Neler yeni
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Türkler....

Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...

Turac_80

New member
Katılım
15 Ara 2009
Mesajlar
172
Tepkime puanı
73
Puanları
0
Türkler tarihleri boyunca Tek Tanrı inancına sahip olmuştur.


Türkler tarihleri boyunca Tek Tanrı inancına sahip olmuştur demek, bütün Türkler Tek Tanrı inancına sahipti, demek değildir. Tarih bize Türklerin, tarihin çeşitli dönemlerinde çeşitli dinleri kabul ettiğini göstermektedir. Budist olan Türkler olduğu gibi Hıristiyanlığı kabul eden Türkler de olmuştur. Şamanlıkla uğraşanlar olduğu gibi Maniheist olanlar da olmuştur. Ancak Tek Tanrı inancını ve sonrasında İslamiyeti bırakıp, çeşitli inanışlara geçen Türkler tarih sayfalarını terketmiştir. Bugün bu Türklerden eser dahi bulunmaz. Bizim incelemesini yaptığımız konu, Tek Tanrı inancını bırakıp çeşitli inanışlara yelken açan Türkler değil, tek Tanrı inancını benimseyip, tarih yazan ve bugüne kadar gelen Türklerdir. Tarihin çeşitli dönemlerinde çeşitli inanışları kabul eden Türkleri ele alarak, bu inanışları tüm Türklere şamil kılmaya çalışmak nasıl yanlışsa; toplumda yer etmiş yanlış adetleri inanç saymak da o derece yanlıştır. Temel nokta, Tek Tanrı inancında Tanrı'dan başka ilah yoktur. Çok tanrı inancında ise birden fazla ilah vardır. Tek Tanrı inancı ile çok tanrı inancını birbirinden ayıran husus ilahın bir veya birden fazla olma noktasındadır. Tarih incelenirken bu hususun mutlaka göz önünde bulundurulması gerekir.
 
P

Peris

Guest
......Ve bu inanca “Gök Tanrı” denilir ki, islama kadar varlığını sürdürmüş monoteist bir inanç.İslamın da türkler arasında sevilerek yayılmasının bir sebebi de İslam ile aralarındakı benzerlik.Arap sayyahlarından İbn Fedlan ve Ebu Dülafın eserlerinde buna geniş yer verilmiş.
Gök tanrı inancında da vehdaniyyete iman, cennet, cehennem, meleklere,ve s. inam olmuşdur.Tabi ki bu tarihle ilgili en önemli menbe Orhon abideleri sayılır.Orhon abidesinde de ilk okunan kelime”Tenqri” olmuşdur.
 

Turac_80

New member
Katılım
15 Ara 2009
Mesajlar
172
Tepkime puanı
73
Puanları
0
Türkler,yüksek ilahi varlık Tenri'dir'

''Türk aşireti, kendini besleyen ve barındıran ırmak ile dağı mukaddes tanır mabud telakki ederdi. Sanki aşiret, ırmak, dağ birleşerek üçü mukaddes bir şahsiyet olmuştu. İşte bu mukaddes şahsiyete yer-su adı veriliyordu''.11 Ziya Gökalp bu tanımlamayı yaptıktan sonra, Türk aşiretlerinin bir yurttan göçmesinin, başka bir yurdu fethetmesinin hep Yer Su'yun emri ile olduğunu söylemektedir. Gerçekten de Türklerde dağın ve ırmağın ayrı bir önemi vardı. Türkler göç ettikleri zaman bile kendi ırmak ve dağlarının isimlerini yeni gittikleri yerlere taşımışlardır. Dede Korkut Kitabından, o zaman Diyarbakır'da yaşayan Oğuzların, Dicle Irmağı'na Amu Derya'dan esinlenerek Amat Suyu dedikleri anlaşılıyor. Orta Asya'dan Anadolu'ya gelen Türkler, Orta Asya'da yerleşik oldukları dağın ve ırmakların adlarını hep Anadolu'ya taşımışlardır. Türkler için bugün de yaşadıkları ekmeğini yedikleri toprak kutsaldır.


Burada ''Yer-su ruhlarından'' bahsedilerek, kişinin ve milletin kaderi üzerinde kısmen etkili olduğuna inanıldığı söylenmektedir. O zaman şunu sormaya hakkımız var sanırım? Eski Yunan'daki çok tanrıcılıkda birçok Tanrı vardı; ve bugün ele geçmiş birçok Tanrı tasvirleri mevcut. Neden Türk insanının Tanrı tasvir eden heykelcikleri, resimleri, minyatürleri yok? Eğer Türkler çok tanrıcılık diye bir dönem yaşadı ise, buyrun bu tasvirleri getirin. Tasvirleri bulamadıkları için o zaman da diyorlar ki bu dağın, ırmağın ruhu vardı, ruhta tasvir edilemez; onun için çok tanrıcılığa ilişkin kalıt bulunamamıştır. Ve ekliyorlar ''Güneş, ay, yıldız, yıldırım, gök gürültüsü, şimşek gibi ruh-tanrılar tasavvur edilmişti. Ruhlar iyilik seven, fenalık getiren olmak üzere iki guruba ayrılıyordu''.12 Yer-su, ruh bağlamında yani meta-fizik olarak ele alınıyor ise, bu bugün bizim algıladığımız melek kavramı ile örtüşebilir. Bugün de iyi ve kötü güçlerden, melek ve şeytandan bahsedillir. Bu, insanların algılayışları (tasavvurları) ile ilgili bir husustur. Meleği, şeytanı, kişi inandığı şekilde algılayabilir. Bugün siz melek kavramını nasıl algılıyorsunuz, ben nasıl algılıyorum, tarihte Türkler nasıl algılıyordu? Bu algılamayı tahmin etmeye çalışarak tarihte Türkler Tek Tanrı inancına sahip değildi, denemez; yine bu algılama tahmin edilmeye çalişılarak tarih yazılamaz. Algılamayı tahmin etmek tarihçinin görevi değildir; tarihçi eline geçen bilgi ve belgelere dayanarak neticeye ulaşmaya çalışır. Bugün kendimiz ve kendi algılarımız Tek Tanrı inancına ne kadar uygundur?


''Türklerde kutsal yer, su, dağ inançları vardır .... Ağaçla, Ateşle ilgili Taşla tamamlayıcı halk inançları ve adetleri de vardır''.13 Bugün bizde vatana, bayrağa, toprağa, ülkeye saygı gösterilir; bu bizim Tek Tanrı inancımızı zedeler mi? Askerlik yapanlar bilir, silah üzerine andiçilir, yemin edilir; Harp Okullarından mezun olanlarımız, kılıç üzerine and içerler. Bunlar bizim Tek Tanrı inancımızı engeller mi? Her saygı gösterilen şeye dini anlamda kutsallık atfedilmesi yanlıştır. Türklerde yere, suya, dağa saygı gösterilmesi, dini bir kutsiyet kavramı içinde olmayıp, Rabbimizin bize verdiği bu emanetlere şükretme ve vatana, millete, toprağa duyulan sevginin dışa tezahürü olarak değerlendirilmelidir. Ağaca, ateşe, taşa saygı gösterilebilir. Bunların hepsi Rabbimizin yaratıp, bizim emrimize verdiği şeylerdir. Burada önemli olan, ateşe, ağaca ve taşa gösterilen saygının nereden kaynaklandığı ve hangi sebeplerle bu davranışın dışa vurulduğudur. Bu saikler bilinmeden ''ateşe, ağaca, taşa saygı gösterirlerdi'' önermesi alınarak, ''yer suya inanıyorlardı'' sonucuna varmak doğru değildir. Burada önemli olan saiktir; insanı bu davranışa iten saik nedir? Tarihçi olarak bu soruya yanıt verebiliyorlar ise bundan sonra ''sonuç'' çıkarabilirler. Ancak tarihçi bu saiki bilmeden, bugünkü kendi ''subjektif'' din algılayışına göre bir sonuca varırsa, varacağı sonuç evrensel bir doğruluk payı içermekten uzak ve sadece kendini bağlayan bir görüş olur. Nitekim eski Türkler ateşe saygı gösterirlerdi; ancak bunun sebebi ateşe ilahlık atfetmeleri değil, kişi öldükten sonra bedeninin yakılması suretile ruhunun Tanrı'ya ulaşacağına inanmalarındandır. ''Yakılmak vasıtasile ruhun Tanrı'ya ulaşması'' yanlış bir adet olabilir; ancak bu Tanrı'nın tek olduğu inancına zarar vermez.


''Prof.Dr.Rösanyi'nin, bu konudaki yazıları dikkate şayandır. 6. yüzyıl yazarı Menander'in Türkler hakkında ''her ne kadar toprağa, suya ve ateşe saygı göstermekle beraber, yine de kainatın yaratıcısı Tek Tanrıya inandılar'' demektedir. Gene bir Bizans tarihçisi Teophylaktos şöyle belirtiyor: Türkler yerlerin ve göklerin hakiki sahibi tek bir Tanrı'ya inanıyor, ona tapıyor ve onun için kurban kesiyorlar''.14 ''Yer su ruhlarının ferdin ve milletin kaderi üzerinde de kısmen etkili olduğuna inanılmakla beraber ''V.F.Bücher'in belirttiği gibi en yüksek ilahi varlık Tenri'dir''.15





11.Ziya Gökalp, Türk Medeniyet Tarihi, Elips Kitap, sf.130
12.Prof.Dr.İbrahim Kafesoğlu, Türk Milli Kültürü, Ötüken Yayınları 2007, sf.302
13.Prof.Dr.Hikmet Tanyu, İslamlıktan Önce Türklerde Tek Tanrı İnancı, Boğaziçi Yay. 1986, sf.178
14.Prof.Dr.Hikmet Tanyu, İslamlıktan Önce Türklerde Tek Tanrı İnancı, Boğaziçi Yayınları 1986, sf.14
15.Prof.Dr.Hikmet Tanyu, İslamlıktan Önce Türklerde Tek Tanrı İnancı, Boğaziçi Yayınları 1986, sf.44​
 

Turac_80

New member
Katılım
15 Ara 2009
Mesajlar
172
Tepkime puanı
73
Puanları
0
Türklerde,ŞAMANİZM MESELESİ

Türklerde,ŞAMANİZM MESELESİ

Türklerde,ŞAMANİZM MESELESİ


Şamanlıkta, ayinleri yöneten kişiye Şaman denir. Göğün ve yerin katları vardı. Göğün katlarında iyi ruhlar, yerin katlarında da kötü ruhlar vardı. Şaman denilen kişi bir çeşit trans durumuna girerek ruhlarla, cinlerle, perilerle, şeytanla temasa geçiyor ve hasta olan kişinin iyileşmesine yardım ediyordu. Şaman, ölülerin isteklerini yerine getiren, hastalanan ruhlara şifa veren, dertlilerin şikayetlerini dinleyen, yer altı yer üstü ruhlarıyla temasa geçebilen biriydi. Bu özellikleriyle toplumda, korkuyla karışık saygı uyandıran bir kişiydi. Her şamanın kendine ait ruhları vardı. Ayinlerde def ve davul da kullanılyordu.
Batılı bilginlerin, ''değişik, ırk, soy, dil, tarih, ve kültürden'' gelenlerin birbirleriyle ilintisiz inançları ''Şaman Dini'dir''16, şeklindeki tanımları çok yanlıştır. Şaman, ayinleri yöneten ruhlarla temasa geçen kişidir. Papaz dini, hoca dini olamayacağı gibi, din, ayini yöneten kişinin adıyla da anılamaz. Bugün Asya'daki dini inançların Şamanlığa bağlanması adet haline getirilmiştir. ''19. yüzyılın ikinci yarısında Orta Asya Türkleri arasında araştırma yapan VV.Radloff, V.Verbitsky, A.Anohin gibi Rusların tesbitleri sonucunda eski Türk dininin ana vasfında Şamanlık varmış gibi bir düşünce hasıl olmuştur''.17
Yukarıda anlatılanlardan da anlaşılacağı üzere şamanlık hakikaten bir din değildir. Bugün bütün dinlerde, Şaman denilenin tezahürünü görmek mümkündür. Şamanı bugüne uyarlarsak, bugünün medyumu, cinci hocaları bir nevi şamandır. Her toplumda bu ve buna benzer yanlış inanışlar her zaman olagelmiştir. Ancak hiçbir zaman da bu tür yanlış inanışlar bir din olarak algılanmış değildir. Hasta insanlar, çaresiz insanlar bilimin çare olamadığı bazı hastalıklarda bu yollara başvurmaktadır. Bugün de bu tip insanlar vardır ve insanların çaresizliklerinden yararlanmaktadırlar.
Şaman kelimesini Türkler bilmez. 18. yüzyıl sonlarına doğru kabul edilmiş olan ''şaman'' terimi Türkçeye yabancıdır. Orhun kitabeleri de dahil olmak üzere, şimdiye kadar bulunan kitabelerde ne Kam, ne de Şamana tesadüf edilmiştir. Bu nedenle, mevcut vesikalardan yola çıkarak, Eski Türkler Şaman idiler şeklinde bir sonuç çıkarılamaz.




16.Prof.Dr.Hikmet Tanyu, İslamlıktan Önce Türklerde Tek Tanrı İnancı, Boğaziçi Yayınları 1986, sf.45
17.Sadettin Gömeç, Şamanizm ve Eski Türk Dini, PAÜ.Eğitim Fak. Derg. 1998 sayı.4, sf.4​
 

Turac_80

New member
Katılım
15 Ara 2009
Mesajlar
172
Tepkime puanı
73
Puanları
0
Türklerde,ŞAMANİZM MESELESİ

Türklerde,ŞAMANİZM MESELESİ

Türklerde,ŞAMANİZM MESELESİ


Şamanlıkta, ayinleri yöneten kişiye Şaman denir. Göğün ve yerin katları vardı. Göğün katlarında iyi ruhlar, yerin katlarında da kötü ruhlar vardı. Şaman denilen kişi bir çeşit trans durumuna girerek ruhlarla, cinlerle, perilerle, şeytanla temasa geçiyor ve hasta olan kişinin iyileşmesine yardım ediyordu. Şaman, ölülerin isteklerini yerine getiren, hastalanan ruhlara şifa veren, dertlilerin şikayetlerini dinleyen, yer altı yer üstü ruhlarıyla temasa geçebilen biriydi. Bu özellikleriyle toplumda, korkuyla karışık saygı uyandıran bir kişiydi. Her şamanın kendine ait ruhları vardı. Ayinlerde def ve davul da kullanılyordu.
Batılı bilginlerin, ''değişik, ırk, soy, dil, tarih, ve kültürden'' gelenlerin birbirleriyle ilintisiz inançları ''Şaman Dini'dir''16, şeklindeki tanımları çok yanlıştır. Şaman, ayinleri yöneten ruhlarla temasa geçen kişidir. Papaz dini, hoca dini olamayacağı gibi, din, ayini yöneten kişinin adıyla da anılamaz. Bugün Asya'daki dini inançların Şamanlığa bağlanması adet haline getirilmiştir. ''19. yüzyılın ikinci yarısında Orta Asya Türkleri arasında araştırma yapan VV.Radloff, V.Verbitsky, A.Anohin gibi Rusların tesbitleri sonucunda eski Türk dininin ana vasfında Şamanlık varmış gibi bir düşünce hasıl olmuştur''.17
Yukarıda anlatılanlardan da anlaşılacağı üzere şamanlık hakikaten bir din değildir. Bugün bütün dinlerde, Şaman denilenin tezahürünü görmek mümkündür. Şamanı bugüne uyarlarsak, bugünün medyumu, cinci hocaları bir nevi şamandır. Her toplumda bu ve buna benzer yanlış inanışlar her zaman olagelmiştir. Ancak hiçbir zaman da bu tür yanlış inanışlar bir din olarak algılanmış değildir. Hasta insanlar, çaresiz insanlar bilimin çare olamadığı bazı hastalıklarda bu yollara başvurmaktadır. Bugün de bu tip insanlar vardır ve insanların çaresizliklerinden yararlanmaktadırlar.
Şaman kelimesini Türkler bilmez. 18. yüzyıl sonlarına doğru kabul edilmiş olan ''şaman'' terimi Türkçeye yabancıdır. Orhun kitabeleri de dahil olmak üzere, şimdiye kadar bulunan kitabelerde ne Kam, ne de Şamana tesadüf edilmiştir. Bu nedenle, mevcut vesikalardan yola çıkarak, Eski Türkler Şaman idiler şeklinde bir sonuç çıkarılamaz.




16.Prof.Dr.Hikmet Tanyu, İslamlıktan Önce Türklerde Tek Tanrı İnancı, Boğaziçi Yayınları 1986, sf.45
17.Sadettin Gömeç, Şamanizm ve Eski Türk Dini, PAÜ.Eğitim Fak. Derg. 1998 sayı.4, sf.4​
 

Turac_80

New member
Katılım
15 Ara 2009
Mesajlar
172
Tepkime puanı
73
Puanları
0
Türklerde,EVRENİN GAZ AŞAMASI

''Bir de duman (gaz) halinde bulunan Evren'e (Göğe) yöneldi, ona ve yeryüzüne "isteyerek veya istemeyerek gelin." dedik. İkisi de "İsteyerek geldik" dediler.

(Fussilet, 11)

Kur’an’ın bu mucizevi ifadesine geçmeden önce ayetin tercümesiyle ile ilgili bir iki noktayı belirtelim. Metnin başında "bir de" diye tercüme ettiğimiz kelime Arapça "sümme" kelimesidir. Bu kelimenin "bir de", "öte yandan" gibi anlamları olduğu gibi "daha sonra", "sonradan" anlamları da vardır. Ayetin akışı açısından "bir de", "öte yandan" anlamının daha uygun olduğunu düşünüp ayeti böyle çevirdik. Ayette duman, gaz diye çevirdiğimiz kelimenin Arapça'sı ise "duhan"dır. Duhan genel olarak gaz halinde bir madde ile havada az çok sabit bir biçimde duran küçük taneciklerden oluşur. Ayetten, Evren'in gaz halinde bir aşamadan geçtiği ve Allah'ın iradesi sonucu bu aşamadan sonra Evren'in ve yeryüzünün bugünkü şeklini alacak şekilde ayrı bir aşamaya geçirildikleri anlaşılıyor. Büyük Patlama'dan (Big Bang) sonra Dünya'mızın, Güneş'in, yıldızların hemen oluşmadığını biliyoruz. Evren hiçbir yıldız oluşmadan önce bir gaz bulutu şeklindeydi. Bu gaz bulutunun ana maddesi Hidrojen'di. Hidrojen'den sonra ise en çok var olan madde Helyum'du. Bu gaz bulutunda daha sonra oluşan sıkışmalar ve yoğunlaşmalar yıldızların, gezegenlerin oluşumunu sağladı. Bugünkü Dünya'mız, Güneş'imiz, gece görebildiğimiz yıldızlar hep bu gaz bulutunun bir alt kümesiydi. Bugün bunları keşfedebilmemiz bilim tarihinde, arka arkaya yapılan birçok buluşun, gözlemin, laboratuvar çalışmasının sonucudur. Bir yandan sözlerle taciz edilen, bir yandan kılıçlarla öldürülmeye çalışılan, aynı zamanda Allah'a ortak koşulmadan iman edilmesi gerektiğini anlatan Muhammed Peygamber'in ne çağının tüm insanlarının bilgisinin toplamı, ne de şahsi gözlemleri Evren'in daha önceden gaz halinde olduğunu söylemeye yeterdi. Zaten Muhammed Peygamber'in iddiası da kendisinden konuşmadığı, Evren'in yaratıcısının sözlerini ilettiğidir.
Bunlar sana vahyettiğimiz gayba (duyu organlarıyla algılanamayana) ait haberlerindendir. Bunları sen de, toplumun da daha önce bilmiyordunuz. Şu halde sabırlı ol. Şüphesiz sonuç sakınanlarındır. (Hud Suresi 49)''.18
PALEOLİTİK VE ÖNCESİNDEKİ DEVİRLERİ ETKİSİNE ALAN BUZUL DEVRİ


18.Kur’an Araştırmaları Grubu, Kur’an Hiç Tükenmeyen Mucize​
 
Son düzenleme:

Turac_80

New member
Katılım
15 Ara 2009
Mesajlar
172
Tepkime puanı
73
Puanları
0
TARİHTE TÜRKLERİN ANAYURDU
sayfa3_clip_image002.jpg





Buzulların erimesi ile başlayan dönemde, Orta Asya'da çok sayıda gölün oluştuğu, nehir taşkınları ile büyük bir alanın bataklık hale geldiği aşikardır. Bu dönemde Orta Asya insanı sulak arazilerin ve göllerin etrafında yerleşmiştir. O dönemden bugüne kalan kalıntılar yerleşim alanlarının göller ve nehirler çevrelerinde olduğunu göstermektedir.
Türklerin yaşadıkları coğrafyayı tespit etmek bilim insanları için her zaman güç bir sorun olmuştur. Türk kavmi çok geniş bir kavimdir; tarihte çok geniş bir alanda yaşamıştır. Göçlerle dünyanın dört bir köşesine gitmişler giderken medeniyetlerini de götürmüşlerdir. Yaşadıkları yerleri kabaca belirtmek gerekirse Asya, Avrupa, Yakın Doğu ve Anadolu diyebiliriz. Ancak biz burada tarihte Türklerin yaşadıkları coğrafyayı değil de, tarihte daha eskiye giderek onların anayurtlarını ve medeniyetlerini ilk oluşturdukları yerleri ele alacağız.
Erken Türklerin ilk anayurdu olarak Tamgalı Say ve çevresi göze çarpmaktadır. Bugünkü Kazakistan sınırları içaerisinde yer alan Tamgalı Say, Almaatı'nın 160 km kuzey batında yer alır. Tamgalı Say üst paleolitik (M.Ö 40.000 – 12.000) denilen çağda yer almaktadır. Erken Türkler Tamgalı Say'da bu çağa ilişkin olarak at, öküz, deve, keçi, geyik, kaplan resimleri olmakla birlikte Türk alfebesinin ortaya çıkış dönemlerine ait piktoram ve petroglifler de mevcuttur. Paleolitik çağda, Orta Asya'da yaşayan insanların yanında tabiki dünyanın değişik yerlerinde de insanlar yaşamaktaydı. Ancak bu uluslardan bugüne kalanlardan anlaşıldığı kadarı ile gelişme evresi olarak Erken Türkler'den geridirler. Erken Türklerin ikinci anayurdu olarak Ulu Kem havzası görülmektedir. Ulu Kem havzasını Baykal Gölü'nün kuzeyi ve batısını içine alan bir alan olarak düşünebiliriz. Ulu Kemde ve Tamgalı Say'da oluşan Türk medeniyetine ilişkin örnekler ileride Proto Türkçe Yazıtlar bölümünde verilecektir.
Erken Türklerin bir diğer anayurdu Ural Dağları'dır. Paleolitik çağda bugün Kara Kum ve Kızıl Kum çöllerinin bulunduğu alanların göl ve Hazar denizinin kuzeyinin sularla kaplı olduğu düşünülürse Tamgalı Say civarından batıya doğru yayılan Türklerin su kenarlarından Ural Dağları'na doğru gittiklerini düşünebiliriz. Ural dağlarının tercih sebebi olması ise buraların maden bakımından çok zengin olmasındandır. Etrüsk medeniyetini kuran Türkler Avusturya'dan İtalya'ya inerken kendilerine maden yönünden zengin yerler aramışlardır. Ural Dağları'na yayılan Türklerin İsviçre ve İskandinav ülkelerine de buradan yayıldıklarını düşünmek, bu bölgede yer alan yazıtların ancak Proto-Türkçe'yle okunabilmesini de açıklamaktadır. Türklerin bir diğer anayurdu da Doğu Anadolu'dur. Bu yöreye geçen Türklerin Hazar Denizi'nin güneyini kullandıkları söylenebilir. Doğu Anadolu'nun önemi buradaki ISUB ÖG alfabesinin Mısır hiyerogliflerine kaynaklık etmesindendir. Bu husus Kazım Mirşan tarafından Alfebetik Yazı Başlangıcı adlı eserinde ayrıntısıyla açıklanmıştır.
 

Turac_80

New member
Katılım
15 Ara 2009
Mesajlar
172
Tepkime puanı
73
Puanları
0
üstü örtülen/gizlenen ayetler

üstü örtülen/gizlenen ayetler

ÜSTÜ ÖRTÜLEN/GİZLENEN AYETLER

Dilimizin zenginliğinin ortaya çıkması, dilimiz ve inancımız arasındaki bağların ortaya dökülmesi, dilin de bir ayet olduğunun tüm çıplaklığıyla belli olması için dilimiz üzerindeki yabancı esaretini kaldırmalıyız. Kendi tarihimizi kendi dilimizle tarif etmeliyiz ki üstü örtülen açığa çıksın, gizli saklı birşey kalmasın. Her söyleyenin her söylediğini kabul etmek yerine aklı selim düşünerek kendi dilimiz ve dolayısıyla dinimize sahip çıkmalıyız. Unutulmamalı ki dili olmayanın dini de olmaz. Aman canım ne olacak varsın birkaç kelime de yabancı olsun diyebilir miyiz? Dememeliyiz. Neden mi?


''İndirdiğimiz açık delilleri ve hidayeti biz, insanlara apaçık gösterdikten sonra gizleyenlere hem Allah hem de bütün lânet ediciler lânet eder. Ancak tövbe edip durumlarını düzeltenler ve (açık delilleri ve hidayeti) açıkça ortaya koyanlar başkadır. Zira ben onların tövbelerini kabul ederim. Ben tövbeyi çokça kabul eden ve çokça esirgeyenim''

(Bakara, 159-160)
 

Turac_80

New member
Katılım
15 Ara 2009
Mesajlar
172
Tepkime puanı
73
Puanları
0
Yaratılan herşey bir ayettir

Yaratılan herşey bir ayettir

Yaratılan herşey bir ayettir; ve dileyen bu ayetlerden yola çıkarak Rabbine ulaşabilir. İsteyen bir yaprağa bakarak Rabbine ulaşır; isteyen güneşe bakar; isteyen yağmura; isteyen de bir kuşa bakarak Rabbine ulaşır. Bunların tamamı Rabbimizin ayetlerinden olduğundan gören gözler yaratılan herhangi bir şeyi vasıta yaparak Rabbine ulaşabilir. Yazı da bir ayettir; dil de bir ayettir. Dildeki bir kelime de ayettir. Bu kelimeleri ortadan kaldırıp yerine başka bir kelime koyarsanız ya da kelimelere yüklenen anlamları değiştirirseniz Allah'ın ayetlerinin üstünü örtmüş, ayetleri gizlemiş olursunuz. Yukarıda verdiğimiz, Bakara Suresinde ne diyor Rabbimiz: indirdiğimiz açık delilleridiyor. İşte bu açık delillerden birinin de dil ve yazı olduğunu söyledik. Dil veya yazıyı bozarsanız ayetin üzerini örtmüş; ayeti gizlemiş olursunuz. Gizlerseniz: ''gizleyenlere hem Allah hem de bütün lânet ediciler lânet eder''.Bizim bu kitapta yapmaya çalıştığımız şey tam da Bakara 159-160'a uygun olarak, ''(açık delilleri ve hidayeti) açıkça ortaya koyanlar''dan olmaya çalışmaktır. Üstü örtülen, gizlenen ayetleri açığa çıkarmak demek ''var olan birşeyi ortaya çıkarma, gözler önüne serme'' anlamındadır. Bütün çabamız ''olanı olduğu ilk günkü gibi sunmaya çalışmak''tan ibarettir.
Anlamak nedir? ''Anladım'' dediğimizde ne demek istiyoruz; ''anlamadım'' dediğimizde ne demek istiyoruz. Sözcükler bir ses dalgasıdır. Birisi bize birşey söylediği zaman o sözcüğe ait ses dalgası kulağımızdan girer ve beynimiz bu ses dalgasını görüntüye çevirir. İşte duyduğumuz sözcüğü beynimiz görüntüye çevirebildiğinde ''anladım'' diyoruz; beynimiz görüntüye çeviremediğinde ise ''anlamadım'' diyoruz.

Kur’an’da İbrahim Suresi 24. Ayet:

''Görmedin mi, Allah nasıl bir misal verdi? Güzel bir söz, aslı [kökü], sabit, dalı-budağı gökte olan, Rabbinin izniyle her an ürün veren güzel bir ağaç gibidir. Ve onlar öğüt alsınlar diye Allah insanlara böyle misaller verir''

diyor.
Bu ayette ''duymadın mı'' değil ''görmedin mi'' diyor. Yani ''söyleneni beyninde görüntüye çevirebildin mi?'' denmek isteniyor. Bir kelimeyi sadece duymuş olmak anlamak için yeterli değildir. Duyduğumuz kelime beynimizde görüntüye dönüşürse anlarız; duyduğumuz kelime beynimizde görüntüye dönüşmezse anlamayız. Ve biz insanlar anladığımız şekilde yaşarız. Hayatımıza yön verirken anladığımız şeylerden yola çıkar ona göre davranırız. Anladığımız şey ne kadar fazla olursa o derece bilgili oluruz ve doğru yaşarız; anlamadığımız şey ne kadar fazla olursa o derece cahil kalır ve cehaletimize uygun bir yaşam süreriz.
Hiç kimse kendi ana dilinde algıladığı açıklıkta ve parlaklıkta başka bir dili algılayamaz.

Örneklemek gerekirse, Türkçe ''görüş'' kelimesini atıp yerine ''rey'' kelimesini kullanmak zihnimizi bulandıracak, zihnimizdeki görüntünün netleşmesine engel olacaktır. Arapça ''hülasa'' kelimesini beynimiz görüntüye çevirmekte zorlanacak ancak Türkçesi olan ''özet'' kelimesi beynimizdeki görüntüyü aydınlatacaktır. Arapça ''kamil'' kelimesi yerine Türkçe ''olgun'' kelimesini kullanmak da beynimizdeki görüntünün daha net olmasını sağlayacaktır.
Özellikle İslamiyetin kabulünden sonra dilimize çok fazla sayıda Arapça, Farsça sözcük girdi. Bu sözcükler bizim dinle aramızı sıkılaştırmak bir yana bizi dinden iyice uzaklaştırdı. Yukarıda anlattıklarımızdan da anlaşılacağı üzere anlamını bilediğimiz Arapça, Farsça sözcükler beynimizde görüntüye dönüşmedi. Bunun neticesinde biz dinimizi anlayamadık; dinden uzak düştük. Kur’an bize uzaktan seslenen birinin nağmeleri gibi geldi. Oysa dinimizin temel direği Kur’an’ı Arapça, Farsça kelimelerden temizleyip Türkçe kelimelerle Kur’an’a yaklaşabilmiş olsaydık; bugün sadece anlamamaktan ya da yanlış anlamaktan kaynaklanan birçok sorunla da karşılaşmayacaktık.

Bize yakıştırılan isimlerle tarih yazmanın ne kadar yanlış olduğunu, dilin de bir ayet olduğunu Türklerin kendilerine verdiği isimlerin anlamlarını öğrendiğimizde daha iyi anlayacağız. Nereden geldiğimizi ve ne olduğumuzu anlamak yönünden kavramların ifade ettiği anlamları bilmek çok önemli. Dil ile bağımız koptuğunda tarihle ve inançlarımızla da bağımız kopmaktadır. Tarih bilincini ve köklerini yitiren bir toplumun bencil ve materyalist bir dünya görüşüne yelken açması kaçınılmaz görülüyor.

Biz kimiz? Nereden geldik? Nereye gidiyoruz? Sorularının cevapları bizim tarihimizde gizli.
 
P

Peris

Guest
Kurana tam manasıyla vakıf olmak için bence ona arapça yani gönderildiği dilde yaklaşılmalı.
 
P

Peris

Guest
Bunun neticesinde biz dinimizi anlayamadık; dinden uzak düştük. Kur’an bize uzaktan seslenen birinin nağmeleri gibi geldi. Oysa dinimizin temel direği Kur’an’ı Arapça, Farsça kelimelerden temizleyip Türkçe kelimelerle Kur’an’a yaklaşabilmiş olsaydık; bugün sadece anlamamaktan ya da yanlış anlamaktan kaynaklanan birçok sorunla da karşılaşmayacaktık.

Bir halde ki, Allah (cc) arapca nüzul etmiş türkce yaklaşmak nasıl olmalı anlayamadım? .
Azeriler ve türkler aynı dinden, aynı millet ve hatta aynı dilde konuşuyorlar bile.Ama şimdi ben azerice yazsam sözleri anlarsınız da ne demek istediğimi anlayamazsının tam manasıyla.Bir örnek: türkcedeki “kafam karışdı” kelimesini azericeye çevirirsek “başım qarışdı (karışdı) olur.Azeriler “kafa” kelimesini kullanmazlar, ama türkler “baş” kelimesini kullanırlar hatta aynı manada.Ama “başım karışdı” ve “kafam karışdı” kelime birleşmesini azeriler ve türkler tamamen ayrı-ayrı durumlarda kullanırlar. Hatta tüm manayı değişecek kadar. Demek ki, sadece çevirmekle iş bitmiyor ana dilin de özelliklerini, hususiyyetlerini, inceliklerini bilmek gerek.
“Hülase” sözü tamam türkcede “özet” demek, ama “olgun” sözü arapcadakı “kamil” sözünü tam manasıyla ifade etmiyor.
 

Turac_80

New member
Katılım
15 Ara 2009
Mesajlar
172
Tepkime puanı
73
Puanları
0
Bir halde ki, Allah (cc) arapca nüzul etmiş türkce yaklaşmak nasıl olmalı anlayamadım? .
Azeriler ve türkler aynı dinden, aynı millet ve hatta aynı dilde konuşuyorlar bile.Ama şimdi ben azerice yazsam sözleri anlarsınız da ne demek istediğimi anlayamazsının tam manasıyla.Bir örnek: türkcedeki “kafam karışdı” kelimesini azericeye çevirirsek “başım qarışdı (karışdı) olur.Azeriler “kafa” kelimesini kullanmazlar, ama türkler “baş” kelimesini kullanırlar hatta aynı manada.Ama “başım karışdı” ve “kafam karışdı” kelime birleşmesini azeriler ve türkler tamamen ayrı-ayrı durumlarda kullanırlar. Hatta tüm manayı değişecek kadar. Demek ki, sadece çevirmekle iş bitmiyor ana dilin de özelliklerini, hususiyyetlerini, inceliklerini bilmek gerek.
“Hülase” sözü tamam türkcede “özet” demek, ama “olgun” sözü arapcadakı “kamil” sözünü tam manasıyla ifade etmiyor.


Selam Peris;Hic bir dil digerine cevrilemez degildir,kaldiki Azerice dedigimiz lahce ile Saka lehcesi görünüste ayri görünmesine karsin kök olarak hepsi ayni bu nedenle Kuran ancak anlasilirsa yasanilabilir.Anlamadigin sey nasil Din olabilirki?O nedenle ancak tevekkürün yolu anlamadan gecer,Olgun olmanin yoluda anlamadan gecer.Tüm insanlara illaki Arapca ögretmek yerine anlamasini saglamakmi iyi yoksa dar bir cografyada kalmakmi lazim?...Ki zaten görünüm olarak Arap dinindeniz yani Islamla alakali degil olay...Selam ile...
 
P

Peris

Guest
Aleykum Selam....

Arapca yaklaşmak derken ben farklı bir şeyi kast etdim. Yazdığınız yazıda da belirtdiyiniz gibi "duymak" ayrı, "görmek" ayrı. Arapca bilmek ayrı, Kuranı anlamak ayrı.
 
Son düzenleme:

Turac_80

New member
Katılım
15 Ara 2009
Mesajlar
172
Tepkime puanı
73
Puanları
0
Aleykum Selam....

Arapca yaklaşmak derken ben farklı bir şeyi kasd etdim. Yazdığınız yazıda da belirtdiyiniz gibi "duymak" ayrı, "görmek" ayrı. Arapca bilmek ayrı, Kuranı anlamak ayrı.


Kastan amac eger okudugunu anlamaksa Araplar zaten anliyor görünüyorlar,ama velakin anlamak islerine gelmiyor olsa gerek.Kurani Resul gibi anlamak imkan disi,ama sanirim bir Bekir,Ömer,Ali gibi veya bir Ebu Zerr gibi anlamak,Ebu Hanife gibi anlamak bir baska olsa gerek.Eger Arap üstün kabul edip Mevalin yani Arap olmayani ayirirsaniz Kurani anlamamissiniz demektir.Yazi ile veya sadece güzel ses olarak algilarsaniz Kurani hic bir zaman Furkan olarak göremezsiniz,Iste Kuranin özellikle üzerinde durduguda budur.6,5 Milyara Arapca ögretemezsiniz ama onlarin dilinde okutabilirsiniz.Anlayanlar anlar(Bu bir ayricaliktir)Anlayamayana gelince zaten onlarin arasina perde insa edilmistir(Kuranda Hz Allah öyle diyor)Bu nedenle her kes kendi dilinde iyi anlamaya gayret etmeli.TÜRKCEYI kaybederseniz her seyinizi kaybedersiniz.Selam ile...
 

ARZ_7

New member
Katılım
7 Şub 2009
Mesajlar
685
Tepkime puanı
395
Puanları
0
Kuranın Türkçe mealinin tarihi bir yüz yılı geçmez sanıyorum. O halde sormak lazım; Osmanlı devleti nasıl anlamışlar bu acaba? Demek anlamanın türkçeyle bi ilgisi yok. İbadetler türkçe yapılsın diye haykıranlar, biz aslımıza dönüp, dilimizi osmanlıca yapalım diye haykırsalardı heralde bunu başarabilirlerdi. Türkçeyi kaybedersek her şeyimizi kaybedermişiz. Osmanlıcayı kaybettiğimizde aynı şey söz konusu değil miydi? Kuranı kaybettiğimizde aynı şey söz konusu değilmyidi diye sormak lazım.
 

ARZ_7

New member
Katılım
7 Şub 2009
Mesajlar
685
Tepkime puanı
395
Puanları
0
Hic bir dil digerine cevrilemez degildir.
Evet çevrilemez değildir, haklısınız. Fakat kuranı türkçeye çevirince 30 ciltlik bi eser meydana geliyor. Sünneti de çevirmeye kalkınca süleymaniye kütüphanesi anca alıyor.
 

ARZ_7

New member
Katılım
7 Şub 2009
Mesajlar
685
Tepkime puanı
395
Puanları
0
Anlamadığım nokta şurası; Vaazlar türkçe, hutbeler türkçe, sohbetler türkçe, nasihatler türkçe, konferanslar tükrçe, seminerler türkçe,tefsir derleri, hadis dersleri, fıkıh derleri, bunların hepsi de türkçe. Daha neyi türkçeye çevireceğiz bilmiyorum. Bir tek namazımız arapça onu da mı çevirelim yani?
 

Turac_80

New member
Katılım
15 Ara 2009
Mesajlar
172
Tepkime puanı
73
Puanları
0
Evet çevrilemez değildir, haklısınız. Fakat kuranı türkçeye çevirince 30 ciltlik bi eser meydana geliyor. Sünneti de çevirmeye kalkınca süleymaniye kütüphanesi anca alıyor.



Kusura bakma ama 30 ciltlik dedigin Kurana bir bak bakalim kacta kaci Allah kelami?
 
Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...
Üst Alt