır. Onlara göre doktorluk, cellatlığâ yakın şerefsiz bir meslekti. Doktorlar birer sihirbaz ve yalancıydı. Doktorluk suçtu. Papazlara göre banyo yapmak büyük bir günah, hatta suçtu.

Ortaçağın Avrupası bu utanç verici, yüz karası hayatı yaşarken, 7. yüzyılda İslâm Peygamberi, "Her derdin devası vardır, araştırınız, bulunuz" diyor, maddi ve manevi temizliğin en güzel prensiplerini koyuyordu. İslâm dünyası, Peygamberinden, dininden aldığı azim ve şevkle, her ilme olduğu gibi, tıp ilmine de dört elle sarılmış, bu alanda yeni yeni keşif ve buluşlar yapmıştı.

Ortaçağ Avrupasında doktorluk yasaklanırken, Avrupâ nın İslâm dünyası aynı çağda dev adımlar atıyor, büyük doktorlar yetiştiriyordu. Bu doktorlardan biri de Ebu'l-Kasım Zehravi idi.

İsmi Halef bin Abbas ez-Zehravi olup, künyesi Ebû'l-Kasım'dır. Kurtuba yakınlarındaki Ez-Zehrâ da doğduğu için Zehravi ismiyle meşhur oldu. Batı ilim aleminde Ebü'l-Kasis, Bukasis ve Al-Zahravis olarak bilinir. 930 (H.318)-1013 (H.404) seneleri arasında yaşamıştır.

Zamanında ilim ve kültür seviyesi en yüksek olan Kurtuba Üniversitesi'nde öğrenim gördü. Özellikle tıp ilminin nazari ve tatbiki sahalarında derinleşerek söz sahibi oldu. Zehravi'nin yaşadığı devirlerde ilim ve teknikte çok ilkel bir seviyede bulunan Avrupa ülkeleri, Endülüs İslâm Üniversitesi'nden aldıkları temel bilgilerle aydınlanma yolunu tutmuşlardı. İçlerinden zeki olanlar ilim lisanı olan Arapçâ'yı öğrenmek suretiyle bazı mühim ilmi eserleri kendi dillerine tercüme ediyorlardı. Bu dönemde yetişen Zehravi, önce Endülüs Emevi alifelerinden Üçüncü Abdurrahman ile, sonra yerine geçen İkinci Hakem devrinde saray doktoru olarak çalıştı ve hükümdarların özel tabibi oldu.

Müslüman cerrahların babası olarak kabul edilen Zehravi, daha çok cerrahi sahasında başarılı ve meşhurdur. Modern cerrahinin öncülüğünü yapan Zehravi'nin devrinde, Avrupâ da bu ihtisas, hekimler tarafından üstün görülmediği için, uygulama sahası açılmamıştı. Avrupâ nın aksine, İslâm aleminde; makbul, yaygın ve revaçta bir ilim olduğundan, tatbiki başarılı neticeler veriyordu. Cerrahiye ilk önem veren alim, meşhur Razi idi. Ali bin Abbas onun yolunu takip etmiş, sonra da İbn-i Sina yetişmiştir.

Endülüs'te de İbn-i Zühr bu sahada temayüz etti. Tıp ve cerrahiyi birleştirerek, tıb ilminde hamle yaptı. Fakat cerrahinin başlı başına bir ilim haline gelmesi, Zehravi sayesinde olmuştur. Zira o, sadece nazariyelerle uğraşmadı. Bizzat ameliyatlar yaparak, metodlar ve aletler keşfetmeyi ve bunları maharetle kullanmayı başardı. Avrupâ da İslâm alimleri ve ilimlerinin ışığı sayesinde teşekkül eden rönesans hareketinde Zehravi'nin de büyük tesiri ve rolü oldu. O devirde Avrupa'da Zehravi'nin eserleri ve bunlarda ortaya koyduğu tıbbi ve cerrahi usuller de temel müracaat kaynağı idi.

J.AE. Condel, tıpta mahir olan Ebu'l-Kasım'ın, İsa Bin İshak'la birlikte vezirin evinde fizik, matematik ve astronomi sohbetleri yaptıklarını, üçüncü Abdurrahman'ın özel doktoru olduklarını, gece-gündüz demeden hastaların evlerine müracaat ettiklerini, avlularını doldurduklarını, onları tedavi etme faziletini gösterdiklerini anlatır.

İbn-i Hazm (994-1064)'in ifadelerinden anlaşıldığına göre, o zamanın en verimli ve en ciddi şekilde tıpla uğraşan doktoruydu. Ebu'l-Kasım'ı daha çok şöhrete kavuşturan "et-Tasrif" adındaki eseridir. O, bu eseriyle Ortaçağ'ın Batı tıp dünyasına hakim oldu. Doğulu ilim adamlarından çok Batılı ilim adamlarından takdir topladı. Meşhur fizyolojist Halen'in ifadesiyle; "onun eserleri 14. asırdan önce yaşamış bütün cerrahlar için yegâne kaynak"tı. Avrupa asırlarca onun eserlerini inceleyip, yazdıklarından faydalandı ve ona dayanarak çeşitli buluşlar yaptı. Ebu'l-Kasım, kendi devrinde yapılması imkânsız sayılan birçok ameliyat yaptı. Ameliyatlarda kullanılmak üzere çeşitli aletler keşfetti ve resimlerini çizip kitabına koydu. Bunu yapan ilk doktor Ebu'l-Kasım Zehravi'dir.

Zehravi, daha o devirlerde birçok günlük acil hallerde cerrahi usullerini başarı ile tatbik etmiş, burun ameliyatları yapmış, gümüş nitratı kullanmıştır. Dağlama yoluyla da önceleri hiç yapılmamış birçok cerrahi tedaviyi başarmıştır. Hayatının büyük bir kısmını doğduğu yer olan Medinet-üz-Zehrâ da tıp ve eczacılık araştırmaları ile geçiren Zehravi, ayrıca din ve zamanın diğer fen ilimlerini de tahsil etmiştir. O, cerrahi uygulamalarda çok hassastı. Ameliyatlarda kullandığı aletleri kendisine has bir metodla mikroplardan temizledikten sonra kullanıyordu. Bu işte, bilinen ve madde'üs-safra denilen bir maddeden faydalandı. Günümüzde yapılan araştırmalar, bu maddenin bakterileri imha edici özelliğe sahip olduğunu ispatlamıştır.

Cerrahiyi bağımsız bir ihtisas dalı haline getiren Ebu'l-Kasım'dır. O, tıbba emsalsiz bir yükseliş kazandırmış, kendi patentini basmıştır. Batı'da, cerrahi onun sayesinde anatomi ile kader birliği yapmış, daha sonraki büyük keşifler için modern tıpta rehberlik eden nihai yolu hazırlamıştır. Cerrahide kullanılan 200 kadar aletin resmini çizmiştir. Bu, o zaman için oldukça harika bir buluştu. Çünkü Ebu'l-Kasım'ın çizdiği bu aletler, bizzat cerrahide kullandığı aletlerdir.

Böbrek taşlarının nasıl çıkarılacağını ilk defa o tesbit etti. Bu ameliyatı ilk defa o gerçekleştirdi. Yaptığı ameliyat, çağımızın en ileri gelen operatörlerinin yaptıkları ameliyatla aynı idi.

Ayrıca, Ebul'l-Kasım öyle bir soba gerçekleştirdi ki, damıtmada yakıtını otomatik olarak tamamlıyordu. Yaraların dağlanması, idrar torbası içindeki taşları parçalayarak çıkarmak, canlı hayvanlara tecrübe maksadıyla ameliyatlar yapmak, kadavrayı kesip parçalamak gibi, yeni fikir ve metodlar denedi. O, bir ailede müşahade ettiği birçok vak'alar sonunda hemefoliye dair izahlarda bulundu. Bu açıklamalar bu mevzuya zenginlik kazandırdı. Ebu'l-Kasım, Percival Pott (1713-1789)'dan 7 asır önce artrit ve fıkra tüberkülozlarıyla meşgul oldu.

Yaraların kotarizasyonu ile mesanede taşların giderilmesinden başka, ****iyon ve vivi****iyontodlarla da yetinmedi. Yunanlıların geri bir seviyede bıraktıkları tıbbın kadın hastalıkları dalında yeni usûl ve aletlerle büyük gelişmeler kaydetti.

El veya diz vak'alarında ayak durumu ile çapraşık durum veya ilk defa kendisinin müdahalede bulunduğu çocuğun çeşhe durumunda doğuma yardımcı yeni metod ve müdahaleler buldu. Kadın hastalıkları dalında yeni usul ve aletlerle büyük gelişmeler kaydetti. "Ceninin ters doğumuna müdaheleyi" yine ilk defa o tavsiye etti. Bu metod doğumu oldukça yardımcıydı. Halbuki Soranus ve selefleri buna cesaret edememişlerdi. Ancak, asırlar sonra Stuttgartlı jinekolog Walcher (1856-1935) buna teşebbüs etti ve bu usül "Walcher Durumu" adıyla şöhret buldu. Böylece müslüman bir bilginin buluşu yine bir Avrupalı doktora mal ediliyordu.

Vaginal taş ameliyatını tıp dünyasına o kazandırdı. Ayrıca Ebu'l-Kasım, özel bir vaginal aynadan başka "Collum"un sûn'i şekilde genişlemesine yarayan, doğumda büyük bir yardımcı olan kolpeurynter aletini de icad etti. Poliplerin çıkarılmasında çengel uyguladı. Hizmetçisine başarılı bir trakeotomi ameliyatı yaptı.

Büyük Fransız cerrahı Pare, 1552 yılında yaptığı bir ameliyatla şöhrete kavuştu. Bu ameliyatta Pare, büyük damarları bağlamıştı. Herkes bunun, dünya tıp tarihinde bu konuda yapılmış ilk ameliyat olduğunu sanıyordu. Oysa aynı ameliyatı Ebu'l-Kasım, Fransız cerrah Pare'den 550 yıl kadar önce gerçekleştirmişti. Avrupalılar bunu da kendilerine mal ettiler. Pratisyen cerrahlarına sûn'i dikişi, kürk dikişi, karın yaralarında sekiz dikişi, bir ipliğe geçirilen iki iğneli dikişi, bu münasebetle kendi bağırsakları ile yapılan dikişi, bağırsak ameliyatında catcut o öğretti. Bütün ameliyat dikişlerinde, bilhassa karın çukuru altındaki cerrahi müdahalelerde, havsalayı yatakta ilk defa yüksek tutan o oldu. Avrupa bu üsulü ondan öğrendi. Trendelenberg durumunu ilk defa tavsiye eden Ebu'l Kasım'dır. Ancak, 20. yüzyıl başlarında Alman cerrahı Friedrich Trendelenberg (1844-1924), bunu ortaya koyabilmiş, daha doğrusu Ebu'l-Kasım'ın buluşuna sahip çıkıp, kendine mal etmiş, Ebu'l-Kasım'ın ismi unutturulmuştur.

Zehravi'nin en çok meşgul olduğu ve çağdaşlarını da en fazla yoran hastalıklardan biri kanserdi. Onun, bu hastalık için ortaya koyduğu tedavi usulleri günümüze kadar uygulana gelmiştir. O, akciğer iltihaplanmaları üzerinde çalışmış ve ameliyatla göğsü yarıp dağlama yoluyla bunu tedavi etmeyi başarmıştır. Ameliyatla böbrek taşlarını düşürmeyi ilk defa gerçekleştiren yine odur. Yaptığı ameliyat günümüz operatörlerininkiyle aynı idi. Göz, kulak, burun, boğaz ve diş cerrahisine önderlik etti ve ilk defa fıtık ameliyatını gerçekleştirdi.

Ebu'l-Kasım Zehravi, ameliyatlarda kendine has anestezi metodlarını tatbik etti ve bunun için banc otundan faydalandı. Mafsal iltihaplarını tetkik ederek, tedavisi üzerinde durdu. varis, yani damar genişlemesi hastalığı üzerine çalışmalarda bulundu.

Ameliyat sırasında mum ve alkol kullanarak kanamayı durdurmayı başardı. Açık kırıklarda, yaranın bakımı için alçı sargısından bir pencere kesip açma metodu da ona dayanır. Alçı sargısını yumuşak şeylerle doldurma da Ebu'l-Kasım'ın keşfidir.

Ebu'l-Kasım Zehravi, cerrahlar için anatomi bilgisinin son derece gerekli olduğunu savunmuş, ameliyat yapılacak kısım iyi bilinmedikçe ameliyata girişilmemesini tavsiye etmiş, anatomi bilmeden yapılan ameliyatların çok vahim neticeler doğuracağını anlatmıştır.

Ayrıca onun, ok yaraları ve diğer bir kısım yaraların tedavisinde oldukça orijinal buluşları bulunmaktadır. Zehravi, ayrıca birçok diş operasyonlarını tarif etmiştir. Bunlar arasında diş çekme, tesbit etme, kökünü besleme ve takma dişle ilgili bilgiler vermiştir.

Zehravi, çürük dişlerin kırılmadan çekilebilmesi için kurşunla doldurulup çekilmesi fikrini ortaya atan ilk doktordur. Diğer metallerin ağız içinde kimyasal reaksiyona gireceğini düşünerek altın tel kullandı. Demir, bakır ve altından yapılmış cerrahi aletlerini esaslı bir şekilde geliştirdi. Cerrahi ameliyatlarda dikişler için kullanılacak ipek ipliği imal etti. Burun içindeki fazlalık et parçalarını temizleyip almak için ilk defa senanin denilen orijinal bir alet yaptı. Yine ilaçları mesaneye vermek için madeni şırıngayı ilk defa o yapıp kullandı. Dişler, kırık çıkıklar, bağırsak dikişleri, diz mafsallarındaki kangrenler, damarların anevrismanlarının tedavisi gibi daha birçok konuda Ortaçağ'ın en büyük cerrahlarından biri sayılan Fransız cerrah Guy de Chauliac, onun fikirlerinden faydalanmıştır. "Magna Chinirgua" adını verdiği eserinde en az iki yüz defa Ebu'l-Kasım'dan söz eder.

Ebu'l-Kasım ez-Zehravi'nin Lâtince'deki ismi Albucasis idi. Bu, Arapça şekli kadar, Batı'da ünlüydü. Zehravi, Müslüman cerrahların en büyüklerindendi. Nitekim Kitab et-Tasrif veya Concessio adlı bir tıp ansiklopedisi olan ki tabının otuzuncu bölümü yüzyıllar boyu cerrahlar için kılavuz kitap olmuştur. Cerrahinin İslâm tıbbında o döneme kadar verilmiş en sistematik bir de ğerlendinnesi bu bölümde yer almaktadır; metne ayrıca Zehravi tarafından kullanılan aletlerin tasvirleri eşlik etmektedir.

Ebu'l-Kasım Zehravi yi meşhur eden, Avrupâ da cerrahinin temeli olan Tasrif adlı eseridir. İlk ciltten meydana gelen eser, dokuz yüz sayfadır. Eserin asıl adı Et-Tasrif Limen Acize ari it Te'liftir. Otuz bölümden meydana gelen eserin birinci ve ikinci bölümlerinde hastalıkların genel değerlendirmesi yapılarak tedavileriyle ilgili bilgiler verilmektedir. Üçüncü bölümden yirmi beşinci bölüme kadar olan kısımda, ilaçların terkibi anlatılmaktadır. Yirmi altıncı bölümde hastalık, sağlık ve yiyecek rejiminden bahsedilmektedir. Yirmi sekizinci bölümde ise basit ilaçlarla yiyeceklere ayrılmıştır. Kitabın en önemli kısmını otuzuncu bölüm meydana getirmektedir. Burada, cerrahlıkla ilgili bilgiler anlatılmaktadır.

Te'lif in ****enden fazla yazma ve basılı kopyası vardır. Birçok defa Lâtince'ye ve İbranice'ye tercüme edildi. Eserin birinci ve ikinci kısımları 1519 senesinde Ausburg'da Lâtince olarak basıldı. Cerrahi ile ilgili cüz'ü meşhur Gerard de Cremona tarafından Lâtince'ye tercüme edilmiştir. Bu bölümü Fatih Sultan Mehmed Han zamanında, Amasya Hastanesi Başhekimi Sabuncuzade Şerefeddin tarafından bazı ufak tefek ilavelerle Cerrahiyei İlhaniye adıyla Türkçe'ye tercüme edilmiştir.

Avrupâ da cerrahinin temelinin atılmasına sebep olan bu eser, Salerno, montrepelleier ve diğer Avrupa tıp fakültelerinde asırlarca ders kitabı olarak okutulmuştur. Ebu'l-Kasım Zehravi'yi, Müslümanlardan çok, asırlarca eserlerinden istifade eden Avrupalılar tanımışlar, buluşlarını ve tedavi şekillerini kendilerine mal etmişlerdir.

Zehravi'nin eseri, Cremonâ lı Gerard'ın Lâtince tercümesi sayesinde Batı'da geniş ölçüde tanındı ve İtalyan ve Fransız cerrahları üzerinde hayli etkili oldu; kendisine gösterilen ilgi, eserin modem döneme kadar yaşamasını sağladı

(Bilime Yön Veren İslam alimleri - Adil Akyüz,251-261)

 

alptraum

New member
Katılım
1 Ocak 2005
Mesajlar
2,908
Tepkime puanı
166
Puanları
0
Yaş
38
Konum
Aþk`dan
Web sitesi
www.muhakeme.net
EBU'L KASIM El-IRAKİ

İslam Dünyasının Cabir b. Hayyan ve Ebu Bekir er-Razi'den sonra yetiştirdiği en büyük kimyacılardan.

Ebu'l-Kasım Muhammed b. Ahmed el-lraki es Simavi.Klasik kaynaklarda hayati hakkında bilgi yoktur. Bazı eserlerinde adı Ahmed Muhammed şeklinde geçer; nisbesinden Iraklı olduğu anlaşılmaktadır. Yeni kaynaklarda XII. veya XIII. yüzyılda yaşadığı söylenmekte, ölüm tarihi Kehhale tarafından 580 (1184-85) yılı civarı olarak gösterilmektedir. Ebu'I- Kasım aynı zamanda Hüsrev Şah es-Simavi ad ve nisbesiyle de tanınmakta, ancak bu adın Uyunü'l hakaik başlığını taşıyan eserinin çeşitli yazma nüshalarında Hüsrev Şah, Harur Şah, Hazur Şah ve Hayruz gibi farklı şekillerde yazıldığı görülmektedir. Bunlardan Karaçelebizade'deki 923 tarihli nüshanın, müellif hattının veya ondan aktarılan nüshanın özelliklerini taşıdığı kabul edilmektedir. Buna göre istinsah hatalarından kaynaklandığı anlaşılan bu farklılıklar bir yana bırakılırsa söz konusu adın Hüsrev Şah olduğu söylenebilir. İkinci nisbesi ise yine eserlerinin yazma nüshalarında Simavî, Sîmavî ve Simânevî olmak üzere üç ayrı şekilde geçmektedir. Bu durum, söz konusu nisbenin onun doğum yerinden çok mesleğiyle ilgili olduğunu ve belki de aslında "Simyâi" iken istinsah hatası sonucu "Simâvî veya diğer şekillere dönüştürüldüğünü düşündürmektedir. Uyunu'l- hakâ'ik'in British Museum'daki nüshasının baş tarafında Sultan 1. Baybars'ın (1260-1277) oğlu Berke Hanın ve veziri Baheddin'in adları geçmektedir. E. J. Holmyard buradan hareketle onun XIII. yüzyılda yaşadığını söylemektedir. Öyle anlaşılıyor ki Ebu'l-Kasım uzun seyahatlerden sonra ömrünün önemli bir kısmını Mısır'da geçirmiş ve eserlerinin çoğunu orada kaleme almıştır.

Hayatının on yedi yılını kimya öğrenimine veren Ebu'l-Kasım, bu alandaki çalışmalarında yeni bir yöntem geliştirmiş değildir. Aslında eskiden beri anlatıla gelen simyaya ilişkin hurafeleri reddetmekle birlikte değersiz madenleri ateşte eriterek altın ve gümüşe dönüştürmenin mümkün olacağına inanıyordu. Yaptığı bir deneyde kurşun eriyiğinden bir miktar gümüş elde edince bu kanaate sahip olmuş, fakat bir filizin içinde başka madenlerin de bulunacağını hesaba katmamıştı. Ona göre altın, gümüş, bakır, demir, kurşun ve kalay aynı türden madenlerdi ve aralarındaki fark sadece sıcaklık, soğukluk, kuruluk ve yaşlığa dayanan niteliklerden kaynaklanıyordu. 0 halde kimyasal işlem sonucu bu nitelikleri değiştirerek bir madeni diğerine dönüştürmek mümkündü (el'İlmü'l-mükteseb, s 7-8). Bu madenler arasında altının her zaman değerli bir madde olarak kabul edilmesinin sebebi, diğerlerine göre nitelik açısından daha mutedil olmasıydı ve öteki madenleri altına çevirmek için uygulanacak yöntem, onları ateşte eritip gerektiği kadar iksir ilave etmek suretiyle normal kıvama gelmelerini sağlamaktan ibaretti. İksirin eritilen madene olan etkisini ise ilacın hastaya yaptığı etki ile mukayese eder ve bunun olumlu sonuçlarının istisnai durumlar bir yana kesin olduğunu söyler.

Ebu'l-Kasım çalışmalarında Cabir b. Hayyan ve Ebu Bekir er-Razi gibi ünlülerin eserlerinden faydalanmış, ancak maddenin kimyasal özelliklerini araştırmayı gaye edinen Razi'den çok Cabir'in öğretilerine sadık kalarak fiziki niteliklerle ilgilenmeyi ve bunları sembollerle açıklamayı tercih etmiştir. Bu bakımdan eserleri büyük ölçüde Cabir kimyasının bir özeti sayılabilir. Bununla birlikte onun çalışmaları hiçbir zaman Cabir'in fikirlerinin yalın bir tekrarı olmamış, daima kendi deney ve gözlemlerini yansıtmıştır. Ayrıca simyaya ait eserlerin kaleme alınış tarzlarını ve bunlarda geçen bazı sembolik terimlerin ne anlama geldiğini de izah eder. Böylece simya alanındaki eserlerin kolay anlaşılmasına yardımcı olmak ister; fakat son tahlilde sembollerin metafizik birer anlamı bulunduğuna dikkat çekerek bu konuda daha ileri gidilmemesini tavsiye eder. Ebu'l-Kasım, İslam dünyasında simya alanındaki çalışmaların durakladığı bir dönemde yazdığı eserlerle bu geleneği devam ettirmesi bakımından önemli bir şahsiyettir.

Eserleri:

1. el- İlmu'l-rnükteseb fi zira'ati'z-zeheb, Elli sayfadan oluşan ve eski kimya geleneğini yansıtan kitap muhteva bakımından iki kısma ayrılabilir. Birinci kısım iksir teorisiyle altın, gümüş, bakır, demir, kalay ve kurşunun transmutasyonunu konu almaktadır. İkinci kısımda ise çeşitli milletlerden filozof, bilgin ve şairlerin simya ile ilgili sözlerine ve şiirlerine yer verilmiştir. Holmyard'a göre eserin teorik yönü çok güçlü olup sağlam bir mantık dokusuyla işlenmiştir; fakat pratik yönü eksik ve çok defa yetersiz kalmaktadır. Holmyard tarafından İngilizce tercümesiyle birlikte yayımlanan kitabın, en tanınmış şerhi Aydemir el-Cildeki'nin (Ö.762/ 1360-61) Nihayetü't-taleb adlı eseridir ve Bombay'da yayımlanmıştır.

2. Uyunü'l-hakai'ik ve izahu't-tara'ik. Eserin British Museum'daki nüshasının mukaddimesinde Memluk Sultanı Baybars'ın oğlu Berke Hanın ve veziri Bahaeddin'in adları geçmektedir. Otuz bölümden oluşan eser klasik bir simya kitabıdır. Süleymaniye Kütüphanesi'nde bulunan nüshasının 1202'de (1787-88) Öküzlimanı'nda Muhammed Said Efendi'nin sahilhanesinde istinsah edilmiş olması, XVIII. yüzyılın sonlarında Osmanlılar'da simyaya olan ilginin devam ettiğini göstermektedir.

3. el-Kenzü'l-efhar ve's-sırru'l azam fi tasrifi'l haceri'l- mükerrem.

Daru'l - kütübi'l - Mısriyye'de bulunan kitap, iksir teorisiyle daha çok yukarıda sözü edilen yedi maden başta olmak üzere sülfür, arsenik, bakır oksit ve zaçyağının (sülfürik asit, vitriol) sembollerini açıklamaktadır. Ayrıca eserde Muhyiddin İbnü'l Arabî'nin çalışmalarında geçen bazı allegorik hikâyelerin izahı da yer almıştır.

4. el-Ekalimü's-seb'a fil - ilmi'l-mevsüm bi's-san'a. Yazma nüshaları Biritish Museum ve Gotha'da bulunan eser, yine Cabir geleneğinin bir devamı şeklinde simyada gizliliğe uymanın gerekliliği ve sembollerin ne anlam taşıdıkları gibi konuları ihtiva etmektedir.

5. Sıfatü'l- amel bir- remel.

Ebu'l- Kasım'ın kaynaklarda zikredilen diğer eserleri de şunlardır: Zübdetü't-taleb fi zeri'z-zeheb, Şerhu Divani Şüzüri'z-zeheb, ed-Dürrü'l - mektüm bis-sür (iksir hakkında), en-Necat ve'l - ittisal bi - ayni'l -hayat ve'l-İşarat ve'l makalat fi ilmi's-simiya

(T.D.V.İslam Ans. 10 / 333)
 

alptraum

New member
Katılım
1 Ocak 2005
Mesajlar
2,908
Tepkime puanı
166
Puanları
0
Yaş
38
Konum
Aþk`dan
Web sitesi
www.muhakeme.net
EBU'L VEFA El-BÛZCÂNİ (ö. 388/998)

Trigonometri ilminin kurucusu.

Ebü'l-Vefa' Muhammed b. Muhammed b. Yahya el-Büzcani. İslâm matematik ve astronomi âlimlerinin önde gelenlerinden olup "mühendis" ve 'hâsib" lakaplarıyla da tanınır; hayatı hakkında fazla bilgi yoktur. Horasan'da Herat'la Nişabur arasında yer alan Büzcan kasabasında (bugünkü Türbet-i Cam) 1 Ramazan 328'de (10 Haziran 940) doğdu ve 388'de (998) Bağdat' ta öldü; bazı kaynaklarda ölüm tarihi 387 (997) olarak geçmektedir. Matematik alanında temel bilgileri amcası Ebu Amr el-Mugâzili ve dayısı Ebu Abdullah Muhammed b. Anbese'den öğrendi. Daha sonra Bağdat'a giderek devrin tanınmış âlimlerinin yanında tahsilini tamamladı ve Bağdat'ta ders vermeye, matematik ve astronomi alanında araştırmalar yapmaya başladı. Özellikle rasatlarının çoğunu burada Büveyhi emirlerinden İzzüddevle Bahtiyar b. Muizzüddevle döneminde gerçekleştirdi. Bu konuda görüşlerinden faydalanmak için Birüni ile mektuplaşıyordu; bu sırada Biruni'nin Harizm'de, Ebu'l-Vefa'nın Bağdat' ta gözledikleri birküs olayının rasat sonuçlarını karşılaştırmışlardı. Ayrıca Birüni bazı eserlerinde onun rasatlarından söz etmiştir. Ebu'l-Vefa'nın, çağdaşı olan Ebu Ali el-Hububi ile de mektuplaştığı ve Hububi'nin üçgenlerin alanını bulma konusunda ondan bazı formüller istediği bilinmektedir. İbn Hallikan'a göre Ebü'l-Vefa meşhur bir matematikçidir (hasib) ve ayrıca geometri ilminde deözellikle kirişlerle ilgili yeni ve benzeri görülmemiş buluşların sahibidir. Kemaleddin bin Yunus da onu geometriyi en iyi bilen âlimler arasında gösterir.

Trigonometrinin Regiomontanus (ö.1476) tarafından kurulduğu hakkındaki yaygın kanaatin doğru olmadığı artık anlaşılmış bulunmaktadır. Her ne kadar trigonometriyle ilk defa Me'mun devri âlimlerinden Habeş el-Hasib el-Mervezi ilgilenmişse de bu konuyu sistematik bir ilim dalı haline getiren Ebü'l-Vefa' dır. Bu husustaki çalışmaları arasında trigonometri teoremlerinin ilk ispatlarını vermiş, "zıl" adı altında tanjantı, "kutr-ı zıl" adıyla sekantı tarif etmiş ve trigonometrik fonksiyonların yayın fonksiyonu olarak 15 dakikalık adımlarla hassas cetvellerini gerçekleştirmiştir. Kendisinden önce bu alanda çalışa%n Mervezi'nin cetvelleri, tanjant ve kotanjantı yayın fonksiyonu halinde vermediği gibi Ebu'l-Vefa'nınkiler kadar sıhhatli de değildir.Ebu'l-Vefa, %ve β, toplam ve farkları 90 dereceden küçük iki yay ve % > β olmak üzere sin (%+β)-sin%+ sin%-+sin (%-β) eşitsizliğini bulmuş ve sonradan kendi adıyla anılan bu teoremi kullanıp sin 30' dakikayı sekiz ondalığa kadar doğru olarak sin 30' = 0,00872653672 şeklinde hesaplamıştır... bazı küresel üçgen problemlerinin çözümü için de çeşitli metotlar geliştirmiştir. Büyük harfler açıları, küçük harfler kenarları ve A dik açıyı göstermek üzere bir küresel dik üçgende tg c ÷ tg C =sin b, tg b ÷ tg B= sin c, eşitliklerini bulmuştur. Bunların yanında eğik açılı küresel üçgenler için sinüs teoremini de ispat etmiştir. Parabolün nokta nokta çizimi için yeni bir metot geliştiren Ebu'l-Vefa'nın ayrıca geometrik çizimlerle ilgili kısmen Hint modellerine dayanan bazı önemli çalışmaları da vardır. Pergelin bir tek açıklığıyla daire içine kare çizimini ve verilen bir kare içine eşkenar üçgen çizimini ilk defa Ebu'l-Vefa yapmıştır. Ayrıca düzgün çokyüzlüler problemiyle uğraşmış, yedi ve dokuz kenarlı düzgün çokgenlerin yaklaşık çizimlerini vermiştir. Onun cebir ve denklemler teorisine de çeşitli katkıları vardır ve özellikle x üzeri 4 + px üzeri 3= r denkleminin çözümünü iki parabolün ara kesitini alarak bulması dikkat çekicidir.

Ebu'l-Vefa'nın astronomi çalışmaları arasında büyük önem taşıyan orijinal rasatlarla tespit ettiği yeni parametreler asırlar boyunca kullanılmıştır. el-Mecisti adlı eserinde Danimarkalı astronom Tycho Brahe'den (ö. 1601) çok önce ayın değişimini de (tadil, varyasyon) incelemiş ve Ebu Nasr İbn Irak'ın eserlerini bazı noktalarda tenkit etmiştir. Bu konudaki görüşleri ve tanjantla ilgili buluşlarının orijinalliği XIX. yüzyıldan beri ilim tarihçileri arasında tartışılmaktadır. Astronomiye yaptığı büyük katkılardan dolayı ayın bir kraterine onun adı verilmiştir.

Eserleri:

İbnü'n-Nedim'in el-Fihrist'inde ayrıntılı bir listesi bulunan eserlerinin bir kısmı kaybolmuş, bir kısmı da henüz incelenmemiştir. Öklid ve Diophantus'un çalışmaları hakkındaki yorumlarıyla kendi orijinal buluşlarını ihtiva eden kitabı ve Ebu Ca'fer el-Harizmi'nin Cebir kitabına ait şerhi kaybolanlar arasındadır. Mevcut eserlerinin başlıcaları şunlardır:

1. ez-Zicü'ş-şamil. Çeşitli yazma mecmuaları arasında birçok nüshası bulunan eser, Tokatlı Seyyid Hasan b. Ali el-Kümnâti tarafından ez-Zi'cü'l-kâmil adıyla şerh edilmiş ve Çelebi Sultan Mehmed'e ithaf edilmiştir, Süleymaniye Kütüphanesi'nde bir yazması bulunan bu şerhin başka bir nüshası da Paris Bibliotheque Nationale'de (nr. 2530) kayıtlı olan kitabın sonundadır. Esirüddin el-Ebherî de bu esere bir şerh yazmıştır.

2. Kîtab fîmâ yehtâcü ileyhi'l-küttab ve'1-'um- mâl min ilmi'l-hisab. Kâtiplere ve vergi memurlarına yardımcı olmak üzere 961'de Büveyhiler'den Adudüddevle adına kaleme aldığı bu kitap, her birine menzil adı verilen yedi bölümden oluşmuştur: bu sebeple esere Kitabü Menzilü's-Seb' de denilmektedir. Her bölümü yine yedi babdan meydana gelen kitapta doğu İslam ülkelerinde tüccarlar, kâtipler ve vergi memurlarının hesaplarında kullandıkları metotlar sistematik olarak düzenlenmiş, bayağı kesirlerin çözümü için orijinal ve pratik bir metot geliştirilmiştir. (10a + b) (10a+c) şeklindeki bir hesabın nasıl yapılacağını gösteren müellif, burada muhtemelen Hint matematiğinin de tesiriyle negatif sayıları "deyn" (borç) adı altında kullanmıştır. Bu eser Ahmed Selim Sâidan tarafından İlmü'l- hisabi'l- Arabî adlı kitabının içinde neşredilmiştir.

3. Kitab fima yehtacü ileyhi's-sani min a'mai'l-hendese. 990'da telif edilen, iki ve üç boyutlu birçok çizimin yer aldığı eser zanaatkârlar için hazırlanmış bir tür geometri kitabıdır. Çizimlerin bir kısmı Öklid, Archimedes, İskenderiyeli Heron, Theodosius ve Pagpus'tan alınmış olmakla birlikte verilen örneklerin çoğu orijinaldir. Bu eserin Uluğ Bey'in Kütüphanesi için istinsah edilmiş çok güzel bir nüshası Süleymaniye Kütüphanesi'nde olup, A. Krasnova tarafından Rusça'ya çevrilmiştir. Kitabın iki ayrı Farsça tercümesi bulunmaktadır ve bunlardan birinin önemli bir bölümünü Woepke Fransızcaya çevirmiştir. Ayrıca Salih Ahmed el-Ali'nin yayımladığı (Bağdad 1979) eserin biri Kemaleddin İbn Yunus (Arapça), diğeri Muhammed Bakır Yezdi (Farsça) tarafından yapılan iki de şerhi vardır.

4. el-Mecisti (Kilabü'l-Kamil). Tamamı günümüze ulaşmayan eser, muhtemelen şimdiye kadar ele geçmemiş olan ez-Zicü'l vazıh adlı kitabının aynı veya bir kısmıdır. Eksik bir nüshası Bibliotheque Nationale'de bulunan kitabı L. A. Sedillot kısmen Fransızca'ya çevirmiş, Carra de Vaux da bir makalesinde inceleyerek tahlil etmiştir. XIX. yüzyılın başlarına kadar Ptolemaios'un Almagest'inin bir tercümesi sanılan el-Mecisti'nin yapılan incelemeler sonucunda orijinal ve önemli bir çalışma olduğu anlaşılmıştır. Kitapta yer alan başka konuların yanında özellikle astronomi, trigonometri ve ayın hareketi teorisiyle ilgili kısımlar dikkate değer niteliktedir.

5. Risale fi terkibi adedi'l- vefk fi'l-murabbaat. Kare vefkler üzerine kaleme alınmış bir eserdir.

6. Cevabü Ebi'l- Vefa' Muhammed b. Muhammed el-Büzcani ammâ seelehü'l-fakih Ebu Ali el-Hasan b. el-Haris fi mesahati'l-müselles. Ebu'l-Vefa'nın, Ebu Ali el-Hubabi nin üçgenlerin yüzeyini hesaplamak için kendisinden istediği formülle ilgili cevabından ibaret olup tıpkıbasımı S. Kenedy ve Mustafa Mevaldi tarafından Mecelletü Tarihi'l- ulumi'l- Arabiyye adlı dergide İngilizce ve Arapça tahliliyle birlikte yayımlanmıştır.

(T.D.V. İslam Ans. 10/348-349)
 

alptraum

New member
Katılım
1 Ocak 2005
Mesajlar
2,908
Tepkime puanı
166
Puanları
0
Yaş
38
Konum
Aþk`dan
Web sitesi
www.muhakeme.net
EBU MA'ŞER El-BELHİ

X. yüzyılın önde gelen müslüman astronom ve astrologlarından.

Ebu Ma'şer Ca'fer b, Muhammed b. Ömer el-Belhi (ö. 272/886), 20 Safer 171 (10 Ağustos 787) tarihinde Belh'te doğdu ve ilköğrenimini burada yaptı. Muhtemelen Me'mun döneminde (813-833) Bağdat'a giderek kırk yedi yaşına kadar hadis ilmiyle meşgul oldu. Klasik kaynakların bildirdiğine göre akli ilimlerle uğraşanları eleştiren, bu arada filozof Ya'kub b. İshak el-Kindi'nin aleyhinde bulunan ve halkı da bu yönde kışkırtan Ebu Ma'şer, Kindi'nin zekice hazırladığı bir plan sonucunda matematikle ilgilenmeye başlamış, sonra da kendisini şöhrete kavuşturan astronomi ve astrolojiye merak sarmış, böylece Kindi de onun eleştirilerine hedef olmaktan kurtulmuştur. (İbnü'n-Nedim, s. 386) Başka bir rivayete göre ise hacca gitmek üzere Horasan'dan ayrılan Ebu Ma'şer, Bağdat'ın yakınındaki Kerker'de, Ali b. Yahya el-Müneccim'in kütüphanesini görünce astronomiye merak sarmış ve hacca gitmekten vazgeçecek Abbasi Halifesi Mu'temid-Alellah'ın kardeşi ve ikinci veliahdı Muvaffak'ın hizmetine girmiş, sonunda çağının en büyük astronomi ve astroloji alimi olmuştur,

Latin dünyasının Albumasar ve Bizanslılar'ın Apomasar adıyla tanıdıkları Ebu Ma'şer, Kindi'den başka Sind b. Ali ile Bettani gibi o dönemin ünlü bilgin ve astronomları ile de yakın ilişki içindeydi. Hatta Sind b. Ali el-Medhalü'l-kebir adlı eserini ona armağan olarak verdiği halde Ebu Ma'şer'in bunu kendisine mal ettiği yolunda bazı görüşler mevcuttur. İddiaya göre kırk yedi yaşından sonra astronomi öğrenen bir kimsenin bu hacimde ve böylesine önemli bir eser yazması kolay bir iş değildir (İbnü'l-Kıfti, s.107-108).Bazı kaynaklar onu astronomi ve astroloji alanında İslam milletlerinin en alimi ayrıca İran'ın ve diğer milletlerin tarihini en iyi bilen biri olarak niteliyorsa da Ebu Ma'şer siyasi tarihten çok kültür tarihiyle ilgilenmiştir.

İlk ve Ortaçağ bilim ve düşüncesinde hâkim olan genel anlayışa göre ay üstü alemi her bakımdan ay altı alemini sürekli olarak etkilemektedir. Bu ilkeden hareket eden Ebu Ma'şer, astronomi müsbet verilerine dayanarak astrolojiyi temellendirmeye çalışmıştır. Ona göre zamanı belirleyen ve mevsimlerin meydana gelmesini sağlayan yıldızlar elbette ki her şahsın ahlak, karakter ve psikolojik yapısı üzerinde de etkili olacatır (el-Medhalü'l-kebir, s. 33). Onun eserleri, Ortaçağ'dan modern çağın başlarına kadar astrolojiye inanan veya inanmayan, herkes için başlıca kaynak olmuştur.

Saralı olduğu ve dolunay zamanı sarasının tuttuğu rivayet edilen Ebu Ma'şer şer 28 Ramazan 272'de (8 Mart 886) 100 yaşlarında Vasıt'ta öldü.

Eserleri:

Ebu Ma'şer'in kaleme aldığı eserlerin listesi İbnü'n-Nedim ve İbnü' Kıfti tarafından zikredilmekte, bunlardan birincisinde otuz beş, ikincisinde otuz sekiz eser ismi yer almaktadır, Bazı kimseler, onun geç yaşlarda astronomi ve astrolojiyle ilgilenmeye başlamasını sebep göstererek o yaştan sonra bu kadar çok ve mükemmel eser vermenin mümkün olmadığını, dolayısıyla eserlerinden bir kısmının intihal olduğunu ileri sürmüşlerdir. Bugün modern araştırmalar da bu iddiada gerçek payı bulunduğunu kabul etmektedir

1. el-Medhalü'l-kebi'r ila ilmi ahkami'n-nücum. Birçok nüshası bulunan eser sekiz "makale" halinde düzenlenmiştir. Bu makalelerde sırasıyla astrolojinin filozofik ve tarihi gerekçesi, sabit yıldızlarla burçların sayıları ve özellikleri, yedi gezegenin ve bilhassa güneşle ayın yeryüzüne olan etkileri, gezegenlerin astrolojik karakterleri ve burçlarla gökyüzünün diğer kısımlarına olan tesirleri, burçların birbirleriyle ve insanlarla olan ilişkileri, burçlarla iklimler arasındaki münasebet, gezegenlerin güçleri ve aralarındaki bağıntılar, astrolojiyle ilgili temel tarihi bilgiler konu edilmiştir. Johannes Hispalensis 1133 yılında kitabın tamamını, Hermannus Secundus ise 1140'ta eseri özet halinde Latinceye çevirdiler. Bu ikinci çeviri 1485-1515 yılları arasında yedi defa basıldı. Kitap ayrıca XIII. yüzyılda İbraniceye, XIV. yüzyılda Almanca ve İngilizceye çevrildi. Bu eserin hıristiyan dünyasında büyük bir etki yaptığı bilinmektedir. Kitapta yer alan astrolojinin ana hatlarının gelgit olayının bir açıklamasını içerdiği ve Ortaçağ Avrupası'nın denizlerin alçalıp yükselmesi kanunlarını bu eserden öğrendiği kabul edilmektedir. Ancak bu açıklamalarda gözlemlere dayanan gerçek bilgilerin yanında garip yorumlar da bulunmaktadır. Fuat Sezgin eserin Süleymaniye Kütüphanesi'ndeki nüshasını tıpkıbasım olarak yayımlamıştır (1985).

2. el-Medha1ü's- Sağir. el -Medhalü'l- kebir'den sonra yazılan ve XII. yüzyılda Latinceye çevrilen eser yedi fasıl üzerine tertip edilmiştir. Bunlar burçların mahiyeti ve işaretleri, gezegenlerin tek başlarına ve güneşe nisbetle konumları, gezegenlerin yirmi beş konumu, gezegenlerin güçleri ve iyilikleri, gezegenlerin karakterleri ve işaretleri, talih, gezegenlerin yükselişleri hakkındadır.

3. Kitabü'l-Kıranat. Sekiz makale halinde düzenlenmiş olup 869 veya 883'ten sonra yazıldığı sanılmaktadır. İbnü'n-Nedim, bu çalışmanın İbnü'l-Bazyar için kaleme alındığını belirtir. Eser Johannes Hispalensis tarafından Latinceye çevrilmiş ve 1489'da Augsburg'da. 1515'te de Venedik'te basılmıştır.

4. Kitabü Tehavili sini'l- alem . Önceki kitabın özeti olan eser, ay veya gün olarak bir yılın astrolojik karakteriyle ilgili kısa bir çalışmadır. Johannes Hispalensis tarafından Latince'ye çevrilerek Augsburg'da 1488, 1489 ve 1495; Venedik'te 1488 ve 1506 yıllarında yayımlanmıştır.

5. Kitabü Tehavili sini'l-mevalid. Dokuz makaleden oluşan eseri, Sizci, el-Cami'uş- Şahi adlı çalışmasında özetlemiş ve bu özet Farsçaya tercüme edilmiştir. Orijinal Arapçası Grekçe'ye de çevrilen kitabın ilk beş makalesi Gerekçe'den Latinceye tercüme edilmiş ve 1559'da Basel'de yayımlanmıştır.

6. Kitabü Asli'l-usul. Bu eser Ebu'l-Anbes es-Saymeri'ye (Ö. 899 ) atfedilmektedir. Eser birçok tanınmış âlimden aktarılan geniş bilgileri içerir, özellikle ikinci kısmı daha değerlidir.

7. Kitabü -Mevalidi's-sağir. İbnü'n-Nedim'in iki makale ve on üç fasıldan oluştuğunu bildirmesi sebebiyle Kitabü Ahkami'l-meva'lid ile aynı eser olmadığı anlaşılmaktadır. Eser, Ebü Ma'şer el-Feleki olarak tanımlanan bir Yunan filozofuna ait Kitabü -Muhakkıki'l-müdekkik el-Yunani el-feylosüf eş-Şehir bi-Ebi Maşer el-Feleki ile benzerlik gösterir. Bu dikkat çekici çalışma Kahire'de birçok defa basılmış ve J. M. Faddegon eser hakkında kısa bir tanıtma yazmıştır. Kitabın ilk dört faslı değişik zamanlara ait büyü ve astroloji, sonraki beş fasıl Pisagor (Pythagoras) ve Petosiris'e atfedilen çeşitli tahminler, son dört fasıl da doğumlar hakkındadır: 12. fasıl erkeklerle, 13. fasıl kadınlarla ilgilidir

8. Müzakeratü Ebi Maşer fi esrari ilmi'n-nücüm. Kitapta Ebu Maşer'in astroloji sırlarıyla ilgili görüşleri yer alır. Eseri bizzat Ebu Ma'şer değil öğrencisi Ebu Said Şazan kaleme almıştır. Kitap, IX. yüzyılda Bağdat'ta revaçta olan uygulamalı astroloji hakkında geçerli bilgiler vermekte ve bu sebeple sık sık dönemin müslüman tarihçilerini zikretmektedir.

9. Kitabü's-Siham. Bu eser, insanlar tarafından kullanılan eşyaya hükmettiğine inanılan özel talihlere dairdir.

10. Kitabü's İsbati ilmi'n - nücüm. el-Medhalü 'l- kebirde bulunan Harraniler'e ait teorileri ayrıntılı biçimde açıklayan bu çalışma, muhtemelen Ebu's-Sakr el-Kabisi'nin, el-Medhal ila sınati ahkami'n-nücüm'un giriş kısmında zikrettiği Ali b. İsa el-Harrani'nin Risale ibtali sına"ati ahkami 'n - nücüm 'una nazire olarak yazılmıştır.

11. Kitabü'l-Üluf. Ebu Ma'şer'in en önemli çalışmalarından birini teşkil eden bu eser kayıp olmakla birlikte Ebu Said es-Siczi tarafından yapılmış bir özeti mevcuttur. Bazı kaynaklar da Kitabü'l- Üluf fi büyüti'l - ibadat ve Kitabü'l-Edvar ve'l-üluf adlarıyla zikredilen eserin esas konusu astrolojidir.

12. Kitabü't- Taba'i i'l- kebir. Zamanımıza ulaşmayan eserin beş bölümden oluştuğu İbnü'n-Nedim'den öğrenilmektedir.

13. Kitabü's -Sehmeyn ve amari'l-mülük ve'd-düvel. Hükümdarlarla devletlerin hayat ve talihleriyle ilgili olduğu bilinen kitap günümüze ulaşmamıştır.

14. Kitabü'z Za'ircad ve'l - intiha'at ve'l - memerrat. Hakkında herhangi bir bilgi bulunmayan eser astroloji tarihiyle ilgili olmalıdır.

15. Kitabü'l İktira'nin- nahseyn fi burci's - Seratan. Adından, Yengeç burcu içinde Satürn ve Mars kavuşumunun zararlı etkilerinden bahsettiği anlaşılan bir eserdir.

16. Kitabü's - Suver ve'l - hükmi aleyha. Arapçası ele geçmemiştir: fakat De ascensionibus imaginum adlı kitabın bu eserin Latince tercümesi olduğu sanılmaktadır.

17. Zicü'l-hezarat. Altmıştan fazla bölüm içerdiği bilinen eser 840-860 yılları arasında yazılmıştır.

18. Kitabü'l Mizacat. Siczi'nin özetlediği Kitabü Mizacati'l-kevakib ile aynı eser olması muhtemel olup gezegenlerin birbirleriyle ilişkilerine dairdir.

19. Kitabü'l-Enva'. Yıldız takvimiyle ilgili olmalıdır.

20. Kitabü'l - Mesa'il. İbnü'n-Nedim bu eseri bir özet olarak tanımlar.

21. Kitabü'l-Emtar ve'r-riyah ve tagayyüri'l - ehviye. Eserin ilk kısmı hava değişimleri, rüzgâr ve yağmurlarla ilgili olan meteorolojik astrolojiye, ikinci kısmı ise maddelerin değerleriyle ilgili olan paha astrolojisine dairdir. Bu kitaba, Ebu Ma'şer'in 5 Mart 832de Nişabur da baktığı yıldız falının yorumu da eklenmiştir.

22. Kitabu Teba'i i'l - büldan ve tevellüdir-riyah. Ebu Ma'şer bu çalışmasında muhtemelen, dünyanın değişik bölgelerinin aynı gökyüzünün altında bulunmalarına rağmen neden aynı zamanda farklı meteorolojik olaylara maruz kaldıkları konusunu astrolojik açıdan incelemiştir.

23. Kitabü'l-Meyl fi tahvili sini'l-mevalid. Eserde aynı zamanda doğmuş birçok canlı arasındaki farklar incelenmiş olmalıdır

24. Kitabü'l-İhtiyarat ala menazili'l- kamer. Ayın menzillerinden hareketle bir felaketi önlemek veya başarıyla sonuçlanması arzulanan bir teşebbüse girişmek için uygun zaman araştırmayı, geleceğin uğurlu veya uğursuz özelliğini tesbit etmeyi konu alan bu eserden başka İbnü'l Kıfti bir de El-İhtiyarat adlı eserden söz eder.

(T.D.V. İslam Ans.10/182-184)
 

alptraum

New member
Katılım
1 Ocak 2005
Mesajlar
2,908
Tepkime puanı
166
Puanları
0
Yaş
38
Konum
Aþk`dan
Web sitesi
www.muhakeme.net
EBU MA'ŞER El-BELHİ

X. yüzyılın önde gelen müslüman astronom ve astrologlarından.

Ebu Ma'şer Ca'fer b, Muhammed b. Ömer el-Belhi (ö. 272/886), 20 Safer 171 (10 Ağustos 787) tarihinde Belh'te doğdu ve ilköğrenimini burada yaptı. Muhtemelen Me'mun döneminde (813-833) Bağdat'a giderek kırk yedi yaşına kadar hadis ilmiyle meşgul oldu. Klasik kaynakların bildirdiğine göre akli ilimlerle uğraşanları eleştiren, bu arada filozof Ya'kub b. İshak el-Kindi'nin aleyhinde bulunan ve halkı da bu yönde kışkırtan Ebu Ma'şer, Kindi'nin zekice hazırladığı bir plan sonucunda matematikle ilgilenmeye başlamış, sonra da kendisini şöhrete kavuşturan astronomi ve astrolojiye merak sarmış, böylece Kindi de onun eleştirilerine hedef olmaktan kurtulmuştur. (İbnü'n-Nedim, s. 386) Başka bir rivayete göre ise hacca gitmek üzere Horasan'dan ayrılan Ebu Ma'şer, Bağdat'ın yakınındaki Kerker'de, Ali b. Yahya el-Müneccim'in kütüphanesini görünce astronomiye merak sarmış ve hacca gitmekten vazgeçecek Abbasi Halifesi Mu'temid-Alellah'ın kardeşi ve ikinci veliahdı Muvaffak'ın hizmetine girmiş, sonunda çağının en büyük astronomi ve astroloji alimi olmuştur,

Latin dünyasının Albumasar ve Bizanslılar'ın Apomasar adıyla tanıdıkları Ebu Ma'şer, Kindi'den başka Sind b. Ali ile Bettani gibi o dönemin ünlü bilgin ve astronomları ile de yakın ilişki içindeydi. Hatta Sind b. Ali el-Medhalü'l-kebir adlı eserini ona armağan olarak verdiği halde Ebu Ma'şer'in bunu kendisine mal ettiği yolunda bazı görüşler mevcuttur. İddiaya göre kırk yedi yaşından sonra astronomi öğrenen bir kimsenin bu hacimde ve böylesine önemli bir eser yazması kolay bir iş değildir (İbnü'l-Kıfti, s.107-108).Bazı kaynaklar onu astronomi ve astroloji alanında İslam milletlerinin en alimi ayrıca İran'ın ve diğer milletlerin tarihini en iyi bilen biri olarak niteliyorsa da Ebu Ma'şer siyasi tarihten çok kültür tarihiyle ilgilenmiştir.

İlk ve Ortaçağ bilim ve düşüncesinde hâkim olan genel anlayışa göre ay üstü alemi her bakımdan ay altı alemini sürekli olarak etkilemektedir. Bu ilkeden hareket eden Ebu Ma'şer, astronomi müsbet verilerine dayanarak astrolojiyi temellendirmeye çalışmıştır. Ona göre zamanı belirleyen ve mevsimlerin meydana gelmesini sağlayan yıldızlar elbette ki her şahsın ahlak, karakter ve psikolojik yapısı üzerinde de etkili olacatır (el-Medhalü'l-kebir, s. 33). Onun eserleri, Ortaçağ'dan modern çağın başlarına kadar astrolojiye inanan veya inanmayan, herkes için başlıca kaynak olmuştur.

Saralı olduğu ve dolunay zamanı sarasının tuttuğu rivayet edilen Ebu Ma'şer şer 28 Ramazan 272'de (8 Mart 886) 100 yaşlarında Vasıt'ta öldü.

Eserleri:

Ebu Ma'şer'in kaleme aldığı eserlerin listesi İbnü'n-Nedim ve İbnü' Kıfti tarafından zikredilmekte, bunlardan birincisinde otuz beş, ikincisinde otuz sekiz eser ismi yer almaktadır, Bazı kimseler, onun geç yaşlarda astronomi ve astrolojiyle ilgilenmeye başlamasını sebep göstererek o yaştan sonra bu kadar çok ve mükemmel eser vermenin mümkün olmadığını, dolayısıyla eserlerinden bir kısmının intihal olduğunu ileri sürmüşlerdir. Bugün modern araştırmalar da bu iddiada gerçek payı bulunduğunu kabul etmektedir

1. el-Medhalü'l-kebi'r ila ilmi ahkami'n-nücum. Birçok nüshası bulunan eser sekiz "makale" halinde düzenlenmiştir. Bu makalelerde sırasıyla astrolojinin filozofik ve tarihi gerekçesi, sabit yıldızlarla burçların sayıları ve özellikleri, yedi gezegenin ve bilhassa güneşle ayın yeryüzüne olan etkileri, gezegenlerin astrolojik karakterleri ve burçlarla gökyüzünün diğer kısımlarına olan tesirleri, burçların birbirleriyle ve insanlarla olan ilişkileri, burçlarla iklimler arasındaki münasebet, gezegenlerin güçleri ve aralarındaki bağıntılar, astrolojiyle ilgili temel tarihi bilgiler konu edilmiştir. Johannes Hispalensis 1133 yılında kitabın tamamını, Hermannus Secundus ise 1140'ta eseri özet halinde Latinceye çevirdiler. Bu ikinci çeviri 1485-1515 yılları arasında yedi defa basıldı. Kitap ayrıca XIII. yüzyılda İbraniceye, XIV. yüzyılda Almanca ve İngilizceye çevrildi. Bu eserin hıristiyan dünyasında büyük bir etki yaptığı bilinmektedir. Kitapta yer alan astrolojinin ana hatlarının gelgit olayının bir açıklamasını içerdiği ve Ortaçağ Avrupası'nın denizlerin alçalıp yükselmesi kanunlarını bu eserden öğrendiği kabul edilmektedir. Ancak bu açıklamalarda gözlemlere dayanan gerçek bilgilerin yanında garip yorumlar da bulunmaktadır. Fuat Sezgin eserin Süleymaniye Kütüphanesi'ndeki nüshasını tıpkıbasım olarak yayımlamıştır (1985).

2. el-Medha1ü's- Sağir. el -Medhalü'l- kebir'den sonra yazılan ve XII. yüzyılda Latinceye çevrilen eser yedi fasıl üzerine tertip edilmiştir. Bunlar burçların mahiyeti ve işaretleri, gezegenlerin tek başlarına ve güneşe nisbetle konumları, gezegenlerin yirmi beş konumu, gezegenlerin güçleri ve iyilikleri, gezegenlerin karakterleri ve işaretleri, talih, gezegenlerin yükselişleri hakkındadır.

3. Kitabü'l-Kıranat. Sekiz makale halinde düzenlenmiş olup 869 veya 883'ten sonra yazıldığı sanılmaktadır. İbnü'n-Nedim, bu çalışmanın İbnü'l-Bazyar için kaleme alındığını belirtir. Eser Johannes Hispalensis tarafından Latinceye çevrilmiş ve 1489'da Augsburg'da. 1515'te de Venedik'te basılmıştır.

4. Kitabü Tehavili sini'l- alem . Önceki kitabın özeti olan eser, ay veya gün olarak bir yılın astrolojik karakteriyle ilgili kısa bir çalışmadır. Johannes Hispalensis tarafından Latince'ye çevrilerek Augsburg'da 1488, 1489 ve 1495; Venedik'te 1488 ve 1506 yıllarında yayımlanmıştır.

5. Kitabü Tehavili sini'l-mevalid. Dokuz makaleden oluşan eseri, Sizci, el-Cami'uş- Şahi adlı çalışmasında özetlemiş ve bu özet Farsçaya tercüme edilmiştir. Orijinal Arapçası Grekçe'ye de çevrilen kitabın ilk beş makalesi Gerekçe'den Latinceye tercüme edilmiş ve 1559'da Basel'de yayımlanmıştır.

6. Kitabü Asli'l-usul. Bu eser Ebu'l-Anbes es-Saymeri'ye (Ö. 899 ) atfedilmektedir. Eser birçok tanınmış âlimden aktarılan geniş bilgileri içerir, özellikle ikinci kısmı daha değerlidir.

7. Kitabü -Mevalidi's-sağir. İbnü'n-Nedim'in iki makale ve on üç fasıldan oluştuğunu bildirmesi sebebiyle Kitabü Ahkami'l-meva'lid ile aynı eser olmadığı anlaşılmaktadır. Eser, Ebü Ma'şer el-Feleki olarak tanımlanan bir Yunan filozofuna ait Kitabü -Muhakkıki'l-müdekkik el-Yunani el-feylosüf eş-Şehir bi-Ebi Maşer el-Feleki ile benzerlik gösterir. Bu dikkat çekici çalışma Kahire'de birçok defa basılmış ve J. M. Faddegon eser hakkında kısa bir tanıtma yazmıştır. Kitabın ilk dört faslı değişik zamanlara ait büyü ve astroloji, sonraki beş fasıl Pisagor (Pythagoras) ve Petosiris'e atfedilen çeşitli tahminler, son dört fasıl da doğumlar hakkındadır: 12. fasıl erkeklerle, 13. fasıl kadınlarla ilgilidir

8. Müzakeratü Ebi Maşer fi esrari ilmi'n-nücüm. Kitapta Ebu Maşer'in astroloji sırlarıyla ilgili görüşleri yer alır. Eseri bizzat Ebu Ma'şer değil öğrencisi Ebu Said Şazan kaleme almıştır. Kitap, IX. yüzyılda Bağdat'ta revaçta olan uygulamalı astroloji hakkında geçerli bilgiler vermekte ve bu sebeple sık sık dönemin müslüman tarihçilerini zikretmektedir.

9. Kitabü's-Siham. Bu eser, insanlar tarafından kullanılan eşyaya hükmettiğine inanılan özel talihlere dairdir.

10. Kitabü's İsbati ilmi'n - nücüm. el-Medhalü 'l- kebirde bulunan Harraniler'e ait teorileri ayrıntılı biçimde açıklayan bu çalışma, muhtemelen Ebu's-Sakr el-Kabisi'nin, el-Medhal ila sınati ahkami'n-nücüm'un giriş kısmında zikrettiği Ali b. İsa el-Harrani'nin Risale ibtali sına"ati ahkami 'n - nücüm 'una nazire olarak yazılmıştır.

11. Kitabü'l-Üluf. Ebu Ma'şer'in en önemli çalışmalarından birini teşkil eden bu eser kayıp olmakla birlikte Ebu Said es-Siczi tarafından yapılmış bir özeti mevcuttur. Bazı kaynaklar da Kitabü'l- Üluf fi büyüti'l - ibadat ve Kitabü'l-Edvar ve'l-üluf adlarıyla zikredilen eserin esas konusu astrolojidir.

12. Kitabü't- Taba'i i'l- kebir. Zamanımıza ulaşmayan eserin beş bölümden oluştuğu İbnü'n-Nedim'den öğrenilmektedir.

13. Kitabü's -Sehmeyn ve amari'l-mülük ve'd-düvel. Hükümdarlarla devletlerin hayat ve talihleriyle ilgili olduğu bilinen kitap günümüze ulaşmamıştır.

14. Kitabü'z Za'ircad ve'l - intiha'at ve'l - memerrat. Hakkında herhangi bir bilgi bulunmayan eser astroloji tarihiyle ilgili olmalıdır.

15. Kitabü'l İktira'nin- nahseyn fi burci's - Seratan. Adından, Yengeç burcu içinde Satürn ve Mars kavuşumunun zararlı etkilerinden bahsettiği anlaşılan bir eserdir.

16. Kitabü's - Suver ve'l - hükmi aleyha. Arapçası ele geçmemiştir: fakat De ascensionibus imaginum adlı kitabın bu eserin Latince tercümesi olduğu sanılmaktadır.

17. Zicü'l-hezarat. Altmıştan fazla bölüm içerdiği bilinen eser 840-860 yılları arasında yazılmıştır.

18. Kitabü'l Mizacat. Siczi'nin özetlediği Kitabü Mizacati'l-kevakib ile aynı eser olması muhtemel olup gezegenlerin birbirleriyle ilişkilerine dairdir.

19. Kitabü'l-Enva'. Yıldız takvimiyle ilgili olmalıdır.

20. Kitabü'l - Mesa'il. İbnü'n-Nedim bu eseri bir özet olarak tanımlar.

21. Kitabü'l-Emtar ve'r-riyah ve tagayyüri'l - ehviye. Eserin ilk kısmı hava değişimleri, rüzgâr ve yağmurlarla ilgili olan meteorolojik astrolojiye, ikinci kısmı ise maddelerin değerleriyle ilgili olan paha astrolojisine dairdir. Bu kitaba, Ebu Ma'şer'in 5 Mart 832de Nişabur da baktığı yıldız falının yorumu da eklenmiştir.

22. Kitabu Teba'i i'l - büldan ve tevellüdir-riyah. Ebu Ma'şer bu çalışmasında muhtemelen, dünyanın değişik bölgelerinin aynı gökyüzünün altında bulunmalarına rağmen neden aynı zamanda farklı meteorolojik olaylara maruz kaldıkları konusunu astrolojik açıdan incelemiştir.

23. Kitabü'l-Meyl fi tahvili sini'l-mevalid. Eserde aynı zamanda doğmuş birçok canlı arasındaki farklar incelenmiş olmalıdır

24. Kitabü'l-İhtiyarat ala menazili'l- kamer. Ayın menzillerinden hareketle bir felaketi önlemek veya başarıyla sonuçlanması arzulanan bir teşebbüse girişmek için uygun zaman araştırmayı, geleceğin uğurlu veya uğursuz özelliğini tesbit etmeyi konu alan bu eserden başka İbnü'l Kıfti bir de El-İhtiyarat adlı eserden söz eder.

(T.D.V. İslam Ans.10/182-184)
 

alptraum

New member
Katılım
1 Ocak 2005
Mesajlar
2,908
Tepkime puanı
166
Puanları
0
Yaş
38
Konum
Aþk`dan
Web sitesi
www.muhakeme.net
EBU'S-Salt ED-DÂNİ

Endülüslü filozof,şair, müzisyen, tabip, tarihçi, astrolog ve mühendis.

Ebü's-Salt Ümeyye b. Abdil'aziz b. Ebi's-Salt ed-Dani el-Işbili el-Endelüsi. 460 (1068) yılında Endülüs'ün doğusundaki Daniyede (Denia) doğdu. İlk tahsilini memleketinde Daniye Kadısı Ebü'l-Velid el-Vakkaşi'den yaptıktan sonra İşbiliye'ye (Sevilla) gitti; orada birçok âlimden edebiyat, felsefe, tıp, matematik, geometri, fizik, astronomi, botanik ve musiki dersleri aldı. Ebü's-Salt'ı İspanya'nın en muteber tabiplerinden biri olarak tanıtan M. Meyerhof, onun tıp bilgini İbn Zühr'ün (ö. 525/1131) akrabası, kabiliyetli bir şair, müzisyen ve matematikçi olmakla kalmayıp Ahmed el-Gafiki gibi bir tabiat âliminin yanında görüldüğünde bahseder (Studies in Medieval Arabic Medicine, s. 54). Yirmi yaşında iken maddi imkânlar ve ilim yönünden kendi ülkesine göre daha iyi durumda olan Mısır'a gitmek niyetiyle İşbiliye'den yola çıkmışsa da ancak 489 (1096) yılının kurban bayramı günü annesiyle birlikte İskenderiye'ye vardığını İbn Hallikan kaydetmektedir. Önce İskenderiye'de bir süre kalarak bilgilerini geliştirmeye çalışan Ebü's-Salt, daha sonra Halife Amir-Biahkamillah devrinde (1101-1130) Kahire'ye giderek oraya yerleşti. Vezir Efdal b. Bedr el-Cemali'nin yakın dostlarından olan hazinedar Tacülmeali Muhtar onu himayesine aldı. Bir süre kendisine tıp ve astronomi alanlarında başarılı hizmetler veren Ebü'sSalt'ı, Efdal b. Bedr'e tanıtarak zamanının kâtiplerinden üstün olduğu hususunda âlimlerin ittifak ettiklerini söyledi. Ebü's-Salt böylece Efdal b. Bedr'in kâtibi olduysa da bir müddet sonra Tacülmeali'nmn gözden düşmesi ve hapsedilmesi üzerine eski kâtip Ebü'l-Hasan Ali b. Cafer b. Nün'un gayretleriyle o da görevinden alındı ve Kahire'deki büyük sarayın bitişiğinde bulunan Hizanetü'l-bünüd'da hapsedildi. Üç yıl kadar sonra 1111 'de serbest bırakılınca tekrar İskenderiye'ye döndü; ardından da Mehdiye (Tunus) Emin Ebü Tahir Yahya b. Temim'in yanına gitmek üzere 506 (1112) yılında Mısırdan ayrıldı.

İyi bir tabip ve filozofun tabiat ve matematik ilimlerine, özellikle astroloji ve musiki gibi yan disiplinlere muhtaç olduğunu söyleyen Ebü's-Salt Mısır'da iken Galen ve Hipokrat'ın eserlerini inceledi ve tesbit ettiği bazı karmaşık problemlere dikkat çekti. Bunları çözümleyecek bir âlim bulamadığından dolayı daha sonra yazdığı er-Risaletü'l-Mısriyye adlı eserinde (s. 31-32) Mısırlıları eleştirdi. Astronomiyle uğraşmış ve bu konuda eser yazmış olan Ebü's-Salt'ın, Makkari'nin naklettiği bir şiirinde Kahire dışında Karafe yakınlarındaki bir vadide bulunan rasathaneyi tanıtıp övmesi dikkate alınırsa rasat işiyle de yakından ilgilendiği söylenebilir. Kaynaklardan onun Mısır'da çok sayıda öğrenci yetiştirdiği anlaşılmaktadır. Yakut el-Hamevi'nin bildirdiğine göre Süleyman b. Feyyaz el- İskenderani ve astrolog Ebü Abdullah eş-Sami onun öğrencileri idiler.

Ebü's-Salt 506'da (1112) Sanhaciler'in başşehri Mehdiye'ye gittiğinde Emir Ebü Tahir Yahya b. Temim tarafından karşılandı ve kendisine iyi bir mevki verildi. Bu sebeple Mehdiye'ye yerleşti ve burada kaleme aldığı er-Risaletü'l-Mısriyye adlı eserini Emir Ebü Tahir'e takdim etti. Daha sonra Sanhaciler tarafından, 510 (1116) yılı civarında Mısır'a Fatımi Halifesi Amir-Biahkamillah'a elçi olarak gönderildi. Ebü's-Salt'ın Sanhaciler nezdindeki hayatını bilmeyen İbn Ebü Usaybia onun Mısır'dan ayrıldıktan sonra Endülüs'e döndüğünü zannetmiştir. Fakat Ebü's-Salt'ın Mısır'a elçi olarak gönderildiği tarihi ve İskenderiye'de ikinci defa hapsedilmesine sebep olan olayı tesbit eden de yalnız İbn Ebü Usaybia olmuştur. Onun anlattığına göre Ebü's-Salt Efdal b. Bedr'e, masraflarını karşılaması halinde İskenderiye Limanı'na yakın bir yerde batan bakır yüklü bir gemiyi çıkarabileceğini söylemiş ve kendi bulduğu özel bir teknikle gemiyi kurtarmaya koyulmuştu. Batık gemiden daha büyük bir gemi yaparak gerekli makinelerle donatmış, sarkıttığı ibrişim halatlarla gemiyi su yüzüne çıkarmaya çalışmıştı. Ancak son anda halatların kopması üzerine gemi tekrar sulara gömülünce Ebü's-Salt vezir tarafından hapsedilmişti.

Ebü's-Salt ikinci defa geldiği Mısır'da resmi görevini tamamladıktan sonra belki de Vezir Efdal'ın ilgisini çekmek, mühendislikteki başarısını göstererek yeniden onun dostluğunu kazanmak ümidiyle giriştiği bu iş sonunda yine hapse düşünce bu defa bir kütüphaneye kapatıldığından birtakım şiirleri başta olmak üzere bazı eserlerini kaleme alma fırsatını bulmuştur. Yakut el-Hamevi onun Aristo'ya nisbet edilen kütüphanede hapsedildiğini kaydeder. Bir müddet hapiste kaldıktan sonra Mısırlı dostlarının aracılığı ile serbest bırakıldı. Hapisten kurtulması için çalışanlardan biri de dostu olduğu anlaşılan İbnü's-Sayrafi idi. Muhtemelen bir kasidesinin yazılış tarihi olan 1120 yılı sonlarında veya Efdal b. Bedr'in şehid edildiği 1121 yılı Ramazanından önce serbest bırakılan Ebü's-Salt Mehdiye'ye döndü. Ömrünün sonuna kadar orada yaşadı. 1 Muharrem 529 (22 Ekim 1134) tarihinde vefat etti ve Mehdiye yakınındaki Münestir'de defnedildi.

Sanhaciler'in son üç emiri tarafından itibar gördüğü için onların hizmetinde çalışan Ebü's-Salt her üç emiri de şiirleriyle övmüştür. Kendisini ilk kabul eden Ebü Tahir Yahya el-Murtaza'ya, daha sonra oğlu Ali'ye ve torunu Hasan'a edebiyat, felsefe, güzel sanatlar, astronomi, sosyal ve riyazî ilimler ve mühendislik alanlarında başarılı hizmetlerde bulundu. Mehdiye'de Sanhaciler'e ait bir tersane ile kimya meraklısı Ebü Tahir Yahya tarafından kurulmuş bir kimya mühendishanesinin bulunduğu bilinmektedir. Buna göre Ebü's-Salt'ın özellikle bu iki kurumda çalışmış olması kuvvetle muhtemeldir.

Ebü's-Salt'ın çok iyi musiki bildiği, güzel ud çaldığı ve lirik şiirler yazan ince ruhlu bir şair olduğu kaynaklarda özellikle belirtilmektedir. Ayrıca musiki alanında eserler kaleme almış, birçok anonim Kuzey Afrika şiirini bestelemiştir; bu bestelerin yüzyıllar boyu yaşadığı haber verilmektedir. Çağdaş yazar H. G. Farmer, Ebü's-Salt'ın besteci olarak Kuzey Afrika musikisi üzerinde küçümsenemeyecek bir etkisinin bulunduğunu tesbit etmiştir.

Eserleri:

1. el- 'Amel bi'l-usturlab. Astronomi aletlerinden usturlap ve kullanılışı hakkında doksan babdan oluşan bir eserdir. Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi, Süleymaniye Kütüphanesi, , İstanbul Belediyesi Atatürk Kitaplığı ve Bağdat'ta el-Methafü'l - Iraki, Dublin'de Chester Beatty'de yazma nüshaları vardır. Kıfti ayrıca onun usturlap hakkında bir şiirini nakleder.

2. el-Edviyetü'l-müfrede. İlaçlara dair bir eser olup insan vücudunun organlarına göre düzenlenmiştir. Bu eserin aslını bulamayan L. Leclerc ve M. Meyerhof gibi Batılı bilim tarihçileri, onun kaybolduğunu sanarak daha sonra aynı konuda bir eser kaleme alan İbnü'I-Baytar'ın kitabında yirmiden fazla yerde Ebü's-Salt'tan nakiller yapıldığını tesbit etmişlerse de bunun eserin gerçek değerini takdire yetmediğini itiraf etmişlerdir. XII. Yüzyılda Batı'da müsbet ilmin yükselişinin temelinde, müslümanların ilmi eserlerinin Latinceye tercüme edilerek fikri zenginliklerinin hıristiyan dünyasına aktarılmasının bulunduğunu kabul eden M. Meyerhof, 'Tıp bu konuda en önde gelir: fakat İspanya yarımadası eczacılığı kifayetsiz bir şekilde tercüme edilmiştir. Bunlardan biri de Ebü's-Salt Ümeyye'nin eseri olmuştur" der. Eserin başlıca nüshaları Manisa İl Halk Kütüphanesi'nde, Rabat'- ta el-Hizanetü'l - amme li'l - kütüb ve'l - vesaik'te bulunmaktadır. el-Edviyetü'l - müfrede, XIII. yüzyılda meşhur fizikçi Arnold de Vilanova tarafından Latinceye, XIV. yüzyılda Yehüda b. Salamon Nathan tarafından İbnaniceye çevrilmiştir. İkinci tercümenin bilinen tek nüshası Oxford'da bulunmaktadır. Doğu'da ve Batı'da aynı konudaki birçok ünlü kitaba kaynak olduğu tesbit edilen bu eser münasebetiyle XII. yüzyıl İspanya Müslümanlarında eczacılık ve nebatat tarihinin Ebü's-Salt'tan itibaren başlatılması gerektiği ileri sürülmektedir

3- el-İntisar li-Huneyn b. İshak ala Ali b. Rıdvan fi reddihi li -Mesa'ili Huneyn. Mısırlı meşhur tabip Ebü'l-Hasan Ali b. Rıdvan'ın (ö. 453/1061), Huneyn b. İshak'ın (ö. 260/ 873) el-Mesa'il fi usüli't- tıb adlı eserine yaptığı tenkitlere karşı yazılmıştır.

4. Takvimü'z-zihn fi'l-mantık. Aristo mantığına dair küçük bir risaledir. Yazma nüshası Escurial Library'de mevcut olan, İspanyolca çevirisiyle birlikte A. G. Palencia tarafından yayımlanmıştır (Madrid 1915).

5. el-Veciz fi ilmi'l hey'e. Efdal b. Bedr için hapishanede iken yazdığı bu eser kullanışlı bir astronomi el kitabıdır. Eser kendisine takdim edilince Efdal kitabı astrologu Ebü Abdullahel-Halebiye göstermiş, o da, 'Bu kitaptan öğrenciler faydalanamaz, astronomi bilgisi olup bunu görmeyen de mahrum sayılır" demiştir. Escurial Library'de mevcut astronomiyle ilgili bir kitapta bulunan bazı kısımların bu eserden alınmış olması muhtemeldir.

6. el-İktisar fi'l-hendese. Bu eserin adını kaydeden İbn Haldun Öklid geometrisinin bir özeti olduğunu belirtir; ayrıca eseri Batlamyus'un el-Mecisti'sinin özetleri arasında da zikreder. İbn Ebü Usaybia ve Katib Çelebi bu eseri Kitab fil-Hendese adıyla zikretmişlerdir.

7. Divanü'r-resa'il. Tabiat felsefesi kapsamında kendisine sorulan astronomi, matematik, kozmografya ve fizik konularındaki altı soruya verdiği cevapları ihtiva eder. Escurial Library'de bir nüshası vardır

8. er-Risaletü'l-Mısriyye. Mehdiye'ye gidince daha önce Mısır'da gördüğü insanlarla tabiat ve kültür varlıkları hakkında yazdığı bu eseri Emir Ebü Tahir Yahya'ya ithaf etmiştir. Son derece önemli bilgiler ihtiva eden kitapta Mısır ve Nil coğrafyası, iklimi, Mısır'da Firavunlar devrinden İslama kadar yaşayan halkların sosyolojik yapıları, dünya görüşleri, ahlak ve inançları, piramitler, heykeller, Mısır'ın eski ve yeni başşehirleri, ilk ve Helenistik dönem filozof ve bilginleri, Mısır'da görüştüğü tabipler, astrologlar, meşhur edipler, şairler ve diğer aydınlar hakkında malumat verir ve onların şiirlerinden örnekler kaydeder. Bilim tarihine ışık tutan eser bugün de coğrafyacı, tarihçi, arkeolog, sosyolog, filozof, tabip, astrolog ve edebiyatçıların başvurduğu önemli bir kaynak kabul edilmektedir. Kitaptan alıntı yapan pek çok yazar arasında Yakut el-Hamevi, İmadüddin Katib el-İsfahani, Kıfti, İbn Ebu Usaybia, Es'ad b. Memmati, İbn Tağriberdi, Makkari, Markizi, Cafer b. Sa'leb el-Üdfüvi ve Süyüti gibi âlimler yer almaktadır. Abdüsselam Harun eseri, Kahire'de bulduğu yazmaları esas alarak Nevadirü'l- mahtütat içinde yayımlamıştır. Ebü's-Salt'ın ayrıca. Kuzey Afrika'da devlet kuran Sanhace kabilesiyle ilgili olarak tarihi, sosyolojik, filolojik ve folklorik bilgiler ihtiva eden ed-Dibace fi mefahiri Sanhace ile Amelü's-safihati '1- cami adlı eserlerinin bulunduğu kaynaklarda zikredilmektedir.

9. Risale fi'l-musiki Aslı kayıp olmakla birlikte İbraniceye yapılmış anonim bir tercümesi Bibliotheque Nationale'in İbranice yazmalar kısmında bulunmaktadır.

10. ez-Zeyl ala Tarihi Kayrevan. İbn Rakik'in (ö. 417/1026'dan sonra) Kayrevan tarihine dair eserinin zeylidir. Son Sanhaci emiri Hasan için kaleme alınan eser İbn Rakik'ın bıraktığı yerden devam etmekte ve olayları Sicilya Kralı Roger'in Ahasi adasına saldırıp Emir Hasan tarafından hezimete uğratıldığı 517 (1123) yılına kadar getirdikten sonra bu deniz savaşını anlatarak sona ermektedir. Ebü's-Salt bu eseriyle tarihçiler arasında da önemli bir yer kazanmıştır.

11. Hadikatü'l-edeb. İbn Ebu Usaybia'nın bu adla zikrettiği, Ebü's-Salt'ın kendi zamanında yaşayan Arap şairleri hakkında bilgi verip şiinlerinden derlemeler yaptığı bir çalışmadır. Kitap, Ebü Mansur es-Sealibinin (ö. 429 1038) Yetimetü'd-dehr'i üslübunda ve onun bir zeyli gibi telif edilmiştir.

12. el-Mülehu'l-asriyye min şara'i ehli'l- Endelüs ve't - tari'ine aleyha. Endülüslü olan ve Endülüs'e uğrayan Arap şairleri hakkında bilgi verip onlardan şiirler nakleden bir eserdir

13. Divan. Ebü's-Salt'ın bütün şiirlerini topladığı divanın aslı kayıptır: ancak İmadüddin el-İsfahani ve Ticani gibi müelliflerin ondan yaptıkları nakiller mevcuttur. Bu şiirler toplanarak Divanü'l-Hakim Ümeyye b. Abdilaziz ed-Dani adıyla yayımlanmıştır

14. Kitab fil - me'ani'l - muhtelife li-lafzati nokta. Arapça'dakı " nokta" kelimesinin çeşitli sözlük anlamları hakkında yazılmış olan eserin bir nüshası Leiden Üniversitesi Kütüphanesi'nde bulunmaktadır.

(T.D.V. İslam Ans.)
 

alptraum

New member
Katılım
1 Ocak 2005
Mesajlar
2,908
Tepkime puanı
166
Puanları
0
Yaş
38
Konum
Aþk`dan
Web sitesi
www.muhakeme.net
EBU YUSUF

Ebu Hanife'nin önde gelen talebesi, müctehid hukukçu ve ilk kadı'l-kudat.

Ebu Yusuf Yakub b. İbrahim b. Habib b. Sa'd el Kufi.113 (731) yılında Kufe'de doğdu. Daha çok künyesiyle meşhur olmuştur. Bazı kaynaklarda mevcut ****en dokuz yaşında vefat ettiği şeklindeki bilgiyi göz önünde bulunduran M. Zahid Kevseri, doğum tarihinin 93 (711) olması gerektiği sonucunu çıkarmaktaysa da altmış dokuz yaşında vefat ettiğine dair tabakat kitaplarında yer alan bilgiler karşısında bu değerlendirme zayıf kalmakta ve daha sonraki araştırmacılar tarafından da kabul görmemektedir. Ebu Yusuf'un büyük dedesi Sa'd b. Büceyr sahabeden olup henüz küçük yaşta bulunduğu için Uhud Gazvesi'ne iştirak etmekten alıkonulmuş, genç yaşta katıldığı Hendek Gazvesi'nde ise büyük yararlıklar göstermiştir. Bu sebeple Hz. Peygamber'in onu çağırtıp hem kendisi hem de soyu için hayır duada bulunduğu rivayet edilir. Ebu Yusuf bu hadiseyi övünçle hatırlar ve "O anın bereketi şu an bile bizimle beraberdir" derdi. Sa'd b. Büceyr daha sonra Küfe şehrine yerleşti. Hz. Ali'nin hilafeti döneminde düşünce ve siyaset hayatında önemli roller üstlenmiş olan Küfe aynı zamanda bir ilim merkezi haline geldi. Bu şehir bazı sahabi ve tabiilerin üstün gayretleriyle oluşan zengin bir ilmi miras ve geleneğe sahip bulunmaktaydı. Başta Ebu Hanife olmak üzere çeşitli âlimlerin de katkılarıyla Kufe Abbasiler döneminde gelişme göstermiş ve o bölgenin diğer ilim merkezlerinden Basra'yı bir hayli geride bırakmıştı. Ebu Yusuf'un yetişmesinde şahsi kabiliyet ve arzusunun yani sıra ilmi gelenek ve mirasa sahip böyle bir ortamda doğup büyümüş olmasının da önemli payı vardır.

Ebu Yusuf çok çocuklu ve yoksul bir aileye mensuptu. Kaynaklar, çocukluk ve gençlik yıllarının büyük sıkıntılar içinde geçtiği, ailesi tarafından bir iş tutmaya zorlandığı, bütün bu olumsuzluklara rağmen tahsil hayatını sürdürdüğü konusunda ortak ifadelere sahiptir. Yine kaynakların belirttiğine göre Ebu Yusuf, evlendikten sonra da ailesinin nafakasını temin etmek için zaman zaman Ebu Hanife'nin ders halkasından uzak kalmış, fakat hocası azmini ve zekâsını çok takdir ettiği bu öğrencisinin nafakasını üzerine alarak derslerine düzenli şekilde devam etmesini sağlamıştır. Bu rivayetten, Ebu Yusuf'un henüz öğrenim hayatını tamamlamadan evlendiği anlaşılmaktadır. Muvaftak b. Ahmed el-Mekki, Bezzazi', Takıyyüddin et-Temimi, Zeynüddin İbn Nüceym. M. Zahid Kevseri gibi müellifler tarafından nakledilen ve Ebu Hanife'nin Ebu Yusuf'a yaptığı söylenen tavsiyeler arasında öğrenim hayatını tamamlayıp iyi bir iş sahibi olmadan evlenmeme, evliliğin ilim öğrenmeye büyük bir engel teşkil ettiği hususları da yer almaktadır. Bu bilgi ilk bakışta Ebu Yusuf'un talebeliği sırasında evlendiğine dair yukarıdaki rivayetle çelişiyorsa da bu tür vasiyetnamelerin genel hayat tecrübelerine dayanan tesbitlere yer verdiği, bu sebeple aslında gelecek nesillere öğütte bulunmayı hedeflediği de söylenebilir. Ebu Yusuf Kufe'de çok sayıda âlimden ders aldı. En önemli hocası Ebu Hanife olmakla birlikte İbn Ebi Leyla, Ebu İshak eş-Şeybani, Süleyman et-Temimi, A'meş, Hişam b. Urve, Muhammed b. Yesar, Hasan b. Dinar ve İsmail b. Ümeyye gibi âlimlerin de onun yetişmesinde önemli payları vardır. Hadis ilminde en büyük hocası ise Husayn b. Abdurrahman'dır.

Ebu Yüsuf, devrinin ilmi geleneğine uyarak belli temel dersleri aldıktan ve özellikle hadis tahsil ettikten sonra fıkıh öğrenimine yöneldi; bu amaçla İbn Ebu Leyla'nın derslerine devam etmeye başladı. Dokuz yıl boyunca ondan yargılama hukuku (kaza) ve fıkıh okudu, ardından Ebu Hanife'nin ders halkasına katıldı. Bu ayrılışın sebebi olarak muhtelif hadiseler gösterilmekteyse de içlerinde en makul olanı, çeşitli vesilelerle hakkında bilgi sahibi olduğu Ebu Hanife'nin fıkıh metodunun kendisine daha uygun gelmesidir. Hocasının vefatına kadar yaklaşık on yedi yıl onun derslerine devam eden Ebu Yusuf, bu süre içinde Kufe'ye gelen İbn İshak'tan bir ay kadar megazi dersi alması gibi kısa süreli bazı kesintiler dışında Ebu Hanife'nin derslerine hiç ara vermemiştir. Bu sırada hadis öğrenimini de ihmal etmemiş, fırsat buldukça hadis meclislerine devam ederek buralarda dinlediği hadisleri Ebu Hanife'nin ders halkasında müzakereye açmış, bu sayede hadisçilerin görüş ve temayüllerinin de tartışılıp değerlendirilmesine imkân hazırlamıştır. Bu meclislerde birçok hadis üstadı yanında Haccac b. Ertat ile de tanışan Ebu Yusuf'un kuvvetli bir hafızaya sahip olması sebebiyle hadisçiler tarafından da takdirle karşılandığı, fıkıh ilminde olduğu gibi hadis ilminde de derinleştiği ve ehl-i re'y içinde hadisi alınabilen en güvenilir kişi olarak tanındığı belirtilir.

Hocası Ebü Hanife'nin vefatından sonra (150/767) kadılık görevine başlayıncaya kadar yaklaşık on beş yıl süre ile Ebu Yusuf'un ne işle meşgul olduğu tam olarak bilinmemektedir. Hocasının yerine bir diğer talebesi olan Züfer b. Hüzeyl'in geçmesiyle hiç değilse bunun vefatına kadar (ö. 158/775) geçen süre içinde o halkada ders verme imkânını bulamadığı anlaşılmaktadır. Kufe Camii'nde özel bir ders halkası açıp açmadığı, geçimini temin etmek için ne işle uğraştığı gibi hususlarda da bilgi bulunmamaktadır.

Ebu Yusuf, geçim sıkıntısı sebebiyle Abbasi Halifesi Mehdi- Billah zamanında (775-785) ailesiyle birlikte Bağdat'a yerleşti. Burada halife ile tanıştı ve bazı kaynaklarda kaydedildiğine göre 166 (782) yılında kadılık görevine getirildi. Daha sonra Cürcan'a vali tayin edilen veliaht Musa el-Hadi ile oraya giden Ebu Yusuf'un yerine oğlu Yusuf kadı olarak tayin edilmiş, bu süre içinde aralarında birçok kazai yazışmalar olmuştur. Mehdinin vefatı üzerine halife olarak Bağdat'a gelen Hadi ile birlikte Ebu Yusuf da Bağdat'a döndü ve kadılık görevine devam etti. Halife Harunürreşid de onu görevinde bırakmış ve ilk defa onun zamanında (786-809) "kadı'l-kudat"lık kurumu oluşturularak yargılama hukukunda ve uygulamada birliğin sağlanması yönünde önemli bir adım atılmış. Ebu Yüsuf da İslam yargı tarihinin ilk kadı'l-kudatı unvanını almıştır. Hatta Abbasi hilafetine bağlı bütün bölgelerdeki kadıları tayin ve azletme yetkisine sahip olduğu için "kadi kudati'd-dünya" diye anılmıştır, Makrizi'nin ifadesine göre Ebu Yusuf'un bu makama gelmesinden sonra Irak, Horasan, Şam ve Mısır bölgelerinde onun onayı olmaksızın kadı tayin edilmemiştir. Hayatının sonuna kadar bu görevde kalan Ebu Yusuf, yakın arkadaşı Bişr b. Velid el-Kindi'nin kaydettiğine göre 5 Rebiülevvel 182 (26 Nisan 798) tarihinde altmış dokuz yaşında Bağdat'ta vefat etti. ****en dokuz yaşında vefat ettiği şeklindeki rivayetlerin zayıf bulunması yanında 172 (788) veya 181 (797) yılında yahut rebrülahir ayında vefat ettiğine dair rivayetlerin de tabakat âlimleri arasında pek kabul görmediği bilinmektedir. Cenaze namazını bizzat kıldıran Harünürreşid, namazdan sonra cenazenin önünde yürümüş ve onu kendi aile kabristanına defnettirmiştir. Kabri Bağdat'ın Kazımiye bölgesinde. Kazımeyn Türbesi'ne bitişik olan ve kendi adıyla anılan caminin yanındadır.

Gerek çağdaşları gerekse daha sonraki dönemlere mensup âlimler Ebu Yusuf'un ilminin yanı sıra şahsiyetinden, ahlak ve karakterinden övgüyle söz ederler. Bezzazi, Kasım b. Züreyk'ın Ebu Yusuf'u yatağının üzerinde ufacık cüssesiyle görünce hayret ederek, "Allah, ilmi bir kuşun kursağına koymayı dileseydi koyardı" dediğini rivayet etmekte, bundan da onun küçük yapılı bir kişi olduğu anlaşılmaktadır. Ebu Yusuf üstün bir zekaya, güçlü bir hafızaya ve intikal yeteneğine sahipti. Elli altmış hadisi bir defa dinlemekle yanlışsız olarak ezberlediği rivayet edilir. Ebu Hanife'nin talebelerinden Hasan b. Ziyad el-Lu'lui'nin anlattığına göre Ebu Yusuf bir hac yolculuğu sırasında hastalanmış, kendisini ziyarete gelen Süfyan b. Uyeyne'den dinlediği kırk hadisi ileri yaşına, yolculuk yorgunluğuna ve hastalığına rağmen ezberlemiş, sonra da etrafındakilere yazdırmıştır. Devlet adamlarıyla yakından görüşmeye başladığı günlerde Harünürreşid'in veziri Yahya b. Halid el-Bermeki'nin Ebu Yusuf'a, eyyamü'l-Arab'ı bilmediği için sultanlarla sohbetin tam olarak hakkını veremediğini söylemesi üzerine bir ay eve kapanarak bu konuda çalışmış, neticede edindiği bilgiler onu dinleyenleri hayrete düşürmüştür. A'meş'in öğrencisi olduğu günlerde bir soruyu cevaplandırırken yaptığı açıklamalara hayret eden hocası bu cevabı nereden bulduğunu sormuş, o da. "Bize daha önce öğretmiş olduğunuz şu hadisten" diye cevap verince, "Ben bu hadisi sen daha ana rahmine düşmeden önce biliyordum, fakat yorumunu ancak şimdi öğrendim demiştir.

Ebu Yusuf fazilet sahibi bir kişi olarak tanınır. Yokluk ve sıkıntı içinde geçen günlerini hatırlayarak hayatı boyunca ihtiyaç sahiplerine yardım elini uzatmış, aynı zamanda velinimeti olan Ebu Hanife'yi hayır dua ile anmaktan geri kalmamıştır. Vefatından önce Mekke, Medine, Kufe ve Bağdat halkına yüzer bin dinar dağıtılmasını vasiyet ettiği söylenir.

Halife nezdinde ve saray çevresinde büyük bir itibara ve buna paralel olarak büyük bir servete sahip olan Ebu Yusuf zaman zaman, yöneticilerin arzuları doğrultusunda fetvalar vererek bu noktaya yükselmekle itham edilmiştir. Takvası, ahlakı, seciyesi ve karakteriyle ilgili olarak nakledilen bilgilerin yanı sıra Kitabü'l-Harac'ın mukaddimesinde Harünürreşid'e hitaben yazdığı şu satırlar onun bu ithamları hak etmediğini göstermeye yeterlidir: "Bugünün işini yarına bırakma... Allah'ın sana verdiği görevde bir saat bile olsa hakkı yerine getir. Kıyamet gününde yöneticilerin en mutlusu halkı en mutlu olandır. Sen doğru yoldan ayrılma ki halkın da ayrılmasın. Arzularına uymaktan ve öfkelenip intikam almaktan sakın..." Ebu Yusuf, ilmin ve ilim sahibinin üstün mevkiini insanlara göstermek düşüncesiyle en güzel yerde oturur, en güzel şekilde giyinir, en değerli takımlarla donatılmış atlara binerdi. Bu davranışını yadırgayanlara da, "Bir terzi çocuğunun ilim sayesinde nerelere kadar yükselebildiğinin herkes tarafından görülmesini istiyorum" diye cevap verirdi. Aynı sebeple, yargı işine bakan fakihlerin halk katında seçkin bir konumda görülmeleri ve kendilerine gerekli saygının gösterilmesi için onların siyah sarık ve cübbeden oluşan özel bir kıyafet giymelerini sağlamıştır. Harünürreşid'e Ebu Yusuf'a niçin bu kadar çok değer verildiği sorulduğunda, "İlimdeki kemali, hafıza gücündeki üstünlüğü, mezhepteki istikameti ve dindeki muhafazakârlığı sebebiyle" cevabını vermiştir. Ebu Yüsuf bu meziyetlerinden dolayı halifeye çok yakın olmuş, onunla yolculuk etmiş, 170- 181 (786 797) yılları arasında birkaç defa beraber hacca gitmişlerdir.

Ebu Yusuf'un ders halkasına ve ilim meclislerine birçok talebe katılmıştır. Kendisinden fıkıh öğrenmek veya hadis rivayet etmek suretiyle ilim tahsil eden öğrencilerin en tanınmışları Ahmed b. Hanbel, Muhammed b. Hasan eş-Şeybani, Bişr b. Veli'd el-Kindi, Bişr b. Gıyas, Yahya b. Mai'n, Hilal b. Yahya er-Rey, Ca'fer b. Yahya el-Bermeki, Hasan b. Ziyad eI-Lülüî, Esed b. Furat ve Yahya b. Âdem'dir.

Ebu Yusuf, fıkıh ve hadis bilgisinin yanı sıra tefsir, siyer. megazi' ve eyyamü'l-Arab sahalarında da döneminin seçkin âlimlerindendi. Çağdaşları onun bu alanlardaki bilgisinden övgüyle söz ederler.

İctihad Usulü. Ebu Yusuf'un ictihad usulünden söz etmeden önce onun bağımsız (mutlak) bir müctehid sayılıp sayılmayacağı konusundaki tartışmalara temas etmek gerekir. İbn Kayyım el-Cevziyye, İbn Kemal ve İbn Abidin gibi bazı âlimler Ebu Yusuf'un mutlak müctehid olmayıp ancak mezhepte müctehid olduğunu ileri sürmüşler, Şemsü'l-eimme es Serahsi İbn Hazm, Şehabeddin el-Mercani, son dönemde Ali el-Hafif, Muhammed Ebu Zehra ve M. Zahid Kevseri gibi âlimlerle müsteşriklerden J. Schacht se onun mutlak müctehid olduğu görüşünü savunmuşlardır. Nevevi, İmamü'l- Haremeyn el-Cüveyni'nin, "Mûzeni'nin bütün tercihlerinin tahric grubuna girdiğini ve Şafi mezhebine raci olduğuna inanıyorum, Ebu Yusuf ve Muhammed ise öyle değildir, onlar Ebu Hanife'nin usulüne de muhalefet etmişlerdir" dediğini nakletmektedir. Ebu Yusuf'un mutlak müctehid olduğu görüşünü benimseyen son dönem alimlerine göre, Ebu Yusuf ve arkadaşlarının Ebu Hanife'ye sadece fürû ile ilgili konularda muhalefet ettiklerini, usulle ilgili meselelerde daima ona bağlı kaldıklarını söylemek doğru değildir. Çünkü o dönemde usul ilmi henüz tam anlamıyla oluşmuş ve olgunlaşmış değildi. Gerçi görüşler belirtilip fetvalar verilirken dikkat edilen bazı noktalar mevcuttu; ancak bu noktaların tamamını Ebu Hanife'nin tesbit ettiğini, öğrencilerinin sadece o kuralları benimsemek ve uygulamakla yetindiklerini söylemek mümkün değildir. Çünkü Hanefi fıkhının oluşumunda Ebu Hanife'nin önderliği ve yön verici rolü bilinmekle beraber arkadaşları ve öğrencilerinin, hatta çağdaşı Kufe'li fakihlerin de bu oluşumda belli oranda paylarının bulunduğu inkâr edilemez. Kaldı ki söz konusu kuralların Ebu Hanife tarafından konulduğu, Ebu Yusuf ve arkadaşlarının bu kuralları benimsediği kabul edilse bile bu husus onun mutlak müctehid olmasına halel getirmez. Çünkü Ebu Yusuf ve arkadaşları, kabul ettikleri her konuyu taklit yoluyla değil araştırma sonucu ulaştıkları ilmi kanaatleri sebebiyle benimsemişlerdir. Ebu Hanife ile uygunluk arzeden görüşleri de ona ters düşen görüşleri kadar taklitten uzak olup delile dayanmaktadır. Ebu Yusuf'un Ebu Hanife'den ders okumuş olmasının, onun hocasından bağımsız olarak ictihadda bulunmasına engel teşkil ettiğini ileri sürenlerin mantığına göre Ebu Hanife'nin de mutlak müctehid olduğunu söylemek imkânsız olur. Çünkü o da İbrahim en-Nehai ve Hammad b. Ebi Süleyman gibi hocalardan ders okumuş, birçok konuda onlarla aynı görüşü paylaşmıştır.

(Bir Sonraki Mesajda Devam ediyor..)

(T.D.V. İslam Ans. 10/260-264)
 

alptraum

New member
Katılım
1 Ocak 2005
Mesajlar
2,908
Tepkime puanı
166
Puanları
0
Yaş
38
Konum
Aþk`dan
Web sitesi
www.muhakeme.net
EBU YUSUF

(Bir Evvelki Mesajdan Devamla..)

Eğer içtihad, zamanın getirdiği meselelerin şeri' hükmünü ortaya koymak için bütün gücün sarf edilmesi demekse ve bunun tek şartı da edebi ve dini yönüyle Kur'an-ı Kerimi, metin ve sened yönünden sünneti ayrıca icma edilen hususları ve kıyas usulünü bilmekse Ebu Yusuf bağımsız, mutlak bir müctehiddir; aynı zamanda Kufe'de Ebu Hanife başkanlığında faaliyet gösteren fıkıh heyetinin de en seçkin üyesidir. Hemen hemen hiç ara vermeden on yedi yıl bu grup içinde en faal üye olarak yer alan Ebu Yusuf'un olağan üstü sayılabilecek zekâ ve hafıza gücü ile ilme olan düşkünlüğü birlikte mütalaa edilince tabii olarak böyle bir sonuca ulaşılır. Bizzat Ebu Hanife tarafından "yeryüzündeki en âlim kişi" olarak nitelendirilmesi de bu görüşü desteklemektedir. Ebu Yüsuf başta olmak üzere Ebu Hanife'nin Muhammed b. Hasan ve Züfer b. Hüzeyl gibi talebeleri, hem usulde hem de füruda hocalarına veya birbirlerine muhalefet ettikleri ve aralarında serbest bir tartışma ortamı bulunduğu halde, görüşlerinin Ebu Hanife'nin görüşleriyle beraber tedvin edilmesi ve bunların hepsinin Hanefi mezhebi olarak adlandırılıp benimsenmesi, bu ekolün fıkhi esaslarını Ebu Hanife'nin kurduğu ve öğrencilerinin bu çerçevede ictihad ettiği anlamına gelmemelidir. 1105 (1693) yılında Mekke Şerifi Sad b. Zeyd tarafından sorulan bir soru üzerine Abdülgani' en-Nablusi'nin kaleme aldığı el- Cevabü'ş-şerif li'l-hazretiş-şerife fi enne mezhebe Ebi Yusuf ve Muhammed hüve mezhebü Ebi Hanife adlı risalede Ebu Yusuf ve Muhammed'in görüşlerinin Ebu Hanife den kaynaklandığı, bu sebeple bütün görüşlerin Ebu Hanife ye nisbetinin doğru olduğu tezi savunulmuş, İbn Abidin de bu görüşe katılmıştır. İbn Kemal'in, Ebu Yusuf'u mutlak müctehid saymayıp mezhepte müctehid olarak kaydeden tasnifi veya Ebu Hanife nin hayatı ve görüşleriyle ilgili olarak kaleme alınan menakıb kitaplarında yer alan mübalağalı ifadeler de bu yöndeki görüş ve kanaatler için uygun bir malzeme teşkil etmiştir. Ancak mezhebin sonradan Ebu Hanife'ye nisbetle adlandırılmasının başka izahları da yapılmaktadır. Mesela M. Zahid Kevseri"ye göre Ebu Hanife ve arkadaşlarının hepsinin görüşlerinin toplamına "Hanefi mezhebi" adı verilmesi genel kabule dayanan bir adlandırmadan başka bir şey değildir.

Ebu Yusuf'un ictihadda bulunurken takip ettiği metodu kendisinin yazdığı bir usul kitabında bulma imkânı mevcut değildir. Her ne kadar bütün mezhepler içinde ilk fıkıh usulü kitabının Ebu Yusuf tarafından telif edildiği çeşitli kaynaklarda belirtilmişse de bugüne kadar böyle bir esere rastlanmamıştır. Bu durumda onun ictihad usulünü ancak vermiş olduğu fetvalardan ve bazı sözlerinden çıkarmak mümkün olabilir. Kaynaklarda Ebu Yusuf'un son günlerinde şu şekilde dua ettiği belirtilir: "Allahım! Sen biliyorsun ki önüme çıkan her hadisenin hükmü için önce senin kitabına baktım ve orada bir çıkış yolu bulduysam aldım. Eğer bulamadıysam peygamberinin sünnetine baktım. Orada da bir çıkış yolu bulamadıysam ashabın sözlerine baktım." Bu ifadeden, rey ekolünün seçkin bir imamı olarak kıyasa sıkça başvurduğu bilinen Ebu Yusuf un sahabi kavlini kıyasa tercih ettiği anlaşılmaktadır. Serahsi'de Kerhi'den yaptığı nakilde bu görüşü desteklemekte ve onun birçok meselede kıyasa göre hükmün ne olduğunu belirttikten sonra o hükmü sahabi kavlinden dolayı terk ettiğini kaydetmektedir. Ebu Yusuf un verdiği hükümler incelendiğinde bu delillerin yanı sıra icma, kıyas, istihsan, şeru men kablena, örf gibi diğer asli ve fer'i delilleri de belli bir sıra ve metot içinde kullandığı söylenebilir.

Rey ekolüne mensup fakihler içinde hadis ilminde en güçlü âlimlerden biri kabul edilen Ebu Yusuf'un hadisten çokça faydalanması ve kıyasa sıkça başvurması tabiidir. Ancak uzun süre siyasi ve idari mekanizma ile iç içe olan yargı kurumunda görev yapmış olduğundan bazen istihsanı ön planda tuttuğu da görülmektedir. Mesela Ebu Hanife ve Muhammed'e göre Hz. Peygamber faiz yasağıyla ilgili olarak bir maddenin ölçekle (keyli) veya tartıyla (vezni) alınıp satılmasını hükme bağlamışsa bu maddenin her zaman bu şekilde alınıp satılması gerekir. Bu konuda örfe itibar edilmez. Ebu Yusuf ise örfün değişmesi halinde ölçekle olanın tartıyla, tartıyla olanın ölçekte alınıp satılabileceği görüşündedir. Aynı şekilde Hz. Ömer'in haraç vergisi olarak belirlediği miktara bağlı kalmamış, onu gününün şartlarına göre yeniden tesbit etmekte sakınca görmemiştir. Bu örnekler Ebu Yusuf'un, zamanın değişmesiyle hükümlerin de değişebileceğini ifade eden külli fıkıh kuralına göre hareket ettiğini göstermektedir. Güçlüğü ortadan kaldırmak ve izdihama sebebiyet vermemek için bir şehirde iki ayrı camide cuma namazı kılınmasına, taşınma imkânı bulunamayan ganimetlerin henüz darü'l-harpten çıkmadan askerler arasında paylaştırılmasına ve ihtiyaçtan dolayı "müzaraa" ve "müsakat" akidlerine cevaz vermiş olması da zaruret prensibine dayanmaktadır. Diğer taraftan cuma namazının bir şehirde iki yerde kılınmasının caiz olduğunu belirttikten sonra daha fazla mescidde kılınmasının caiz olmadığını söylemesi de zaruretlerin kendi miktarınca takdir edilmesi gerektiği kuralına uygun düşmektedir. Hamile kadının bir çocuk doğurma ihtimali iki veya daha fazla çocuk doğurma ihtimalinden daha kuvvetli olduğu için mirastan yalnızca bir çocukluk pay ayrılması, "Nadir olana değil yaygın olana itibar edilir" kuralı ile açıklanabilir. Ebu Yusuf'un, borçlanılan paranın değer kaybetmesi halinde bu paranın aynı miktarının (misl) değil değerinin ödenmesi gerektiğine fetva vermesi de bu arada zikredilebilir. Bütün bu örneklerden de anlaşılacağı üzere Ebu Yusuf Kitap ve Sünnet'e bağlılığının yanı sıra hikmet-i teşriiyyeyi iyi kavramış bir müctehiddir; bu şekilde yetişmesinde, hocası Ebu Hanife'nin hem bir müctehid-imam olmasının hem de medresesini bir fıkıh komisyonu gibi görüp derslerini buna göre yapmasının büyük katkısı olmuştur.

Fıkıh İlmindeki Yeri. Uzun süre İbn Ebu Leyla'nın, daha sonra da Ebu Hanife'nin talebesi olan Ebu Yusuf en çok Ebu Hanife'nin etkisinde kalmıştır. Ancak gerek yetişmesini sağlayan ders halkalarında takip edilen metot sebebiyle, gerekse kendi özel yetenekleri sayesinde hiçbir zaman mukallit olmamış, tercih ve görüşlerini açıkça ifade etmiş, zaman zaman Ebu Hanife'nin görüşüne muhalefet ettiği de olmuştur. Hayatının daha sonraki dönemlerinde bu fikir ayrılıklarının oranında artış olduğu gözlenmektedir. Yalnız büyük bir feyze sahip olduğuna inandığı, kendisine son derece hürmet ve minnet duyduğu Ebu Hanife ile olan görüş ayrılıklarını özellikle açığa vurma gayreti içinde olmadığı gibi bir meselede Ebu Hanife ile ittifak halinde olduğu sürece kalbinde bir ışığın parladığını belirtirdi. Ancak onun hocasına karşı duyduğu bu saygı ve bağlılık, fıkhi meseleleri kendi görüş ve inisiyatifiyle değerlendirmesine engel teşkil etmemiştir. İlk dönemden itibaren Hanefi fıkıh literatüründe mezhebin öncüleri arasındaki görüş ve yaklaşım farklılıklarına geniş ölçüde yer verilir. Bu arada Ebu Yusuf'un İmam Muhammed'le birlikte veya tek başına Ebu Hanife'nin görüşüne katılmadığı yüzlerce meseleden söz edilir. Diğer fıkıh mezheplerinde mezhep içindeki farklı görüşler genellikle sonraki dönem hukukçularınca geliştirilmişken Hanefi mezhebinde bu husus, genelde Ebu Hanife ile talebeleri Ebu Yusuf, İmam Muhammed ve Züfer tarafından oluşturulmuştur. Bundan dolayı Hanefi mezhebindeki doktriner görüş zenginliğinde Ebu Yusuf'un şüphesiz önemli payı vardır.

Bazı konularda Ebu Yusuf'tan iki değişik fetva nakledilmesi, onun özellikle kadı olduktan sonra bir kısım fetvalarını değiştirdiği izlenimini uyandırmaktadır. Öte yandan sözü edilen görüş değişikliklerine dikkat çeken müsteşrik Schacht'ın, bu değişikliklerin her zaman daha mükemmele doğru seyretmediğini söylemesini anlamak kolay değildir. Çünkü mükemmel kavramı izafidir ve bir görüşün iyi ve mükemmel olduğu hükmü, ancak mevcut şartların ve uygulama alanının ayrıntılı şekilde bilinmesi halinde yapılacak bir değerlendirme ile verilebilir. Ebu Yusuf'un, olayları Ebu Hanife'ye göre daha farklı bir açıdan değerlendirmesini sağlayan bazı sebepler vardır. Mesela çok sayıda hadis âlimiyle görüşmesi, onlardan hadis alması ve Ebu Hanife zamanında tevsik edilmeyen birçok hadisin onun zamanında tevsik edilmesi gibi sebepler bu arada zikredilebilir. Ebu Yusuf hadis öğrenimine fıkıhtan önce başlamış, hem hafızasının hem de intikal yeteneğinin güçlü oluşu sayesinde hadisleri kolay ezberlediği gibi onların anlam ve delaletlerini de kavramakta zorluk çekmemiştir. Bu sebeple rey ekolüne mensup fakihler içinde hadise en çok bağlı olan imamın Ebu Yusuf olduğu ifade edilmiştir. Ayrıca Harünürreşid ile birlikte seyahat etmesi, bu seyahatleri esnasında Medine'ye uğrayarak Malik b. Enes ile görüşmesi, ondan hadis alıp bazı fıkhi konuları kendisiyle tartışması da Ebu Yusuf'un bir kısım görüşlerini değiştirmesinde etkili olmuştur. Hatta bu görüşmeler sayesinde fıkıhta Irak ekolü ile Hicaz ekolünün bakış açılan birbirine yaklaşmıştır. Ebu'l- Müeyyed el- Harizmi, Camiu'l - mesanid adlı eserinde Şafii'nin Ebu Yusuf'a nebizle ilgili bir soru sorduğunu, İmamül-Haremeyn el-Cüveyni de Şafi ile Ebu Yusuf'un hem Mekke'de hem de Medine'de Harünürreşid'in huzurunda münazarada bulunduklarını kaydetmektedir. Ancak bu husus M. Zahid Kevseri tarafından kesinlikle reddedilmekte, bu rivayetlerin tarihi gerçeklere ters düştüğü ve mezhep taassubundan kaynaklandığı ayrıntılı biçimde anlatılmaktadır. Bazı önemli gelişmeler ve ciddi isnatlar söz konusu görüşmeye dayandırıldığı için Kevseri'nin bu konu üzerinde hassasiyetle durduğu dikkati çekmektedir.

Ebu Yusuf'un, bazı konularda Ebu Hanife'den farklı düşünmesinin diğer bir sebebi de önce kadı, daha sonra kadı'l-kudat sıfatıyla yargı görevinde bulunmuş olmasıdır. Bu görev Ebu Yusuf'a önemli ölçüde tecrübe kazandırmış, nazari hükümleri uygulama veya bunların uygulanabilirliğini gözleme imkânı sağlamış, sonuçta da özellikle kazai fıkhın onda bir meleke haline gelmesini sağlamıştır. Mesela hâkimin davalı istemese bile davacıya yemin teklif etmesini, sözleşmeleri ve diğer tasarrufları korumak için sefihin ancak hâkim kararıyla hacr altına alınmasını caiz görmesini ve eşin, seyahate çıkacak olan kocasından alacağı nafakaya karşılık kefil istemesine izin vermesini, Ebu Yusuf'un görevi sırasında edindiği tecrübelerin bir sonucu olarak görmek mümkündür. Bu sebeple, başta yargılama hukuku olmak üzere fıkhın çeşitli dallarında Ebu Yusuf'un, sonraki dönem Hanefi fakihlerince benimsenip mezhep içinde "müfta bih" görüş olarak adlandırılan birçok tercih ve fetvası mevcuttur. Öte yandan Ebu Yusuf, kadı'l-kudatlık mevkiinde bulunması dolayısıyla, kadıların tayin işlerinde birinci derecede söz sahibi olduğu ve bu sırada daha çok Hanefi mezhebine mensup kadılara görev verdiği için bu mezhebe karşı ilgi ve iltifatın artmasını sağlamış, Hanefi mezhebinin yayılıp genişlemesinde onun gayretlerinin önemli payı olmuştur.

Ebu Yusuf, o dönemde revaçta olan akaid ve kelam konularında zaman zaman tartışmalara katılmış, döneminin tartışmalı kelami meseleleri hakkında daha çok selefi bir tavır sergilemiştir. Mesela Kur'an'ın mahlûk olduğu görüşünü benimseyenleri sert bir dille tenkit etmiş, böyle kimselerle konuşup selamlaşmanın bile doğru olmadığını söylemiştir. Ebu Yusuf'un, Allah'ın helallerinin ve haramlarının olduğu gibi kabul edilmesini ve müteşabih ayetlere inanılıp başka kavimlerle ilgili kıssalardan ibret alınmasını tavsiye etmesinden bu konulardaki tartışmaları hoş görmediği anlaşılmaktadır. Ebu Yusuf, Hz. Peygamber ve ashabının iman konularını hiç tartışmadıklarını, sadece ameli hayatta ilgili meseleleri konuştuklarını ifade eder, itikadi konularda kavgacı ve tartışmacı bir tavır benimseyenlerden yüz çevirmenin Allah emri olduğunu söylerdi.

Eserleri: Hanefî mezhebinde eser telif eden ilk fakih olan Ebu Yusuf'un başlıca eserleri şunlardır:

1. Kitabü'l-Harac. İslam fıkıh tarihinde mali hukuk sahasında yazılan en önemli eserlerden biri olup bu alanda günümüze kadar ulaşan ilk telif olduğunda şüphe yoktur. Genel olarak devletin ekonomik siyasetinin portresini çizmek gayesiyle telif edilen eserde dini ve sosyal konularla ilgili bilgiler de yer almakta, bu sebeple bazı araştırmacılar tarafından içinde fıkıh, hadis, muhasebe, hukuk, sosyoloji. Edebiyat, coğrafya vb. konuların bulunduğu bir hazine olarak değerlendirilmektedir. Birçok defa basılan eser Türkçeye ve bazı Batı dillerine de tercüme edilmiştir.

2. İhtilafu Ebi Hanife ve İbn Ebi Leyla. Ebu Yusuf bu eserinde hocaları Ebu Hanife ile İbn Ebu Leyla'nın ihtilaf ettiği konuları zikretmektedir. Kitabı Ebu Yusuf'tan Muhammed b. Hasan eş-Şeybani rivayet etmiştir. Serahsi, İmam Muhammed'in esere bazı ilavelerde bulunduğunu söylemişse de son dönem âlimlerinden Muhammed Ebu Zehre ve Ebu Yusuf üzerine çalışan Mahmud Matlub, ilave yapıldığını gösteren herhangi bir işarete rastlamadıklarını ifade etmişlerdir. Çok sayıda fıkıh babını ihtiva eden eser Ebu'l-Vefa el-Efgani tarafından neşredilmiştir. Ayrıca imam Şafii'nin el-Ümm adlı eserinin sonunda Haza mahtelefe fihi Ebu Hanife ve İbn Ebi Leyla an Ebi Yüsuf adıyla da mevcuttur

3. Kitabü'r- Red 'ale's-Siyeri'l-Evzai. Ebu Hanife, İmam Muhammed'e imla yoluyla devletler hukuku (siyer) konusunda bir kitap yazdırmıştır. İmam Muhammed'e nisbet edilen ve es-Siyerü's-sağir adıyla anılan bu eserdeki görüşler Evzai tarafından kaleme alınan Kitabü Siyeri'l-Evzai adlı eserde tenkit edilmiş, Ebu Yusuf da Evzai'ye cevap vermek amacıyla söz konusu eseri telif etmiştir. Ebu'l-Vefa el-Efgani'nin neşrettiği eser, ayrıca el-Ümm'ün içinde Kitabü Siyeril-Evzai başlığıyla mevcuttur

4. Kitabü'l-Asar. Oğlu Yusuf'un babası yoluyla Ebu Hanife'den rivayet ettiği bazı hadisleri ve fıkhi görüşleri ihtiva etmekte olup Ebu Hanife'nin müsnedi mahiyetindedir. Abdest, gusül, cünüplük, iddet, av ve alışveriş gibi konuları içine alan eser Ebu'l-Vefa el-Efgani tarafından neşredilmiştir. Kitabü'l -Asar, naşirin de önsözde belirttiği gibi tam değildir; ancak eksik kısmın son taraftan çok az bir bölüm olduğu tahmin edilmektedir.

Kaynaklarda Ebu Yusuf'a nisbet edilen eserler de şunlardır:

1. Edebü'l-kadi. Katib Çelebi ile diğer bazı müellifler tarafından zikredilen eserin bir nüshası Tunus Milli Kütüphanesi'nde kayıtlıdır. Üzerinde Ebu Yusuf'a ait olduğuna dair bir ibare bulunan ve Fuat Sezgin tarafından da ona nisbet edilen eserin, Mahmud Matlub tarafından yapılan incelemeden sonra Ebu Yusuf'a nisbetin doğru olmadığı kanaatine varılmıştır. Zira kitapta Hassaf (ö. 261/875), Tahavi (ö. 321/933), Kerhi (ö. 340/951), Ebu Bekir el-Cessas (ö. 370/ 981) ve Serahsi (ö. 483/ 1090) gibi âlimlerin görüşlerine de yer verilmiştir.

2. el-Meharic. M. Zahid Kevseri, müsteşrik J. Schacht tarafından Muhammed b. Hasan'a nisbet edilerek basılan Kitabü'l-Meharic'in Ebu Yusuf'a ait olduğunu söylemekteyse de bu görüşünü teyit edecek bir delil bulunmamaktadır. Bunlardan başka el-Mebsut, Kitabü'l- Cevami', Kitabü'r-Red ala Malik b. Enes, Kitabü İhtilafi'l-emsar, Kitabü'l - Emali, Kitabü'n-Nevadir, Müsnedü'l-İmam Ebi Yüsuf adlı eserler de Ebu Yusuf'a nisbet edilmektedir.

Ebu Hanife hakkında yazılan eserlerde ve umumi tabakat kaynaklarında Ebu Yusuf'un biyografisine, fıkıh ilmindeki yeri ve görüşlerine önemli ölçüde yer verilmesinin yanı sıra bu konuda müstakil eserler de kaleme alınmıştır. Bunların başlıcaları şunlardır: Zehebi, Menakıbu Ebi Yusuf, Menakıbu Ebi Hanife ve sahibeyh Ebi Yüsuf ve Muhammed b. Hasan; M. Zahid Kevseri, Hüsnü't-tekadi fi sireti'l-İmam Ebi Yusuf el-Kadi, Hadi el-Ahdar Derviş, Ebu Yusuf el-Kadi hayatühü ve Kitabühü'l-Harac, Mahmud Matlub, Ebu Yusuf: Hayatühü ve âsâruhü ve ârâ'ühü'l-fıkhiyye; Ahmed İbrahim Ebu Yusuf, Ebu Yusuf kadi'l-kudat

(T.D.V. İslam Ans. 10/260-264)
 
Üst Alt